Pages

22 Şubat 2024

Hiper-Emperyalizm


Giriş

ABD emperyalizminin yenilmez olduğunu kendince hissetme üzerine kurulu sessiz oyun dâhilinde burjuva ideologların “tarihin sonu”nu ilân etmelerinin üzerinden otuz yıl geçti.[1] Oysa emperyalizmin çizmesini boyunlarında hisseden halkların mücadeleleri ve hareketleri açısından böylesi bir son söz konusu değildi.

1996’da Brezilya’da yaşanan Carajás Katliamı gibi şiddetle bastırılan Topraksız İşçiler Hareketi, işgal ve üretim yoluyla toprağın ıslah edilmesini öngören halkçı tarım reformuna öncülük etti, ayrıca ABD’nin çokuluslu şirketi Monsanto gibi zirai işletme sahasının devlerine meydan okudu.[2]

“Latin Amerika kıtasını sarsan bir asker” olarak Hugo Chávez, 1999’daki seçimlerde halkın epey bir oyunu alarak, kıtadaki diğer ülkeleri peşinden sürükleyecek güçlü bir sol rüzgâr estirdi. Buna, 2005’te ABD’nin önerdiği, Amerika kıtasında oluşturulacak serbest ticaret bölgeleriyle ilgili öneriyi hükümsüz kılan, milyonlarca işçinin, köylünün, yerlinin, kadının ve öğrencinin iştirak ettiği kitlesel hareketlilik eklendi. Bu hareket, yaklaşık 200 yıldır yürürlükte olan ve ABD eliyle uygulanan Montroe Doktrini’ne meydan okudu.[3]

2002 yılında Nijeryalı kadınlar, Nijer Deltası’ndaki çevre tahribatını ve sömürüyü protesto etmek için Shell ve Chevron şirketlerinin kapılarında toplaştılar. Haitililer, 2004’te ABD’nin baştaki Jean-Bertrant Aristide’i devirmesi ve ardından yaşanan Amerikan işgalinin ardından düzenlenen kitlesel gösterilerde ülkenin içine düştüğü aşağılık duruma karşı çıktılar. 2006’da milyonlarca Nepalli, komünistlerin liderliğinde yürüyen silâhlı direniş üzerinden krallığın devrilmesini kutladı. Sokakta kurduğu işporta tezgâhında meyve satan Muhammed Buazizi 2010’da kendisini yakınca Tunus halkı, Buazizi’nin böylesine bir durumla karşılaşmasına neden olan neoliberal sisteme karşı ayaklandı.

Sonraki yıllarda kimi zaman ufak ve kolay kolay algılanamayan, kimi zaman değişken ve patlamalarla kendisini ortaya koyan bazı değişimlere tanık olundu. Bu değişimler, hem halk hareketlerinde hem de kimi örneklerde epey güçlü olanlar da dâhil, bazı devletlerde karşılık buldu.

ABD, süreç içerisinde karşısında ekonomik gücü artan bir Çin buldu. Küresel Güney’de bazı ekonomiler büyüdü (hatta 2007’de Küresel Kuzey’in GSYİH’sini satın alma gücü paritesi bakımından geride bıraktı). ABD, yerli sermaye yatırımının düşük olduğu döneme girdi. Ekonomi finansallaştı, ülke, imalat sahasındaki üstünlüğünü yitirdi.

2009’da Çay Partisi’nin yükselişi, iç siyasetteki kırılmaya işaret ediyordu. Uluslararası planda ABD, Çin’de rejimi hafif müdahalelerle tahrip etme hedefine ulaşamadı, ayrıca Rusya’daki rejimi değiştiremediği gibi, ülkeyi nükleer gücünden arındıramadı da. 2003-2011 arası dönemi kapsayan ve felâketle neticelenen Irak Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte askeri harcamalarda geçici bir azalma yaşandı, ama sonrasında ABD, ilgili değişimlere vereceği cevabın ana ekseni olarak, askeri güç tehdidini kullanma aşamasına geçti.

ABD, hegemonyasını tarihsel planda üç düzlemde yitirdi: üretim, finans ve ordu.[4]

ABD, üretimdeki hegemonyasını kaybetmiş olsa da, askeriyeyle ilgili olanlar da dâhil olmak üzere, teknolojik hegemonyanın hâlâ devam ettiği kimi alanlar mevcut. Henüz başlangıç aşamasında olmasına ve ABD dolarının statüsü etrafında dönmesine rağmen, mali hegemonyasına meydan okunduğunu görüyor. Her ne kadar gerilemesinin ekonomik ve politik yönleri hızlanıyor olsa da, hâlâ askeri gücünü koruyor; bu da ABD’nin ekonomik gerilemesinin sonuçlarının üstesinden askeri ya da askeriye bağlantılı araçlarla gelme girişiminde bulunmasına neden oluyor.

ABD, Çin’i stratejik rakibi olarak tanımladı. ABD’nin asgari programı, Çin’in kontrol altına alınması ve ekonomik olarak küçültülmesi hedefi üzerine kuruludur. Bu program, ABD’nin ileride kalıcı biçimde tesis etmek istediği ekonomik hegemonyayı şimdiden güvence altına almaya yetecek bir programdır.

ABD kapitalizminin Çin’in yükselişini sınırlama girişimleri, kendi açısından makuldür. Bunu yapmadığı takdirde, ABD’nin üretici güçlerinin üst düzeylerini kontrol etme konusundaki göreceli avantajını ve bunun sonucunda ortaya çıkan kontrolün gerektirdiği tekel ayrıcalıkları yitirecektir. ABD devleti içindeki aktörler arasında, (ABD’nin ülke içindeki üretici güçlerinin tümüyle yeniden modernize edilmesi şimdilik imkânsız olsa da) Çin’le ABD arasındaki bağı kesme işlemine devam etme ve bu ülkeye yönelik askeri hazırlıkları ileri safhalara taşıma konusunda genel bir oydaşma söz konusudur.

ABD’nin NATO’nun genişlemeyeceğine dair verdiği güvenceleri ihlal eden girişimleri ve Kiev ile Donbas arasında süregiden iç savaş sebebiyle, Rus birliklerinin Şubat 2022’de Ukrayna’ya girmesi, ABD açısından dünyadaki askeri saflaşmada yeni bir aşamaya geçildiğinin açık bir ifadesiydi. Birbiri ardına yapılan bir dizi hamle dâhilinde ABD, Kuzey’deki tüm ülkeleri kendisine tabi kıldı, böylelikle o ülkelerin askeri aygıtlarını da kendisine bağladı. ABD, bu süreçte kendisini eski Doğu Bloku’nun üç üyesini de içeren ve “NATO+” olarak nitelendirilebilecek yapının askeri hegemonu olarak tesis etti. 2023’te Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen NATO zirvesine üye veya gözlemci olarak katılan, aralarında Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Kore Cumhuriyeti’nin de bulunduğu ülkeler, esasen fiilen bu NATO+’nın üyesidirler. Zirveye, politik açıdan kendisine uygun görmediği için orada yer almayan İsrail ve Kuzey’in birkaç küçük ülkesi zirveye katılmadı.

Ekim 2023’le birlikte İsrail, ABD hükümetinin eksiksiz ve utanma nedir bilmeden sunduğu desteği arkasına alarak, Filistinlilere yönelik, yurtsuzlaştırma, etnik temizlik, kolektif cezalandırma ve soykırımı içeren bir harekât başlattı. Gazze’deki çatışma sürecinin hızlanması sonrası Ukrayna’da yaşanan gelişmeler, emperyalist sistemde niteliksel bir değişimin yaşandığına dair önemli birer gösterge.

ABD, diğer tüm emperyalist ülkeleri kendisine ekonomik, politik ve askeri açıdan tabi kılma çalışmalarını artık tamama erdirmiştir. Bu sayede bütünleşik, askeri pratiğe odaklanmış bir emperyalist blok iyice pekişmiştir. Bu bloğun amacı, Güney’in boynuna taktığı boyunduruğu muhafaza edip kontrolünden çıkmış olan dünyanın en büyük sahası olarak Avrasya’ya hâkim olma meselesine odaklanmıştır.

Kuzey’in kendi politikalarıyla uyumlu olmayan Güney ülkelerine karşı açıktan savaş ilân ettiğini, husumetini yekten dile getirdiğini söylersek abartmış olmayız. Bu düşmanlık, 9 Ocak 2023’te AB-NATO İşbirliği ile ilgili ortak bildiride de karşılık bulmaktadır:

“Politik, ekonomik veya askeri, elimizdeki tüm araçları bir milyar yurttaşımızın faydasına olan müşterek hedeflerimiz doğrultusunda devreye sokacağız.”[5]

Gazze’de Filistin halkı, NATO+’nın barbarlığını herkesin gözü önünde bilfiil etinde canında hissediyor. Küresel Kuzey’in kendi arasında zorunlu olarak tesis ettiği “uzlaşma zemini”nin kurulabildiğini de görüyor. Filistin kurtuluş hareketinin liderlerinden Leyla Halid bu gerçeği kısa süre önce şu şekilde dile getirmişti:

“Onlar terörizmden bahsediyorlar ama asıl terörizmi onlar yapıyor. Dünyanın her yerinde, Irak’ta, Suriye’de, başka ülkelerde emperyalist güç Çin’e saldırı hazırlıkları yürütüyor. Ağızlarından sadece terörizmin silâhını kendilerine çevirdiği tespiti dökülüyor. İnsanlar silâhlı mücadele dâhil, eldeki her türden araçla direnme hakkına sahiptirler. Bu, Birleşmiş Milletler Bildirgesi’nde dile getirilmiş olan bir haktır. Bu anlamda, emperyalistler insanların direnme hakkını ihlal ediyorlar, çünkü özgürlüğü yeniden kazanmak insanların bir hakkıdır. Her zaman dediğim gibi: ‘nerede baskı varsa orada direniş vardır’, bu temel bir kanundur. İnsanlar baskı ve işgal koşullarında yaşamayacaklar. Tarih bize halk direndiğinde onurlarını ve topraklarını muhafaza edebildiklerini öğretti.”[6]

* * *

Emperyalizm, “Hiper-Emperyalizm” olarak adlandırdığımız yeni aşamaya geçiş için gerekli dönüşüm süreci içine girmiştir.[7] Bu, emperyalizmin abartılı ve devinimi esas alarak işlediği, ancak bir yandan da çöküş aşamasında olan imparatorluğun dayattığı sınırlara tabi olduğu bir aşama. Bu aşamada emperyalizmin ortaya koyduğu çaba neticesinde yaşadığı kasılmaları, ABD militarizminin belirlediği koşullarda yaşayan ve aniden duyduğu her seste içgüdüsel olarak başını tutan milyonlarca Kongolu, Filistinli, Somalili, Suriyeli ve Yemenli hissediyor.

Gene de, bu aşamada, Dünya Bankası ve diğer kalkınma amaçlı kurumlar üzerinden yürüyen ekonomik emperyalizmin gerçekleştirdiği, vekalet savaşları ile ilerleyen Soğuk Savaş’ın başlattığı kanlı yürüyüşe tanık olduğumuzu söyleyemeyiz. Bu, denizin ortasında boğulan ve yatına geri dönmek zorunda olduğuna kesin olarak inanan milyarderin emperyalizmi. Geri dönmek için o milyarder, bugün hâlen daha güçlü olan kaslarını, yani orduyu çalıştırıyor. Ama bu emperyalizm, bir zamanlar ABD’nin sahip olduğu, kontrol amacıyla kullandığı emperyalist teknolojilerinin benzerine artık sahip olmadığını, finansal gücünün kritik eşiğe ulaştığını, üretim gücünden yoksun olduğunu biliyor. Bu sebeple, o, hakikatin kontrolünü ifade eden kültür mekanizması ve savaş mekanizması üzerinden yoğun bir çaba içine giriyor.

Hiper-emperyalizmin taktiklerini kısmen hukuk temelli savaşlar, aşırı tedbirler, milli rezervlere ve varlıklara el konulması, ordular haricinde yürütülen savaşı içeren melez savaş pratiğindeki modernizasyon biçimlendiriyor. Dijital çağı tanımlayan gözetleme amaçlı yeni teknolojik aletler ve hedef kitlesi belli olan iletişim pratikleri, fikirler savaşının emperyalist manada kontrol altına alınması düzleminde devreye sokuluyorlar. Bu bağlamda, Küresel Güney’e karşı işlenmiş çok sayıda suçu ifşa etmiş olan, WikiLeaks belgelerini yayınlayan Julian Assange’ın politik tutsak hâline gelmesi gibi, hakikate karşı çok daha sapkın ve gizli yöntemler uygulanıyor.[8]

Küresel Kuzey, 49 ülkeden oluşan bütünleşik bir askeri, politik ve ekonomik blok. Bu ülkeler arasında ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, İsrail, Japonya, ikincil konumdaki Batı ve Doğu Avrupa ülkeleri bulunuyor. Biz, askeri düzlemde bir NATO üyesi olarak Türkiye, Kore Cumhuriyeti ve Filipinler (bunun yanında, fiilen ABD’nin askeri araçlarla elinde tuttuğu sömürgeleri, Küresel Güney’in parçası olmalarına rağmen, “ABD öncülüğünde hareket eden askeri blok” başlığı altında değerlendiriyoruz.

Son yirmi yıl içerisinde Küresel Kuzey, ekonomi düzleminde önemli bir gerilemeye tanık oldu. Buna politik, toplumsal ve ahlaki gerileme eşlik etti. “İnsan hakları” ve “basın hürriyeti” ile ilgili altı boş iddiaları artık alay konusu. Filistinlilerin haklarına yönelik halk desteğini yasa dışı ilan etme çabaları da aynı şekilde tepkiyle karşılanıyor. Dünyanın esmer halklarının aşağılandığı ve yok edildiği saldırılara verdiği destek, geçmiş yüzyıllarda da görülen bir olguydu. Bu durumu “beyazlardaki kolektif kırılganlık” olarak tarif etmek mümkün.

Küresel Güney ise eski sömürgelerden ve yarı-sömürgelerden, birkaç Avrupa dışı bağımsız devletten, şuan sosyalist olan veya geçmişte olmuş ülkelerden oluşuyor. Güney’in önemli bir kısmı, ulusal kurtuluş, bağımsızlık, kalkınma ve bütünsel ekonomik ve politik egemenlik için verdiği mücadeleleri tamama erdirmeye hâlen daha ihtiyaç duyuyor.

Terminolojideki kısıtlara rağmen biz, “Küresel Kuzey”, ara sıra da (sıklıkla başvurulan boş bir ifade olarak) “Batı” terimini kullanıyoruz. Kimi zaman bu iki terim, esasen daha doğru bulduğumuz “ABD öncülüğünde hareket eden emperyalist kamp” terimi yerine kullanıyoruz.

Küresel Kuzey’i dört “halka” dâhilinde analiz ediyoruz. Eskiden önemli bir kısmı “Üçüncü Dünya” olarak anılan Küresel Güney ise rejim değişikliği çalışmalarına hedef olma düzeyi ve enternasyonalist, antiemperyalist duruş sergileyen hükümetlerinin oynadığı role göre altı ayrı grupta ele alınıyor. Küresel Kuzey, Küresel Güney’le genele yayılmış ve çok farklı düzeylere ulaşmış bir çatışma içerisinde bulunuyor.

Üç Kıta Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü
23 Ocak 2024
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Vijay Prashad, Struggle Makes Us Human: Learning from Movements for Socialism (New York: Haymarket Books, 2022); Tricontinental: Institute for Social Research, Ten Theses on Marxism and Decolonisation, Dosya No. 56, 20 Eylül 2022, TISR.

[2] Tricontinental: Institute for Social Research, Popular Agrarian Reform and the Struggle for Land in Brazil, Dosya No. 27, 6 Nisan 2020, TISR.

[3] Tricontinental: Institute for Social Research, The Strategic Revolutionary Thought and Legacy of Hugo Chávez Ten Years After His Death, Dosya No. 61, 28 Şubat 2023, TISR; Tricontinental: Institute for Social Research, A Map of Latin America’s Present: An Interview with Héctor Béjar, Dosya No. 49, 7 Şubat 2022, TISR; Tricontinental: Institute for Social Research, The US Ministry of Colonies and Its Summit, red alert no. 14, 25 Mayıs 2022, TISR.

[4] Immanuel Wallerstein, ‘The Three Instances of Hegemony in the History of the Capitalist World-Economy’, yayına hz.: Lenski, Current Issues and Research in Macrosociology, 1 Ocak 1984, s. 100–108, DOI.

[5] Jens Stoltenberg, Ursula von der Leyen, ve Charles Michel, ‘Joint Declaration on EU-NATO Cooperation’, 10 Ocak 2023, NATO.

[6] Leila Khaled, ‘Where There is Repression, There is Resistance’, Capire, 27 Ekim 2023, Capire.

[7] Vladimir I. Lenin, Imperialism, the Highest Stage of Capitalism: A Popular Outline (New York: International Publishers, 1939); Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa (Londra: Bogle-L’Ouverture Publications, 1972); Kwame Nkrumah, Neo-Colonialism: The Last Stage of Imperialism, Yeni Baskı (Londra: Panaf, 2004).

[8] Julian Assange, When Google Met WikiLeaks (New York: OR Books, 2014).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder