Pages

30 Ocak 2024

Yaşam İçin Sanat: Toplumsal Gerçekçilik

“Sorun” [Neşet Günal -1964]


Yaşamımın bir parçası olarak sanata merak duyuyorum,
yaşamımı idame ettirmek için değil.

[Robert Henri]


Sanatın bağımsız ve görevsiz olduğuna inanmış ve sanatı; hedonist yaşamının, salt bireysel duygularının, filtreli düşüncelerinin, ticari amaçlarının oyun sahası alanı gören egoist şov yıldızlarına, sanatın gerçek manada ne olduğunu, ölümsüz sanatçıların hangi anlayışla sanat hafızasına yerleştiğini hatırlatmak gayesiyle, yakın tarihe giderek, Toplumcu Gerçekçilik anlayışını anlatmaya çalışacağız.

Sanatta toplumsal gerçekçilik, ilk olarak plastik sanatlarda, özellikle resim dalında ortaya çıkmıştır. Yüceltilmiş idealizme ve özellikle de bireyci/egosantrik gördüğü Romantizm’in sanat anlayışına tepki olarak doğmuştur. Döneme ve koşullarına baktığımızda, bu akımın ortaya çıkışında tetikleyici asıl sebep Sanayi Devrimi’nin sonuçlarıdır. Küresel pazarın hızla kurulduğu bu dönemde kent merkezleri büyümüş, gecekondu mahalleleri oluşmuştu. Burjuva sınıfının zengin, hoyrat yaşamı yoksulun gözü önünde yaşanıyor, bu haksız toplumsal zıtlık emekçilerin sinesinde büyüyordu. Aynı toplumda yaşayan, toplumun tüm sinir uçlarını ruhunda hisseden dönemin sosyal realistleri, bu tezatlığı yıkmak adına; “Sanatla Savaşma” sözü vermişti.

Toplumcu realist manifesto, ilk olarak Amerika’da on dokuzuncu yüzyıl sonları ve yirminci yüzyıl başlarında Robert Henri ve Edward Hopper’in öncülüğünde Aschan Okulu, The Eight (Sekizler) diye de anılan bir grup ressamın “Sanat için sanat ilkesine karşın yaşam için sanat” manifestosuyla zemini atmıştır. 1929’da Amerika’da yaşanan büyük buhran, bu akımın ressamlarını şüphesiz etkilemişti. Sekizler grubu, Avrupa estetiğini ve yaşamın öz damarlarından uzak konu tasvirlerini reddederek çizimlerini oluşturuyorlardı. Konularında New York’un hareketli hâlini, doğal yaşamını, gecekondularını ve sıradan insanlarını idealize etmeden, realist bir bakışla eserlerinde yansıtıyorlardı. Mücadele ve devrim, her emekçinin kendi sahasında, deyim yerindeyse elinden ne geliyorsa, tüm gayretiyle ilerliyordu. Sanatını ölümsüz kılmış, bugün dahi duygularını okuyucusuna hissettiren, bir dizesiyle devrim ateşini yakan şairler, bugünün karanlığını renkleriyle yok edip umut olan ressamlar, acının ve sömürünün filtresiz fotoğraflarını aktaran sinemacılar, müziğiyle haklı mücadeleye ses olmuş müzisyenler işte bu anlayışla sanatını oluşturuyorlardı.

Yapıtlarını toplumcu anlayışla oluşturan tüm sanatçılar; insanı, sorumlulukları olan bir varlık olarak ele alıyorlar, bu sorumluluğu ise bir bayrak yarışı ruhuyla sanatına yansıtıyorlardı. Bu sanatçılar, gerek sosyal atmosferi, gerek çağın yeni dinamiklerini sanatına yansıtarak, kendinden sonra gelecek olan nesillere aktarmayı bir borç olarak görüyordu.

Bugünün sanatçı geçineni ise, sanat diye sunulan “piyasalarında” yalnız kendi tezgâhını kuruyor. Dili, dini, ırkı, mezhebi ayırmadan, “insanı saf olarak insan” olarak ele alamadığından, yüzyılın en vahşi anlarını yaşadığımız Filistin katliamlarına tek yorum yapmıyor, yalnız kesesini düşünüyor, hiçbir şey yokmuş edasıyla, patolojik bir sevinçle yaşıyor.

Bir yerde, onları da anlamak, haklarını da teslim etmek gerekir! Onlar ki çok değerli, bu sebeple halkına mesafeli, seçkin sanatçılar! Nasıl diğerleriyle bir olsun “O”! Yetenekleriyle diğerlerinden ayrılmıştır ne de olsa. Haklı bir kibrin içindedir. Okuyucuyu hayran bırakan keskin zekâsının güçlü bir kalemi vardır belki. Dinleyicisini hipnotize eden billur gibi bir sesi de olabilir. Ne bilelim, izleyici mermer gibi bir vücut, ya da Venüs’ün güzelliğini görebilirler onda. Az şey mi bunlar! Ya ne olacaktı!

İzleyicisine, dinleyicisine, okuyucusuna yabancı, sadece işini yapan bir sirk maymunudur artık “O”! Yeteneklerini gösterir, alkışını toplar, sevinçle kafesine döner… Ama bir dakika, durun! Hemen çıkmayalım sirkten. İzleyiciye hizmet henüz bitmemiş! Gösteri sonunda gökten üç elma düşecek. Biri sirk sahibine, biri maymuna, biri de alkış tutan kalabalık izleyicilere… -“Bir elmaa?”, “-Eeee, artık elmayı da bölüşsünler canım…”

İdil Mevsim
30 Ocak 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder