Bunu yazmazsam vefasızlık, gerçeği bildiği halde
saklamak, örtmek (küfür) olur:
Metin Yüksel Öncesi MTTB ve Müslüman Gençlik
İslamcı gençlik hareketlerinin kökeni, TC’den daha
eski bir geçmişe sahip olan ve İttihat Terakki Fırkası tarafından kurulan
MTTB’ye (Milli Türk Talebe Birliği) dayanmaktadır.
Pantürkist bir temele sahip olan İttihat Terakki,
MTTB’nin de düşünsel altyapısını oluşturmuştur. İlk zamanlarında eylemlilik
alanı çok kısıtlı olan MTTB milli mücadele döneminde kendi kabuğuna çekilmiş;
cumhuriyetin ilk dönemleriyle birlikte yeniden kendine faaliyet alanı
oluşturmuştur. Pantürkist ideolojinin etkisiyle Hatay’ın Misak-ıMilli
sınırlarına katılması için yaptıkları bir eylemden sonra 1936’da kapatılmıştır.
Bundan böyle çok partili hayata geçişle birlikte dernek faaliyetlerine olanak
verilmiş; böylece 1946’da tekrar kurulmuştur. Ana omurgası dönemin etkin
ideolojilerinden Turancılık olan MTTB, “vatandaş Türkçe konuş” kampanyasının o
dönemdeki yürütücüsüdür.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra komünist mücadelenin
ülkemizde de yükselmesiyle birlikte MTTB, anti-komünist propagandanın
yürütücüsü konumuna gelmiştir. Yoksul Müslüman halklardan komünizmi
uzaklaştırmak için, komünizmin “din düşmanı” bir ideoloji olduğu üzerine kurulu
bir propaganda yapmak adına, pantürkist MTTB Türk-İslam sentezini doğurmuştur.
Paralelinde komünizmle mücadele dernekleri kurulmuş ve yoksul Müslüman halklar
kapitalizmin ülkemizdeki görünümü olan piyasacı sağ siyasetlerin kucağına
itilmiştir.
1968 Bağımsızlar Hareketi ve sonrasında Milli Görüş’ün
partileşmesiyle birlikte Talebe Birliği, İslamcı gençlik hareketlerinin de ilk
nüvelendiği alan haline gelmiştir. 1968’de Rasim Cinisli’nin Talebe Birliği
başkanı seçilmesi ve akabinde Milli Görüş’ün Kudüs Günü’nü tertip etmesi
Türk-İslam sentezini başka coğrafyalar üzerinden ümmet bilincine doğru evriltme
adımlarıdır. Yalnız bu adımlar hiçbir zaman Türk-İslam sentezini tahrip
etmemiş, aksine milliyetçi-mukaddesatçı gençlik oluşumuna katkı sunmuştur. Ta
ki Metin Yüksel’e kadar…
AKP İktidarının Metin Yüksel’e İhaneti
Metin Yüksel, tam da Türk-İslam sentezciliğinin
ortasında, Müslüman gençlerin bağımsız ve gerçek anlamda ümmet bilincini
yeşertmesinin öncüsü olmuştur. Talebe Birliği’yle başlayıp sonrasında Akıncı
Gençlik’in öncülüğünü yapan Metin Yüksel, kısa ömrü dâhilinde, bugüne değin
uzanacak olan ufuk açıcı bir duruşun zeminini hazırlamıştır.
Maalesef bu zemin, 1979’da Türk-İslam sentezinin o
dönemdeki milis güçleri olan ülkücüler tarafından yok edilmek istenmiştir.
Metin Yüksel’i o gün şehit edenler, bugün MTTB döneminde kuluçka evresini
yaşayan AKP iktidarıyla omuz omuzadırlar.
Malûm, Başbakan, Pınarhisar Cezaevi’nde, bilinen
gerekçelerle aldığı ceza sebebi ile 4,5 ay gibi bir süre bulunmuştu. Başbakan
yaklaşık 1 yıl önceki konuşmasında, o mahkûmiyet durumundan bahisle,
“Pınarhisar Cezaevi bizim için adeta Mekteb-i Yusufiyye olmuştur” diyerek, Hz.
Yusuf’un zindana atılışı ve zindan hayatına atıfla kendi durumunu Hz. Yusuf’un
durumuyla özdeşleştirmek istemiştir.
Aslında her ikisinin bir tutsaklık gerçekliği
çerçevesinde paralelliği var gibi görünse de, tutsaklık koşulları açısından
önemli ve temelden bir farklılığı vardır ve bunun tutsaklık sürecinin en
başından itibaren, tutsaklık aşaması da dâhil yeniden sorgulanmasını, hatta
yakın tarihimizin yeniden değerlendirilmesini gerektirecek derecede hayatı bir
öneme sahiptir kanaatindeyiz.
Şöyle ki: 1978 yılında Tayyip Erdoğan’ın da
içerisinden yetiştiği o zamanın İslamcı gençliğin “en büyük ibadet Hakk’a
hizmet etmektir” sloganıyla özdeşleşen, o zamana kadar süregelen alışılmış
muhafazakâr İslamcı söylemin dışında, emek-eşitlik-adalet söylemlerini
ısrarla vurgulayan İslamcı ekolün gençlik lideri Metin Yüksel, Fatih Camii’nin
avlusunda derin devletle bağlantılı, zamanın ırkçı-faşist söylemlerini savunan
“ülkücüler” tarafından şehid edilmişti.
Bu cinayeti işleyenler ve tetikçiler olarak
yargılananlar ve hüküm giyenler arasında Hasan Yeşildağ isminde bir şahıs da
vardı.
Meselenin püf noktası tam da buradadır zaten. Bu Hasan
Yeşildağ denilen zat, Tayyip Erdoğan cezasını çekmek üzere Pınarhisar
Cezaevi’ne girmeden bir hafta önce, basit bir suç gerekçe gösterilerek, aynı
cezaevine giriş yapıyor ve Tayyip Erdoğan’ın talebi doğrultusunda kendi
kalacağı koğuşa yerleştiriliyor ve Tayyip Erdoğan ile cezaevinde kaldığı süre
içinde koğuş arkadaşlığı yapıyor. Hem de ne arkadaşlık! O hem koğuş arkadaşı
hem de onu koruyup kollayan durumunda. Ne yaman çelişki değil mi? Çelişki bununla
da kalmıyor. Hasan Yeşildağ tahliye sonrası İBB’nin en muteber
müteahhitlerinden biri oluyor ve halen müteahhitliği en ballı işlerde (toprak
döküm işi, belediyeye ait eğlence mekânlarının işletmeciliği vs.) devam ediyor.
Şimdi: Tayyip’in Pınarhisar Cezaevi serüvenini bu
hakikatler ışığında hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan niçin, neden, nasıl
sorularını sormadan, Hz. Yusuf’a atıfla,“Mekteb-i Yusufiyye” diye tanımlamasına
seyirci kalmak doğru mudur? Her ne sebeple olursa olsun bu, tahammül
edilebilecek bir durum mudur?
Ben ki rahmetli Metin Yüksel’i tanımış biri, onun
yürüttüğü muazzez mücadelenin tanığı ve de yukarıda kısaca değindiğim hakikati
bilen birisi olarak Başbakan’ın Pınarhisar Cezaevi’ni nasıl “Mekteb-i
Yusufiyye” diye tanımlamasına seyirci kalabilirim? Allah’ın bunun hesabını
soracağı bilinci ile bu konuya açıklık getirdim, getirmek istedim. Bu konu
hakkında malumatı olan ve de konuyu, sebep-sonuç ilişkisi bağlamında
değerlendirebilecek birçok kişinin Rahmetli Metin Yüksel’in vefalı yol
arkadaşları olduğunu biliyorum. Onların da, bu konuda bildiklerini açık
etmeleri, imanî bir vecibedir. Hatırlatması ile beraber;
Benim açımdan Tayyip Erdoğan özelinde “Pınarhisar olsa
olsa MEKTEB-İ İHANETİYYE’dir” diyorum vesselam.
Bu mu Metin Yüksel?
Metin Yüksel, emperyalizme, kapitalizme ve faşizme
karşı bağımsızlık, adalet ve eşitlik için kıyam edip yükselen vicdanın sesiydi.
Metin Yüksel, “en büyük ibadet hakkı müdafaa etmektir”
diyebilen irfanlı bir idrak eriydi.
Metin Yüksel, “sınıfsız ve sınırsız İslam toplumuna
doğru” şiarını yol edinen, hakikat yolunun yol eriydi.
Metin Yüksel, “ölüm bize ne uzak, ne yakın bize ölüm,
olumsuzluğu tattık ne yapsın bize ölüm” diyerek, kendisine telkinde bulunanlara
cevap verebilen bir inanmışlık eriydi.
Metin Yüksel, “semtteki yoksul aileleri tespit edip,
onlar için yardım toplayıp, bizzat kendi elleri ile ulaştıran” bir yardım
eriydi.
Metin Yüksel, “sağlık hizmeti ücretli olur mu?”
diyerek, mütevazı bir muayenehane oluşturup yoksul halka hizmeti ibadet bilen
bir takva eriydi.
Metin Yüksel, “özürlü, hasta ve yetimlere özel ilgi
gösteren” merhametli bir şefkat eriydi.
Metin Yüksel, “bizimle kim görüşmek isterse, biz
onunla mutlaka görüşürüz” diyebilen, mütevazı bir muhabbet eriydi. Ve,
Metin Yüksel, “şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve
çağlara” diyerek, kendi yaşamında bu çağrıya uymuş, çağına şahitlik edebilen,
bedenini şehadete yatırabilen bir iman eriydi.
“Allah
yolunda öldürülenlere sakin ölüler demeyin, tersine onlar diridirler ama siz
farkında değilsiniz.” [Bakara-154]
“Eğer
Allah yolunda öldürülürseniz veya ölürseniz, Allah’ın size lütfedeceği mağfiret
ve rahman onların biriktirdiklerinden daha hayırlıdır.” [Ali-imran-157]
Allah, Metin’e rahmet, bizi de
farkında olanlardan eylesin.
Abreg Togan
2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder