Yargılama
süreci, mahkûmiyet ve sürgün kararının ardından Yeni Kaledonya, Louis Michel
için altı yılı aşkın bir süre boyunca yaşayacağı vatanı oldu.
Louise
Michel, sürgünde hem Fransız yerleşimcilere, hem de yerli Kanak halkına dersler
verdi. İnsanî koşulları yüceltmek adına akılda, bilimde ve sanatta aydınlanmanın
kendisine yüklediği görevi yerine getirdi. Tüm hayatı boyunca bilimsel
deneyler, botanik, biyoloji ve beslenme gibi konularla amatörce ilgilendi.
Sürgünde eline geçen boş zamanlarda yeni Pasifik’teki bitki ve hayvan türleri
üzerine kapsamlı kayıtlar tuttu ve kavunağaçlarının sarılığa karşı aşılanması ile
ilgili çeşitli deneyler yaptı.
1878’de
yaşanan Kanak isyanı boyunca Yeni Kaledonya’da sürgünde bulunan birçok Komünarın
aksine Louis Michel, devletin değil, isyancıların safını tuttu. Hatırat’ında
ırkçılık karşıtı duygularının altını çizerek, Avrupa’nın üstünlüğü üzerine
kurulu fikirleri aşağılayan sözlere yer verdi. Aşağıda Hatırat’ından bir
bölüme yer veriliyor.
* * *
Kanaklar,
Komün’de bizim de peşinden koştuğumuz hürriyeti arıyorlardı.
Kanakların
yüreğinde olan, hürriyet ve ekmek umududur. Onlar 1878.de hürriyet ve itibar
arayışıyla isyan ettiler. Hiçbir yoldaşım, bu isyanı benim kadar tasvip etmedi.
Bir gün Bauer’le, Ducos yarımadasındaki en yakıcı sorun olan Kanak isyanı hakkında
sohbet ediyordum. Tartışmada sesimizin yükseldiği bir ânda, asilerden birinin
kaçtığını zanneden bekçi, postaneden dışarı fırladı. Yanımıza geldiğinde,
bizden başka kimsenin olmadığını görünce altüst oldu.
Yapılan tartışma, esasen sadece Kanaklar ile değil, bir Kanak oyunu ile ilgiliydi. Bauer, bir Kanak oyunu sahneye koyacağımı duyup beni suçlayınca inkâr etmedim.
Sürgündeki insanların Numbo’nun yukarısındaki tepenin üstünde bir tiyatro
salonu vardı. Kendi yönetmenlerine, aktörlerine, sahne görevlilerine ve
dekorlarına ve yönetmen yardımcılarına sahipti. Bu tiyatro, yaşadığımız koşullar
içinde bizim için bir şaheserdi. Orada her şeyi sahneliyorduk: operetler,
vodviller, dramalar. Tüm partisyonları bilmememize rağmen İblis Robert gibi
opera şarkılarını söylüyorduk.
Evet,
önder kadınların genelde derin, gür sesleri vardır ve elleri eteklerinin
ceplerinde puro arıyormuş gibidir. Benim ayak bileklerime kadar uzanan, o
oldukça uzun askerî mahkeme elbisem bile birçok önder kadın için fazla uzundu.
Sonuçta eteklerini uzatıyorlardı ve kostüm anlamında eksik kalmıyordu. Wolowski
koroyu çalıştırıyordu.
Noumea’ya
gitmek için yarımadayı terk ettiğimde, onlar orkestra hakkında konuşuyorlardı.
Orkestra ile ilgili benim kendimce fikirlerim vardı: hurma dallarını sarsmak,
bambuları kırmak, deniz kabuklarından kornalar yapmak ve yaprakların
hışırtısında oluşan tonları kullanmak istiyordum.
Kısacası
ben, tümüyle çeyrek tonlardan oluşan bir Kanak orkestrası istiyordum. Daoumi’nin
bana verdiği bilgiye ve malzemeleri getiren Kanak’a teşekkür etmeliydim ve
denemek için yeterli bilgiye sahip olduğuma artık inanıyordum. Fakat bu planım,
Hafif Klasik Tiyatro Komitesi’nce engellendi. Esasında beni vahşi olmakla
suçladılar.
Kimi
yoldaşlarıma göre ben, Kanaklardan daha fazla Kanak gibi görünüyordum. Tartışmaların
ilginç hâle geldiği bir ânda cebindeki metni onlara gösterdim. Oyunun siyah
taytlar içinde oynanmasını ve insanları kızdıracak biçimde düzenlenmesini talep
ettim: olay, normal akışında gelişti ve hasımlarımı kızdırırken beni oldukça eğlendirdi.
Kabilelerin
isyanı ciddi bir düzeye ulaştı, ancak bu konu hakkında daha az şey yazmak hayırlı
olacak. Kanaklar, bizim de Komün’de peşinden koştuğumuz hürriyeti arıyorlardı.
Sadece şunu söyleyebilirim ki başımdaki o kızıl fular, bin bir zahmetle her
aramada sakladığım Komün’ün kızıl fuları, bir gecede iki parçaya bölündü. İki
Kanak, beyazlara karşı başlatılan isyana katılmadan önce yanıma gelip benimle
vedalaşmaları ardından, kısa bir süre sonra okyanusa atlayıp gözden
kayboldular. Deniz berbattı ve belki de koya hiç mi hiç ulaşamayacaklardı ya da
belki de savaşırken ölüp gideceklerdi.
Onları
bir daha hiç görmedim ve hangi iki ölümün onları alıp götürdüğünü de
bilmiyorum. Fakat şunu biliyorum ki, hem beyaz, hem de siyahî insanda olan yiğitlikle
birlikte bu iki insan, gerçekten cesurdu. […]
Kanak
İsyanı, 1878’de yenilgiye uğradı. İnsanların kalplerindeki kuvvet ve hasret,
bir kez daha kendisini gösterdi, ancak beyazlar asileri, Bastion 37 önlerinde
bizi toplu katliama tâbi tuttukları gibi, Satory düzlüklerinde katlettiler.
Atai’nin kesik başını Paris’e gönderdiklerinde ben, gerçek kafatası avcılarının
kim olduğunu anladım. Henri Rochefort’un bana yazdığı mektupta yer alan ifade,
her şeyi açıklıyordu: “Versailles Hükümeti, yerlilere yamyamlık konusunda ders
verebilir.” […]
1879’un
başlarında yetkililer, benim Ducos Yarımadası’nı terk edip Noumea’ya gitmeme
izin verdiler.
Meslek
sahibi olanlara ve kendi geçimini sağlayabilenlere sınırlı bir hürriyet bahşediliyordu;
bu sayede ben, eğitmenlik görevimi sürdürmek için Noumea’ya gittim. Orada
sadece beyaz sömürgecilerin çocuklarına değil, ayrıca aralarında Daoumi’nin
erkek kardeşinin de bulunduğu Kanaklara da ders verdim.
Daoumi,
benim Yeni Kaledonya’da tanıdığım ilk Kanak’tı, dolayısıyla, en uygunu, onu
benim eğitmemdi. Daoumi ile yaptığımız ilk dersten sonra onu birçok kez görme fırsatı
buldum.
Avrupalıların
hayatıyla ilgili olarak tecrübe kazanmak amacıyla Ducos Yarımadası’nda bulunan
bir kantinde iş buldu ve onunla konuştuğumda, kendisinden bana Kanak
efsanelerinden bahsetmesini istedim ve o da bana sözcüklerin bir listesini
verdi. Benim payıma ise, bilmem gerektiğine inandığım önemli şeyleri anlatmak
düştü. Daoumi ve erkek kardeşi, bana birçok Kanak efsanesi anlattı.
Ayrıca
Daoumi’nin kardeşi ve ben, bizim açgözlülüğümüz ve sayısız yıkım aracımızla
yüzleşen silâhsız, eğitimsiz ırkının yakın geleceği hakkında da konuştuk.
Daoumi’nin kardeşindeki o yüce ve azimli aklı, cesur ve müşfik kalbi gördükten
sonra hangimizin kendi ırkı uğruna binlerce zorluğu aşarak yabancıların sunduğu
bilgiyi asimile edenin mi, yoksa gelişkin silâhlara sahip olup da böylesi
silâhlardan mahrum olanları imha eden beyazların mı üstün ırk olduğunu merak
ettim. Diğer ırkları bizim önümüzde eğdiren silâhlar, bizim üstünlüğümüzün
ispatı olamazlar. Eğer aslanlar, kaplanlar ve filler ansızın Avrupa’yı işgal
edip bize saldırsalardı, yıkıcı bir tufanın ardından bize üstün olduğu
görülürdü.
Louise Michel
[Kaynak: Rebel Lives: Louise Michel, Yayına Hz.: Nic Maclellan, Ocean Press, 2004, s. 93-96.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder