Son
zamanlarda İtalyan kitle iletişim araçlarının yeterince vurgulamadığı, bir
yandan ABD ile Çin arasındaki çatışmanın cereyan ettiği alanın genişlediğini,
diğer yandan da iç çelişkilerin ortaya çıktığını gösteren bazı olaylar meydana
geldi. Bu olaylar, Batı’yı, bilhassa ABD’yi etkiliyor.
Ukrayna’daki
savaşla birlikte günümüz uluslararası ilişkilerinin asıl özelliği olan ABD ile
Çin arasındaki rekabet, giderek ekonomik alana da uzanıyor. Bu, iki küresel
devin baş kahraman olarak görüldüğü gerçek bir ekonomik savaştır.
Kısa
bir süre önce ABD, Çin’e mikroçip ihracatını engellemişti; Çin de misilleme
olarak, mikroçipler de dâhil olmak üzere, yüksek teknolojili ürünlerin üretimi
için hayatî önem taşıyan galyum ve germanyum gibi hammaddelerin ihracatını
engellemişti.
Artık
çatışma, iletişimin ve dolayısıyla dünya ekonomisinin belirleyici bir yönünü ifade
eden denizaltı kabloları ağına kadar uzanıyor. Aslında veri ve ses trafiğinin
%96’sı deniz tabanına yerleştirilen 1,4 milyon kilometrelik kablodan oluşan bir
ağ üzerinden geçiyor. Bu kablo ağı olmasaydı, küreselleşme olmazdı. Dolayısıyla,
bu kabloların kontrol edilmesi, dünya ekonomisinin kontrol edilmesi açısından
kritik öneme sahiptir. Bu kabloların döşenmesi, esas olarak ABD şirketleri
tarafından gerçekleştirildiğinden, Çinli şirketlerin yapacağı her türlü
müdahale potansiyel olarak tehlikeli görülüyor ve bu nedenle bu türden müdahalelere
karşı çıkılması gerekiyor.
2025
yılına kadar Singapur'u Mısır üzerinden Marsilya'ya bağlayacak olan 19.200 km’lik
bir fiber kablo hattını ifade eden SeMeWe6 bu konuda verilebilecek bir örnek. İhaleyi,
hizmetleri karşılığında 475 milyon dolar isteyen Çinli HMN Tech şirketi
kazandı. Ancak American SubCom adlı başka bir şirket, 600 milyon doların
üzerinde bir talep olmasına rağmen çalışmalara başladı. ABD hükümetinin
müdahalesi, Çinli şirketin yerini Amerikan şirketinin almasına sebep oldu.[1]
Ancak
Amerikan yönetiminin tek müdahalesi bu değil. 2020’de ABD hükümeti, Los Angeles
ile Hong Kong arasındaki doğrudan denizaltı kablosu bağlantısını fiilen
yasakladı. Pek çok tartışmanın ardından, kablo hattı Filipinler ve Tayvan’da
durdurularak Çin Halk Cumhuriyeti’nin bağlantısı kesildi. Dahası, Çin ile ABD
arasında Güney Çin Denizi’ne kim egemen olacak sorusu üzerinden yaşanan anlaşmazlıklar,
Apricot’tan Echo’ya kadar birçok sanayi konsorsiyumunu, ABD tarafından kontrol
edilen Guam adasında yeni bir kablo merkezi kurmaya itti. Özetle, ABD’nin şu
ana kadar Çin’in denizaltı kablolarındaki varlığını sınırlamayı başardığını
söyleyebiliriz: Çinli HMN Tech, mevcut veya planlanan kabloların yalnızca %10’unda
faal.
Ancak
Çin boş durmuyor, çünkü Çin, rekabet temelinde yapılan kıyaslamalar dâhilinde,
kendisinin epey yatırım yaptığı yüksek teknoloji sahasında ABD’ye kıyasla önemli
bir konumda olduğunu görüyor. Bu yatırımların önemli bir kısmı Dijital İpek
Yolu’na, özellikle de Pakistan’dan başlayıp Kenya, Cibuti ve Mısır’a kadar
uzanan ve Marsilya’ya ulaşan Barış isimli kablo hattına bağlı. Bu altyapı, Çin’in,
en fazla nüfus artışına sahip ve geniş hammadde imkânları sunan kıta olarak
Afrika’da kendi ticari faaliyetlerini başlatmasına veya pekiştirmesine imkân
sağlıyor. Çin’in kontrol ettiği bir diğer önemli kablo hattı ise Kamerun ile
Brezilya arasındaki Yelken hattıdır. Ayrıca, Orta Doğu’dan geçerek Asya ile
Avrupa’yı birbirine bağlayacak 500 milyon dolarlık denizaltı kablo hattı
projesi EMA gibi yeni Çin projeleri de var. Bu durumda Çin’in hedefi, ABD
kontrolündeki mevcut kablo hatlarıyla rekabet edebilmektir.
ABD
ile Çin arasındaki bu çatışma muhtemelen nihayetinde ağın bölünmesine, yani iki
ayrı internetin oluşmasına yol açacak. Bu ağın biri ABD’ye diğeri Çin’e ait
olacak. İnternet sahasının ayrıştırılması meselesi, bir kablo hattının nerede,
ne zaman ve nasıl inşa edileceğine ilişkin kararın enformasyon akışını
kesintiye uğratabileceğiyle ve teknolojik bağımlılığa yol açabileceğiyle ilgili
gerçeğin uyguladığı baskının bir sonucudur. Kablo hattının sahipleri, bu
noktada arkadan dolaşabilirler, başka gözetim mekanizmalarını devreye
sokabilirler. Ayrıca, geleneksel şifreleme bilimi sayesinde şu anda güvenli
olan şey, gelecekte kuantum bilgisayarlar sebebiyle güvenli olmayabilir. Tüm bu
sebeplere bağlı olarak bugün kişisel verilerin korunması için fiziksel ve sanal
bariyerleri gündeme geliyor, neticede ortaya kablo hattı ağlarını ayırma
eğilimi çıkıyor.
Küreselleşen
dünyanın parçalanma süreçlerinde dikkate alınması gereken diğer önemli olgular
ise Batı bloğunun ve etkisi altındaki alanların kendi içinde işleyen çelişkilerdir.
Bu çelişkilerin ilk örneğine AB ile 33 Latin Amerika ülkesinin yer aldığı Celac
zirvesinde tanık olundu. Bu zirvede AB, Ukrayna’da savaşın patlak vermesi
nedeniyle Rusya’yı kınayan nihai bir belge yayınlamak istiyordu. Bu, bazı Latin
Amerika ülkelerinin muhalefeti nedeniyle mümkün olmadı.[2] Üstelik, geçen Şubat
ayında BM’de düzenlenen, Rusya’yı kınayan bir karara Nikaragua’nın karşı oy verdiği
oturumda, Bolivya, Küba ve El Salvador çekimser kaldı. Farklı kıtalar arasında
giderek farklı bir şekilde algılanan Ukrayna’daki savaş konusunda G20 bile
ortak bir görüş geliştiremedi.
Pek
çok ülke, özellikle Afrika’dakiler ve aynı zamanda Latin Amerika’dakiler de
yüzünü BRICS ülkelerine ve Çin’e çeviriyor. Bunların arasında, Rusya’nın yerine
İtalya ve Avrupa’ya gaz tedarikinde temel bir ülke olan ve son günlerde BRICS’in
Yeni Kalkınma Bankası’na katılma talebinde bulunan Cezayir de yer alıyor. Çin,
Cezayir’in talebini hemen kabul etti, neticede ABD’deki hoşnutsuzluk arttı.
Ancak
belki de en çarpıcı çelişki, ABD’deki çelişkidir. Yukarıda da söylediğimiz gibi
Biden yönetimi, Çin’e mikroçip ihracatını engelledi, bu da ABD’ye stratejik
hammadde ihracatını durdurdu. Sektördeki ABD şirketlerinin birliği olan Yarı
İletken Endüstrisi Birliği, Biden yönetimine Çin’e çip satışlarına daha fazla
kısıtlama getirmekten kaçınması yönünde güçlü bir çağrıda bulundu. Aralarında
Intel, Qualcomm ve Nvidia gibi devlerin de bulunduğu Amerikalı sanayicilere
göre, teknolojik ticarete yönelik savaş ve Washington’da üzerinde çalışılan
yeni ihracat limitleri ciddi zararlara yol açabilir ve Çip Yasası’nın geçersiz
kılınması riskiyle karşı karşıya kalınabilir. Biden, bilimsel araştırmaları ve
özellikle yarı iletken üretimini desteklemek için 280 milyar dolarlık bir
bütçeyi devreye soktu. Biden özellikle, Çinli grupların daha gelişmiş yapay zekâ
teknolojileri geliştirmek için gereken çiplere erişimine sınırlamalar getiren
bir idari emir çıkarmayı düşünüyor. Nvidia, yapay zekâ çiplerinin Çin’e
ihracatının yasaklanmasının “ABD endüstrisi ve rekabet gücü için kalıcı bir
fırsat kaybına yol açacağını” öne sürerek bu karara karşı çıktı.[3]
ABD’nin
büyük yüksek teknoloji grupları ve özellikle yarı iletken grupları, kendileri
için çok önemli bir pazar olan Çin’den gelecek misillemelerden korkuyor. Qualcomm,
Huawei Technology’ye cep telefonu çipleri satma konusunda ABD yetkililerinden
lisans alan tek şirket. Nvidia, Çin pazarı için optimize edilmiş bir AI (yapay
zekâ) çipi satarken, Intel’in CEO’su, yakın zamanda AI çiplerinin satışını
tanıtmak için Çin’e gitti. Dolayısıyla, Çin ile ABD arasında büyüyen çatışmanın
ABD sermayesi içinde bölünmelere yol açtığı açıkça görülüyor: Yüksek teknoloji
ve yarı iletken sektörlerinden oluşan bir kesim, ABD ile Çin ekonomileri
arasındaki ayrılığa karşı çıkarken, askeri-endüstriyel kompleks ve madencilik
sektörü dâhil olmak üzere diğer kesimler, ABD’ye ait teknolojilerin ihracatının
ekonomiye ve her şeyden önce Çin savunma endüstrisine fayda sağlayabileceğinden
endişe ederek, daha büyük bir ayrışma için baskı yapıyor. İki ayrı denizaltı
kablo hattı ağının oluşturulması, küreselleşmenin sembolü olan interneti riske
atıyor.
Özetle,
yukarıda sıralanan gerçeklerin sunduğu tablo, Rusya ve hepsinden önemlisi Çin
ile olan jeopolitik ve stratejik çatışmanın, ABD (aynı zamanda AB) içinde
giderek derinleşen bir çelişkinin damgasını taşıdığını ortaya koyuyor: bu çelişki,
küreselleşmeme olarak ifade edebileceğimiz, dünya pazarını parçalama amacını
güden politik ama aynı zamanda ekonomik güçler ile dünya pazarının birliğini,
yani küreselleşmeyi savunmak için gayret eden politik ve ekonomik güçler
arasında cereyan ediyor. Şimdilik bu güçler arasında belirli bir dengenin
bulunduğu görülüyor.
Son
zamanlarda ABD müesses nizamının bazı üyeleri, giderek kopan ilişkiyi onarmak
için Pekin’i ziyaret ediyorlar. Çin tarafından ABD devlet tahvili alımlarının
sona ermesine ilişkin endişeleri açıkça ifade eden Hazine Bakanı Janet Yellen’ın
son gezisi ve aynı zamanda salt yurttaş kimliğiyle düzenlenmiş olsa da, Henry
Kissinger’ın gerçekleştirdiği son gezi bilhassa önemliydi. Kissinger, Başkan Xi
Jinping tarafından en üst düzeyde kabul edildi. Kissinger’ın ABD sermayesinin
önemli bir kısmını temsil ettiğine hiç şüphe yok.
Muhtemelen,
bugün Çin ve ABD (ve AB) ekonomilerinin ayrılmasını esas alan küreselleşmeme
eğiliminden ziyade, en azından şimdilik, tedarik zincirlerinin kopması
ihtimalinin yol açacağı risklerin azaltılacağı sürecin başında bulunuyoruz. Bu
risklerden kurtulma çabası ile birlikte ortaya, muhtelif üretim faaliyetlerini
ve hammadde, yarı mamuller ve bileşenlerin arzıyla ilgili işlemleri coğrafi
açıdan daha güvenli olan alanlara kaydırmak suretiyle tedarik zincirlerini
kısaltma eğilimi çıkıyor. Bu süreçte küreselleşmenin alanını genişlettiği
dönemde ABD, Japonya ve AB, sınırlarını genişlettikleri, lokal olmaktan
çıkarttığı bölgelerde faaliyetlerini daha da yoğunlaştırdı. Sorun şu ki, Batı’nın
nüfuz alanına giren birçok ülkenin yüzünü BRICS’e ve özellikle de Çin’e
çevirdiği göz önüne alındığında, G7’ye bağımlı ve kontrol edilen, yani kolektif
Batı tarafından kontrol edilen güvenli alanlar, her zaman o kadar güvenli olmuyor.
Sonuç
olarak, küreselleşme-küreselleşmeme arasındaki çelişkinin, kapitalist üretim
tarzının emperyalist aşamasındaki çelişkilerinin bir yansıması olduğunu
söyleyebiliriz. Sermaye, hem piyasanın sınırlarını sürekli olarak aşma
eğilimidir hem de korumacılığı ve yaptırımları belirleyen, eşitsiz büyümenin
vurguladığı, parçaları arasındaki daimi rekabettir. Sermayenin dünya pazarının
genişlemesi ve parçalanması arasında daimi bir diyalektik içinde yaşamasının
nedeni budur. Önemli olan, zaman zaman mevcut iki eğilimden hangisinin,
küreselleşme sürecinin mi yoksa küreselleşmeme sürecinin mi hâkim olduğunu
anlamaktır. Bunu anlamak, savaşların olup olmayacağını ve nasıl olacağını
anlamak için de önemlidir. Aslına bakılırsa, Irak, Afganistan, Suriye ve Libya
örneğinde görüldüğü gibi, küreselleşmenin alanını genişlettiği aşamalarda bile
sınırlı ve düşük yoğunluklu savaşlar mümkün olsa da, yüksek yoğunluklu, daha
kapsamlı ve genele teşmil edilmiş savaşların patlak vermesi, küreselleşmeme
sürecinin belirli aşamalarınca daha fazla tercih edilmektedir.
Domenico Moro
27
Temmuz 2023
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Vittorio Carlini, “Usa e Cina, sotto i mari la battaglia sui cavi che
spacca la rete internet”, il Sole 24 Ore, 19 Temmuz 2023.
[1]
Beda Romano, L’Ucraina spacca il summit della Ue con l’America Latina, il
Sole 24 Ore, 20 Temmuz 2023.
[1] Luca Veronese, “Appello dell’industria Usa a Biden: stop alla guerra dei chip con la Cina”, 20 Temmuz 2023.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder