Dünyanın
öldürülen Filistinli sivillerin sayısının günbegün artışını dehşet içerisinde
izlediği, İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan yargılandığı
koşullarda, Gazze’deki katliam, küresel kapitalizmin hızla derinleşen krizin
yansıdığı bir ayna olarak görülmeli.
İsrail’in
Gazze’de yol açtığı yıkımla bu küresel kriz arasında bağ kurabilmek ve büyük
resme odaklanabilmek için bizim bir adım geriye çekilmemiz gerekiyor: Küresel
kapitalizm, aşırı birikim ve kronik durgunluktan kaynaklanan yapısal bir krizle
karşı karşıya. Ancak egemen gruplar, aynı zamanda devlet meşruiyeti, kapitalist
hegemonya ve yaygın toplumsal çözülme gibi siyasi bir krizle, jeopolitik
çatışmaların yaşandığı uluslararası kriz ve korkunç boyutlardaki bir ekolojik
krizle de yüz yüze.
Küresel
tekeller ve siyasi elitler, yirminci yüzyılın sonları ve yirmi birinci yüzyılın
başlarında dünya kapitalizminin yaşadığı canlılığın sebep olduğu o sarhoşluk
hâlinden kurtuldular. Bu gelişme dâhilinde, krizin kontrolden çıktığını kabul
etmek zorunda kaldılar. Dünya Ekonomi Forumu, 2023’te yayımladığı Küresel Risk
Raporu’nda dünyanın “bir araya gelerek, önümüzde uzanan, eşi benzeri olmayan,
belirsizlikle ve çalkantılarla malul on yıllık dönemi şekillendiren”, artan
ekonomik, siyasi, toplumsal ve iklimsel etkileri içeren bir “çoklu krizle”
karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuyordu. Davos seçkinleri, krizin nasıl
çözüleceğine dair bir fikir sahibi olmayabilir, ancak egemen grupların diğer
fraksiyonları, bitmek bilmeyen siyasi kaos ve mali istikrarsızlığı küresel
kapitalizmin yeni ve daha ölümcül bir aşamasına nasıl dönüştürecekleri
konusunda bir deney yapıyorlar.
Gazze
savaşının askeri sonucu henüz belli olmasa da, İsrail’in dünya kapitalist
sisteminin merkezini teşkil eden devletlerdeki destekçilerinin meşruiyet için
verdiği siyasi savaşı kaybettiğine hiç şüphe yok. Gazze’ye yönelik ilk
aylardaki kuşatma, büyük siyasi bedeller pahasına da olsa, soykırımı
normalleştirmeye hazır bir Washington-NATO-Tel Aviv eksenini belirginleştirmiş
gibi görünüyordu. Gene de Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durum, dünyanın
dört bir yanındaki kitlelerin, özellikle de gençlerin sinir uçlarına dokunarak,
son yıllarda ivme kazanan işçi ve halk sınıflarının küresel isyanına yeni bir
enerji kattı, krizin siyasi çelişkilerini keskinleştirdi.
Bu
satırları kaleme aldığımız ABD’de, Siyonizm ve Yahudi devletiyle özdeşleşmeyen
genç kuşak Yahudiler, Filistin’le dayanışma eylemlerindeki o olağanüstü artışa
öncülük ettiler. Sokak gösterilerinde, spor etkinliklerinde ve sosyal medya
platformlarında dünyanın dört bir yanında göndere çekilen Filistin bayrağı,
mevcut statükoya karşı halkın öfkesinin ve küresel intifadanın simgesi hâline
geldi.
Yirminci
yüzyıl, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin “ulusal, etnik, ırksal veya dini bir
grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen bir suç” olarak tanımladığı
soykırıma birebir denk düşen en az beş vakaya sahne oldu. Yüzyılın başında
Alman sömürgeciler, 1904-1908 arası dönemde bugün Namibya olarak bilinen ülkede
Herero ve Nama soykırımını gerçekleştirdiler. Bunu Osmanlı’nın 1915 ve 1916’da
Ermenilere yönelik soykırımı, 1939-1945 arası dönemde Nazilerin
gerçekleştirdiği Yahudi soykırımı ve 1994’teki Ruanda katliamı takip etti. İsrail’in
Gazze’deki soykırımının canlı olarak yayınlandığı koşullarda, Tel Aviv ve
Washington için savaş kuralları artık geçerli değildi ki eskiden de geçerli miydi,
orası tartışmalı.
Çatışmanın
ilk iki ayında Gazze’de kaydedilen sivil ölüm sayısı, 9.614 sivilin hayatını
kaybettiği Rusya-Ukrayna çatışmasının ilk 20 ayındaki sivil ölümlerden daha
fazla (yaklaşık 20.000).[1] İsrail kuşatmasının yirmi birinci yüzyılın bu ilk soykırımını
tamama erdirip erdiremeyeceği sorusunun cevabını askeri savaş sahasından çok
küresel politik mücadele alanı verecekmiş gibi görünüyor.
Bugün
Filistin, Washington-NATO-Tel Aviv eksenindeki yönetici grupların, İsrail
kuşatmasının maliyeti çok yükselmeden önce cezasızlığın tadını ne kadar
çıkarabileceklerini görmeleri için bir test alanı hâline geldi.
Artık
Sermaye, Artık Emek, Soykırım
Dünya
kapitalizminin otuzlardaki krizi, Avrupa’da faşizmin yükselişine, uluslararası
siyasi ve ekonomik düzenin şiddetli bir şekilde çöküşüne ve daha önce hayal
bile edilemeyen bir yıkım getiren ikinci bir dünya savaşına zemin hazırladı. Onca
eşitsizliğin ve artan kitlesel hoşnutsuzluğun orta yerinde kapitalizmin baş
döndürücü bir fazlaya ulaştığı dönemi Büyük Buhran takip etti ve o “müreffeh
dönem” kapanıp, yerini 1929’da her şeyin çöktüğü aşırı birikim kriziyle malul
döneme bıraktı. 2008’de dünya finans sistemindeki çöküşse yeni bir aşırı
birikim ve kronik durgunluk krizinin başlangıcına işaret ediyordu.
İşte
günümüzde yaşanan soykırımın ekonomi politiği, tam da bu krizin damgasını taşıyor.
Tümüyle kapitalizme has olan sermaye fazlası sorunu, son yirmi-otuz yıllık
dönemde olağanüstü seviyelere ulaştı. Önde gelen ulus ötesi şirketler ve
finansal holdingler, kurumsal yatırımların azaldığı bir dönemde rekor kârlar
elde ettiler.[2] Ulus ötesi kapitalist sınıf, yeniden yatırım yapabileceğinin
çok ötesinde, korkunç miktarlarda servet biriktirdi. Gezegenin zenginliğinin bir
avuç azınlığın elinde aşırı yoğunlaşması ve çoğunluğun hızla yoksullaşıp
mülksüzleşmesi, bu kapitalist sınıfın elinde muazzam ölçülerde birikmiş artığı
boşaltmak için yeni çıkışlar bulmasını giderek zorlaştırdı. Ulus ötesi
kapitalistler ve onların devletlerdeki temsilcileri, kronik durgunluk
karşısında küresel ekonomiyi ayakta tutmak için borç odaklı büyümeye, vahşi
finansal spekülasyonlara, kamu maliyesinin yağmalanmasına ve devlet tarafından
örgütlenen militarize birikime bel bağlıyorlar. Birikmiş sermaye fazlasını
boşaltacak kanallar kurudukça, yeni kanallar şiddetle yaratılmak zorunda.
Bu
düzlemde, İsrail’in ekonomi politiği simgesel bir anlama sahip.[17] Gazze ve
Batı Şeria kuşatması, ulus ötesi birikim için yeni bir alan açmayı amaçlayan
ilkel birikim biçimidir. Ekim ayı sonlarında İsrail bombardımanı yoğunlaşırken,
İsrail, büyük bir bölgesel gaz üreticisi ve enerji merkezi[3] olmanın yanı sıra,
Batı Avrupa için Rus gazına alternatif rol oynama planı çerçevesinde, Akdeniz
kıyılarında gaz ve petrol aramaları için ulus ötesi enerji şirketlerine lisans
vermeye başladı.[4] İşgal altındaki Filistin topraklarında yerleşim yerleri
inşa etmekle ünlü İsrailli bir emlak şirketi, Aralık ayında bombalanan Gazze
mahallelerinde lüks evler inşa etmek için bir ilân yayınlarken[5], diğerleri, altmışlarda
ilk önerildiğinden beri atıl durumda olan Ben Gurion Kanalı Projesi’ni yeniden
canlandırmaktan söz etti. Proje, Mısır tarafından işletilen Süveyş Kanalı’na
alternatif olarak, Akabe Körfezi’nden Necef (Negev) Çölü ve Gazze üzerinden
Akdeniz’e uzanacak bir kanal inşa edilmesini içeriyor. (Kanal İstanbul? -çn.)
Yeni revize edilen bu kanal projesini durduran tek şey, Gazze’deki
Filistinlilerin varlığı.
Ancak
soykırımın bir seçenek hâline gelebilmesi için iki şeyin gerçekleşmesi
gerekiyordu. İlk olarak, Filistinli emeğinin İsrail ekonomisindeki rolü
meselesi çözüme kavuşturulmalıydı. Yahudi devletini kuran 1948 tarihli Nekbe,
Filistinlilerin şiddet kullanılarak sürülmesini ve topraklarının
kamulaştırılmasını, aynı zamanda yüz binlerce Filistinli işçinin İsrail
çiftliklerinde, şantiyelerinde, endüstrilerinde, bakıcılık ve diğer hizmet
işlerinde çalışmak üzere, köle statüsünde istihdam edilmesini ve Batı Şeria’nın
İsrailli kapitalistler için esir pazarına dönüştürülmesini içeriyordu. Bu
durum, Yahudi devletini etnik olarak arındırma dürtüsü ile ucuz, etnik olarak
sınırlandırılmış işgücüne duyulan ihtiyaç arasında bir gerilime işaret
ediyordu. İsrail, doksanlardan itibaren mülksüzleştirme/aşırı-sömürü ile
mülksüzleştirme/sürgün arasındaki bu gerilimi ikincisi lehine çözmeye başladı.
Ulus ötesi işgücü hareketliliği ve işe alım, İsrail de dâhil olmak üzere
dünyanın dört bir yanındaki kapitalistlerin işgücü piyasalarını yeniden
düzenlemelerini ve haklarından mahrum bırakılmış, kontrol edilmesi kolay geçici
işgücünü istihdam etmelerini mümkün kılıyordu. Bu şekilde İsrail, Filistinli
işgücünü kademeli olarak göçmen işgücü ile ikame etti.
İsrail,
sınırlarından içeri Filistinli sokmama politikasını 1993 yılında, Birinci
İntifada’nın, yani işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin tecrit
edilmesinin, etnik temizliğin ve yerleşimci sömürgeciliğinin tırmanmasının
ardından uygulamaya koydu. Şuan İsrail ekonomisi; Tayland, Çin, Sri Lanka,
Hindistan, Filipinler, Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve başka yerlerden gelen yüz
binlerce göçmeni çalıştırıyor[7] (7 Ekim’deki Hamas saldırısında en az 30
Tayland vatandaşı, dört Filipinli ve 10 Nepalli öldürüldü, bir kısmı da rehin
alındı). Bunların, Filistinlilere uygulanan ırk ayrımcılığı sistemine tabi
tutulmalarına gerek yok, zira geçici göçmen statüleri, sosyal kontrol ve
haklarından mahrum bırakılmalarını daha etkili bir şekilde sağlıyor, ayrıca, bu
göçmenler, işgal altındaki toprakların iadesini talep etmedikleri gibi bir
devlete yönelik siyasi taleplerde de bulunmuyorlar. Hamas’ın 7 Ekim’deki
saldırısının ardından İsrail, binlerce Filistinli işçiyi Gazze’ye geri
gönderirken[8], 10.000 kadar yabancı tarım işçisi[9] de ülkeden kaçtı. İsrailli
inşaat şirketleri, hükümetten Filistinlilerin yerine 100.000 Hintli işçiyi işe
almalarına izin vermesini istiyor.
Filistinli
kitleler, İsrail ve ulus ötesi sermaye için sıkı bir şekilde kontrol edilen ve
aşırı sömürülen bir işgücü olarak hizmet etmekten, yeni bir kapitalist
genişleme turunun önünde duran “insanlık fazlasına” (artık insanlığa) dönüştü.
Böylece Gazze, dünya genelindeki artık insanlığın içinde bulunduğu kötü durumun
güçlü bir simgesi hâline geliyor. On yıllardır süren küreselleşme ve
neoliberalizm, büyük insan kitlelerini kıyıya köşeye savurdu, onları böylesine
sefil bir varoluşa mahkûm etti. Yapay zekâya dayalı yeni teknolojiler;
çatışmalar, ekonomik çöküş ve iklim değişikliğinin yarattığı yerinden edilmeyle
birleştiğinde, ihtiyaç fazlası insanların sayısı katlanarak artacak.
Uluslararası
Çalışma Örgütü (ILO), yüzyılın başlarında küresel işgücünün yaklaşık üçte
birinin gereksiz hâle geldiğini rapor ediyordu.[10] ABD Ulusal Bilimler
Akademisi tarafından 2020 yılında yapılan bir çalışmada[11], dünyada ortalama
sıcaklıkta yaşanan her bir santigratlık artış için bir milyar insanın yerlerini
terk etmek ve dayanılmaz sıcaklara katlanmak zorunda kalacağı öngörülmekteydi.
İsrail,
egemen grupların aşırı-sömürü için gerekli emeğe duydukları ekonomik ihtiyaç
ile “artık insanlığın” fiili ve potansiyel isyanını etkisiz hâle getirmek için
duydukları siyasi ihtiyaç arasındaki gerilimi dünya çapında gözler önüne
seriyor. Yönetici sınıfın çevreleme stratejileri, her şeyden önemli hâle
geliyor ve ulusal yetki alanları arasındaki sınırlar, savaş ve ölüm bölgelerine
dönüşüyor.
Filistin,
işte böyle bir ölüm bölgesi, belki de en korkunç olanı; çünkü işgal, ırk
ayrımcılığı ve etnik temizlikle bağlantılı. Öte yandan, ABD-Meksika sınırında,
Kuzey Afrika-Ortadoğu-Avrupa koridorlarında ve küresel ekonominin yoğun birikim
bölgeleri ile insanlık fazlası arasındaki diğer sınır bölgelerinde de on
binlerce insan öldü. Hamas saldırısından sadece iki ay önce Suudi sınır
muhafızları, uyarı yapmadan ateş açmış ve hâlihazırda Krallık’ta çalışan ve
ülkede çalışan 750.000 Etiyopyalı göçmenin arasına katılmak için çabalayan
yüzlerce göçmeni sınır boyunda soğukkanlılıkla öldürmüştü.[12]
İsrail’in
Ortadoğu ve küresel ekonomiye entegrasyonu için lazım gelen yeni siyasi-diplomatik
anlaşma, soykırımı küresel sermaye birikiminin zorunluluklarıyla uyumlu bir
seçenek hâline getirmek için gerekli olan ikinci husustur. ABD’nin Irak’ı işgal
ve istilasının ardından, 1997 yılında Büyük Arap Serbest Ticaret Bölgesi ve
bununla bağlantılı bir dizi ikili ve çok taraflı bölgesel ve bölge dışı serbest
ticaret anlaşması imzalanmıştı. Ortadoğu küreselleştikçe, finans, enerji,
yüksek teknoloji, inşaat, altyapı, lüks tüketim, turizm ve diğer hizmet
alanlarındaki ulus ötesi şirket ve finans yatırımları da arttı. Bu yatırımlar,
trilyonlarca dolarlık varlık fonları da dâhil olmak üzere, Körfez sermayesini
AB, Kuzey ve Latin Amerika ve Asya gibi dünyanın dört bir yanından gelen
sermayeyle buluşturdu. Çin, bölgenin başlıca ticaret ortağı ve İsrail'in önemli
bir yatırımcısı hâline geldi.[13] Ortadoğu-Asya koridoru, artık küresel sermaye
için önemli bir kanal.[14]
Bu
kapitalist küreselleşme sayesinde İsrail merkezli sermaye, Ortadoğu’nun dört
bir yanındaki sermayelerle bütünleşerek, küresel birikim kanallarıyla iç içe
geçti. İsrailli ve Arap kapitalistlerin müşterek sınıfsal çıkarları, Filistin
üzerindeki siyasi farklılıkları gölgede bırakıyor. “Arap-İsrail çatışması”
ifadesinin, gelişmekte olan küresel kapitalist ekonomik yapı ile senkronize
olmayan geri kalmış bir siyasi-diplomatik çerçeve olduğu görüldü. 2020 yılında
BAE ve diğer bazı ülkeler, İsrail ile “Abraham Anlaşmalarını” imzalayarak,
Yahudi devleti ile Arap imzacılar arasındaki ilişkileri normalleştirdiler. Kısa
süre içinde yüz binlerce İsrailli turist, Dubai ve diğer yerlerdeki otelleri
doldururken, Körfez yatırım grupları da İsrail ekonomisine yüz milyonlarca
dolar akıttı.[15] Siyasi-diplomatik anlaşmayı ekonomik gerçeklikle senkronize hâle
getirecek olan şey, Suudi-İsrail normalleşmesi olacaktı.
Ancak
Filistinliler, partiye davetsiz daldılar! Ortadoğu’daki yeni finansal yatırım
dalgasının getirisi, ulus ötesi sermayenin genişlemesi yoluyla daha derin bir
bölgesel entegrasyonun siyasi temeli olarak İsrail ve Körfez ülkeleri
arasındaki ilişkilerin normalleşmesine bağlıydı. Filistinliler direnişlerini
sürdürdükleri sürece, bu normalleşme beklemede kalmak zorunda.
Gazze
savaşından iki hafta sonra, her yıl Riyad’da[16] düzenledikleri ve “Çölün Davos’u”
olarak anılan toplantıda küresel şirketlerin ve finans kuruluşlarının başındaki
elitler, Gazze savaşının dünya genelinde uzun vadeli finansal istikrarsızlık ve
durgunluğa katkıda bulunan jeopolitik gerilimleri daha da tırmandırdığı
konusunda duydukları endişelerini dile getirdiler.
Küresel
Kapitalist Krizin Bir Yüzü de Barbarlıktır
Bununla
birlikte, soykırımla mükemmel bir uyum içinde olan bölgedeki ulus ötesi
kapitalist sınıf içinde yer alan bazı unsurlar için göz kamaştırıcı başka bir
sahne kuruldu: askeri birikim ve baskı yoluyla birikim. Siyasi kaos ve kronik
istikrarsızlık, sermaye için oldukça elverişli koşullar yaratabilir. Distopik
cehennem manzaraları, siyasi stratejistler ve savaş korporatistleri için yeni
bir mekânsal yeniden yapılandırma turu için test alanları hâline gelebilir.
İsrail,
küresel savaş ekonomisinin simgesidir.[17] İsrail ekonomisinin merkezinde
yerel, bölgesel ve küresel şiddet, çatışma ve eşitsizliklerden beslenen, dünya
genelinde faal olan bir askeri-güvenlik-istihbarat-gözetleme-terörle mücadele
teknolojileri kompleksi duruyor.[18] Ülkenin en büyük şirketleri, Filistin’de,
Ortadoğu’da ve dünya genelinde savaş ve çatışmaya bağımlı hâle geldiler. Bugün
İsrail’deki politik sistem ve devlet üzerindeki etkileri aracılığıyla bu tür
çatışmaları bu şirketler teşvik ediyorlar.
Dünyanın
dört bir yanındaki her yeni çatışma, durgunluğu gidermek için yeni kâr imkânları
yaratıyor. Sonu gelmeyen yıkım dalgaları ve ardından gelen yeniden inşa, sadece
silâh endüstrisi için değil, mühendislik, inşaat ve ilgili tedarik firmaları,
yüksek teknoloji, enerji ve hepsi de küresel ekonominin merkezindeki ulus ötesi
finans ve yatırım yönetimi holdingleriyle entegre çok sayıda başka sektör için
de kâr sağlıyor. Bu tür yaratıcı yıkım amaçlı fırtınaları illaki yeniden inşa faaliyetlerinde
yaşanacak canlılık takip edecek.
ABD,
Avrupa ve diğer ülkelerdeki askeri ve güvenlik şirketlerinin hisseleri[19],
2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından oluşan küresel askeri
harcamaların katlanarak artacağına dönük beklentiyle birlikte, yükseldi.[20]
Gazze savaşı, ABD ve diğer Batılı hükümetler ile uluslararası silâh
tüccarlarından İsrail’e akan milyarlarca dolarla birlikte askerileştirilmiş
birikim için yeni bir teşvik sağladı. Dünyanın en büyük silâh şirketlerinin
birçoğunun siparişleri rekor seviyelere yaklaşmış durumda.[21] Geçenlerde bir
Morgan Stanley yöneticisi, “Görünüşe göre Gazze kuşatması portföyümüze gayet uygun”
diyordu.[22]
Küresel
ekonomi; kronik durgunluk ve küresel piyasaların doygunluğu karşısında kâr elde
etmenin ve sermaye birikimine devam etmenin bir aracı olarak savaş, sosyal
kontrol ve baskı sistemlerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına derinden
bağımlı hâle geldikçe, insanlığın fazlasını kontrol altına almaya yönelik siyasi
ihtiyaç ile birikim için yeni alanları şiddet yoluyla açmakla ilgili ekonomik
ihtiyaç arasında bir yakınlaşmaya tanık olunuyor.
Tarihsel
olarak savaşlar, kritik ekonomik teşvikler sağlamış ve birikmiş sermaye
fazlasını boşaltmaya hizmet etmiştir, ancak küresel polis devletinin[23]
yükselişiyle birlikte niteliksel olarak yeni bir şeye tanık oluyoruz. Büyümenin
önündeki sınırlar, yeni ölüm ve yıkım teknolojileriyle aşılıyor. Barbarlık,
kapitalist krizin yüzü olarak ortaya çıkıyor.
Ezilenleri
ve ötekileştirilenleri kontrol edip zapturapt altına almak ve aynı zamanda kriz
karşısında birikimi sürdürmek için uygulanan askerileştirilmiş birikim, faşist
siyasi eğilimlere meyillidir.[24] Krizdeki ulus ötesi kapitalizm bağlamında
soykırım, şiddet yoluyla birikim için yeni fırsatlar yarattığı ölçüde, kârlı bir
girişimdir. Filistin, böyle bir projenin daha geniş ölçekte yürütüleceği,
herkese örnek olacak bir mekân, siyasi meşruiyete ihtiyaç duymayan yeni mutlak
despotik iktidar biçimlerinin uygulanacağı bir saha hâline gelmiştir. Burada
artık eskinin yerleşimci sömürgeciliğinden daha fazlası söz konusudur; bu
gördüğümüz, kendisini ancak kan dökme, insanlıktan çıkarma, işkence ve imha ile
yeniden üretebilen küresel kapitalist sistemin yeni yüzüdür.
Kriz,
siyasi sistemleri parçalıyor, her yerde istikrarı ortadan kaldırıyor. Merkez
çöküyor. İktidar grupları otoriterliğe, diktatörlüğe ve faşizme yöneldikçe,
uzlaşmacı tahakküm mekanizmaları alt üst oluyor. Ortadoğu’da savaşın yürüdüğü
yol, bize dünyada savaşın yürüdüğü yolu veriyor.
Gazze,
önümüzdeki yirmi-otuz yıllık dönemde sermayenin artık sermaye ile artık
insanlık arasında cereyan eden ve bir türlü içinden çıkamadığı çelişkiyi çözüme
kavuşturmak için soykırım yöntemine politik bir araç olarak başvurma ihtimali
bulunduğu konusunda bize yapılmış bir uyarı olarak okunmalı.
Dünya
kapitalist krizinin daha önceki dönemlerinde hegemonik düzenin çöküşüne siyasi
istikrarsızlık, yoğun sınıfsal ve toplumsal mücadeleler, savaşlar ve yerleşik
uluslararası sistemdeki kırılmalar damgasını vurmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın
başlangıcının 1936-39 İspanya İç Savaşı ve onun sonucu olan faşist diktatörlük
olduğunu hatırlayalım. Filistin’de tehlikede olan, dünyanın geleceğidir.
William I. Robinson
Hoai-An Nguyen
15
Ocak 2024
Kaynak
[William
I. Robinson, Kaliforniya Üniversitesi Santa Barbara Kampüsü’nde Ordinaryüs
Profesör olarak çalışmaktadır. En son Can Global Capitalism Endure? (“Küresel
Kapitalizmin Varlığını Sürdürmesi Mümkün mü?”) isminde bir kitap çıkartmıştır.
Hoai-An Nguyen ise aynı üniversitenin sosyoloji bölümünde doktora adayıdır. Küresel
politik ekonomi ve Vietnam’ın dünya kapitalizmine entegrasyon süreci üzerine
bir araştırma yürütmektedir.]
Dipnotlar:
[1] Lauren Leatherby, “Gaza Civilians, Under Israeli Barrage”, , 25 Kasım 2023,
NYT.
[2]
Rupert Neate, “World’s 722 Biggest Companies”, 6 Temmuz 2023, Guardian.
[3]
Kate Aronoff, “Don’t Expect Gas Companies to Pause Business on Gaza’s Behalf”, NR.
[4]
Rachel Donald, “Everybody Wants Gaza’s Gas”, 31 Ekim 2023, Planet.
[5]
Brett Wilkins, “Cashing in on Genocide”, 19 Aralık 2023, CD.
[6]
Yvonne Ridley, “An Alternative to the Suez Canal is Central to Israel’s
Genocide of the Palestineans”, 5 Kasım 2023, MEM.
[7]
Michael Ellman ve Smain Laacher, “Migrant Workers in Israel”, 2003, FIDH.
[8]
Tia Goldenberg ve Isabel Debre, “Israel Deports Thousands of Palestinean
Workers Back to Gaza’s War Zone”, 4 Kasım 2023, AP.
[9]
Joseph Ataman, Nic Robertson ve Kocha Olarn, “Israel’s Farms Need Foreign
Labourers”, 26 Kasım 2023, CNN.
[10]
“World Employment 1996/97”, 19 Kasım 1996, ILO.
[11]
Timothy A. Kohler, Timothy M. Lenton ve Martin Scheffer, “Future of the Human
Climate Niche”, 4 Mayıs 2020, PNAS.
[12]
“They Fired on Us Like Rain”, 21 Ağustos 2023, HRW.
[13]
Giulia Interesse, “China-Israel Bilateral Trade and Investment Outlook”, 11
Ekim 2023, CB.
[14]
“Middle East-Asia Corridor”, 5 Eylül 2023, HSBC.
[15]
“Can Israeli-Emirati Business Ties Survive the Gaza War?”, 2 Kasım 2023, Economist.
[16]
Hadeel Al Sayegh ve Rachna Uppal, “As Israel-Hamas War Rages, Global Finance
Chiefs in Saudi Sound Gloomy Note”, 24 Ekim 2023, Reuters.
[17]
William I. Robinson, “Crisis of Humanity”, 26 Ağustos 2023, Truthout.
[18]
William I. Robinson, “The Political Economy of Israel Apartheid and the Specter
of Genocide”, 6 Kasım 2023, Znet.
[19]
Asit Manohar, “Russia-Ukraine War”, 2 Mart 2022, Mint.
[20]
Sergei Klebnikov, “War Stocks are Surging”, 4 Mart 2022, Forbes.
[21]
Brett Wilkins, “Business of War is Booming”, 28 Aralık 2023, CD.
[22]
Eli Clifton, “Hamas Has Created Additional Demand”, 30 Ekim 2023, Guardian.
[23]
William I. Robinson, The Global Police State, Pluto Press 2020.
[24] William I. Robinson, Global Capitalism and the Crisis of Humanity, Cambridge University Press 2014.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder