Giriş
ABD emperyalizminin yenilmez olduğunu kendince
hissetme üzerine kurulu sessiz oyun dâhilinde burjuva ideologların “tarihin
sonu”nu ilân etmelerinin üzerinden otuz yıl geçti.[1] Oysa emperyalizmin
çizmesini boyunlarında hisseden halkların mücadeleleri ve hareketleri açısından
böylesi bir son söz konusu değildi.
1996’da Brezilya’da yaşanan Carajás Katliamı gibi
şiddetle bastırılan Topraksız İşçiler Hareketi, işgal ve üretim yoluyla
toprağın ıslah edilmesini öngören halkçı tarım reformuna öncülük etti, ayrıca
ABD’nin çokuluslu şirketi Monsanto gibi zirai işletme sahasının devlerine
meydan okudu.[2]
“Latin Amerika kıtasını sarsan bir asker” olarak Hugo
Chávez, 1999’daki seçimlerde halkın epey bir oyunu alarak, kıtadaki diğer
ülkeleri peşinden sürükleyecek güçlü bir sol rüzgâr estirdi. Buna, 2005’te
ABD’nin önerdiği, Amerika kıtasında oluşturulacak serbest ticaret bölgeleriyle
ilgili öneriyi hükümsüz kılan, milyonlarca işçinin, köylünün, yerlinin, kadının
ve öğrencinin iştirak ettiği kitlesel hareketlilik eklendi. Bu hareket,
yaklaşık 200 yıldır yürürlükte olan ve ABD eliyle uygulanan Montroe Doktrini’ne
meydan okudu.[3]
2002 yılında Nijeryalı kadınlar, Nijer Deltası’ndaki
çevre tahribatını ve sömürüyü protesto etmek için Shell ve Chevron
şirketlerinin kapılarında toplaştılar. Haitililer, 2004’te ABD’nin baştaki
Jean-Bertrant Aristide’i devirmesi ve ardından yaşanan Amerikan işgalinin
ardından düzenlenen kitlesel gösterilerde ülkenin içine düştüğü aşağılık duruma
karşı çıktılar. 2006’da milyonlarca Nepalli, komünistlerin liderliğinde yürüyen
silâhlı direniş üzerinden krallığın devrilmesini kutladı. Sokakta kurduğu
işporta tezgâhında meyve satan Muhammed Buazizi 2010’da kendisini yakınca Tunus
halkı, Buazizi’nin böylesine bir durumla karşılaşmasına neden olan neoliberal
sisteme karşı ayaklandı.
Sonraki yıllarda kimi zaman ufak ve kolay kolay
algılanamayan, kimi zaman değişken ve patlamalarla kendisini ortaya koyan bazı
değişimlere tanık olundu. Bu değişimler, hem halk hareketlerinde hem de kimi
örneklerde epey güçlü olanlar da dâhil, bazı devletlerde karşılık buldu.
ABD, süreç içerisinde karşısında ekonomik gücü artan
bir Çin buldu. Küresel Güney’de bazı ekonomiler büyüdü (hatta 2007’de Küresel
Kuzey’in GSYİH’sini satın alma gücü paritesi bakımından geride bıraktı). ABD,
yerli sermaye yatırımının düşük olduğu döneme girdi. Ekonomi finansallaştı,
ülke, imalat sahasındaki üstünlüğünü yitirdi.
2009’da Çay Partisi’nin yükselişi, iç siyasetteki
kırılmaya işaret ediyordu. Uluslararası planda ABD, Çin’de rejimi hafif
müdahalelerle tahrip etme hedefine ulaşamadı, ayrıca Rusya’daki rejimi
değiştiremediği gibi, ülkeyi nükleer gücünden arındıramadı da. 2003-2011 arası
dönemi kapsayan ve felâketle neticelenen Irak Savaşı’nın sona ermesiyle
birlikte askeri harcamalarda geçici bir azalma yaşandı, ama sonrasında ABD,
ilgili değişimlere vereceği cevabın ana ekseni olarak, askeri güç tehdidini
kullanma aşamasına geçti.
ABD, hegemonyasını tarihsel planda üç düzlemde
yitirdi: üretim, finans ve ordu.[4]
ABD, üretimdeki hegemonyasını kaybetmiş olsa da,
askeriyeyle ilgili olanlar da dâhil olmak üzere, teknolojik hegemonyanın hâlâ
devam ettiği kimi alanlar mevcut. Henüz başlangıç aşamasında olmasına ve ABD
dolarının statüsü etrafında dönmesine rağmen, mali hegemonyasına meydan
okunduğunu görüyor. Her ne kadar gerilemesinin ekonomik ve politik yönleri
hızlanıyor olsa da, hâlâ askeri gücünü koruyor; bu da ABD’nin ekonomik
gerilemesinin sonuçlarının üstesinden askeri ya da askeriye bağlantılı
araçlarla gelme girişiminde bulunmasına neden oluyor.
ABD, Çin’i stratejik rakibi olarak tanımladı. ABD’nin
asgari programı, Çin’in kontrol altına alınması ve ekonomik olarak küçültülmesi
hedefi üzerine kuruludur. Bu program, ABD’nin ileride kalıcı biçimde tesis
etmek istediği ekonomik hegemonyayı şimdiden güvence altına almaya yetecek bir
programdır.
ABD kapitalizminin Çin’in yükselişini sınırlama
girişimleri, kendi açısından makuldür. Bunu yapmadığı takdirde, ABD’nin üretici
güçlerinin üst düzeylerini kontrol etme konusundaki göreceli avantajını ve
bunun sonucunda ortaya çıkan kontrolün gerektirdiği tekel ayrıcalıkları
yitirecektir. ABD devleti içindeki aktörler arasında, (ABD’nin ülke içindeki
üretici güçlerinin tümüyle yeniden modernize edilmesi şimdilik imkânsız olsa
da) Çin’le ABD arasındaki bağı kesme işlemine devam etme ve bu ülkeye yönelik
askeri hazırlıkları ileri safhalara taşıma konusunda genel bir oydaşma söz konusudur.
ABD’nin NATO’nun genişlemeyeceğine dair verdiği
güvenceleri ihlal eden girişimleri ve Kiev ile Donbas arasında süregiden iç
savaş sebebiyle, Rus birliklerinin Şubat 2022’de Ukrayna’ya girmesi, ABD
açısından dünyadaki askeri saflaşmada yeni bir aşamaya geçildiğinin açık bir
ifadesiydi. Birbiri ardına yapılan bir dizi hamle dâhilinde ABD, Kuzey’deki tüm
ülkeleri kendisine tabi kıldı, böylelikle o ülkelerin askeri aygıtlarını da
kendisine bağladı. ABD, bu süreçte kendisini eski Doğu Bloku’nun üç üyesini de
içeren ve “NATO+” olarak nitelendirilebilecek yapının askeri hegemonu olarak
tesis etti. 2023’te Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen NATO zirvesine
üye veya gözlemci olarak katılan, aralarında Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya
ve Kore Cumhuriyeti’nin de bulunduğu ülkeler, esasen fiilen bu NATO+’nın
üyesidirler. Zirveye, politik açıdan kendisine uygun görmediği için orada yer
almayan İsrail ve Kuzey’in birkaç küçük ülkesi zirveye katılmadı.
Ekim 2023’le birlikte İsrail, ABD hükümetinin eksiksiz
ve utanma nedir bilmeden sunduğu desteği arkasına alarak, Filistinlilere
yönelik, yurtsuzlaştırma, etnik temizlik, kolektif cezalandırma ve soykırımı
içeren bir harekât başlattı. Gazze’deki çatışma sürecinin hızlanması sonrası
Ukrayna’da yaşanan gelişmeler, emperyalist sistemde niteliksel bir değişimin
yaşandığına dair önemli birer gösterge.
ABD, diğer tüm emperyalist ülkeleri kendisine
ekonomik, politik ve askeri açıdan tabi kılma çalışmalarını artık tamama
erdirmiştir. Bu sayede bütünleşik, askeri pratiğe odaklanmış bir emperyalist
blok iyice pekişmiştir. Bu bloğun amacı, Güney’in boynuna taktığı boyunduruğu
muhafaza edip kontrolünden çıkmış olan dünyanın en büyük sahası olarak
Avrasya’ya hâkim olma meselesine odaklanmıştır.
Kuzey’in kendi politikalarıyla uyumlu olmayan Güney
ülkelerine karşı açıktan savaş ilân ettiğini, husumetini yekten dile
getirdiğini söylersek abartmış olmayız. Bu düşmanlık, 9 Ocak 2023’te AB-NATO
İşbirliği ile ilgili ortak bildiride de karşılık bulmaktadır:
“Politik,
ekonomik veya askeri, elimizdeki tüm araçları bir milyar yurttaşımızın
faydasına olan müşterek hedeflerimiz doğrultusunda devreye sokacağız.”[5]
Gazze’de Filistin halkı, NATO+’nın barbarlığını herkesin
gözü önünde bilfiil etinde canında hissediyor. Küresel Kuzey’in kendi arasında
zorunlu olarak tesis ettiği “uzlaşma zemini”nin kurulabildiğini de görüyor.
Filistin kurtuluş hareketinin liderlerinden Leyla Halid bu gerçeği kısa süre önce
şu şekilde dile getirmişti:
“Onlar
terörizmden bahsediyorlar ama asıl terörizmi onlar yapıyor. Dünyanın her
yerinde, Irak’ta, Suriye’de, başka ülkelerde emperyalist güç Çin’e saldırı
hazırlıkları yürütüyor. Ağızlarından sadece terörizmin silâhını kendilerine
çevirdiği tespiti dökülüyor. İnsanlar silâhlı mücadele dâhil, eldeki her türden
araçla direnme hakkına sahiptirler. Bu, Birleşmiş Milletler Bildirgesi’nde dile
getirilmiş olan bir haktır. Bu anlamda, emperyalistler insanların direnme
hakkını ihlal ediyorlar, çünkü özgürlüğü yeniden kazanmak insanların bir
hakkıdır. Her zaman dediğim gibi: ‘nerede baskı varsa orada direniş vardır’, bu
temel bir kanundur. İnsanlar baskı ve işgal koşullarında yaşamayacaklar. Tarih bize
halk direndiğinde onurlarını ve topraklarını muhafaza edebildiklerini öğretti.”[6]
* * *
Emperyalizm, “Hiper-Emperyalizm” olarak
adlandırdığımız yeni aşamaya geçiş için gerekli dönüşüm süreci içine girmiştir.[7]
Bu, emperyalizmin abartılı ve devinimi esas alarak işlediği, ancak bir yandan
da çöküş aşamasında olan imparatorluğun dayattığı sınırlara tabi olduğu bir
aşama. Bu aşamada emperyalizmin ortaya koyduğu çaba neticesinde yaşadığı
kasılmaları, ABD militarizminin belirlediği koşullarda yaşayan ve aniden duyduğu
her seste içgüdüsel olarak başını tutan milyonlarca Kongolu, Filistinli, Somalili,
Suriyeli ve Yemenli hissediyor.
Gene de, bu aşamada, Dünya Bankası ve diğer kalkınma
amaçlı kurumlar üzerinden yürüyen ekonomik emperyalizmin gerçekleştirdiği, vekalet
savaşları ile ilerleyen Soğuk Savaş’ın başlattığı kanlı yürüyüşe tanık olduğumuzu
söyleyemeyiz. Bu, denizin ortasında boğulan ve yatına geri dönmek zorunda
olduğuna kesin olarak inanan milyarderin emperyalizmi. Geri dönmek için o
milyarder, bugün hâlen daha güçlü olan kaslarını, yani orduyu çalıştırıyor. Ama
bu emperyalizm, bir zamanlar ABD’nin sahip olduğu, kontrol amacıyla kullandığı emperyalist
teknolojilerinin benzerine artık sahip olmadığını, finansal gücünün kritik
eşiğe ulaştığını, üretim gücünden yoksun olduğunu biliyor. Bu sebeple, o,
hakikatin kontrolünü ifade eden kültür mekanizması ve savaş mekanizması
üzerinden yoğun bir çaba içine giriyor.
Hiper-emperyalizmin taktiklerini kısmen hukuk temelli
savaşlar, aşırı tedbirler, milli rezervlere ve varlıklara el konulması, ordular
haricinde yürütülen savaşı içeren melez savaş pratiğindeki modernizasyon biçimlendiriyor.
Dijital çağı tanımlayan gözetleme amaçlı yeni teknolojik aletler ve hedef
kitlesi belli olan iletişim pratikleri, fikirler savaşının emperyalist manada
kontrol altına alınması düzleminde devreye sokuluyorlar. Bu bağlamda, Küresel
Güney’e karşı işlenmiş çok sayıda suçu ifşa etmiş olan, WikiLeaks belgelerini
yayınlayan Julian Assange’ın politik tutsak hâline gelmesi gibi, hakikate karşı
çok daha sapkın ve gizli yöntemler uygulanıyor.[8]
Küresel Kuzey, 49 ülkeden oluşan bütünleşik bir
askeri, politik ve ekonomik blok. Bu ülkeler arasında ABD, Kanada, Avustralya, Yeni
Zelanda, İsrail, Japonya, ikincil konumdaki Batı ve Doğu Avrupa ülkeleri
bulunuyor. Biz, askeri düzlemde bir NATO üyesi olarak Türkiye, Kore Cumhuriyeti
ve Filipinler (bunun yanında, fiilen ABD’nin askeri araçlarla elinde tuttuğu sömürgeleri,
Küresel Güney’in parçası olmalarına rağmen, “ABD öncülüğünde hareket eden
askeri blok” başlığı altında değerlendiriyoruz.
Son yirmi yıl içerisinde Küresel Kuzey, ekonomi
düzleminde önemli bir gerilemeye tanık oldu. Buna politik, toplumsal ve ahlaki
gerileme eşlik etti. “İnsan hakları” ve “basın hürriyeti” ile ilgili altı boş
iddiaları artık alay konusu. Filistinlilerin haklarına yönelik halk desteğini
yasa dışı ilan etme çabaları da aynı şekilde tepkiyle karşılanıyor. Dünyanın
esmer halklarının aşağılandığı ve yok edildiği saldırılara verdiği destek,
geçmiş yüzyıllarda da görülen bir olguydu. Bu durumu “beyazlardaki kolektif kırılganlık”
olarak tarif etmek mümkün.
Küresel Güney ise eski sömürgelerden ve
yarı-sömürgelerden, birkaç Avrupa dışı bağımsız devletten, şuan sosyalist olan
veya geçmişte olmuş ülkelerden oluşuyor. Güney’in önemli bir kısmı, ulusal
kurtuluş, bağımsızlık, kalkınma ve bütünsel ekonomik ve politik egemenlik için
verdiği mücadeleleri tamama erdirmeye hâlen daha ihtiyaç duyuyor.
Terminolojideki kısıtlara rağmen biz, “Küresel Kuzey”,
ara sıra da (sıklıkla başvurulan boş bir ifade olarak) “Batı” terimini
kullanıyoruz. Kimi zaman bu iki terim, esasen daha doğru bulduğumuz “ABD
öncülüğünde hareket eden emperyalist kamp” terimi yerine kullanıyoruz.
Küresel Kuzey’i dört “halka” dâhilinde analiz
ediyoruz. Eskiden önemli bir kısmı “Üçüncü Dünya” olarak anılan Küresel Güney
ise rejim değişikliği çalışmalarına hedef olma düzeyi ve enternasyonalist,
antiemperyalist duruş sergileyen hükümetlerinin oynadığı role göre altı ayrı
grupta ele alınıyor. Küresel Kuzey, Küresel Güney’le genele yayılmış ve çok
farklı düzeylere ulaşmış bir çatışma içerisinde bulunuyor.
Üç Kıta Toplumsal Araştırmalar
Enstitüsü
23 Ocak 2024
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Vijay Prashad, Struggle Makes Us Human:
Learning from Movements for Socialism (New York: Haymarket Books, 2022);
Tricontinental: Institute for Social Research, Ten Theses on Marxism and
Decolonisation, Dosya No. 56, 20 Eylül 2022, TISR.
[2] Tricontinental: Institute for Social Research, Popular
Agrarian Reform and the Struggle for Land in Brazil, Dosya No. 27, 6 Nisan
2020, TISR.
[3] Tricontinental: Institute for Social Research, The
Strategic Revolutionary Thought and Legacy of Hugo Chávez Ten Years After His
Death, Dosya No. 61, 28 Şubat 2023, TISR;
Tricontinental: Institute for Social Research, A Map of Latin America’s
Present: An Interview with Héctor Béjar, Dosya No. 49, 7 Şubat 2022, TISR; Tricontinental: Institute for Social Research, The
US Ministry of Colonies and Its Summit, red alert no. 14, 25 Mayıs 2022, TISR.
[4] Immanuel Wallerstein, ‘The Three Instances of
Hegemony in the History of the Capitalist World-Economy’, yayına hz.: Lenski, Current
Issues and Research in Macrosociology, 1 Ocak 1984, s. 100–108, DOI.
[5] Jens Stoltenberg, Ursula von der Leyen, ve Charles
Michel, ‘Joint Declaration on EU-NATO Cooperation’, 10 Ocak 2023, NATO.
[6] Leila Khaled, ‘Where There is Repression, There is
Resistance’, Capire, 27 Ekim 2023, Capire.
[7] Vladimir I. Lenin, Imperialism, the Highest
Stage of Capitalism: A Popular Outline (New York: International Publishers,
1939); Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa (Londra:
Bogle-L’Ouverture Publications, 1972); Kwame Nkrumah, Neo-Colonialism: The
Last Stage of Imperialism, Yeni Baskı (Londra: Panaf, 2004).
[8] Julian Assange, When Google Met WikiLeaks (New York: OR Books, 2014).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder