Burjuvanın çocuğu siyaset yapınca “politikacı”, halkın
çocuğu siyaset yaparsa “terörist”, öyle mi patron-ağa devleti!
Sermayenin genç temsilci kuşağı, takım elbiseyi giyip
boynuna da kravatı geçirip burjuva-feodal partilerde siyaset yapınca iyi hoş
karşılanır, hatta iyi bir saygı ve hürmet de cabası. Ekonomik getirisinden hiç
bahsetmiyorum bile.
Siyaset dediğimiz de elbette mutlu azınlığın
mutluluğunu baki kılmak için mutsuz çoğunluğa karşı yalan dolan, manipülasyon
ve bol demagojiden ve halklar arasına düşmanlıklar yaymak, suni savaşlar
yaratmak vs.’den ibaret olan burjuva-feodal siyasetinden başka bir şey değil.
Ama halkın çocukları, gençleri, hiçbir karşılık
beklemeden, ait olduğu sınıfın bir öznesi olarak işçi sınıfına ve halka doğru
bilgi ve bilinci taşıdığında, emperyalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin
burjuva-feodal siyasetinin politikalarını, yalanlarını teşhir ve mahkûm edip
proletaryanın siyasetini yapınca hemen “terörist” oluyor. Ya da en kötü
ihtimalle, burjuvazinin sadık bekçileri olan burjuva toplum bilimcileri, o
gençleri “kandırılmış, beyinleri yıkanmış kişiler” olarak takdim ediyorlar.
Tabii tüm bu “bilimsel gerçekleri”, verileri (biz,
bunlara “kendilerinin uydurduğu yalanlar” diyelim) gören liberal boş durur mu? O
da hemen kendi görevini layıkıyla yerine getirmek adına başlıyor, “sorun
sistemde değil, sorun bu sorumsuz gençlerde, kimse onlara parasız eşit eğitim
vermek zorunda değil. Herkes, aynı kalitede eğitim-öğretim ve yaşam koşullarını
sahip olacak değil, hem bakın doğaya, güçlü güçsüzü ezmiyor mu, doğada her şey
eşit mi?” diye gevelemeye, “yaşasın birey” demeye. Lâkin biz, onun bireyden
kastettiği şeyin mutlu azınlığın özneleri olan bireyler olduğunu çok iyi
biliyoruz.
Liberal, bu sefer kapitalizmin yarattığı o yoz
kültürü, yabancılaşmayı, o bohem kültürü perdelemek için hiçbir karşılığı
olmayan savlara sarılıp, “bakın gençler kafelerden çıkmıyorlar, ellerinden de
son model telefonlar düşmüyor” türünden cümleler ile koca bir dünyanın ekonomik
işleyişini ve onun yarattığı çelişkiler yumağını sığ bir anlayış ile günah
keçisi yaratmanın peşine düşüyor. Bu günah keçisi, burjuvazi ve kapitalden
onların sisteminden hariç herkes oluyor, ama bir türlü toplumun gerek
düşüncelerini gerekse sosyal pratiklerini belirleyen üretim ilişkilerinden,
özel mülkiyetten hiç mi hiç bahsedilmiyor.
Liberalin “özgürlük daha fazla özgürlük” dediği şeyin
aslında temsilcisi olduğu burjuva/kapitalist sınıfın özgürlüğü olduğunu,
özgürlük ve refahın aslında gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını
söylediğimizde, hiçbir bilimsel karşılığı olmayan verilerle, kendisinin
yakalandığı mitomani hastalığına başkasının da yakalanmasını istiyor. İstiyor
çünkü bu yalanları bu kadar ateşli bir şekilde savunmak ve inanmak için böylesi
bir hastalığa sahip olmak gerekiyor.
Öte yandan, eğer çelişkiyi liberalin dediği gibi
üretim ilişkilerinden üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerinden değil de
tüketim ilişkilerinden açıklayacak olursak, şunu söylemeliyiz. 7/24 365 gün
tüketsek, onlar kadar tüketemeyiz.
Galiba burjuvazinin ve kendilerinin tükettiği şeylerin
faturasını da gençlere ve halka kesiyorlar. Sonra da bu bilimsel veriler
ışığında tüketim çılgınlığından şikâyet edip paneller, söyleşiler
düzenliyorlar.
Lâkin unuttukları bir şey var: bu tüketim çılgınlığı
kültürü kapitalizmin bir sonucu, bir ürünüdür. Zira kapitalizmin üretim tarzı,
kendisini ihtiyaçtan ziyade kâr anlayışıyla var ettiği için, düzenli, planlı,
programlı üretim anlayışından yoksundur.
Öte yandan, feodal üretimden kapitalist üretime,
makineleşmeye, dördüncü sanayi devrimine geçince meta üretim süresi epey düştü.
Dakikalar içerisinde üretilen meta kâr anlayışı üzerinden pazarda satılmaz ise
kapitalistin elinde patlıyor, elde kalan ve yeterince kâr getirmeyen meta krize
yol açıyor. Bu kriz dönüp dolaşıp işçi sınıfını, halkı ve gençleri buluyor ama
suçlu yine onlar oluyor!
Yani aşağı tükürsen bıyık yukarı tükürsen sakal.
Değneğin iki ucu da pislik. Halka ve gençlere “gelin bu değneğin bir ucundan
siz de tutun, bu sayede kapitalizmin yarattığı her türden gericilik,
yabancılaşma biraz daha normalleşsin” diyorlar. Aynı pratik ve düşünce,
yeterince kitle tarafından kabul görürse kimse ses çıkarmaz diye düşünüyorlar.
Ses çıkarsalar bile suçun halkta olduğu söyleniyor. Gelgelelim, ne halkımız, ne
de halkın çocukları, onların yarattıkları, yaratmak istedikleri rezil geleceğin
bir parçası olacak.
Onlar, genç nesiller, sermayenin istediği türde
apolitik yoz bir kültürün temsilcisi olmayacaklar. Sermayenin temsilcisi olan
burjuva-feodal partilerde değil, kendi sınıfının genç öznesi olarak öncü
komünist partide kendinin sınıfının ve halklarının temsilcisi olacak.
Onlar, “kralın sofrasında soytarı değil, halkın
kavgasında birer devrimci” olacaklar. Daha fazla politikleşecekler. Toplumsal
uzlaşmaz çelişkileri ait oldukları sınıfın siyasi, ekonomik, felsefi
öğretisiyle ele alıp o çelişkileri bu öğretiyle çözüme kavuşturacak, bu yolda
kimi vakit öğrenecek kimi vakit öğretecek.
Son olarak gençlere “gelecek sizin eseriniz olacak”
diyen burjuva aydınlanmacılarına şunu söyleyelim: “Evet, gelecek gençlerin
eseri olacak, ama bu eser, sizin istediğiniz gibi bir eser olmayacak. Bizim
istediğimiz olacak ve o eser sosyalizm adını taşıyacak!”
Devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in dediği gibi: “Bir tek
kurtuluş var devrim, başka yol, başka kurtuluş yok.” Ve biz gençler bunu çok
iyi biliyoruz.
Serkan Yıldırım
27 Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder