Pages

20 Aralık 2023

Hançer ve Ekmek


Solun bir kısmı, özellikle son üç yıldır, siyaseten, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü akamete uğratan devlet içi dinamiğin bir uzantısıdır. Aylardır Tayyip’in “ABD bir şeyler istedi, Tayyip buna karşı çıktı” türünden Tayyip’i örtük olarak öne çıkartan, öven, yaldızlayan yazılar, bu nedenle yazılıyor.

“Yerli ve milli” olma derdiyle sol, bir bölüğünü “yeni” kurgunun oluşum sürecinde görevlendirmiştir. Ancak son 3-5 yıldır AKP’nin farkında olabilen sol, tüm gücünü güya onu devirmeye teksif etmiştir. Burada bir şeylerin fısıldandığı açıktır. 2009-12 momentinde yaşanan hiçbir gelişmeye kitlesel bir karşı-duruş sergilenmemiş, cılız hâliyle, geleceğe ait kurgunun bir yerlerinde olma tercihinde bulunulmuştur. Buradaki rol, AKP’nin devlet ve burjuvazi belirleniminde işleyen mekanizmasını örtmek ve meseleyi tek başına AKP’nin varlığına indirgemekle alakalıdır. Solun örgütlendiği görev ve rol budur.

Son beş yıldır Suriye konusunda susulmasının sebebi de buradadır. Solun bir kısmı, “AKP yıkılacak”; bir kısmı da “Kürdistan kurulacak” diye olan bitene sessiz kalmıştır. Bugünse hiçbir şey yapılmamasına karşın, “Suriyeleşme ihtimali”nden söz edilmektedir.

Birilerinin renksiz hayatı renklensin diye, ülkede ve bölgede bir şeylerin değişmesi beklenemez. Geleceğe ait kurguda devlet, “Atatürk” gibi bir mite muhtaçtır. Sol, halka değil, bu devlete örgütlü olduğu için, bu sürece ya ses çıkartmamış ya da varlık olarak bu kuruluşa katkı sunmuştur.

Atatürk sayesinde sosyalist olduğuna inananların ezilenlerden yana bir müdahalede bulunması mümkün değildir. Devlet, onlarla birlikte kurulacaktır. Gündelik yaşam, kişisel kimlikler, bunların laik, devlete ve burjuvaziye layık olması, ana gündem maddeleridir.

Laisizm, devletin bireyi örgütlemesi, kendisini bireyde örgütlemesidir. Din dedikleri şey, burjuva güçleri önceleyen, dolayısıyla, akıl ve varlık dışı her şeydir. Onun devlete ilişmemesini isteyenler, kendilerine de dokunmamasını talep etmektedirler. Bu yaklaşım, bireyliklerini devlet olarak gördüklerinin delilidir. Öyle görmeseler bile süreçte birey, devletin hizasına çekilecek ve kendisini orada varedecektir.

Fethullah tasfiyesi uydurmadır. Fethullah diye dinî bir örgütlenme yoktur. Bu adda bir dinî cemaatten veya tarikattan söz edilemez. O, devletin emperyalistlerce teşkil edilen boyutunun bir bileşenidir.

Devletin arındığını düşünenler, onun emperyalizm ağına daha fazla bağlandığını göremezler. Eskinin popüler Genç Siviller’i bugün içinden çıkan Fethullahçı yüzünden AKP’nin elini ayağını öpmektedir. Bunlar, toplam bir operasyonun parçasıdır. Sol, yüce aklıyla, bu operasyondan azade olduğu vehmiyle yaşamaktadır. Fethullah’la münasebeti, onu da kendisi gibi zannetmesinin bir sonucudur.

Kendinden menkul bir aklı ve kendinden menkul bir özneliği örgütlemek, Fethullah’a düşmüştür. Onların küfr-ü kibrine ortak olmak, külliyen yanlıştır. Batıda “bu AKP’liler cahil, görgüsüz, kaba ve iş bilmezler, bunları biz adam ettik” diye yazılar yazdıran Fethullahçıların sinik ve sinsi varlığı, ezilenlerin mücadelesine yönelik bir küfürdür. Sol, bu şeytanî pratikte hayır gören yanlarını sorgulamak zorundadır. Onların devletine ve demokrasisine biat, kimseye bir gelecek sunmayacaktır.

Devlet ve demokrasi bahsinde temel ayıraç devrimdir. Alttaki ezilen kitlelerin siyasi öncüsü ve iradesi olmanın zorunluluğunu idrak etmeyenler, kısa vadede devlet ve demokrasi arasında salınıp durmuşlardır, durmaktadırlar. Ezilenlerin devleti, somut maddi güç olarak varolma imkânı bulduğu Haziran direnişinde o, sol eliyle ezilmiştir. Bugün aşağıladığı halk kitlelerinin tankların önüne yatan iradesinin binde birini Haziran günlerinde ortaya koyamamıştır. Gezi’den uzak duran, ama onu istismar etmekten de geri durmayan sol, Haziran Hareketi ile Taksim’de AKP’ye bağlanmıştır.

Orta sınıfa, liberterizme, siyasetdışı arayışlara, burjuva kulvarlara hapsedilen Haziran, devletin yeni kuruluşunun parçasıdır. Faş olan devlet, açıktan, kendisini kitlelerle yeniden örgütleme imkânı bulmuştur. Buna devrimci bir ayıraçla yaklaşacak, devrimci bir çentik atacak herhangi bir özneye rastlanmamıştır. Teorik olarak tüm varlığı ile böylesi bir kıyama hazırlanması ve örgütlenmesi gereken sol, hiçbir şeye örgütlenmediğini, hiçbir şeye hazırlanmadığını, sadece kendi ayakkabısı içinden dünyaya baktığını cümle âleme göstermiştir. Mısır, Tunus ve İran gibi yakın coğrafyalardaki pratiklerden de dersler çıkartılmamıştır. Çünkü buralar, allı pullu ülkeleri Türkiye’den daha aşağı, aşağılık yerlerdir. Bu ülkelerden bir şey öğrenmeye gerek yoktur.

Oysa o ülkelerdeki eylemciler, ne olursa olsun, çıkarttıkları dersleri paylaşmayı bilmişlerdir. Örneğin İranlı eylemciler, yoksullarla bağlarının koptuğundan, herkesin bireylere bölünüp “gönüllü muhabir” hâline getirilmesinden, Ahmedinecad’ın kitle manipülasyonuna cevap veremediklerinden, orta sınıfların karın ağrılarına fazla kulak verdiklerinden dert yanmaktadırlar.

Haziran Kıyamı, civarındaki derslerden mahrum bir içerikle cereyan etmiştir. Devrim ayıracı devredışı bırakılmıştır. Sol öznelerin şefleri, devletin kuruluş sürecinde rol ve pay sahibi olabilmek için, tüm mirası, birikimi, imkânları çöpe atmıştır. Fethullah üzerinden çekilen ayarla yetinilmiştir. Birkaç yıldır saray gladyosundan, AKP diktasından bahsedenlerin bugün aciz, çaresiz bir Tayyip’den söz etmeleri şaşırtıcıdır. Karşımızda darbeden haberdar olmayan biri vardır.

Özellikle CHP menşeli bir diğer yönelim de bu olan bitenin kurgu olduğunu söylemiştir. Bu yönelimi boşa düşürme işini ise Kemal Okuyan görmüştür. Okuyan’ın “Erdoğan’ın Yunanistan’a sığınacağı” haberini paylaşmasının amacı budur. Bu haber sayesinde darbenin gerçek olduğu teyit edilmektedir. Okuyan ve benzerleri hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam etmekte, soyut bir “işçi”den bahsetmeyi iş saymaktadır. Onların “işçi” dediği, burjuvazinin çoğul hâlidir. Yaşanan, devletin reorganizasyonu meselesidir.

Tahkimat, teşkilat ve teminat, kilit üç kelime bunlardır. Siyaseti devlet ve yönetsel ilişkiler merkezli yürütenler, pay kapma mücadelesinde belirli mevziler elde etmişlerdir. Tayyip karşıtlığının asli amacı budur.

Dinsiz veya dindışı ve Tayyip’in ya da başkasının başkanlığına artık herkes tavdır. Bugün koca koca sosyalistler, yanık bir sesle, devletin çöktüğünden, devletin dağıldığından şikâyet etmektedirler. Devrimsiz zihin, devletteki sarsıntıya ancak üzülebilmektedir. Burada eksik olan, devrimin kolektif öznesidir; o öznenin devletteki bu gelişmelere duygusal-öznel yaklaşması mümkün değildir. Bu lafları eden şeflere, “devlet çöktü ise yap bir devrim!” denilebilir. “Hani devrimciydin?” diye sorulabilir.

Darbe teşebbüsü, herkesi tava getirme meselesidir. Demek ki laiklik, şeriat yaygarasını kopartanlar, rollerini oynamış, işlerini görmüşlerdir. Taban, bir süre daha CHP’den insan devşirileceği yalanına örgütlenecek, bu rol ve işin bu amaçla ifa edildiği yalanına ikna edilecektir.

Darbenin somut maddi eleştirisini yapmak, AKP’li kitlelere düşmüştür. Tek muzaffer ve tek mağlup odur. AKP’li kitle, devleti önceleyen ve sonralayan tüm iradesinden soyutlanmıştır. Erdoğan, bir imge olarak, bu iradeyi kendisine büzmüştür. Devletin reorganizasyonundaki asli araç-sopa, Fethullahçılardır. FETÖ diyerek umacı haline getirilen dinamik, NATO’nun ve ABD’nin bu reorganizasyona dair silâhıdır. Darbe teşebbüsü ile çapaklar, kontrol dışı unsurlar temizlenecektir.

Bazı AKP’lilerin FETÖ ile yeterince ve layıkınca mücadele edilmediğine dair serzenişleri nafiledir ve esasen karartma faaliyetinin parçasıdır. Yüksek mertebelerde bir Fethullahçı gider diğeri gelir. Fethullah bir tarikat değildir, o sebeple, devlet hiçbir şeyden arınmamaktadır.

Eski bir Fethullahçı şef, aba altından şunu söylemektedir: “Fethullah’a Güney Afrika’da saray yapıldı.” Bu, Afrika pazarı karşısında ağzı sulanan burjuvaziye verilmiş gizli bir mesajdır. Somali’deki Eşşebab örgütü, Türkiye’yi “emperyalist” ilân ederek, düşman listesinin başına yazmıştır. Demek ki selefi kafası kesmek için o kadar acele etmemek gerekir. Ezilenler, doğru yanlış, her zaman tenine bir libas geçirmeyi bileceklerdir.

Örtük milli mutabakat metninin altına imza atan meclisteki tüm partilerin esas olarak artık devletin bileşeni, parçası olduğu bilince çıkartılmıştır. Herkes buna tavdır. Demir tavında dövülmektedir. Siyaset, devlete dair gevezelik etmeye, demokrasiye dair fallar açmaya indirgenince, o tavda dövülmek de istenilen bir şey hâline gelir. Devletle ve demokrasiyle ilgili devrimci-politik ve sınıfsal-politik ayıraçlar silinmiştir. Bu nedenle, darbe günü sokağa dökülen kitlede hiçbir şey görülememektedir. Özle biçim aynılaşmış, düşmanın sözüne kapatılmıştır. Herkes, o söze göre konum ve şekil almaktadır. AKP bunun için vardır.

Orta sınıfların AKP’yi sevmeme gerekçeleri eleştirilmeyi beklemektedir. Biraz da AKP sayesinde palazlanan bu sınıflar, daha fazlasını istemekte, AKP gibi kendisine layık olmayan bir partinin başında bulunmasına karşı çıkmaktadırlar. Bunların dilinin ezilene, yoksula, işçiye öğütlenmemesi gerekmektedir.

Kemalizmi Rum, Ermeni ve Yahudi sermayedarlar adına eleştirenle, Erdoğan’ı Batılı Türk sermayedarlar adına eleştiren yan yanadır. Kürd’e ise ancak o Rum, Ermeni ve Yahudi dolayımı ile acınabilmekte; o Batılı Türk üzerinden kıymet verilebilmektedir.

FETÖ’cülerin “haşhaşî” olarak nitelenmesinde çeşitli ideolojik gerekçeler rol oynar. Kadim İran düşmanlığı kadar, devletin ideolojisiz varlık olarak örgütlenmesi muradına dair bir anlam yüklüdür bu ifadede. Haşhaşîler, korku yoluyla ikna etmeye ve teslim almaya çalıştıkları düşmanlarının yataklarının başucuna bir hançer ve bir dilim ekmek koyarlar.

Sevgi ve nefret ilişkisi içerisinde, yaratılan gerilim bağlamında, son darbe teşebbüsünde asıl haşhaşîlik, ezilenlerin başucuna konulan hançer ve ekmekte aranmalıdır. Ordunun ideolojilerden arındırılmış bir yapı olarak yeniden kurulmasından söz edilmektedir. Üst yüce ideoloji bellidir. Herkesin başının eğilmesini sağlayacak şekilde inşa edilmiş aslanlı yol, o ideolojinin hattını çizer. Asıl yol, aslanlı yoldur.

Sol ve sağ, tüm sızmalara, sapmalara, marazlara karşı, bu yola göre dizayn edilmektedir. Tayyip Erdoğan, bunun temsili ve timsalidir. Yastığımızın yanına konulan hançer ve ekmek arasındaki gerilime takılmamak gerekir. Bunları dayatanlarla mücadele şarttır. Egemenler, ezilenlerin mücadelelerinin özünü yok ederler, posasını çıkartırlar, işine yarayanları kasasına koyarlar.

Bu açıdan, Türkiye’nin kuruluşunda Sovyetler’in etkisini ve ağırlığını görüp yürekleri coşanlara, bu ülkede TKP’yi kuranın Mustafa Kemal Paşa olduğunu anımsatmak gerekir. Bu partinin programının ilk maddesi, kendisi dışındaki komünist faaliyetleri yasaklamakla alakalıdır. İlgili madde uyarınca solculuk ve komünistlik oynayanların iktidarla mücadele etmesi mümkün değildir. Bu konudaki tek imkân ise iltica edilmiş, teslim olunmuş Batı’dır. Batı’nın söylediği kadar solculuk oynayanlar ise o TKP’nin o Batı için kurulduğunu asla anlayamazlar. Bu kuruluşta devletle yan yana düştüğünü düşünenlerin ya da belirli bir dönemde o devletin “geri” kalan yanlarına itiraz edenlerin görmediği tek gerçek, ezilenlerin gerçek mücadeleleridir.

Onlara verilen görev, o ezilenlerin mücadelelerinin devlet için soğurulması, masedilmesidir. İltica ettikleri ülkelerde yerden bir taş almaya bile korkan, devletten gelen maaşla geçinen kesimlerin Türkiye’ye yönelik yiğitlenmelerine, boş sözlerine, mangalda bırakmadıkları küllere pek aldanmamak gerekir. Bugün daha fazla cari olan laiklik ve aydınlanma gibi kavramlar, burjuvazinin kitle manipülasyonu, ama daha temelde, ezilenlerin mücadelelerinin boğulmasına dairdir. Kim bu kavramlardan söz ediyorsa, ezilenlerin mücadelelerini ezmenin, boğmanın asli aracı olan devlet ve demokrasiye örgütlenmiş demektir. Bunlar arasındaki kayıkçı kavgasının devrimciliğe bir katkısı asla olamaz.

AKP ile özel ve öznel bir ilişki kuranların, onun bu laikliği ve aydınlanmayı cilâladığını asla göremezler, görmek istemezler. Solun AKP’nin Türkiye sisteminde ve devletinde-demokrasisinde bir maraz, sapma, sivilce olduğuna dair yorumları, darbe teşebbüsü ile anlamını yitirmiştir. Tüm bu değerlendirmeler, AKP’nin araçlık ettiği devletle zımni, söze dökülmemiş bir akdin altında imzası olanlara aittir.

Özellikle Gezi’den beri “şeriat, gericilik” diye bağıranların asli görevinin CHP-AKP yakınlaşmasını karartmak olduğu anlaşılmıştır. İki sene önce Kemal Derviş gelmiş, Batı’nın emrini iletmiştir: “Türkiye için tek çare, koalisyondur.” Bugün bu koalisyon, zımnen devrededir.

Üç kuruşluk gündelik pratikleri rahatlasın diye ezilenlerin kolektif mevzilerinden vazgeçenler, tüm bu yaşananlar karşısında şaşkındır. Haşhaşîlerin ekmeği ve hançeri mecazîdir. Yoksa haşhaşîliği basit bir terör örgütüne indirgeyenler, oryantalistler ve egemenlerdir. Afyon-esrar ve sahte cennet hikâyeleri, onların ezilenlerin mücadele içerisindeki azmine, cüretine ve aklına dönük şaşkınlıkları ile ilgilidir.

Tarihte haşhaşîlerin basit manada bir devrimci şiddet pratiğine kapatılması da haksızlıktır. Haşhaşîler, her boydan, kavimden ve dinden ezileni, coğrafî planda örgütlemeyi bilmiş bir harekettir. Ciddi bir propaganda ve ajitasyon ağına sahiptir. Pazardaki ufak bir tartışmaya bile politik manada müdahil olabilecek bir esneklikle ve akılla kuşanmıştır. Tersten, “bir hançer bir dilim ekmekle haşhaşî olurum” denilemez. Ama az ve özel olanın iktidarı anlamında, devletin kendisi o anlamda olur.

Darbe teşebbüsünde ezilen halkımızın, kavgayla kurulan milletimizin başucuna bir dilim ekmek bir de hançer konmuştur. İkisinden birini seçmeye zorlanan halk, yeni dönüşüme biat etmek zorundadır. Ona öncülük eden güçler dünden teslim oldukları için, o biatin altındaki kolektif direnci göremeyeceklerdir. Onların gözleri kör, kalpleri mühürlüdür. Devrimsiz bir akıl, geriye tek kalan budur. “Devrim” ise hançere de ekmeğe de örgütlenmeli, onları örgütlemelidir. Üzerine yazıldığı duvarı yıkabilmeli; kâğıdı ateşe verebilmelidir.

Eren Balkır
İştirakî
Dergisi Sayı 10
Ekim-Aralık 2016
s. 78-83

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder