Pages

15 Haziran 2024

Büyük Haziran Direnişi’nin 54. Yılı

 

İşçi sınıfımızın 15-16 Haziran 1970 tarihinde gerçekleştirdiği büyük direnişi 54. yılında bir kere daha hatırlıyor, direnişte kaybettiğimiz arkadaşlarımızı anıyoruz.

15-16 Haziran 1970 tarihinde, o dönem ülkemizin en büyük sanayi kentleri olan İstanbul ve Kocaeli’de iki gün boyunca onlarca fabrikada üretimi durduran, kentlerin meydanlarını işgal eden ve devletin kolluk kuvvetleri ile göğüs göğse çarpışan on binlerce DİSK üyesinin yanı sıra Türk-İş üyesi ve sendikasız işçiyi eyleme geçiren gücü anlamak, sadece tarihe dair bir bilgi yığınıyla alakalı bir mesele değildir.

15-16 Hazira Büyük İşçi Direnişi ve sonuçları, bir dönemi doğrudan etkileyen özelliklere sahiptir. Ayrıca direniş, bugün ülkemizde işçi sınıfının sendikal ve siyasal hareketlerinin içine düştüğü durumu anlamamız ve buradan bir çıkış yolu açmamız için gerekli tarihsel derslerle yüklüdür.

1960-1970’li yıllar, tüm dünya olduğu gibi ülkemizde de yığınların eşit, adil ve özgür dünya özlemi için harekete geçtiği bir dönemdir. İlk işçi devleti olarak Sovyetler Birliği’nde yaşayan ve İkinci Paylaşım Savaşı’nda faşist Hitler sürüleri tarafından vatanı işgal edilen vatandaşlar, kanlarının son damlasına karşı vatanlarını savundular ve faşist orduları Berlin’e kadar kovaladılar. Sosyalist Anavatan’ı korumak için 22 milyon vatandaşını kaybetmesine karşı Hitler Faşizmi’ni yenilgiye uğratan Sovyetler Birliği, savaştan sonra da dünya sosyalist sisteminin kuruluşuna öncülük etti. İkinci Paylaşım Savaşı sonrası kurulan Sosyalist Sistem, ileri kapitalist ülkelerde işçi sınıfı savaşının yükselişini güvence altına almanın yanında, Asya, Latin Amerika, Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki sömürülen ulusların sürdürdüğü ulusal kurtuluş savaşlarının toplumsal kurtuluş savaşımı niteliği kazanması konusunda gerekli moral kaynağı olarak iş gördü.

Yine paylaşım savaşı sonrası Vietnam ve Küba gibi ülkelerde yaşanan silahlı kalkışmalar, emperyalist sistemle sosyalist sistemin karşı karşıya gelişi, 1957’de, 1960’ta ve 1969’da Moskova’da Dünya Komünist ve İşçi Partileri Zirveleri’nin başarıyla sonuçlandırılması sayesinde tüm dünyada ezilenler, bir başka dünyanın mümkün ve var olabileceğini düşünmeye başladılar.

Ülkemizde de kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak, nicel ve nitel açıdan gelişen işçi hareketi, ilk yığınsal toplantısını 31 Aralık 1961 günü Saraçhane’de gerçekleştirdi. Mitingi İstanbul İşçi Sendikaları Birliği düzenledi.

31 Aralık 1963 tarihinde Vehbi Koç’un ortağı olduğu Kavel Kablo Fabrikası’nda işçiler, ödenmeyen ikramiyeleri için fabrikada direnişe geçtiler. 36 gün süren Kavel Kablo Fabrikası direnişi, “kanunsuz grev” olarak Türkiye işçi sınıfı savaşım tarihine geçti. Çünkü direnişin yapıldığı tarihte sendikalar yasasında henüz toplu iş sözleşmesi maddesi bulunmamaktaydı.

31 Ocak 1966 tarihinde Paşabahçe Cam Fabrikası’ndaki 2.200 işçi greve çıktı. 21 Mart 1966 tarihinde Türk-İş yönetimi, işçilerin iradesini yok sayarak, işveren ile grevi bitirme protokolü imzaladı. İşçiler, Türk-İş yönetiminin gizli imzaladığı protokolü kabul etmeyerek, fabrikayı işgal ettiler. İşveren yasadışı ilan etmek için uğraştığı grevi mahkemeye taşıdı. Mahkeme, davayı kabul etmedi. Böylece Paşabahçe işçisinin 71 gün boyunca sürdürdüğü grev, mahkemece onaylanmış oldu.

Paşabahçe Cam Fabrikası grevi konusunda Türk-İş’in aldığı tutum, Türk-İş içerindeki ilerici sendikaları yol ayrımına getirdi.

13 Şubat 1967 tarihinde Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş ve Türk Maden-İş (Zonguldak) sendikaları İstanbul Valiliğine kuruluş dilekçesini vererek, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun kuruluşunu ilan ettiler.

4-10 Temmuz 1968 tarihinde Derby işçileri, sendika seçmek için referandum talebinin işveren tarafından kabul edilmemesi üzerine fabrikayı işgal ettiler. Bu durum, işçi-sendika hareketimizde yeni bir dönemin açıldığının deliliydi. Bu direnişin yapıldığı tarihte çıkan Maden-İş Gazetesi “İşgal ve Referandum” sürmanşetiyle çıkıyordu.

Bu dönemin bir başka ayırt edici özelliği, Lastik-İş’in Derby fabrikasında başlattığı işçileri “potansiyel hırsızlar” olarak gören patron zihniyetine karşı başlattığı “Üstünü Aratma!” kampanyası, Lastik-İş’in örgütlü olduğu diğer fabrikalarda hızla karşılık buldu. “Üstünü Aratma!” kampanyasını Maden-İş Sendikası destekledi ve kampanyayı kendi örgütlü işyerlerinde uygulamaya koydu. Bu kampanya, bir anda işçi sınıfının ve ilerici-devrimci kamuoyunun gündeminin ilk sırasına oturdu.

9 Eylül 1968 tarihinde Kavel işçileri, fabrikayı bir daha işgal ettiler. Kavel patronu, işçileri sarı Çelik-İş’e üye yapmaya çalıştı, Maden-İş üyesi işçilere gözdağı vermek için de 26 işçiyi işten attı. Sendika seçimi konusunda referandum yapılması ve işten atılan arkadaşlarının tekrar işbaşı yapması için işçiler fabrikayı işgal ettiler. Dört saat süren işgal sonunda atılan işçiler işbaşı yaparken, patron, Maden-İş Sendikası ile toplu iş sözleşmesi masasına oturmak zorunda kaldı.

1969 yılında Singer Dikiş Makinaları, Demirtaş Döküm Fabrikası işçileri sendika seçme özgürlüğü için fabrikayı işgal ettiler. Yine aynı yıl Topkapı Gamak Motor Fabrikası işçileri, ödenmeyen ikramiyeleri için fabrikayı işgal etti. Bu işgalde, polisin açtığı ateş sonucu direnişçi işçilerden Şerif Aygün öldürüldü.

Büyük İşçi Direnişi öncesi, 7 Mayıs 1970 tarihinde, ECA Fabrikası işçileri fabrikayı işgal ettiler.

Radikalleşerek yükselen işçi hareketine paralel olarak, aynı dönemde toplumun tüm kesimleri kendi ekonomik ve demokratik haklarının yanı sıra, daha eşit, özgür ve adil dünya için ayaktaydı. Dünyada 68 gençlik hareketinin gelişimine paralel olarak ülkemiz gençlik hareketi, hızla anti-emperyalist bir öz kazandı. İstanbul Limanı’na demirleyen, ABD’ye ait 6. Filo’ya karşı gerçekleştirilen protesto eylemleriyle anti-emperyalist eylemler, okul sıralarını aştı. Toprak işgalleri gibi biçimler alan eylemlilik süreci zamanla radikalleşti. Özellikle üniversite gençliği, köylülerle birlikte, Antalya’dan Ege Bölgesi’ne, Karadeniz’den Trakya’ya ve Antep’e kadar ülkenin her bölgesinde üretici mitinginden, toprak işgaline ve köylü direnişine kadar değişik eylemlere destek verdi, bu eylemlerin içinde oldu.

Eylemler ve direnişler, sadece öğrenci ve köylülükle sınırlı değildi. Öğretmenlerden astsubay eşlerine kadar toplumun değişik kesimleri, hakları ve daha iyi bir dünya için her türlü yaratıcılıklarını ortaya koyarak, eylem sahasındaki yerleri alıyorlardı.

Yukarıda saydığımız koşullarda savaş alanına çıkan DİSK, sadece üyesi olan işçiler değil, TÜRK-İş üyesi işçiler yanında sendikasız ve sigortasız işçiler için de daha iyi ücret ve sosyal haklardan öte bir anlam ifade ediyordu. DİSK’in demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı ilkeleri üzerinden, “Eşitlik, Hak ve Adalet” kavramlarını merkeze alarak yürüttüğü sendikal savaşım, tüm Türkiye işçi sınıfı için bir haysiyet ve onur kavgası mahiyetine büründü. Aşağılanmadan, horlanmadan, işveren vekilleri tarafından galiz küfürlere maruz kalmadan çalışmak isteyen, işyerinde ve sokakta eşit muamele bekleyen, hak ettiği ücreti ve sosyal hakkı talep eden sıradan bir işçi ile DİSK’in işçi onuru ve haysiyetini başa alarak sürdürdüğü kavga, örtüştü. Bu savaşım sayesinde DİSK kendisine bağlı sendikaların faaliyet yürüttüğü alanlarda hızla büyüdü. Öte yandan, daha iyi ücret talebinin yanı sıra işyerlerinde ikinci sınıf insan muamelesi görmek istemeyen, ilkel şartlarda çalışmak istemeyen işçilerin bu taleplerinin tek güvencesi, DİSK’in varlığı idi.

Burjuvazi için ise; on yılı aşkındır ülkede yükselen işçi hareketinin ürünü olarak doğan ve işçi sınıfı için umut haline gelen DİSK’in varlığı, sadece kârlarının bir kısmını işçi sınıfına terk etmek anlamına gelmiyordu. DİSK’in kuruluşuyla başka bir aşamaya yükselen işçi hareketi, sadece daha iyi ücret ve çalışma koşulları ile sınırlı kalmayacaktı. Burjuvazi, DİSK’in varlığının bir adım ötesinde kendi iktidarının sorgulanması anlamına geleceğinin bilincinde idi.

DİSK’in daha kuruluşunun on birinci günü Genelkurmay Başkanlığı Seferberlik Tetkik Kurulu, ülkedeki tüm askeri birliklere gönderdiği gizli yazıda, DİSK’i “düşman” olarak tanımlıyor, DİSK üyesi işçi ve yöneticilerin izlenmesi talimatını veriyordu. Burjuvazi, Genelkurmay’a paralel olarak, burjuva meclisteki iktidar partisi Adalet Partisi’ni, muhalefetteki her soydan ve boydan burjuva partilerini, TÜRK-İş Konfederasyonu’nu ve işverenlerin emrindeki basın kuruluşlarını DİSK’in önünü kesme konusunda harekete geçiriyordu. İktidardaki Adalet Partisi ve sonradan DİSK Genel Başkanı olacak olan Abdullah Baştürk ve kimi CHP milletvekillerinin önerisiyle DİSK’i kapatmak için 274 ve 275 sayılı sendikalar ve toplu iş sözleşmesi yasasındaki değişiklik, 11Haziran 1970 tarihinde mecliste kabul edildi.

Bu saldırıya hazırlıklı olan DİSK, burjuvaziye anladığı dilden yanıt verme cesaretini gösterdi. 15 Haziran günü İstanbul’da, DİSK öncülüğünde kurulan fabrika direniş komitelerinin koordinasyonunda başlayan direniş, ikinci gün Kocaeli’ye ve ülkenin diğer kentlerine sıçradı. Devletin kolluk kuvvetleri, hedef göstererek direnişçi işçilere ateş açtı. Açılan ateş sonucu Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram ve Mehmet Gıdak hayatını kaybetti. 16 Haziran akşamı hükümet, İstanbul ve Kocaeli illerinde 60 günlük sıkıyönetim ilan etti. Başta Kemal Türkler olmak üzere DİSK yöneticileri tutuklandılar.

Gerçekleşen eylemler karşısında çözüm bulamayan burjuvazi, çaresiz kaldı. İşçi sınıfımızın direnişi, işçi sınıfımızı DİSK’ten koparacak yasal düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi’nde iptal edilmesine yol açtı. Meclisten geçerek yürürlüğe giren yasa maddeleri, direniş sonrasında Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Sonuç olarak;

1- 15-16 Büyük Haziran Direnişi, 1960’lı yılların başında başlayan ve doğrusal bir ivme ile gelişen işçi sınıfının sendikal ve siyasal savaşımının hem ürünü hem de sonucudur.

2- 15-16 Büyük Haziran Direnişi, işçilerin sadece daha iyi ücret talebi ile gerçekleştirmiş olduğu bir direniş değildir. İşçi sınıfımızın kendi örgütünü, onurunu ve geleceğini koruma direnişidir.

3- 15-16 Haziran Büyük Direnişi, işçi-sendika hareketinde liderliğin önemini gösteren bir direniştir. Başta Kemal Türkler olmak üzere o günün sendika yöneticileri, burjuvaziden örgütüne gelen saldırıya karşı devrimci tarzda yanıt verme gereğine önce kendileri inandılar. Sonra üyesine ve işçi sınıfının iradesine güvendiler.

4- 15-16 Büyük Haziran Direnişi öncesinde günümüzde olduğu gibi o yıllarda da radikal sol akım ve parlamentarist akımlarda sınıf dışı devrim ve çözüm anlayışı moda idi. İşçi sınıfımızın günün moda anlayışlarına yanıtı kısa ve net oldu: “Bu ülkede işçi sınıfı vardır ve bu topraklarda devrimin sahibi işçi sınıfı ve onun partisidir.”

5- 15- 16 Büyük Haziran Direnişi, özellikle o zamanki devrimci üniversite gençliği arasında yaygınca tartışılan “Ülkemizde işçi sınıfı var mıdır?” sorusunu 17 Haziran günü hükümsüz ve anlamsız kıldı. Bir yandan da Direniş, gençliğin işçi sınıfı ile buluşmasını sağlayacak manivela işlevi gördü.

6- 15- 16 Büyük Haziran Direnişi’nde öne çıkan öncü işçilerin büyük çoğunluğu Partimizin 1973 Atılımı sonrası Türkiye Komünist Partisi saflarına katıldılar. Partimizin en yiğit savaşerleri olarak tüm ömürlerini ülkemiz devrimine adadılar.

Yoldaşlar;

Ülkemiz işçi- sendika hareketinin yaratıcıları ve savaşerleri olan Türkiye Komünist Partisi üyeleri olarak, ülkemiz işçi ve sendika hareketinin içerisinde bulunduğu durumu görüyor ve değerlendiriyoruz. Binlerce militanımızın canı pahasına var ettiğimiz DİSK, 1992 yılında tekrar açıldığı günden bugüne kadar demokratik sınıf ve kitle sendikasına ait ilke ve ülküleri terk ederek, sınıf uzlaşmacılığı olan “Sosyal diyalog” sendikacılığının politikalarını uyguluyor. Bu sendikacılık anlayışı, asgari ücret ve hükümetin açıkladığı endeksli toplu iş sözleşmesini, direniş yerine icazeti, hak elde etme yerine en az miktarda hak kaybetmeyi ilke edinen bir sendikacılık anlayışıdır.

Bu olumsuz tabloyu eleştirmekle hiçbir şeyin değişmeyeceğinin bilinciyle, sınıfın içinden, aşağıdan yukarıya sınıf sendikacılığı hareketini yeniden örmek, onu önce fabrikalarda, sonrasında sendikalarda egemen hale getirmek ardıcıl görevimizdir.

İşçi sınıfımızın savaşım geleneğinde var olan, kuşaktan kuşağa aktarılarak bir savaşım geleneği haline gelmiş olan sınıf sendikacılığı savaşımı, İzmir Sarıkışla’da partimiz üyeleri tarafından kurulan ilk sendikadan, İstanbul’da Amele Teali’den, Ankara’da İmalat-ı Harbiye işçilerinden bugüne kesintisiz sürdürülen bir mücadele hedefidir. Bu hedefi zafere ulaştırmaksa bugünkü genç kuşaktan yoldaşlara kalmıştır. Yolumuz açık olsun.

Marşımızda dendiği gibi “Kara deryalarda bir fener olan kızıl yıldız” yolumuzu aydınlatsın.

Savaş Yolu
7 Haziran 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder