Pages

30 Mayıs 2024

Emperyalizmin Yaverleri: Sosyal Demokrasideki Emperyalist Ruh

Refah devleti denilen olgu, bu dönemde muhtemelen işçi sınıfındaki sosyalizm vizyonunu bir biçimde bulanıklaştıracaktır.
[Kwame Nkrumah]

 

Ülke içerisinde yaygın olarak anlatılan hikâyeye göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, fedakarlıklarının karşılığını almak isteyen İngiliz işçileri, refah devletini inşa eden İşçi Partisi hükümetine oy vererek daha adil bir topluma kavuşmak adına güçlerini birleştirdi. Bu herkesin dilinde olan “45 Ruhu”nun merkezinde duran isimse Ulusal Sağlık Hizmetleri’nin (NHS) mimarı “Sülün” lakaplı Aneurin Bevan’dı (1897–1960). 

Bevan, İşçi Partisi içerisindeki sol kanadın romantikleştirdiği putlar arasında gururlu bir yere sahipti ve genel kabule göre, partinin “sosyalist ruhu”nu temsil ediyordu. 

Bir zamanlar “Muhafazakâr Parti’nin politika sahasından tümüyle silinmesi” çağrısında bulunan, dünyaya sınıf savaşı penceresinden bakan bu efsaneleştirilmiş, gençken madenci olarak çalışmış olan adamın geçmişine baktığımızda, karşımıza oldukça karmaşık ve çelişkili bir tablo çıkıyor.

İngiltere, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu refah devleti anlayışı üzerinden belirli bir uzlaşma zeminine kavuştu. Esasında bu zemin, türlü pazarlıklarla sömürgelerden çekilme süreci üzerinden gelişti. Üstelik bu çekilme süreci, hiç de barışçıl ve düz bir yol izleyerek ilerlemedi. İmparatorlukla kurulan ilişkiler korundu, bu ilişkiler üzerinden, kapitalist ulus-devletin sınırları içerisinde belirli bir uzlaşmaya varıldı.

Bevan’a göre sosyalizm, her şeyden önce “önceliklerin belirlenmesinde kullanılan bir dil”di. Bevan’ın parlamentodaki kariyerine eleştirel bir gözle baktığımızda, onun Afrika, Asya ve Karayipler’deki sömürge halklarını tabi unsurlar olarak kabul ettiğini görüyoruz. Onun uzun süre Hindistan bağımsızlık hareketinin lideri Cevahirlal Nehru’nun arkadaşı olmuş olması, bu gerçeği değiştirmiyor.

Refah devletine, İngiltere’nin sömürgecilik düzleminde kendisine bağımlı olan ülkelerden getirilen göçmen işgücünün hizmet ettiği, bu göçmenlerin İngiltere’ye vardıklarında zaman zaman Bevan’ın da destek sunduğu ırkçı ve dışlayıcı dürtülerle karşılandığı gerçeği, çoğunlukla unutuluyor. Benzer “yerlici” eğilimler, bugün tanık olduğumuz sosyal demokrasideki canlanma sürecinde de karşımıza çıkıyor. Bu durum, bizi geleneksel işçi hareketinin emperyalizmle iç içeliğini sorgulamak zorunda bırakıyor.

Yeni Sömürgeci Sözleşme Olarak Refah Devleti

Devlet tarafından gerçekleştirilen sosyal yardım reformları, esasen çelişkili bir sınıfsal niteliğe sahipti. Bir yandan işçiler için acil kazanımlar oluştururken, aynı zamanda değer yaratan bir işgücünün yeniden üretilmesine yardımcı oluyorlardı. Bu anlamda, ilgili reformlar, kapitalizmin meşruiyetini artırabilecek tavizleri ifade ediyorlardı. Dolayısıyla, sosyal yardım sahasında alınan önlemler, sınıf mücadelesinin kontrolünde, aniden kabarmasını sağlayıp süreçte gerici manada sınırlandırılmasında bir araç olarak kullanıldılar.

İki savaş arası dönemde İngiltere, Kıta Avrupası’nı sarsan toplumsal sarsıntılardan tümüyle muaf değildi. Savaş döneminde parlamentodaki bir Muhafazakâr Partili, o ünlü konuşmasında şu uyarıyı yapıyordu: “Eğer halka toplumsal reform havucunu vermezseniz o da sizi toplumsal devrim sopasıyla döver.”

1945-1951 arası dönemde reformdan yana olan İşçi Partisi hükümeti, bu havuç-sopa siyasetini benimsedi. Sosyal konut projelerini artırdı, kamusal eğitim alanını genişletti, ücretsiz sağlık hizmetlerini yaygınlaştırdı, tüm bunlara işyeri disiplinini pekiştiren adımlar eşlik etti.

İddialara göre Bevan, Marksist siyasi eğitim almış bir isimdi, gelgelelim, o aslında parlamenter demokrasiye iman etmiş, ülke genelinde sanayinin dizginleri elinde tutmasının “yukarıdan” sosyalizmin inşası için gerekli temeli teşkil ettiğine inanan biriydi. İngiliz başbakanı Clement Attlee’nin kurduğu Acil Durumlar İçin Bakanlık Komitesi üyesi olan bu eski militan sendikacı, verimlilik meselesiyle ilgili tartışmalar üzerinden millileştirilmiş olan sanayi kollarındaki grev dalgasının kırılmasına katkıda bulundu. Bevan, bu grev kırıcılığına dönük faaliyeti dâhilinde, yirmi yıl önce, 1926’da yapılan genel grevin sonlandırılması çabalarına katkıda bulunmuş olan Tedarik ve Nakliye Teşkilâtı’ndan istifade etti. 1925’te örgüt, sağcı faşist unsurlarca, grevdeki işçilerin işlerini yapmak suretiyle grevleri kırmak, bu noktada nakliye ve iletişim gibi işleri üstlenmek amacıyla kurulmuştu.

Sosyal yardım tavizleri, esasen ülkedeki sınıfsal güç dengesinin bir yansımasıydı, ama bu tavizler, hikâyenin sadece belirli bir kısmını teşkil ediyordu. İngiliz yeni solunun tarihini inceleyen John Saville’in 1957’de dile getirdiği biçimiyle, “yeni bir toplumsal mutabakatın planlanması konusunda yönetici sınıfın sahip olduğu esneklik ve manevra kabiliyeti, temelde ülkenin dünyanın en büyük imparatorluğuna sahip olmasının bir sonucuydu.”

İşçi Partisi hükümeti bu temel sayesinde, kapitalist sömürüyü ortadan kaldırmadan, ülke içinde (göreceli) sınıf barışını sürdürme imkânı buldu. Afrika’nın Birliği fikrini savunan Kwame Nkrumah, 1965 yılındaki ufuk açıcı çalışması Yeni Sömürgecilik’te Avrupa ve Kuzey Amerika'daki yönetici seçkinlerin savaştan sonra ülke içindeki toplumsal taleplerle başa çıkmanın bir yolunu nasıl bulduğunu şu şekilde açıklıyor:

“Bilinçli bir çaba dâhilinde, zengin sınıfın elinde toplanan ve sömürgelerden gelen kazanç, refah devletini finanse etmek için kullanıldı. […] Bu yöntemi savaştan önce sömürge halklarını ülke içerisindeki kapitalist düşmanlarına karşı doğal müttefikleri olarak gören işçi sınıfının liderleri bile benimsedi.”

Savaşın hemen ardından İngiltere, İşçi Partisi’nin sosyal planlarının sorgulanmasına neden olan bir para dengesi kriziyle karşı karşıya kaldı. Bevan, başbakan Attlee’nin “Yeni Kudüs”ü için paranın nereden geleceği konusunda net değildi, ancak eski bir Marksist ve İşçi Partisi hükümetinde gıda bakanı olan meslektaşı Evelyn John Strachey, daha açık sözlüydü. Ulusal Sağlık Hizmetleri’nin kurulduğu yıl olan 1948’de Sömürge Gelişimi yasa tasarısı üzerine yapılan parlamento tartışması sırasında Strachey, konuşmasının sonunda şunu söylüyordu:

“Her ne pahasına olursa olsun, sömürgelerde, sömürgeleştirilmiş topraklarda, Britanya İmparatorluğu’na bağlı bölgelerde birinci öneme sahip her türden üretimin geliştirilmesinin ülke ekonomisi için ölüm kalım meselesi olduğunu söylersek abartmış olmayız.”

Attlee hükümeti, Malaya’dan kauçuk ve kalay, Gana’dan kakao gibi önemli ihracatlardan kazanılan dolarlar karşılığında, sömürgelere “borç” verme politikası izliyordu. İngiltere’nin savaş sonrası girdiği yeniden yapılanma süreci, işçi bürokrasisinin aktif desteğiyle “sömürgelerin imparatorluk tarihinde daha önceki herhangi bir zamanda olduğundan daha sistematik bir şekilde sömürülmesini” içeriyordu.[1] Sendika lideri Ernest Bevin, konuyla ilgili şunları söylüyordu:

“Ben, Britanya İmparatorluğu’nu feda etmeye hazır değilim, çünkü onun yok oluşu, seçmenlerimizin yaşam standartlarının önemli ölçüde kötüleşmesi ihtimalinden başka bir anlama sahip değil.” Trinidadlı Marksist George Padmore’un belirttiği gibi, emperyalizmin bu işçi vekilleri, İngiliz işçi sınıfını kolektif “İmparatorluğun paydaşları” hâline getirmek istiyorlardı.

İngiliz Sosyalizminin Medenileştirme Misyonu

Sosyalist gazete Morning Star’da yazan sendikacı ve tarihçi Graham Stevenson, dış politikanın Bevan’ın yetki alanında olmadığını öne sürerek, refah devletinin mirasını savunmaya ve onu Attlee’nin Kore, Malaya ve İran’da giriştiği emperyalist maceralardan ayırmaya çalışıyordu. Ancak Bevan’ın Sömürgeler Bürosu’nu istediği ve “yumuşak sol” olarak nitelendirilen Kürsü grubunun karizmatik lideri olarak uluslararası ilişkilerde etkili bir ses olduğu, herkesin bildiği bir husus.

Bevan’ın savaş öncesinde sömürgelerin sahip olduğu statükoya karşı çıkmış olması, onu İşçi Partisi’nin sağıyla ayrılığa düşürse de, Bevan gene de sömürgeleştirilmiş ülkeler İngiliz parlamenter demokrasisi altında yeterince vesayet altına alınana kadar, her türden “tam özyönetim önerisine karşı” olduğunu vurgulayıp durdu.

Bevan, özünde “Sosyalist Milletler Topluluğu”nun medenileştirme misyonuna inanıyordu. 1948’de Ulusal Sağlık Hizmetleri’nin gelişiyle birlikte İngiltere’nin “dünyanın ahlaki lideri” olduğunu söyledi. “Beyaz adamın sırtındaki yük”ten dem vurup duran ve alabildiğine vesayetçi olan bu zihniyet, İşçi Partisi’ndeki ahlaki sosyalist geleneğin tipik bir örneğiydi. Söz konusu zihniyet Bevan gibileri, bu öneriyi açıktan reddeden Komintern’e bağlı olan sömürgelerin “aydınlanmış” güçlerin vesayetinde olması gerektiğini savunan bu görüşe karşı çıkan Emperyalizme Karşı Birlik ve Manchester Afrika’nın Birliği Kongresi’nin yaklaşımından uzaklaştırdı.

Bevan, İngiltere’nin serbest ticaret emperyalizmine damga vuran, “bağımlı ülkeler”le kurulmuş olan eşitsiz ekonomik ilişkilere de veya kendisinin ifade ettiği biçimiyle, “dünya ticaretiyle ilgili meşru hak iddiaları”na da hiçbir vakit karşı çıkmadı. İngiltere’nin çıkarlarını ahlakileştirme konusunda sahip olduğu üstün beceri, Bevan’ın eşi ve milletvekili Jennie Lee’de de mevcuttu. Lee, 1956’da düzenlenen İşçi Partisi konferansında açıktan şunları söylüyordu:

“Buradaki ve sömürgelerdeki hayat standartlarının yükseldiği, özgür ve dost ulusların bizden kendilerinin bankacıları olmamızı isteyecekleri günler için çalışmalıyız.”

Bevan’ın emperyalizme meyilli olan görüşleri, bilhassa Ortadoğu’yla ilgili değerlendirmelerinde öne çıkıyordu. Bevan, Mısır’daki İngiliz-Fransız işgaline karşı çıkarken ırkçı bir dille “Ali Baba” olarak nitelendirdiği Başkan Cemal Abdünnasır’ın İngilizlere ait olduğunu düşündüğü petrolün taşınması için kullanılan Süveyş Kanalı’nı millileştirmesine öfke kusuyordu. 700.000 Filistinliyi şiddet araçlarına başvurarak yerinden eden Siyonist sömürgeci projeyi meşrulaştıran Bevan, kabine toplantısında şu görüşü savunuyordu:

“Arap devletleri bizden uzaklaşmamalı görüşü, kesinlikle yanlış. Bize dost bir Yahudi devleti, herhangi bir Arap devletinde bulacağımız güvenden daha fazlasını sunacak bir askeri üs hâline gelecektir.”

Bevan, bu düzlemde, Avrupalılaşmış Yahudi yerleşimcilerin Arap dünyasının “Ortaçağ’dan miras kalmış olan kurumları”nı yıkıp sosyalist demokrasinin zeminini inşa edebileceklerini düşünüyordu. Bu anlamda Bevan, ırkçı bir öze sahip medeniyetçi gelişim görüşüne sırtını yaslıyordu.

Ne var ki sömürgecilik temelli kurtuluşu savunan ama bu konuda tereddütlü ifadelere başvuran bir siyasetçi olarak Bevan, partisi içerisindeki solcu kesimde ayrıksı bir isim olarak görülemez. Misal, partinin sömürgeler bakanı olarak, İngilizlerin elinde bulunan Gine’nin (Guyana) sosyalist başbakanı Cheddi Jagan’ın devrilmesi sürecini yöneten isim, Sömürgelerin Özgürlüğü Hareketi’nin eski saymanı Anthony Greenwood’du. Komünist Parti teorisyeni Rajani Palme Dutt, Batı sosyal demokrasisinin bu denenmiş ve sınanmış modelini tanımlama yoluna giderken, İşçi Partisi içerisinde güya sınıfın sözcüsü olduğunu söyleyen isimler, “emperyalist mekanizma dâhilinde anti-emperyalist görüşleri dile getirmekten alıkoyan, ama aynı zamanda onları emperyalist politikaları savunmak denilen resmi görevi ifa etmeye mecbur kılan mevkilere getiriliyorlardı.”

Nihayetinde ülke içerisinde eşine daha önce rastlanmamış olan sosyal güvenlik uygulamalarını yürürlüğe sokan hükümet, bir yandan da Küresel Güney’deki ilerici siyasi faaliyetlerin geleceğini karartıyor, Nkrumah’nın Afrika Birleşik Devletleri projesinde somutluk kazanan bölgesel arzuları bastırıyor, toprak ve kaynaklar üzerindeki egemenliği savunan ulusal kurtuluş hareketlerini eziyordu.

İşçi Partisi, sömürgeler konusunda berbat bir sicile sahipti. Bu sicil, bir açıdan, Bevan’ın Muhafazakâr Parti üyelerine emperyalist politikalar konusunda verdiği derste dil buluyordu. Bevan, Nkrumah’nın hapse atılmasından bahsettiği sırada kendisini dinleyen Muhafazakâr Parti üyeleri, ona bu işten kendisinin sağlık bakanı olarak görev yaptığı Attlee hükümetinin sorumlu olduğunu hatırlattı! Bevan, bu sözü savuşturmak adına şu cevabı verdi: “Evet onu hapse biz attık. Sayın üyeler kahkahalarını bir anlığına dizginlerlerse, şunu söyleyeceğim: bu olay, bahsini ettiğim mücadelelerle ilgili o klasik hikâyenin bir parçası olarak cereyan etti.” Bevan’ın hiç düşünmeden verdiği bu cevapta, Nkrumah’nın tutuklanmasından aylar önce Gana’da silahsız protestocuların öldürülmesinden hiç bahsedilmiyordu. O günlerde Dr. Nkrumah’nın da eski üyesi olduğu Batı Afrika Öğrenci Birliği, ABD emperyalizminin sömürgelerin bağımsızlığı konusunda “İngiliz Sosyalizmi”nden daha az tehdit teşkil ettiğini söylüyordu.[2]

Attlee’nin dış politikasının bir başka dayanağı da Batı Avrupa’nın ABD’ye ait Marshall Planı kapsamında yeniden askerileştirilmesini desteklemekti; bu destek sebebiyle, Britanya Komünist Partisi, İşçi Partisi'nin kurduğu refah devletini gerçek manada bir “savaş devleti” olduğunu söyleme imkânı buldu.[3] İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bevan, Avrupa'daki faşist tehdide karşı komünistlerle Birleşik Cephe çağrısında bulunarak İşçi Partisi liderliğini kendisinden uzaklaştırmıştı. Ancak Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte Sovyetler Birliği tarafından desteklenen sömürgecilik karşıtı hareketler, batılı emperyal güçlerin hegemonyasını istikrarsızlaştırdıkça yakınlık duyduğu odaklar değişti. Böylelikle Bevancılar, Batılı sosyal demokrasiyi Marksizm-Leninizmle karşı karşıya getiren ideolojik bir mücadelenin tuzağına düştüler. Bevan’ın 1951’de İşçi Partisi’ndeki militarizme karşı gerçekleştirdiği “isyan”, Kore Savaşı’nın ulaştığı soykırım boyutuna karşı geliştirilmiş bir itirazı hiçbir şekilde içermiyordu. Esasında Bevan, Kore Yarımadası’nın İngiltere ve Amerika tarafından işgal edilmesi fikrine destek sunuyor, özünde partideki militarizme, yüksek seviyelere ulaşmış olan savunma harcamalarının artık kendisinin örgütlediği sağlık hizmetlerinde kesinti yapılmasına neden olduğunu düşündüğü için karşı çıkıyordu.

İmparatorluk ve Ulusal Sağlık

Refah devleti, yurt içinde de imparatorluğun damgasını taşıyordu. Sağlık hizmetleri temel bir toplumsal gereklilik olsa da, tarihsel olarak tıbbi hizmetlerin devlet tarafından sağlanması, emek verimliliği ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren emperyalist ırksal hijyen ideolojileri çerçevesinde ele alınan bir konuydu. Liberal iktisatçı William Beveridge’in 1942 tarihli sosyal yardım temelli çözüm planı, “iyi hayvanların üremesine izin verilirken, kötü hayvanların devlet müdahalesi yoluyla ıslah edilmesi” tavsiyesinde bulunuyor, öjeni fikrinden etkilenen benzer fikirler, Fabyusçular Derneği üzerinden İşçi Partisi içerisinde yayılıyordu.[4]

1945-1951 arası dönemde uygulanan millileştirme politikaları, kapitalist devlet tarafından yukarıdan yönetilen ve hiçbir şekilde sosyalist olmayan politikalardı. Bevan, Ulusal Sağlık Hizmetleri’ni “saf sosyalizm” olarak tanımlasa da ilgili alan, esas olarak, bağımsız yüklenicilerin devam eden varlığı ve özel muayenehanelerin sürdürülmesi nedeniyle başından beri verilen tavizlerle tanımlıydı. Bununla birlikte, savaş sonrası reformlar, kolektif sosyal güvenlik açısından ileri bir adımdı ve onları yöneten ulus-devlete olan bağlılığı artırdı: Refah devleti denilen yapının bayrağı, hâlen daha Britanya İmparatorluğu bayrağıydı. Sosyalizmin dili, düzen tarafından iç edildi, değersizleştirildi. Bunun için, tam da Tom Nairn’in dile getirdiği biçimiyle, “İşçi Partisi’nin sınıfı millileştirmesine dönük adımları”ndan istifade edildi. İşçi sınıfının kendisini kudretli kılmasına dair geliştirilmiş olan Marksist değerler, yurtsever toplumsal sözleşmenin oluşturulduğu süreçte yitip gitti.

İngiltere’de ulusal aidiyet ve ülke üzerinde hak sahibi olma anlayışı, savaştan sonra giderek daha fazla ırkçı bir zemine kavuştu. Satnam Virdee’nin de dediği gibi, İngiliz sosyal demokrasisinin zirveye ulaştığı dönem, aynı zamanda beyaz üstünlükçülüğünün ve hukuk düzleminde açığa çıkan ırk ayrımcılığının altın çağıyla örtüştü.”[5] Beyaz olmayan “Yeni Milletler Topluluğu”ndan gelen göçmen işçiler, İngiltere’nin kamu hizmetlerini ve durgunlaşan endüstrilerini desteklemeye ikna edildiğinde, istihdam ve barınma konularında genellikle beyazların hâkim olduğu sendikalar tarafından desteklenen bir ayrımcılık politikasıyla karşılandılar. Liverpool’un siyahî sakinlerine yönelik şiddetli saldırıların yaşandığı 1948’de Bevan, “Sömürge halklarına mensup kişiler, madem ki buraya kendi sorumluluklarıyla geliyorlar, o vakit hiçbir şey yolunda gitmiyor diye şikâyet edemezler” diye yazıyordu.[6]

Ulusal Sağlık Hizmetleri bünyesinde, farklı ırklara mensup çalışanların, eğitim seviyeleri ne olursa olsun, en düşük ücretli istihdam dereceleriyle sınırlandırıldıkları, gayri resmi bir kast sistemi oluşturuldu. Brixton merkezli bir siyahî feminist örgüt, sağlık hizmetinin yönetilme şekli bakımından sömürgeyi nasıl andırdığını şu cümlelerle izah ediyordu: “Karayipler’den gelen siyahî hemşirenin kafasının içinde kölelik, Asyalı hemşirenin kafasının içindeyse Sahib ve Memsahib’e hizmet etmenin çilesi yankılanıyor.”[7]

Bu süreçte İngiltere, bir yandan da gelişmekte olan ülkelerden vasıflı tıbbi işgücünü çekiyordu. Bu gelişmenin etkileri Walter Rodney’nin Avrupa Afrika’yı Nasıl Geri Bıraktı? kitabında anlatılmaktadır.

Siyahî ve melez kadınların aşırı sömürülen emeğinin varlığını kabul eden Bevan, Ulusal Sağlık Hizmetleri (NHS) denilen sistemin ulaştığı başarıyı ise “İngiliz halkındaki canlılığa ve deha”ya[8] bağlıyordu.

Sağlık hizmetleri, hızla halk arasında gelişen göçmen karşıtı söylemlerin merkezine oturdu. NHS’in yürürlüğe girmesinden sadece bir yıl sonra Bevan, seçmen kitlesine “göç memurlarının bu ülkeye sağlık hizmetleri sisteminin sunduğu sosyal güvenlikle ilgili imkânlardan faydalanmak için gelen yabancıları geri göndermeleri adına gerekli düzenlemeyi yapacağına dair güvence verdi.” İngiliz olmayan “yabancıların” NHS’i istismar ettiğine dair imaj, sonrasında Muhafazakâr Parti milletvekili Enoch Powell’ın yaptığı o ünlü “Kan Nehirleri” başlıklı konuşmada büyük etkiye yol açacak bir tür kinayeye evrildi.

Bevan’ın eleştirilere boyun eğdi. Ondaki bu teslimiyet, esasında Bevan’ın göçmen karşıtı söylemler karşısında ilkeli bir duruş sergileyememesinin bir sonucuydu. “Korkunun Bedeli: Ücretsiz Sağlık Hizmeti” başlıklı o ünlü makalesi, bir tür gerilimle maluldü. Bu gerilim, sosyalist evrenselcilik üzerinden geliştirilmiş olan “kolektivizm ilkesi”ne dönük savunu ile göçmenlerin milli gelire sundukları katkıya vurgu yapan, ayrıca, hastanelerde pasaport kontrolleri üzerinden doğacak masraflara değinen maliyet-fayda yaklaşımı arasındaydı.

Bevan, 1958’de Notting Hill’de yaşanan ırkçı ayaklanmanın ardından Sendikalar Kongresi’nin göç kısıtlamaları çağrısını sert bir dille eleştirdi. Ancak Bevan, esasında bu eleştiriyi proleter enternasyonalizmine bağlı olduğundan değil, çağrının “uluslar tarihindeki en büyük kurucu deneyim olarak Milletler Topluluğu’nun sahip olduğu imaja zarar vereceği” kaygısıyla yapmıştı.

Bugün imparatorluğun mirası, koronavirüs bağlamında yeniden canlanan tıbbi ırkçılığın da ispatladığı biçimiyle, sağlık hizmetleri alanında varlığını sürdürüyor. NHS, aynı zamanda hâlâ Filipinler ve Nijerya gibi gelişmekte olan ülkelerden getirilen güvencesiz göçmen işçi emeğine bağımlı durumda. Dolayısıyla, İngiltere’de sağlık hizmetlerini savunmaya yönelik mevcut mücadelenin, emperyalist ulus-devletin sınırları içinde sosyal reform arayışının doğasında var olan tehlikelere ilişkin tarihsel bir bilinçle birleştirilmesi gerekiyor.

Bizim bugün Bevan’da gördüğümüz seçkinci parlamenter sosyalizmin ötesine geçip, kapitalist rekabete ait parametrelerin dayattığı sınırlar dâhilinde sınıfsal uzlaşma zemini arayışına hiçbir şekilde girmeyen, buna karşılık, yaşam koşullarının ve ücretlerin tüm ırkları ve milletleri kapsayacak şekilde eşitlenmesi fikrini savunan Dutt ve Padmore gibi emperyalizmin merkezlerinden konuşan sömürgecilik karşıtlarına bakmamız gerekiyor.

Yetmişler ve seksenlerdeki deneyimler, bir yandan da sağlık sektöründe, genelde düşük ücretler alan siyahî yardımcı işçiler tarafından başlatılan kitlesel mücadelelerin işçi hareketini son derece ilerici bir şekilde harekete geçirebileceğini ortaya koydu.[9] Biz, bugün bu derslerden istifade etmek, kapitalist sömürüye has olan, sağlıksızlığın toplumsal kökenlerini hedef alan, işçileri ve hastaları merkeze koyan, radikal sosyalist sağlık hizmeti anlayışlarıyla yeniden bağ kurmak zorundayız.

Alfie Hancox
15 Temmuz 2021
Kaynak

Dipnotlar:
[1] John Callaghan, The Labour Party and Foreign Policy: A History (Routledge, 2007), s. 164.

[2] Hakim Adi, West Africans in Britain, 1900–1960 (Lawrence & Wishart, 1998), s. 133.

[3] R. P. Dutt, J. R. Campbell & Harry Pollitt, Welfare State or Warfare State? An Appeal to Every Sincere Labour Man and Woman (Londra: CPGB, 1950).

[4] Robbie Shilliam, Race and the Undeserving Poor: From Abolition to Brexit (Agenda Publishing, 2018), Dördüncü Bölüm.

[5] Satnam Virdee, Racism, Class and the Racialized Outsider (Palgrave Macmillan, 2014), s. 98–9.

[6] Shirley Joshi & Bob Carter, “The Role of Labour in the Creation of a Racist Britain”, Race & Class 25, 3 (1984), s. 60.

[7] Brixton Black Women’s Group, “Black Women and Nursing: A Job Like Any Other”, Race Today 6, 8 (1974), s. 226.

[8] Christopher Kyriakides & Satnam Virdee, “Migrant Labour, Racism and the British National Health Service”, Ethnicity & Health 8, 4 (2003), s. 287.

[9] Beverley Bryan, Stella Dadzie & Suzanne Scafe, Heart of the Race: Black Women’s Lives in Britain (Verso, 2018), s. 45–50.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder