“Geçse de yolumuz bozkırlardan/
denizlere çıkar sokaklar”
2024
Nevruz’u Yenikapı’da gerçekleşti. Önceki yıllara göre katılım yüksekti.
Kadınlar ve gençler Nevruz’a daha kitlesel bir katılım gösterdiler. Bu olumlu
gelişmenin yanında yaşanan birtakım olaylar tartışmaya açık şekilde duruyor.
Alanda
LGBT bireylere yönelik bir saldırı gerçekleşiyor, yüzlerine yumruk atılıyor ve
alandan çıkarılmaya çalışılıyorlar. Bu sırada Musa Piroğlu’na “Hem bizi
çağırıyorsunuz hem de saldırıya maruz kalıyoruz!” şeklinde tepki gösteriyorlar.
Piroğlu, onları alandan çıkarmaya çalışanlarla mücadele ediyor.
İkinci
olay ise kendisine “Nasyonalist Kürtler” adını veren faşist bir grubun alana
gelen sol çevrelere saldırısı. Birçok sol çevreye ve bu çevrenin kadınlarına
sözlü ve fiziksel saldırıda bulunuyorlar. Deniz Gezmiş’in resminin olduğu
flamaları ateşe verip flamayı taşıyan çevreye saldırarak Deniz hakkında
küfürler yağdırıyorlar.
Bu
esnada tertip komitesi ne yapıyor? Onlar da bir gün sonra bir sayfalık bir
açıklama yayınlıyor. Metnin son kısmına kadar yaşadıkları baskıya değindikten
sonra egemenlerin “aparatı” (Bu sözcüğü ilgili grup hakkında geçen yılki Nevruz
sonrası Akşam gazetesi de kullanıyor.) kabul ettikleri Kürt Nazisi
grubun saldırılarına yer vererek tepki gösterip Deniz’in ortak değer olduğunu
vurguluyorlar. Alanın her noktasında güvenliği sağlamaya çalışsalar da “yetersiz”
kaldıklarını iddia ediyorlar. Saldırıya uğrayan çevre de faşist güruhun
Barzanici olduğunu iddia ediyor.
Gerçek
öyle mi? LGBT bireylerin alandan çıkarılmaması için Musa Piroğlu mücadele
ediyor. Olaya şahit bir vekil var. Onun şahitliğinden sonra tertip komitesi
platformdan çağrı yaparak bu insanlara destek olunmasını dillendirseydi,
kitlede de kardeşlik ve dayanışma bağı güçlenirdi.
Gerçekte
yetersiz kalınan nedir? Nazi amblemleri taşıyan grup, geçen yıl da Diyarbakır
ve İstanbul Nevruz’larında görüldü. Diyarbakır’da TİP’lilere ve LGBT’lere
saldırıp LGBT bayrağını yaktılar. O zaman da LGBT yayınları, tertip komitesinin
müdahale etmediği eleştirisini yapmıştı. “Saldırganlar Amedspor taraftarlarıdır”
denilerek geçiştirildi.
Bu
faşist güruhun bu yıl da alana gelme ihtimali göz önünde bulundurulmuyorsa
bunun temel nedeni radikal demokrasi hareketi ve ittifakı olan solun ideolojik
yetersizliğidir. Yeşil solun da geldiği yer, milliyetçilik çıkmazıdır. Bu
çıkmaza giden yolun köşe taşları adım adım döşendi. Bir emekçi, “Kürt solu Türk
milliyetçisi, sol da Kürt milliyetçisi oldu” tespitiyle süreci özetlemiş oldu.
Buraya nasıl gelindiğinin kısa bir özetine yer vermezsek, olayları “provokasyon/aparat”
gibi kavramlarla açıklamayı yeterli buluruz.
2006
sürecinde Dicle Üniversitesi’nde TKP’li öğrenciler Yurtsever Gençlik adıyla
faaliyet gösteriyor. DTP’li öğrenciler onlara saldırarak “Yurtsever” adını
kullanmanın kendi tekellerinde olduğunu iddia ediyor. Temel argüman, Kürt
Nazileriyle aynı düzlemde buluşuyor, o sihirli sözcük: “Kemalist, ulusalcı”.
TKP
bu noktalardan ideolojik eleştiriye tabi tutulur ama bu, şiddetin meşruiyeti
olamaz. Kaldı ki anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-faşist olmayan her
hareket milliyetçidir, yurtsever değildir.
ÖDP’nin Kürt siyasetiyle kurduğu ittifaktan ayrılma sürecinde parti yetkilileri, Kürt siyasetini temsil ettiğini iddia eden sahte imzalı yazılarla tehdit ediliyor. Suriye meselesi gündeme yerleşmesinden önce de sonra da radikal demokrasi hareketini eleştiren çevrelere fiziki saldırılar düzenleniyor, konser yaptırılmıyor, sanatçılar saldırıya uğrayıp sahnede enstrümanları parçalanıyor. Nâzım Hikmet ile ilgili kitap çıkarılıp şairin “şoven” olduğu karalaması yapılıyor. Sendikalarda emek-sermaye çelişkisi yok sayılarak yerine uygarlık mücadelesinin ve sivil toplumculuk tezlerinin yerleştirilmesi amaçlanıyor. Tüm bu sürece rağmen sol çevreler, emekçi halk sınıflarına Kürt düşmanlığı ve kardeşliği bozucu politikalarla gitmiyor çünkü halk ile halkı temsil ettiğini iddia eden yapı ve çevreyi birbirinden ayıracak ve emeğin birliğini bütünleştirici ideolojiye ve tarihe sahipler. Örnekler daha çoğaltılabilir.
Kürt siyaseti hizaya alamadığı solu hep aynı argümanla siyasi arenada yalnızlaştırmaya çalışıyor. Hizaya girmeyeni “düşman” kabul ediyor. Anti-emperyalist bağlamda kendisini eleştirenleri “Kemalist-ulusalcı”, feminist politikalarını eleştirenleri “eril-cinsiyetçi”, siyasal İslamcılarla iş tutmasını eleştirenleri “elit-halkın değerlerinden uzak” diye aforoz ediyor. Hizaya almak için de bir proje olarak HDP kurulurken kendisine verilen “Türk solunu 'başıboş' bırakmayın, gerekirse vekil verin, aşın bu sorunları” telkiniyle hareket ediyor.
“Türk
solu” gerçekte kimdir, nedir? Posteri yakılan Deniz, idama yürürken son
sözlerinde “Türk ve Kürt haklarının birleşik mücadelesi” şiarını dile
getirmiştir. Faşistlerin, sola karşı düşmanlıklarından biri de Kürt sorununu “başa
bela” ettiği yönündeki öfkedir. Anadilde eğitim hakkını savunan ilk sendika
Eğitim-Sen’dir. 10 Ekim’de, Suruç’ta, 29 Aralık grevinde Kürt halkıyla
dayanışma gösterenler, bunun bedelini canlarıyla, işiyle aşıyla, sürgünlerle,
yargılanarak ödediler. Suriye Kürtleri ile dayanışma gösterdiği için yargılanan
TTB var. 7 Haziran’da “emanet oy” ile HDP’ye barajı aştıran da soldur. 80
sonrası süreçte ilk Kürtçe şarkıyı bestelediği için yargılanan müzik grubu da
soldur. Türk şiirinde Kimliksiz Ölüler şiirini yazan Metin Altıok’tur.
Orhan Kemal’in romanlarında Kürt karakterlere yer verilir.
Solun
Kürt halkıyla dayanışmak için ödediği bedeller tarihe geçti, bu sorumluluktan
kaçmadı. Anadolu tarihi zulme direnme tarihidir. Ahmed Arif’in dizelerinde
geçtiği gibi ne İskender takmıştır ne de şah ne sultan”. Bunu yapanlardan biri
de Deniz’dir. O denizde de nice damlalar vardır. Nevruz’da gerçekleşen saldırı
da denizdeki damlaları kurutmaya yöneliktir.
Tekrar
Nevruz’da yaşanan olaya dönersek, kimdir Naziler? Yahudileri, komünistleri,
Çingeneleri, aydınları sürgün eden, fırınlarda yakan, esir kamplarında
çalıştıranlardır. İnsanlar üzerinde öjenik deneyler yapan Mengele, sadık bir
Nazi’dir. 6 buçuk milyon Yahudi’yi soykırıma uğratan Nazilerdir. Narkozsuz
ameliyatlar gerçekleştiren, ağır kimyasallarla ilâç deneyleri yapanlar
Nazilerdir. Polonya’nın işgaliyle başlayan süreçte Fransa’yı işgal ettikten
sonra Sovyet topraklarına saldıran Nazilerdir. Sovyet halklarının kadınlarının
ve erkeklerinin kahramanca direnişiyle Naziler tarihin çöplüğüne gönderildi.
Sınıfsız sömürüsüz düzen Sovyet sınırlarını aşarak Avrupa’ya ulaştı. Faşizmi o
günün koşullarında yenilgiye uğratan tek güç Sovyetler’dir.
Bu
süreçte ortaya çıkan faşist karakterlerden biri de Ukraynalı Stepan Bandera’dır.
Ukrayna’daki Neonazilerin sahaya çıkışı 2014 Maydan olaylarına dayanır. Bu
olaylarda Sağ Sektör olarak adlandırılan, emperyalist ülkelerce desteklenen Neonaziler
Rusya yanlısı Ukrayna liderini darbeyle indirdiler. Darbeye direnen halk da Neonazilerin
saldırılarına uğradı. Odesa’da 1 Mayıs günü sendika binasına sıkıştırdıkları
işçileri yaktılar. Maydan olayları sonrası Donetsk ve Lugansk bölgesinde
binlerce insanı katleden de yine aynı Neonazilerdi. Bu bölge, Sovyet tipi
sınıfsız sömürüsüz iki halk cumhuriyeti kurdu. Yapılan referandum sonuçlarına
ve imzalanan anlaşmalara göre iki halk cumhuriyeti kendi kaderini tayin hakkını
elde etmesine rağmen Neonazi yanlısı, emperyalist işbirlikçisi, darbeyle gelen
Ukrayna lideri ve hükümeti sosyalist halk cumhuriyetlerine saldırmaya devam
etti. Saldırılan, aslında sınıfsız sömürüsüz düzen umudu ve Sovyet
değerleriydi. Emperyalistlerin en büyük korkusu da Sovyet haklarının tekrardan
işçi, emekçi sınıflarda ve ezilen halklarda bilinç uyandırabileceğiydi. Bu
yüzden sosyalizmin anavatanında ve diğer ülkelerde herhangi bir yeniden
uyanışın korkusunu yaşıyorlar.
Donbass
halkının Rusya'dan destek istemesiyle başlayan süreç, Ukrayna işgaline evrildi.
Şu an Ukrayna’da binin üzerinde Neonazi tugayı bulunuyor. Avrupa’da yükselen
sağcılığa da etkisi bulunuyor: proleterleşme-güvencesizleşme ve daha da
proleterleşme sömürüsüne karşı tekrar Nazizmi uyandırmak.
Son
iki yıllık savaşta Sovyet liderlerine ait heykeller yıkıldı. Nazilere karşı
savaşıp idam edilen Tanya adlı kadın askerin heykeli yıkıldı. Rusya yanlısı
insanlar katledildi. Neonaziler, insanları ağaçlara çırılçıplak bağlayarak
işkenceden geçirdi. Avrupa ülkelerinden bu tugaylara katılanlar var.
Neonazilerin özeti budur. Emperyalizmin işbirlikçisi halk düşmanları olarak
tarihte yerlerini aldılar.
Bu
aşamada Kürt siyaseti ile ittifak içerisinde olan sol, Rusya karşıtı protestolar
geliştirdi. Rusya’nın meşru bir hakkı var: emperyalist paktların kurduğu askeri
üsler Sovyet toprağı olan Ukrayna’ya yerleştiriliyor. Donbass halkının meşru
bir hakkı var: Darbeye direniyor, halk cumhuriyeti kuruyor, kendi kaderini
faşizme ve emperyalizme karşı belirlemek istiyor. Bu noktada Rusya, emperyalist
müdahaleci sayılıyor ama benzer durumda olan Suriye Kürtlerinin temsil eden
politika geliştiriciler emperyalist ülkelerden yardım talep edip onları Suriye
topraklarına çağırıyor fakat bu durumu ideolojik açıdan eleştirdiğinizde “Kemalist-ulusalcı”
kabul ediliyorsunuz, bu anlayışa göre, halkların değil sadece kendilerinin
kaderini tayin ve emperyalizmle iş tutma hakkı var. Gezi’de, 7 Haziran’da ve 10
Ekim’de sizinle dayanışma gösterenler de o “emanet oyu” veren “Kemalistler ve
ulusalcılar”dı.
Ukrayna’daki
Neonazi yapılanmasına, Gazze’de Siyonistlere, Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele
adı altında bölgeyi istikrarsızlaştırıp tüm kaynakları sömürerek halkları göçe
zorlayan emperyalistler; Irak'ta tecavüz edilen kadınların, esir pazarlarında
satılan çocukların, Siyonizmin katlettiği on binlerce kadının ve çocuğun,
uyuşturucuyla hayatı çürüyen ve ölen gençlerin, işsizliğin, etnik kamplaşmanın
ve mezhep çatışmalarının asıl sorumlusudur. Ukrayna’daki Neonazilerin de, Nazilerin
katlettiği ve sürgün ettiği Yahudileri temsil iddiasında olan, Filistin
halklarını katleden Siyonistlerin de arkasında emperyalizm vardır.
Ezilen
bir halkın Nevruz kutlamalarında Kürt Neonazi yapılanması nasıl yer alır? Bu
grup, iki yıldır Nevruz’larda sahneye çıkıp sola ve LGBT bireylere saldırıyor.
Lider olarak da emperyalistlerle işbirliği yapan tarihi karakterleri
seçiyorlar, bayraklarında Nazi amblemleri var. Bu yıl Nevruz alanına
alınmaları, Ülkü Ocakları’nın gelmesiyle aynı anlamı taşır. Ezilen halkın
arasına bu unsurların alınıp ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinde
bulunmasına hiçbir şekilde müsaade edilemez. Sola yönelik saldırılarda kitle
bunu engelle(ye)miyorsa bu zafiyetin sorumlusu Kürt siyasetidir.
Kitlesine
bu bilinci kazandırmak yerine milliyetçi politikalar, sivil toplum tezlerine,
medeniyet çatışması tezlerine ve emperyalizme bel bağlamayı, oy kaygısıyla
eleştirilere saldırıyla karşılık vermeyi, solu gidilmemesi gereken çevre olarak
göstermeyi üstün tutuyor. “HDP’nin başına bir Türk geçemez”, “emanet oy”, “Kemalist”,
“bizim tabanımızın yüzde sekseni Şafidir”, “Alevilere bu kadar yer verilmesi
doğru değil”, “İdris-i Bitlisi-Yavuz ittifakını güncelleyip Urfa’da Said Nursi
etkinlikleri düzenleyelim”, “emperyalistler nasıl Balkanlar ve Irak’a müdahale
edip halkları özgürleştirdiyse buraya da müdahale edip Kürtleri özgürleştirsin”,
“Kürt’ün Kürt’ten başka dostu yoktur” gibi söylemler; Filistin için
düzenlenmeyen mitingler, sosyal medya hesaplarında emperyalistlerin
bayraklarının profillere eklenmesi, 2017'de Neonazi birliklerinde eğitim alan
kişilerin Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’e karşı savaşması için onlara alan
açılması, 6-8 Ekim sürecinde Irak bölgesel yönetimine ait askeri araçların
Suriye’nin kuzeyine geçmek için açılan koridorda konvoy oluşturduğunda Urfa
halkına attırılan emperyalist ülkelere övgü sloganları; sendikalarda radikal
demokrasi hareketinin anlayışına sahip grubun “Değirmen bizim, un bizim”
söylemiyle karşımıza çıkması ve bir bütün olarak izlenen milliyetçi ve
emperyalizmle işbirlikçi politikaların geliştirilmesi, bugün Kürt Nasyonalleri
adlı grubun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Radikal
demokrasi hareketinin LGBT’ye bakışı sadece pragmatiktir. LGBT, solun yer
aldığı hiçbir yerde şiddete maruz kalmazken, davet edildikleri Nevruz alanında
saldırıya uğradılar. O yüzden, cinsiyet fark etmeksizin kurtuluş, sınıfsız
sömürüsüz bir düzenden geçer. LGBT bireyleri ayrı tutarak asıl eleştiri
ideolojik hattadır. Bu ideolojik savrulmanın sonucu da LGBT’nin araç olarak
kullanılmaya dönüşmesidir. Bunun somut kanıtı ise Almanya’da düzenlenen LGBT
festivalinde “Babamız Bandera” diye şarkılar söylenmesidir. Aynı LGBT
bayrağını, Neonazi destekçisi Siyonistler Gazze’nin harabe sokaklarında açtı.
Deniz’e
yapılan saldırı, özünde sola ve halkların kardeşliğine, Gezi’de yaşamını
yitiren Medeni için destek yürüyüşü yapan “Kemalistlere”, konserlerinde
Kürtlerin yaşadığı haksızlıkları dile getiren Kazım Koyuncu’ya, Deniz başta
olmak üzere, Filistin halkına destek veren sola ve Gazze’ye yapılmıştır.
Faşistleri
gerileten tek güç komünistler olmuştur, hem başka ülkelerde hem de ülkemizde.
Nasıl ki Ülkü Ocakları Nevruz alanına giremezse o alanda hiçbir Nazi amblemi
taşıyan güruh da yer alamaz. İki yıl üst üste buna alan açılması en başta Kürt
halkına kaybettirir. Nevruz’a gölge düşüren bir gerçek varsa
milliyetçileştirilen kitlenin Nazi artıklarına müdahale etmemesidir. Bunun
sorumlusu da tertip komitesi içinde yer alan çevrelerdir. Uygulanan, düşman
hukukudur, halkların kardeşliğine ve emek mücadelesine darbe vurulmuştur, çünkü
o alanda sendikalar da vardır. Mahallesinde duvarlara yazı yazan faşistlere,
radikal tarikat gruplarına ve torbacılara gücü yetmeyenler, saldırısını sola ve
değerlerimize yöneltiyorsa bunu başaramayacaklar.
Sonuç:
Eşik
Bugün
metropoller özelinde Anadolu illerinde egemenlerin ve burjuvazinin tüm
provokasyonlarına rağmen farklı inanç ve kültürdeki halk sınıfları kardeşçe
yaşıyorsa emeğin birliğinden gelen güçten kaynaklıdır. Gerek Anadolu kültürü
gerek sınıf kültürü bu kardeşliği güçlendiriyor. Aksi halde Ülkücü İşçi Derneği
gibi oluşumlar varlık gösterse de işçi sınıfının faşizan politikalara eğilim
göstermemesi bu yapıların hayatta bir karşılığının olmamasını sağlıyor. Sınıf
kültürünü ve ideolojisini güçlendirerek işçiye emekçiye bu bilinci, uğrunda
ağır bedeller ödeyip tarih yazan sol aşılamıştır.
Yapılan
yanlışların karşımıza sonuç olarak çıktığı son olaylar, milliyetçiliğin,
liberalliğin ve emperyalizmle iş tutmanın emekçi halk sınıflarını böldüğü ve
birbirine “düşman” hale getirdiğini bir kez daha göstermiştir. Somut durumların
gösterdiği gerçek şudur: Bir kez daha belirtmek gerekir ki sömürülen sınıfların
ve ezilen halkların kurtuluş mücadelesi milliyetçi politikalardan değil,
sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisinden geçer.
Tüm
bu yaşananlardan sonra reformist solun ve sendikaların da izlediği politikaları
hayat çürüttü, yüzlerini tekrar ilke ve değerlerle örülmüş mücadeleye
dönmedikçe bu saldırıların devamı maalesef ki gelecektir.
Sorulması
gereken soru şu: Nasyonalist Kürt grubunun fiziki saldırılarına karşı ilgili
çevreler meşru müdafaa hakkını kullanıp aynı tonda yanıt verseydi, “Kürt düşmanı”
ya da “Nevruz’a gölge düşüren provokatör” mü sayılacaktı? Nasyonal da olsa Kürt
olduğu için taraf mı tutulacaktı? Asıl soru ise şu: Ezilen halkın bayramında
Nazi amblemli bayrak açanları alandan çıkarmaya çalışmak
ulusalcılık-Kemalistlik midir? Sol bunu neden yapmadı? Nazi ideolojisine alan
açarsanız siz ona müdahale etmeseniz de onlar size müdahale eder, yaşamın
diyalektiği böyledir. Soldan bunu yapmasını bekleyemeyiz, zira mahallesinin ve
işyerlerinin duvarına yazılan ırkçı faşist yazıları silemeyenler, Nazi amblemli
gruba da kendi evinde müdahale edemez. “Taviz tavizi doğurur” diye her yazıda
belirtirken kasttetiğimiz gerçek de buydu.
“Türk
şiiri ırkçıdır” diye yazı kaleme alanlara kim köşe verdiyse ve bunu eleştirmeyi
görmezden geldiyse nasyonalist oluşumun nedeni de onlardır.
İnancı,
kültürü, kimliği fark etmeksizin ezilenleri ve sömürülenleri emeğin
birlikteliği ve ezilenlerin kardeşliği gereğince kurtaracak tek ideoloji,
sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisidir.
Not: Bugün
(21 Mart) Van’da düzenlenen Nevruz’da Nasyonalist Kürtlere ait bayrak yakıldığı
iddia ediliyor, Diyarbakır’da ise Nevruz alanına alınmıyorlar. Bu, önemli bir
gelişme. Geçen yıl yaşanan saldırılar sonrası bu yıl önlem alınmalıydı.
Önümüzdeki yılın Nevruzlarında aynı faşist grubun alana girmesinin engellenmesi,
en başta Kürt halkının onur meselesidir. Bu yapılmadığında bugün Van’da yaşanan
gelişme, sadece günü kurtarma olarak tarihe geçecektir. Nevruz’da nasyonalist
yapılanmaya, Filistin meselesinde Hüda-Par’a alan bırakılırsa Kürt gençliği
arasında faşizan eğilimler yayılır, bu kaçınılmazdır. Bunun sonucu da
emperyalizmin Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasının hayata geçmesine neden
olacaktır. Hizbullah gerçeğinin bir benzerinin yaşanması riski söz konusu,
çünkü ağacın kurdu kendi içindedir. Kürt siyasetinin milliyetçi söylemlerden
bir an önce uzaklaşıp kitleyi enternasyonal bilince kavuşturması gerekmektedir.
Solun
da bu son gelişmelerden alması gereken dersler var: Değerlerine sahip çıkma
konusunda kararlı olmalı. Mahallelerin ve işyerlerinin duvarlarına yazılan
faşist yazıları da silmek için beklememeli. Aksi takdirde birkaç gün önce nasyonalist
güruhun yaktığı flamayı yarın ırkçı kesimler yakabilir, aynı atıllık
sergilenmemeli.
Rusya-Ukrayna
Savaşı, Ukrayna Savaşı, Neonazi yapılanması, Donbas konusunda ayrıntılı bilgi
için Yeni Dönem Yayıncılık’tan çıkan Ukrayna Kimin Savaşı? [Derleyen:
Sinan Kaleli] adlı kitaba bakılabilir.
S. Adalı
21
Mart 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder