Olaylara seyirci kalan
birinci kişi:
İşçiler arasındaki mücadeleyi, tarafların rüzgârına
kapılmadan, elimden geldiğince yakından takip ediyorum.[1] Her iki tarafın
gazetesini de takip etmeye çalışıyorum. Mümkün olduğunca Kara Yüz çetelerinin
çıkarttığı gazetelerde ve burjuva gazetelerinde işçiler arasında cereyan eden mücadelenin
yansımalarını okuyup kıyaslama yapıyorum. Ne düşünüyorum biliyor musun? Bana kalırsa
mücadele giderek tehlikeli bir biçim alıyor, ağız dalaşına ve atışmalara
evrilip yozlaşıyor, sonuçta da her hâlükârda muazzam bir demoralizasyona yol
açıyor.
Olaylara seyirci kalan ikinci kişi:
Seni anlamıyorum. Gerçek manada ciddiyet arz etmese de
tehlikeli hâle gelmemiş herhangi bir mücadele işittin mi sen? Çünkü mücadele, “ufak
bir ağız dalaşı” ile sona erdirilebilecek ciddi bir sorunla ilgili değil. Parti
teşkilâtının ilkelerini inkâr etmeye alışmış, inkârını sürdüren herkes,
ümitsizce bir direniş ortaya koymadan teslim olmayacak. Bu ümitsiz direnişse
her zaman ve her yerde “tehlikeli mücadele biçimleri”ne yol açar, tartışmayı
ilkeler alanından ağız dalaşı alanına taşımaya dönük gayretlerin ortaya
konulmasına sebep olur. Böyle diye ne yapalım yani? Sırf böyle diye, sen, bizim
parti teşkilâtının temel ilkeleri için verdiğimiz mücadeleyi redde tabi tutmamızı
mı istiyorsun?
Birinci kişi:
Bence sorduğum sorudan biraz uzaklaştın. “Saldırıya
geçmek” için bu kadar niye acele ediyorsun? Her iki tarafın içinde birer işçi
grubu var ve bunlar, alelacele bir karar alıp kâğıda dökmek arzusunda. Aralarında
bir tür rekabet gelişmiş ve her iki grup, diğer tarafı güçlü bir dil kullanarak
yere çalmak derdinde. Bunca hakaret ve küfür yüzünden işçi sınıfı basını işçilere
itici geliyor. Sosyalizmin ışığını arayan işçiler, belki de kafa karışıklığı,
hatta belki de sosyalizmden utandığı için gazeteyi kaldırıp atıyorlar. Uzun
süre sosyalizm, onlarda hayal kırıklığı yaratıyor bile olabilir. “Liste kavgası
uzmanları”nı öne çıkartan bir tür “doğal olmayan eleme”ye neden oluyor. Muarrızına
küfretme konusunda sahip olunan maharet, her iki tarafı da cesaretlendiriyor. Peki
ama sosyalist partinin proletaryaya vermesi gereken eğitim bu mudur? Bu tür bir
yaklaşım, nihayetinde oportünizme onay vermeyle veya en iyi hâliyle, ona müsamaha
göstermeyle neticelenmez mi? Oportünizm, işçi sınıfı hareketinin temel
çıkarlarının geçici bir başarı adına feda edilmesi değilse nedir? Her iki taraf
da işçi sınıfının temel çıkarlarını geçici bir başarıya feda etmektedir.
Sosyalist çalışma pratiğinin keyfini çıkartmak, o pratikten beslenmek, o
çalışmayı ciddiyetle ele almak yerine sosyalistler, kitleleri sosyalizmden
uzaklaştırıyorlar. İster istemez insanın aklına ağızdan dökülen o acı sözler
geliyor. Proletarya, sosyalizmi sosyalistlere rağmen gerçekleştirecektir.
İkinci kişi:
İkimiz de olayları dışarıdan izliyoruz. İkimiz de
mücadelenin doğrudan içinde değiliz. Gözleri önünde olup biteni anlamaya çalışan
bizim gibi seyirciler, mücadeleye yönelik iki tür tepki geliştirirler. Dışarıdan
bakan kişi, sadece mücadelenin dışa dönük yüzünden bahsedebilir. Simgeler üzerinden
konuşan bu kişi, sadece sıkılı yumrukları, asık suratları ve çirkin sahneleri
görür. Gördüklerini ağır bir dile eleştirir, onlar için feryat figan eder. Ama dışarıdan
bakan kişi, aynı zamanda verilen mücadelenin anlamını anlar, hatta tabirimi
mazur gör, mücadelede gördüğün aşırılıkları ve abartılı yanları içeren
sahnelerden ve resimlerden az çok daha ilginç, tarihsel açıdan daha önemli
hususları anlar. Şevk yoksa mücadele de yoktur, aşırılıklar olmadan da şevk
olmaz. Bana gelince, ben dikkatlerini sınıfların, partilerin ve hiziplerin
mücadelelerindeki “aşırılıklar”a yönelten insanların büyük bir kısmından nefret
ettiğimi belirtmeliyim. Bunları ve ettikleri lafları görünce, gene tabirimi
mazur gör, bu kişilere “yaptıklarınızı idrak ettiğiniz sürece içki içip içmememiz
umurumda değil”[2] diye bağırmak istiyorum.
Ayrıca burada ben, büyük, tarihsel açıdan büyük bir
meseleden bahsediyorum. Bir işçi sınıfı partisi inşa ediliyor. İşçilerin
bağımsızlığı, işçilerin parlamento grubu üzerindeki etkisi ve bizzat işçilerin kendi
partileriyle ilgili meseleler konusunda karar almaları açısından düşünüldüğünde,
bugün tarihsel açıdan çok önemli bir gelişmeye tanıklık ediyoruz. Burada,
gözlerimizin önünde bir gerçek hâlini almak isteyen bir istek var. Sen “aşırılıklar”dan
korkuyorsun, onları esefle karşılıyorsun, bense Rusya işçi sınıfını gerçekte
daha olgun ve yetişkin kılan mücadeleyi hayranlıkla izliyorum, beni sadece tek
bir şey deli ediyor: olayları seyirci gibi dışarıdan izlemek ve o mücadelenin
içine dalamıyor olmak.
Onca “aşırılığın” ortasında mı yapacaksın bunu, hadi
canım oradan! Eğer bu “aşırılıklar” belirli uydurma kararların alınmasına yol
açarsa, sen de o aşırılıklara dikkat çeken, onlara karşı öfkeli olan ve bu tür
şeylerin ne pahasına olursa olsun durdurulması gerektiğini söyleyen insanlara “nefret”
kusacak mısın?
İkinci kişi:
Beni korkutmaya çalışıp durma lütfen! Beni hiçbir
şekilde korkutamazsın! Yalan yanlış bilgiler sırf yayımlandı diye propaganda ve
yayıncılık faaliyetlerini mahkûm etmeye hazır olan kişilere benzemeye başladın.
Hatırladığım kadarıyla, bir seferinde Pravda’da[3] bir sosyal demokratta
görülen politik namussuzlukla ilgili bir habere yer verilmişti. Sonrasında o
haberin yanlış olduğu söylendi. O sosyal demokratın haberin çıktığı günle tekzip
arasında geçen süre boyunca neler hissettiğini tahmin edebiliyorum! Ama şu da
görülmeli: propaganda ve yayıncılık faaliyeti, kendi açtığı yaraları
iyileştirebilen bir kılıçtır. İleride de uydurma kararlar alınacaktır. Gerçekleri
çarpıtanlar ifşa edilecek ve kapı önüne konulacaktır. Yakınlarda bir sahra
hastanesi yoksa sert muharebelere girilmez. Gelgelelim, etrafta “sahra
hastanesi” görüp korkuya kapılmanın veya sinirlerini harap etmenin affedilir
bir tarafı yok. Demirden korkuyorsan trene binme!
Oportünist olduğun için, yani sosyalizmin temel amaçlarını
göz ardı ettiğinden, yanlış tarafı suçluyorsun. Sana göre bu temel amaçlar, anın
acil meseleleri uğruna, bugün güdülen dava için verilen “günahkâr” mücadeleyle
alakası bulunmayan “ilahi birer ülkü”. Varolan meselelere bu şekilde baktığın
için basit manada sosyalizmi duygusallıkla alakalı hoş ve tatlı bir ifadeye
dönüştürüyorsun. Bugün her bir meseleyle ilgili verilen her bir mücadelenin
temel amaçlarla sıkı bir bağ içerisinde olması gerekmektedir. O bahsi edilen
olumsuz taraftan, sergilenen o “hüner”den, gürültü yapıp duran, o itiş kakış, o
bağırış çağırış içerisinde ortadan kaçınılmaz olarak kaybolup giden “yumruk kavgası”ndan
bizi kurtaracak olan mücadelenin tarihsel anlamı, ancak bu anlayış sayesinde
idrak edilebilir, ancak bu anlayış üzerinden derinleştirilip keskinleştirilebilir.
Sen, sosyalist partinin
proletaryayı eğitmesinden söz ediyorsun. Bugünkü mücadelede asıl mesele, parti
hayatının temel ilkelerini savunmaktır. Hemen ve doğrudan verilecek bir cevabı
talep eden verili biçimi dâhilinde, her işçi çalışma grubu tüm çıplaklığıyla şu
türden sorularla yüzleşiyor: “parti mecliste hangi politikayı uygulamak istiyor?”,
“açık partiye ve yeraltı faaliyeti yürüten partiye karşı nasıl bir tavır içerisinde
olmalıyız?”, “meclisteki grup partinin üzerinde mi olmalı, yoksa ona tabi mi
olmalı?” Esasında bu sorular partinin varoluşuna ilişkin sorulardır, bunlar,
partinin varolup olmamasıyla alakalıdır.
Sosyalizm, insanlığın doğrudan istifade edeceği, elde hazır
bulunan bir sistem değil. Sosyalizm, bugün varolan proletaryanın bugünkü
hedefinden, her gün giderek yakınlaşan temel hedef aşkına, yarın başka bir
hedefe geçiş yaptığı bir sınıf mücadelesidir. Rusya’da bugün sosyalizm, işçi
sınıfı partisinin örgütlenmesi denilen çalışmaya mani olmak adına liberal
aydınların ve “meclisteki sosyal demokrat aydınların” gayretlerine rağmen, politik
bilince sahip işçilerin o örgütlenme çalışmasını bizatihi tamama erdirdikleri
bir aşamadan geçiyor.
Tasfiyecilerin görevi, işçilerin kendi işçi sınıfı
partilerini inşa etmelerine mani olmak. “İki taraf” arasındaki mücadelenin
anlamı ve önemi burada aranmalı. Gelgelelim tasfiyeciler gidişata mani
olamazlar. Bu mücadele, çetin bir mücadele, ama işçilerin başarısı da aynı
ölçüde garanti altında. O hâlde bırakalım, mücadelenin “aşırılıklar”ı
karşısında korkup yalpalayan zayıf ve korkak kişiler konuşup dursunlar. Yarın bu
kişiler görecekler ki bu mücadele verilmeden ileriye doğru tek bir adım bile
atılamaz.
V. I. Lenin
Mart-Nisan
1913
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Bkz.: V. I. Lenin, “Material on
the Conflict Within the Social-Democratic Duma Group”, Collected Works,
19. Cilt, s. 458, MIA.
[2] Bu ifade, İvan Krilof’un kaleme aldığı “Müzisyenler”
hikâyesinin sonunda geçiyor. Hikâyede, kendisine bağlı serflerle kurduğu koro
konusunda komşusuna övünen bir toprak ağasından bahsediliyor. Korodaki
şarkıcıların ne sesi ne de müzik kulağı var, ama bu durum toprak ağasını hiç
rahatsız etmiyor, çünkü o, aslında köylülerin ağırbaşlılığına, itaatkârlığına
ve başkalarına örnek teşkil edecek davranışlarına değer veriyor.
[3] Pravda (“Gerçek”): Bolşeviklerin St. Petersburg’da çıkarttıkları günlük gazete. Nisan 1912’de şehirdeki işçilerin inisiyatifiyle kuruldu. Bizzat işçilerin topladığı paralarla çıkartılan işçi kitle gazetesi olarak Pravda’da yayımlanan makalelerin altında işçi muhabirlerin ve işçi yazarların imzası vardı. Sadece bir yıl içerisinde gazetede işçi muhabirlerin kaleminden çıkmış 11.000 yazı yayımlandı. Ortalama 40.000 dağıtılan gazetenin satış rakamları ara sıra da olsa 60.000’i buluyordu. Gazete çalışmasını yurtdışından yöneten Lenin, neredeyse her gün yazı yolluyordu. Tavsiyelerini yayın kuruluna iletiyor, partinin en iyi kalemlerinin gazetede yazmasını sağlıyordu. Polis saldırıları, bir zaman sonra sistematik bir hâl aldı. İlk yılında 41 sayısı toplatıldı, yayın kuruluna 36 kez mahkeme celbi gönderildi. İki yıl üç aylık zaman zarfında Pravda sekiz kez kapatıldı. Her seferinde Raboçaya Pravda (“İşçilerin Gerçeği”), Severnaya Pravda (“Kuzeyin Gerçeği”), Pravda Truda (“Emeğin Gerçeği”), Za Pravdu (“Gerçek İçin”), Proletarskaya Pravda (“Proleter Gerçek”), Put Pravdy (“Gerçeğin Yolu”), Rabochy (“İşçi”), Trudovaya Pravda (“Emekçinin Gerçeği”) gibi farklı adlarla yeniden yayımlandı. Gazete, en nihayetinde 8 (21) Temmuz 1914 günü, Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde kapatıldı. Yeniden yayımlanması Şubat Devrimi’nin sonrasını buldu. 5 (18) Mart 1917 gününden itibaren Pravda, RSDİP’in merkezi yayın organı olarak çıkmaya başladı. Ülkeye dönen Lenin, gazetenin yayın kuruluna 5 (18) Nisan 1917’de katıldı ve kurulun çalışmalarına yön vermeye başladı. 5 (18) Temmuz 1917 günü askeri okul öğrencileri ve Kozaklar Pravda bürolarını bastılar. Geçici hükümet, Temmuz-Ekim 1917 arası dönemde gazeteye baskı uyguladı. Bu süreçte de ismini birçok kez değiştiren gazete, Listok Pravdy (“Gerçeğin Gazetesi”), Proletary (“Proleter”), Rabochy (“İşçi”) ve Rabochy Put (“İşçinin Yolu”) gibi isimler aldı. Gazete, 27 Ekim (9 Kasım) 1917’den itibaren gazete, ilk başta olduğu gibi Pravda ismiyle, düzenli olarak, yayımlanmaya başlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder