Pages

04 Kasım 2023

Nasrallah ve Savaşın Geleceği


Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Cuma günü yaptığı konuşmadan çok şeyler bekleniyordu. Hatta ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Beyaz Saray’daki sözcüsü bile kendilerinin de konuşmayı beklediklerini söyledi. Arap dünyasında ise Nasrallah’ın büyük savaşa resmen gireceğine, bunun yanında, Ortadoğu’yu şeklen değiştirecek bölgesel çatışmanın fitilini ateşleyeceğine dair beklentiler veya genel bir istek hâkimdi.

Hiç de makul olmayan bir adım dâhilinde, geçen hafta içerisinde Hizbullah, Nasrallah’ın yürüdüğünü veya koltuğuna oturduğunu gösteren kısa videolar yayımlayarak beklentileri yükseltti. İsrail ve dünyanın büyük bir kısmı nefeslerini tuttu. Lübnanlılar gerildiler, ama bir yandan da Nasrallah’ın çektikleri çileyi dikkate alacağı konusunda ümitlendiler.

Oysa Nasrallah, bir boşlukta konuşup hareket etmiyor. Oldukça karmaşık ve çok katmanlı bir bağlam içerisinde varoluyor. Arap dünyasında Batı ve Körfez arasında teşkil edilmiş olan ittifak, Nasrallah’ı şeytanlaştırmak ve Arap-Müslüman dünyada kendisine yönelik desteğin altını oymak için milyarlarca dolar harcadı. Zira ona yönelik destek, 2006’da İsrail’le girdiği savaş sonrası zirveye ulaşmıştı.

Hizbullah’ın Suriye meselesine müdahil olmasıyla birlikte gündeme gelen, onun mezhepçi ve dinci olduğunu söyleyen sloganlar, Körfez rejimlerinin Nasrallah ve partisine karşı yürüttükleri kampanyaya katkı sundu, onları Şiilikten başka bir şey bilmeyen, sadece İran’ın kuklası olan unsurlar olarak takdim etti. Körfez, bu noktada partiyi mezhepçilik batağına sürüklemek için uğraştı. Maalesef, istemeden de olsa parti, Lübnan’daki politik tavrı üzerinden, bu güçlerin ekmeğine yağ sürdü.

2019’da Lübnan ekonomisinin çökmesinden beri Hizbullah, Şiiler arasında politik safları sıklaştırma hedefine odaklanmış politik seçenekler üzerinde durdu. Bu tavır, esasen Şiilere karşı mezhepçilik temelli bir iç savaşı tetikleme planını yürürlüğe koymuş olan Körfez ülkeleri ve İsrail’e karşı partinin kendisini koruması fikri üzerinden anlayışla karşılanabilecek bir tavırdı.

Dolayısıyla, bugün Nasrallah’ın yaptığı konuşmayı onun yapıldığı politik bağlamı dikkate almadan değerlendiremeyiz. Nasrallah konuşmasında, partililer, Lübnan ve Arap coğrafyası, ayrıca Batı ile İsrail’deki düşmanlarını içeren geniş bir kitleye hitap etti.

Konuşma öncesi yayınlanan kısa videolar, ancak çatışmaların yoğunlaştırılması çağrısı yapılması veya savaş ilân edilmesi durumunda işe yarayacak şeylerdi. Böyle bir sonuç ortaya çıkmayınca bu videolar, her ne kadar düşman İsrail’e karşı yürütülen psikolojik savaşta başarıya ulaşılmasını sağlasalar da (ki bir İsrail gazetesi, Nasrallah’ın İsraillilerin sinirlerini harap etme konusunda başarılı olduğunu yazdı) izleyenleri boşluğa düşürdü.

Hizbullah, enerjisini ve kaynaklarını İsraillilere karşı yürütülen psikolojik savaşa teksif eden ilk Arap politik partisi, hatta gücü itibarıyla, ilk Arap devleti. FKÖ’de böylesi bir anlayışa rastlanmıyor. FKÖ liderleri ve Arap liderleri, tumturaklı ve duygu yüklü laflar ediyorlar, ama bu lafların ardında ne askeri bir güç ne de düşmana karşı hazırlık yürütme iradesi var. Nasrallah, İsrail konusunda uzman bir isim. Sürekli İsrail’e, politikasına ve ordusuna dair yazılar ve kitaplar okuyor.

Bağlı Eller

Nasrallah, konuşması öncesi üzerinde büyük bir baskı hissetmiş olmalı. Kararlarını fayda-maliyet analizi temelinde alan Nasrallah’ın ellerinin Lübnan’da belli ölçüde bağlı olduğunu görmek gerekiyor. Lübnan’ın en az yarısı Körfez rejimlerinin nüfuzu altında, bu insanların Körfez ülkelerinde yaşayan akrabaları var ve bu insanlar, oralardan sınır dışı edilme korkusuyla yaşıyorlar (Körfez rejimleri, düzenli olarak Lübnan’a kendilerine karşı geldikleri takdirde o Lübnanlı göçmenleri kitleler hâlinde sınır dışı edeceğini anımsatıp duruyorlar).

Bunun dışında, İsrail’in düşmanlarına, bilhassa Tel Aviv’e karşı direnenlere karşı yürütülen savaşta İsrail ve Körfez ülkeleriyle koordineli hareket eden, merkezi Dubai’de bulunan ABD güdümlü medya aygıtından da söz etmek gerekiyor.

Nasrallah’ın konuşmasından haftalar önce Körfez rejimlerinden maaş alan gazeteciler ve NATO üyesi hükümetlerle George Soros’un fonladığı medya kuruluşları için çalışan gazeteciler bir araya geldiler ve Lübnan’la İsrail arasında yaşanması muhtemel savaşa karşı çıkan bir bildiri kaleme aldılar. Bu bildiride Lübnan’ın İsrail’e karşı yürütülecek savaşa katılamayacak kadar bitkin olduğu üzerinde duruluyordu. Gizemli eller aracılığıyla bu insanlara paralar aktarıldı ve bu kişiler, Hizbullah’ın Lübnan’ı savaşın dışında tutması gerektiğine dair mesajı halka aktarmak için her yanda bilbordlar kiraladılar.

Hareket, çok fazla yayılma imkânı bulamasa da ekonominin çöktüğü, insanların yaşamsal birikimlerinin yok olduğu sürecin ardından yaşam koşullarından endişelenen insanları örgütlemeyi bildi. Parti, İsrailli liderlerin her hafta savurdukları, Lübnan’ı sanayi öncesi çağa döndüreceklerine veya Lübnan’ı tümden yok edeceklerine dair tehditlerine katkı sunacak bir şey yapmadı.

Batı basını, kendi halklarına yönelik olarak, İsrail’in bu soykırımcı açıklamalarını hiç haber yapmadı, ama Lübnan halkını paniğe sürüklemeyi bildi. Lübnanlılar, bugün olası bir savaşta İsrail’in her şeyden önce sivilleri hedef alacağını gayet iyi biliyor.

Temmuz 2006’daki savaşta ölen İsraillilerin önemli bir kısmı askerken, Lübnanlıların ağırlıklı bir kısmı sivildi. Ülkedeki altyapının bitik hâlde olduğu koşullarda İsrail, geçmişte sürekli Lübnan’daki hastaneleri, elektrik santrallerini, havalimanlarını, okulları ve mülteci kamplarını hedef almıştı.

Fayda-maliyet analizi yaparken muhtemelen Nasrallah’ın zihnini bu tür hususlar meşgul etmiş olmalı.

Bir de tabii Filistin’in kurtuluşu sloganını dile döken, partiye sıkı sıkıya bağlı insanlar var. Bunlar, İsrail’in bir sonraki savaşta yıkılışın eşiğine geleceğine inanıyorlar. Bu parti destekçilerinin savaşın bölge bağlamında yol açacağı sonuçlarını anlamaları için liderlerine kulak vermeleri gerekiyor.

Bugün Nasrallah, Ortadoğu’daki “direniş ekseni” dâhilinde en üstte duran isim. Hatta ABD’nin katlettiği Kasım Süleymani bile hiyerarşik olarak Nasrallah’ın altındaydı. (Zaten bu iki adamın birlikte gerçekleştirdikleri toplantıya ait fotoğraflar da ikili arasındaki ilişkide Nasrallah’ın üstte konumlandığını teyit ediyor.) Süleymani’nin evinde yas tutan aileye ait fotoğraflarda Nasrallah evin içerisinde görülüyor.

Eksenin hiyerarşik yapısı içerisinde en üstte yer alan dini isim olarak Ayetullah Hamaney bile stratejik konularda Nasrallah’a saygı duyuyor (İranlı yetkililer, Nasrallah’a nükleer meselesi konusunda Batı ile yürütülen müzakerelerle ilgili düzenli bilgi veriyor).

Üç İşaret

İsrail’le savaş meselesinde nihai kararı verecek olan isim, Nasrallah.

Konuşmasına yönelik beklentilerin hayli yüksek olduğunu bilen Nasrallah, Arap halkının Filistin’e destek konusunda bir araya geldiği bu momentin tarihi bir moment olduğunun farkındaydı. Ne kenarda durabilir ne de bundan farklı hareket edebilirdi. İşgal ordusuyla yaşanan çatışmalarda 55 üyesini kaybeden partinin lideri olarak Nasrallah, güney cephesini Hamas’ın faaliyetlerine açmakla kalmadı, ayrıca Hamas ve İslami Cihad gibi Filistinli örgütlerin Lübnan topraklarını İsrail hedeflerine kısa menzilli füzeler atmak için kullanmasına izin verdi.

Hükümet ve başbakanlık şahsında Lübnan’daki tüm politik sınıfsa Lübnan’ın İsrail’le savaş istemediğini söyledi.

Bu sebeple Nasrallah savaş ilân etmedi, ama şu önemli işaretleri verdi:

* Nasrallah, Hamas operasyonunun planını hazırlayanın da zamanlamasını belirleyenin de bizatihi Hamas olduğunu söyledi. Hamas’ın Gazze’deki İslami Cİhad gibi müttefiklerinin bile operasyonu bilmediklerini, zira Hamas’ın mutlak gizlilikle hareket ettiğini aktardı. Söylediklerinden anlaşıldığı kadarıyla sürece İran dâhil olmadı. Bu, esasen bilhassa Batı medyasında tüm İranlı müttefiklerin İran’ın basit kuklaları olarak takdim edildiği koşullarda önemli bir vurgu. Ortadaki manzara çok karmaşık. 2011’de Hamas kendisine kucak açmış, askeri destek sunmuş olmasına rağmen, Suriye rejimine karşı başlatılan isyana destek sundu. Bu duruş sebebiyle Hamas ile İran, hatta Hamas ile Hizbullah arasındaki ilişki bozuldu. Sonrasında Hamas, Hizbullah’la uzlaşsa da Hizbullah liderliği Halid Meşal’le bir araya gelmeyi reddetti, zira Meşal, Hamas’ın Suriye’deki silâhlı ayaklanmaya destekleme kararının arkasındaki isimdi (Meşal, bu kararı esasen çok yakın olduğu Katar ve Türkiye’nin tutumuyla uyumlu bir adım olarak almıştı). Öte yandan, CNN’in aktarımına göre, ABD en nihayetinde Hizbullah’ın karar alma süreçlerinde basit manada İran’ın emirlerini uyan bir güç olmadığı sonucuna ulaşmıştı.

* Nasrallah, Lübnan’dan Suriye’ye açılan cephe ile Gazze’ye açılan cephenin bir olduğunu, direniş kampının tüm üyelerinin birlikte savaşacaklarını açıkça ortaya koymak istedi. O, konuşmasında Hizbullah’ın Irak’taki müttefiklerinden de bahsetti.

* Nasrallah, Lübnanlıları savaşın ileriki aşamalarına hazırlıyordu. Her şeyden önce büyük savaşın kaçınılmaz olduğunu söylüyor, ama onu bizatihi kendisi ilân etmek, Körfez’in beslemesi olan medyaya savaş ilânı kararı üzerinden kendisini suçlaması için fırsat vermek istemiyordu. Nasrallah, bu savaşın aşamalarından bahsetti ve kitleye İsrail’in kayıplarını ve Güney Lübnan’daki çatışmalarda Hizbullah’ın elde ettiği başarıları anımsattı.

* Nasrallah ABD’ye de mesaj gönderdi: Örgütünü Akdeniz’deki filo ile korkutamayacağını söyleyen Nasrallah, ABD’ye 1982-1984’te Lübnan’da ABD’ye karşı savaşanların hâlen daha hayatta olduğunu ve başka savaşçıları eğittiklerini anımsattı. ABD’nin Lübnan’ı vurması durumunda ABD kuvvetlerine karşı Hizbullah’ın misilleme gerçekleştireceği gerçeğini açık bir dille ifade etti.

Bu, Nasrallah’ın yaptığı en iyi konuşma değildi ve birçoklarının yüksek beklentilerini karşılamaktan uzaktı. Ama konuşma, eldeki fırsat dâhilinde belirlediği hedefe ulaştı: düşmanı Hizbullah’ın İsrail’le büyük bir çatışma içine girmeyeceği, bu türden ihtimallerin Gazze’de sahada yaşanan gelişmelerle bağlantılı olduğunu dile getirdi.

Esad Ebu Halil
4 Kasım 2023
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder