1.
İnsanlıktan
çıkmış bir düzende yaşıyoruz. Her şey hızın ve tüketimin saltanatıyla bir bir
çürüyor. Bizi kurtaracak tek yolun sınıfsız sömürüsüz bir düzen olduğunu
biliyoruz. Geçmişin deneyimlerini, kitleselliğini ve mücadele dinamizmine
hasret duyuyoruz.
2.
Sınıfsız
sömürüsüz düzenin kitleselleşerek mücadele etmekten geçtiğini biliyoruz. “Geçmişte
de böyle oldu” diyoruz fakat geçerken değişime uğrayan ne çok şey olduğunu,
değişenlerin şimdiyi ve yarını belirlediğini gözden kaçırıyoruz.
3.
Tüm
değerlerine kadar sömürülen insanın neden mücadele etmediği sorusuna çözüm
aranıyor. Geçmişte mücadele ediyorlardı. O zaman, kitlelerin ideolojisini
biçimlendiren propaganda odağı ve yapı birkaç kutup arasında gidip geliyordu.
Tıpkı tek kanaldan çok kanal TV devrine geçiş gibi. Bunun yanında internet ve
sosyal medya da eklenince çok özlenen eskinin propaganda aracı olan radyo bile
hükmünü yitirmiş durumda.
4.
Günümüz
insanı çok sesli -özünde tek ses- koronun/sömürünün ideolojik aygıtlarının
kuşatılmışlığı altında gitgide yalnızlaşıyor. Buna rağmen halen en yüce değer
olan emek, fabrikalarda, iş yerlerinde, atölyelerde, tarlalarda ve meydanlarda
kendini gösteriyor. Her emek mücadelesi de kazanımla sonuçlanıyor. Asıl büyük
kazanım olan farklı iş kollarının ve emekçilerin kazanımla sonuçlanacak
mücadelelerinin birleşememesi. Bu olmadığı sürece de insanca yaşanılacak
düzenin gelmesi gecikecek ki reformizm de geciktirme hareketidir. Birleşemeyen
her mücadele kendiliğinden reformizme sürükleniyor.
5.
Mücadeleyi
birleştirecek olan volan kayışı sendikalardır, fakat mevcut solların yansıması
olan sendikalar, bu tarihsel görevden uzakta bir anlayışla yönetiliyor. “En
geri sendikada bile kalınmalı, hatta mücadele edilmeli” önermesi doğrudur fakat
bunu yapacak olan tekil üye midir? Tekil üyenin fedakâr mücadelesi kendisi
istemese de anarşizme evriliyor. Sadece yaşama karşı duruş güçlendiriliyor,
hatta ses de oluşturuluyor çığlık da, hatta insanlar da etkileniyor ama
mücadeleye katmak tek üyenin çabasıyla olmuyor. “Sen haklısın, sana yüzde yüz
katılıyorum, bu gidişattan biz de çok rahatsızız!” serzenişini duymamak mümkün
değil, fakat onaylanmak ve duruşunuza saygı gösterilmesi sonucu değiştirmiyor.
Etkilenen insanlar da birleşemeyeceğini biliyor. Haklı olmanın yetmediği koşullar
bir kez daha yeniden üretiliyor. Bir sonuç daha ortaya çıkıyor, o da
reformistlerin yönetimde olduğu ve buna karşı birlikte hareket edilmediği
sürece sonucun değişmeyeceği.
6.
Birleştirilmediği
sürece her yerde kazanımla sonuçlanan emek mücadeleleri düzeni değiştiremeyip
reformizme kapı aralayacak. Hangi yapı, sınıf hareketi, yayın, sendika
birleştirecek? Peşin hükümde bulunmayı göze alarak belirtmek gerekirse öyle bir
dinamizm mevcut değil. Olsaydı, bunu tartışmıyor olurduk. Amaç, umutsuzluk
yaymak değil, gerçeği kabul etmek. Yaşama geçirilmeyen haklılık, düşünce, yazı,
değer, amaç, yöntem, hedef sadece dar alanda kalmak, duruş göstermek, onurlu
yaşamaktır, fakat düzeni değiştirmeyecektir.
7.
Sınıf
partisi, hareketi, sendikası ve bir bütün olarak sanatı, değerleri,
kollektivizmi olan bir emek hareketi olmadığı sürece mevcut sollar, sınıf
dinamiklerinin ve mücadelelerinin yönünü tayin etme konusunda atıl kalacak.
Geriye, kendiliğindencilikle mevcut sendikalar ve sol çevrelerden “medet” ummak
ya da işçi ve emekçilerin yayılan mücadeleleri sonucunda onların “da” değişeceğini
bekleme arasında seçim yapmak kalıyor. Nesnel anlamda sömürünün en geri
biçimlerinden iş cinayetleri, maden göçükleri, işsizlik intiharları, toplu
işten atılmalar, depremler, enflasyon, barınma sorunu yaşandı/yaşanıyor fakat
değişen bir durum varsa o da kendiliğindenciliğin gitgide güçlenerek farklı
emek dinamizmlerinin mücadele seyrindeki olumlu değişim. Kendiliğindencilik de
ekonomik kazanımı elde etse de ideolojik ve siyasi kazanımı getirmemektedir.
8.
Solun
neden bu hale geldiği siyasi, felsefi, sosyolojik olarak
tartışıldı/tartışılıyor ve ideolojik olarak kimyası bozulmuş bir meyveden eski
haline dönmesi beklenemez. Küçük burjuvalar ülkesinde yaşıyoruz. Onun ideolojik
hattı her alana sirayet ediyor ve halen aşılamamış feodalizm, siyasi
hareketlerin yapısını ve hareket biçimini belirliyor. Sınıfa yön vermesi ve
siyasi amaç göstermesi gereken sol ve sendikalar, emperyalizmle ilişkisi açık
olan ve bunu inkâr etmeyen kimlikçi radikal demokrasi hareketiyle ittifaklar
kuruyor. Böyle bir solun emek mücadelesini güçlendirmesi beklenemez. O yüzden,
bizdeki en büyük boşluk bir sınıf partisi ve volan kayışı eksikliği. Mevcut
çevrelerin ve sendikaların tarihine bakıp onları geçmişteki değerler ve
bedeller üzerinden değerlendirip umut kırıntısı beklemek ya da üyelerinin de
değişime açık ve gidişattan memnun olmadıklarına umut bağlamak gerçeği
görmemekte ısrarla eştir.
9.
Ya
gerçeği kabul ederek kendiliğindenciliğe razı olup onurlu duruşumuzu ve
komünsüz tekil mücadelemizi güçlendireceğiz ya da mevcut sollara rağmen sınıf
hareketimizi inşa edeceğiz. Bir mağarada uyuyup 300 yıl sonra uyanan kişilerin
halen 300 yıl önceki parayı cebinden çıkarıp ekmek almaya çalışması gibi
geçmişin devamcısı olduğunu iddia edenlerden özüne döneceğini ya da sınıfın
onları bu öze dönüşe mecbur bırakacağını düşünmek sınıfsız bir düzenin
kuruluşunu ertelemektir.
10.
Küçük
burjuva ideolojisi, reformistleşen sol, sendikalar, yayınlar, radikal demokrasi
hareketleri yeterince eleştirildi hem de tüm çelişkileriyle ve zaaflarıyla.
Sonuç değişmedi, değişmiyor. En çok eleştirilenler bir tarihin içinden çıkıp
gelenlerdi ama öze dönmediler.
11.
Haklı
olmak meşruiyetin ilk şartı ve onur meselesi fakat tarih, haklılığını tekil
savunanların ya da iradeciliği geçer yol sananların yanında akmıyor. Bu kadar
haklı ve doğru noktadaysak demek ki bizim dışımızda olmayıp halen bizim eksik
bıraktığımız bir şeylerin olduğunu kabul etmemiz gerekiyor çünkü doğa da mücadele
de boşluk tanımıyor. Bütün tekillerin -grup halinde hareket etse de tekillerin-
daha fazlasını yapamadığı konusunda “gerekçeleri” varken, o bilinçte olmayan
halkın da sınıfın da aynı “gerekçeleri” var, bunu da kabul etmek gerekiyor.
Yoksa bu insanlık dışı düzenden kimse memnun değil. Aranılan, sadece güven ve
birlikte hareket etmek. Öyle olunca da “yel değirmenlerine tek başına da olsa
saldırmıyor” dediklerimize de sitem etme hakkımız kalmıyor. Bu da küçük burjuva
ideolojisinin başka bir yansıması. Emeklemeden koşmasını istemek.
S. Adalı
27 Ocak 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder