Bu yol uzun ırak
Varılacak mutlak
Şu korkuyu çıkar at
Gürül gürül hayat.
Tezgâh
1
Mayıs
seçimlerinden sonra reformistlerin aldığı yenilginin ardından seçimi bir
zafer-yenilgi ölçütü kabul eden sol ve reformistler, sendika.org
üzerinden “özeleştiri” manipülasyonuna girişerek hatayı ve hatalar toplamı
tarihlerini tüm sol adına konuşarak sorumluluğu üzerinden atmaya çalıştılar. Bu
arada sosyal medya üzerinden halk ve sınıf da eleştiriye tabi tutuldu.
Sonra
bir video dolaşıma koyuldu. Videoda konuşan şahıs bir anektot paylaşarak,
mealen şunları söylüyordu: “2000’li yılların başında Ege tarafında bir yörede TKP’nin
‘rehberlik’ ettiği bir köylü direnişi neticesinde köylüler hukuki kazanım elde
etmiş, fakat bu kazanım ardından gerçekleşen ilk seçimde TKP’ye o köyden tek oy
bile çıkmamış. Bakın, bu halk böyledir!”
Bu tür laflar ideolojik manipülasyona yol açıyor. Seçimin ardından bu tür videoların dolaşıma girmesi tesadüf değildir. Bu kesimler, her zaman halktan ve sınıftan kopuk hareket ettiler.
2010 sonrası süreçte bilişim teknolojilerinin
akıllı telefonlar aracılığıyla gelişmesiyle sokak röportajları ideolojik
manipülasyonun mecrasına dönüştü. Binlerce takipçisi/abonesi olan sözde ilerici
hesaplar, sokakta röportajlar yaparak halkın profilini çıkarmaya çalıştılar.
Sokakta gördüğü işçi, emekçi, köylü, çocuk işçi ve ev hanımlarına “Ülkemiz
hangi yarım kürede, uzaya yol yapılır mı, Meclis’ten yerçekimi yasası geçti ve
siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?” vb. sorular yönelterek, halkın “cehaletini”
seküler kesimlere ve sola göstermeye çabaladılar. Halkı sokak röportajlarından
tanımaya çalışan solun ahvali de seçimin ardından halka ve sınıfa öfke kusarak,
TKP anektotları paylaşılarak ortaya daha net saçıldı.
Solun
sınıf mücadelesinden koptuğunun bir gerçeği de iş yeri ve mahalleden çekilmeyle
gerçekleşti. 80’den önce mahallecilik yapıp başka bir solu “kendi” mahallesine
almayan sol, bugün aynı mahallelerde faşistler ve gericiler duvarlarına yazı
yazarken suspus oldu. Onlara göre bu halk, sınıf mücadelesinden bihaber, alkol
almaz, “geri”, “cahil”, eşitlik istemeyen, hatta onların politikasını anlamayan
bir toplam. Zaten burası Müslüman coğrafya ve Ortadoğu!
Gerçekte
halk öyle mi? Halk ve sınıf, solu ve sendikaları yanında gördü mü ki 80 öncesi
sola verdiği desteği bugün geri çekti? Sol, halkın-sınıfın kendiliğindenci
direnişlerine hep son anda eklemlenerek, ambulansın peşine takılıp kırmızı
ışığı geçme taktiğine teşne olup direnişlerde poz vermekle yetindi.
Sınıflar
mücadelesi, hayatın doğal akışı içinde gerçekleşmeye mecburdur. Halk da sınıf
da öyle bilindiği gibi atıl durumda değildir. 2009’da Ordu’da yola fındık döken
köylüler, saatlerce Karadeniz yolunun tıkanmasına yol açmıştır. Fatsa özelinde
Ordu, fındık taban fiyatlarına karşı nasıl direnileceğine yönelik bir mirasa
sahiptir. Aynı yıllarda Tekel işçileri, Ankara’da iş güvencelerine sahip çıkmak
için çadırlar kurdu. Wall Street eylemlerinden erken bir tarih, çünkü ülkemiz
sınıflar mücadelesinde zengin deneyimlere sahip: Kavel, şanlı 15-16 Haziran
direnişi, Yeni Çeltek, 89 Bahar eylemleri, Büyük Madenci Yürüyüşleri, fabrika
direnişleri ve grevleri, meydan işgaliyle sendikaların kapılarına mühür
vurulmasına rağmen açılması, darbe sonrası 1 Mayıs direnişleri…
2009
sonrası süreçte Çukurova’da köylüler narenciyeleri, Malatya köylüleri kaysıları
yola döktüler. Aynı yıllarda 4+4+4 eğitim sistemi görüşülürken, Ankara’da
Eğitim-Sen’in önemli şubelerinin direnişi gerçekleşti. Üniversitelerde parasız
eğitim protestolarıyla harç ücretleri kaldırıldı. Ataması yapılmayan
öğretmenlerin eylemleri de aynı sürece denk gelmektedir. Tüm bu dinamizm,
Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlanmasını ve Gezi’yi beraberinde getirdi.
2015
sonrası sınıf mücadelesi değil, sol geriledi. OHAL şartlarda kamudan ihraçlara
karşı direnenler vardı. Aynı OHAL şartlarında üçüncü havalimanı inşaatının
işçileri daha insanca şartlarda çalışmak adına iş bıraktı. O yüzden egemenler OHAL’le
anında bir greve engel olduklarını burjuvaziye propaganda ederek, onlara güven
vermek istedi.
Ülkemizde
salgın döneminde yaşanan kapanma/kapatılma sürecinde 1 Mayıs Tertip Komitesi
“Bir dahaki yıl Taksim’deyiz!” diyerek sınıfı aldatırken, sınıfa daha geri bir
alan belirleyerek “Balkonunuzda 1 Mayıs kutlayın!” dedi. Böylece Kovid’e mi
burjuvaziye mi direndi, belirsiz!
Kapanma
sürecinin ardından, her ne kadar liberal bir yapıya sahip olsa da, Boğaziçi
rektörlük seçimlerinde öğrencilerin direnişleri, yurt çıkmadığı için barınma
ihtiyacı karşılanmayan öğrencilerin parkta yatma eylemleri, Trendyol ve
motokuryelerin kazanımla sonuçlanan direnişleri, Kazdağları, Artvin ve HES’lere
karşı verilen köylü direnişleri, elektrik zamlarına karşı Doğubeyazıt ve
Muğla’da yapılan yürüyüş ve basın açıklamaları, birçok fabrikada kazanımla
sonuçlanan grevler, Migros depo işçilerinin eylemleri, sınıflar mücadelesinde
ortada bir sol olmadığı hâlde işçi ve emekçilerin sınıf dinamiğini göstermesi
açısından öğretici ve yol gösterici bir niteliğe sahiptir.
Tüm
bu dinamizmi ve sınıf kinini kendi popülist politikaları uğruna Mayıs
seçimlerine kanalize eden solun önemli bir bölümü ve reformistler, burjuvazinin
ve egemenlerin onlara tanıdığı siyaset alanında tarihsel görevini yerine
getirerek, kendi politikasızlıklarına sınıf mücadelesini feda ettiler. Onların
bu politikasızlığına karşı sınıf, hızlı bir toparlanış sergileyerek, emekten
gelen meşru güçle tekrar direnişe geçti.
Sokak
röportajında resmi müfredat sorularını bilmeyen işçi ve emekçiler nasıl
direnileceğini bir yandan gösterirken, bir yandan sınıfı umutsuzluğa
sürükleyecek süreçler yaşanıyor. Bu süreçler birer birer incelenmelidir.
İlk
olarak, solun desteklediği “Sıfır Kovid” safsatasına dayalı kapanma sürecinin
ardından kiralar arttı. Bu konuda sol, bir politikası olmadığı gibi, sürecin
izleyicisi olarak halkı kendine “muhtaç” etme gibi bir aymazlık sergiledi.
Şerif Mardin’in ileri sürdüğü liberal “merkez-çevre” çatışması, egemenler
tarafından kültürel alanda çözülürken, bu çatışma artık sola hediye edildi.
Artık o merkezdi, halk ve sınıf ise çevre.
Kiralar
ve barınma konusundaki politikasızlık kiracı-ev sahibi çatışmasına dönüşerek,
şiddet ve cinayet haberleri gündemden eksilmez oldu. Tokatköy, Tozkoparan ve
Fetihtepe özelindeki rantsal dönüşümde solun tavrı, mahalle halkının oy
tercihine göre konumlanmak oldu. Tokatköy gibi muhafazakâr halkın çoğunlukta
olduğu mahalleli, su hortumlarıyla su sıkarak, yolları kapayarak, çatılara
çıkarak direniş gösterdi. Bu süreçte ne DİSK ne TMMOB, işçi ve emekçi yoksul
halkın hak mücadelesine ortak oldu. Madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde her
yıl ortalama 1.500 işçi can verdi. Yanlarında ne bir sendika vardı ne de bir
reformist.
Son
15 yıllık süreçte okullar, 100 bin civarı ücretli öğretmenle dolduruldu;
öğretmen atamaları mülâkata, üç yazılı sınava ve güvenlik soruşturması
tehdidine sıkıştırıldı, son 15 yılda 100’e yakın öğretmen, ataması yapılmadığı
için intihar etti; çocuğuna okul kıyafeti alamayan baba intihar etti;
yoksulluktan siyanürle intiharlar yayıldı; yaz-kış saati uygulaması ve ikili
öğretim sürecinden dolayı Ankara’da sabah karanlığında okula giden çocuğa araba
çapınca çocuk canından oldu; uzaktan eğitim sürecinde evine internet bağlatmak
isteyen yoksul bir baba, internet kablosu çekmek için çıktığı çatıdan düşerek
öldü; Kahramanmaraş’ta bir öğretmen, internet çekmediği için gittiği tepede ölü
bulundu; Gaziantep’te gencecik bir öğretmen, yaşadığı mobbing sürecini anlatıp
intihar etti; Mersin’de Ramazan Şahin adlı Eğitim-Sen üyesi kimya öğretmeni,,
dezenfektan üretimi sırasında yaşanan patlamada yaşamını yitirdi; aynı anda
uzaktan eğitim yapan bir öğretmen çiftin çocuğu balkondan düşerek yaşamını
yitirdi; 2011-2012 yılında Adana’da bir anne, çocuklarını kış şartlarında fön
makinesiyle ısıtmaya çalıştıktan sonra, evin diğer odasına geçip intihar etti;
aynı yıllarda hasta çocuğunu bir torbada karla kaplı yollarda hastaneye
ulaştırmaya çalışan bir baba, soğuktan donan çocuğunun ölü bedenini taşıdı;
Samsun’da ve Kadıköy’de insanlar açlıktan öldü; Kilis’te Suriye tarafından
yapılan bir saldırıda okulda ders veren genç bir kadın öğretmen yaşamını
yitirdi; öğretmenlerin maaşlarının yarısından fazlası kiraya harcanıyor…
Tüm
bu süreçlerde başta Eğitim-Sen olmak üzere hiçbir eğitim sendikasının sesi
çıkmadı. Sınıf ve halk, öğretmenini yanında, öğretmen de sendikasını yanında
göremedi. Okul duvarları mülteci karşıtı sloganlarla yazılanırken, Eğitim-Sen’in
bağlı olduğu KESK’in yönetimi mültecileri kovma ve kayyum atama sözü veren
cumhurbaşkanı adayını Mayıs yenilgisine rağmen TİS öncesi ziyaret etti. Aynı
KESK ve DİSK, Filistin işgali için iki hafta bekleyip aynı gün basın bildirisi
yayınladı. Tüm bu yoksul ailelerin çocukları her gün aç karnına okullara
gelirken, Eğitim-Sen başkanı, Artı TV’de katıldığı Söz Sırası Sende
programında, “Parti kapatılmasına karşıyız, bir eğitim sendikası olarak
kapatılacak partinin seçmenleri bizim öğrencilerimizin velisi” minvalinde
açıklama yaptı. Doğrudur, fakat bu ülkenin yoksul çocukları, 700 bini aşan
çocuk işçi, okul kantininde yiyecek alamayan öğrenciler, 1.250 lira burs ile
geçinmeye çalışıp bir de asansörde yaşamını yitiren üniversiteliler, fahiş
ücretlere ulaşan açık öğretim harç ücretleri, kredi kartı borcu batağına
saplanan öğretmenler, daha iyi geçinmek için öğretmenlik kariyer basamaklarına
rıza göstermek zorunda kalan öğretmenler kimin sorunu? Öyle değildir kesin!
Bu
sendikaların, feministlerin ve solun peşinden gittiği Avrupa kafası ve ilericiliğin sonucu olarak, dört emperyalist medya kuruluşunun açtığı Youtube
kanalı, ülkemizdeki gençlere ve kadınlara ulaşmak gibi “yüce” bir amaca
sahipmiş! Bu kanalda “Seks işçisi olmak” konulu belgeselde röportaja katılan
bir “seks işçisi” feminist, kendisini politik bir birey olarak tanıtıp, zaten
feminist harekette bu işin meşru sayıldığını, hatta kendisinin bitirdiği
üniversite bölümüne bağlı meslekten bu kadar para kazanamayacağını propaganda
ediyor. Bu solun peşine takıldığı emperyalist tezgâh, halkımıza bedenini
satmayı salık veriyor.
Eğitim-Sen
İstanbul 1 Nolu Şube’de Vegan Kortej, 1 Mayıs’ta emekçi hayvanları dost kabul
ederek, “Patronsuz ve Pezevenksiz Dünya!” pankartı açıp basın açıklaması
yapıyor. AB fonlarıyla mültecilik konulu panel düzenleniyor, ama panelde tüm
reformist çevrelerin şefleri ve Avrupalı mevkidaşları kürsü alsa da sendikanın
kendi üyesine söz hakkı bile tanınmıyor. Mülteci öğrencinin sorunlarını en iyi
bilen ve sınıfta bunu deneyimleyen öğretmen ya da diğer iş kolundan emekçilere söz
hakkı bile verilmiyor. Emekçi ile sendikanın yabancılaşması, alkollü
kokteyllerde aşılıyor.
İlericiliği
ve aydınlığıyla öne çıkan, yüzde seksen CHP’ye oy çıkaran Kadıköy, Beşiktaş,
Sarıyer, Bakırköy, Şişli, Ataşehir’de kiraların ne kadar olduğunu dikkate almak
gerek. Aynı şekilde, sosyalistliğiyle öne çıkarılan Okmeydanı, Gazi ve Gülsuyu
gibi mahallelerde kiraların geldiği aşamayı dikkatlerden kaçırmamak gerek.
Tezgâh
2: Armut
Yazımızın
kaleme alınmasına neden olan “armut” bir metafor sadece, sınıf mücadelesinin
metaforu. Şu sokak röportajlarında “cehaletiyle” hor görülen “geri” ve “eril”
yönleriyle solun politikasızlığını ve zevahirini “kurtaran” halktan bir emekçi,
Kayseri’de küçücük bir tezgâhta armut satıyor. Kolluk kuvvetleriyle birleşen
zabıta tezgâha el koymak isteyince, armutlar yere saçılıyor. Alın teriyle
ekmeğini kazanmaya çalışan seyyar satıcı, tek başına direnişe geçiyor ve
durdurulamıyor. Son çare olarak elindeki armutları fırlatıyor. Zora karşı zor
diyalektiği gereği, tarihte zorun rolü devreye giriyor. Muhafazakâr yapısı ve
oy yönelsemesi nedeniyle solun ciddiye almadığı bir kentte sınıf mücadelesi en
keskin hâliyle tarihe geçiyor. Zor aygıtı devreye girerek seyyar satıcı fiziki
bir saldırıya maruz kalınca, yine o “geri” halk, kadınıyla erkeğiyle araya
girip emekçiye şiddet uygulanmasına engel olup, “Adama vuramazsın, hayırdır ya,
hayırdır ya!” diye tepki gösteriyor.
Bundan
birkaç yıl önce kapatılma sürecinde Erzincan’da kent merkezinden kaç kilometre
uzakta bir mesire alanında oğluyla birlikte mısır satmak isteyen bir seyyar
satıcının tezgâhına el konulmaya çalışılınca, evladının yanında bir baba
kendini yaktı ve yoğun bakımdan çıkarılıp Trabzon’a ambulansla götürülmeye
çalışıldı, ancak yolda benzin bitince emekçi yaşamını yitirdi. Yaşanan sınıfsal
acı karşısında İzmir’de yaşayan seyyar satıcılar, bir araya gelip dayanışma
göstererek basın açıklaması yaptı.[1] Ve dün de bir emekçi, Kırşehir'de kendisine üzüm sattırmayan belediyeyi protesto etmek için üzüm kasasını belediye binasına attı.
Bu
bağlamda, tekrar Kayseri örneğine dönecek olursak; şu meşhur “kamu vicdanı”
yaralanınca tabii hemen ideolojik aygıtlar devreye girdi. Önce yerel bir basın
sitesi, zabıtanın görevini yaptığını, armutları yere dökmediğini, seyyar
satıcının zorluk çıkardığını iddia etti.[2] Aynı basın, Erzincan’da da devreye
girip, sınıf işbirlikliçiliğini/uzlaşmacılığını egemenlere ve burjuvaziye
kanıtlamıştı.[3] Yaralanan “kamu vicdanı” teskin edilip, rıza üretilmek için
baskı aygıtları devreye girerek, emekçi seyyar satıcı şahsında alın teriyle
yaşama tutunan emekçi halk kitlelerine gözdağı verilmeye çalışıldı:
“Kayseri Büyükşehir
Belediyesi zabıta ekipleriyle mallarına, tezgâhına el koyulan seyyar satıcı
Yunus Küsen’in olayına ilişkin Zabıta Teşkilatı Federasyonu tarafından
yayınlanan açıklamada, ‘Arkadaşlarımızın görevlerini yerine getirmek suretiyle
çalışırken seyyar satıcının satış yaptığı ürünleri yere dökerek kamuoyu
oluşturup arkadaşlarımıza zorluk çıkarttığı görülmüştür. Mal ve hizmet satmak
suretiyle rahatsızlık vermek, yayaların gelip geçtiği yerleri işgal etmenin
yasak olduğu açıkça belirtilmekle birlikte seyyar satıcıyla ilgili yasal süreç
başlatılmıştır’ ifadeleri kullanıldı. Zabıta Teşkilatı Federasyonu, Kayseri
Büyükşehir Belediyesi zabıta ekipleriyle mallarına ve tezgâh arabasına el
konulan seyyar satıcı Yunus Küsen ile ilgili olaya ilişkin kamuoyu
açıklamasında bulundu. Federasyon’un yayınladığı açıklamaya göre; görüntülerin
detaylıca incelenmesi sonucunda zabıta ekiplerinin görevlerini yerine
getirildiği ifade edilirken olay, ‘Arkadaşlarımızın görevlerini yerine getirmek
suretiyle çalışırken seyyar satıcının satış yaptığı ürünleri yere dökerek
kamuoyu oluşturup arkadaşlarımıza zorluk çıkarttığı görülmüştür (…) Açıklamada;
5326 Sayılı Kabahatler Kanunu 37’nci ve 38’inci maddelerine göre, mal ve hizmet
satmak suretiyle yayaların gelip geçtiği yerleri işgal etmenin yasak olduğu
belirtilirken, söz konusu seyyar satıcının suç işlediği’ ifade edildi. Yaşanan
olayla ilgili seyyar satıcı hakkında yasal sürecin başlatıldığı ve dava
sonuçlandığında sosyal medyadan paylaşılacağı belirtildi.”[4]
İdeolojik
manipülasyonun halktaki karşılığını önemsemek gerekir, çünkü sınıf bilincini
baskılayan ideolojik kuşatma çemberinin yarılması, solun tarihsel bir görevi
olarak ideolojik mücadelenin olmazsa olmazıdır. Meşhur sikayetvar.com
adlı sitede yazılan şikayetlerden bir örnek aktardığımızda ideolojik
manipülasyonun emekçileri nasıl karşı karşıya getirdiği daha net
anlaşılacaktır:
“Kaldırımları seyyar
satıcıları işgal etmiş durumda. Biz vatandaşlar olarak yürüyemez hâle geldik.
Kendileri mafyalar gibi, bir şey demeye bile gelmiyorlar. Üzerimize yürüyorlar.
Hemen Eyüp Sultan Belediyesi diye bir zabıta yok zaten. Defalarca söylememize
rağmen hiçbir şekilde ilgilenme yok.”[5]
Kayseri’deki
seyyar satıcının ekmek kavgasında gösterdiği dirence karşı yapılan açıklamada,
basının haber dilinde ve sikayetvar.com sitesinde yazılanlar mercek
altına alınınca, öne çıkan başlıklar şu şekilde: mal ve hizmet satmak suretiyle
vatandaşlara rahatsızlık vermek, şehrin esenliği ve güvenliği, yayaların
yürüyeceği kaldırımların işgal edilmesi…
Burjuvazinin
ve egemenlerin bu ideolojik manipülasyonu ters yüz edilmek zorundadır.
-
Ülkemizde tekelleşmenin ve neoliberalizmin getirdiği sonuç olarak AVM’ler ve
zincir marketler yüzünden, bırakalım bir seyyar satıcıyı, bir mahalle
bakkalının bile tutunma imkânı kalmamıştır. Şehrin esenliği ve güvenliği AVM’lere
ve tekellere bırakılmıştır. Bu yüzden küçük esnaf ve tezgâhtarlar sokaktan
arındırılıp halkın güvenliği sağlanmalıdır. Yayaların yürümesine engel olunması
bir aldatmacadan ibarettir, çünkü halk, araya girerek seyyar satıcının ekmek
kavgasına sahip çıkmıştır.
İstanbul
gibi Boğaz’a sahip bir kentte Sarıyer sahili ve birkaç bölge dışında denizi
görmek için yürüyecek bir alan kalmamıştır. Anayasal bir hak olan kıyıdan
yararlanma hakkı tekeller tarafından işgal edilerek halkın sahilde oturması ve
balık avlaması bile engellenmektedir. Galata Port örneğinde de görüleceği gibi
boğaz kıyısı, uluslararası turistik gemilerin alışveriş yapmasına açılarak
işgal edilmiştir ve bu AVM’nin alanına girmek için güvenlik kapısından ve X-Ray
cihazından geçilmektedir. Kıyıya ulaştığınızda ise balık tutmanız ve
ayaklarınızı uzatarak oturmanız özel güvenlik tarafından engellenmektedir. Aynı
şekilde, turizm bölgelerinde tüm kıyılar otellerin şezlonglarına üleştirilerek,
“halk plajı” diye bir plaj sadece halka reva görülmektedir. Tüm bunlar TMMOB’un
sorunu değildir, çünkü ona bağlı meslek odasının dönem başkanı, Antakya’da
depremle çöken ultra lüks rezidansın mimarıdır, ona CHP’li belediye başkanı
sahip çıkar.
-
“Yayaların esenliği ve güvenliği” meselesine dönecek olursak; üniversite
öğrencisi Zeren’in ölümünün ardından Kadıköy’de basın açıklaması yapan
arkadaşlarının yürüyüşüne de aynı nedenle engel olunmak istendi, fakat bir
öğrencinin haykırdığı gibi “hayat normal akışında devam etmiyor!”
-
Bugün deprem toplanma alanları ranta feda edilerek, olası bir depremde,
özellikle İstanbul'da, hayatta kalabilmek mümkün değildir. Aynı şekilde, her
yanımızı saran gökdelenler ve iş merkezleri nefes alabilecek yeşil bir alan
bırakmamıştır.
-
Şehrin esenliği ve güvenliği adına bir seyyar satıcının tezgâhına el koymak
için zabıta ve güvenlik birlikte müdahale ederken, başta büyükşehirler olmak
üzere ülkemizin birçok kenti uyuşturucu çeteleri, rant mafyaları ve
torbacılarla doluyken, buna karşı etkili bir mücadele verilmemektedir.
-
Çöken ekonominin etkisiyle halkın ruh sağlığı bozulduğundan ve umutsuzluk
üreten düzenin etkisiyle yalnızlaşan işçi, emekçi, öğrenci, genç ve köylü
intihar ederken, bugün TTB, halkın doktoru olma cüretini gösterip emekçi
mahallelerde buna yönelik paneller, konferanslar ve etkinlikler
düzenlememektedir.
-Asgari
ücretin ev kirasına yetmediği bir ortamda ne kamu emekçileri ne de işçi
sendikaları ortak bir politika üretip sınıfa umut ve güven verdiğinden, bugün
kiracı ve ev sahipleri karşı karşıya gelmektedir.
-Armut
satan seyyar satıcıya acaba kaç “demokrat” avukat sahip çıkacak? İşçi sınıfının
gazetesi olduğunu iddia eden gazeteler onunla röportaj yapacak mı? Sol partiler,
onun için destek basın açıklamaları yapacak mı? Niyet okuma cüreti göstererek,
şu yanıtı verelim: HAYIR! Bu yanıtın verilmesindeki nedenlerin en güncel somut
örneği, Filistin için ses çıkarmakta iki hafta gecikilmesidir. Daha yakın
dönemden bir örnek verecek olursak, grev kararı alan sendika yönetimi, ihraç
edilen emekçisinin direnişine Kayseri’deki halkın seyyar satıcıya sahip çıktığı
kadar destek olup direnişi büyütmemiştir. Sendikasından meslek odasından
partilerine kadar bu sol için halkımız da Filistin de “geri” ve “cahil”
olduğundan, onlar için bir miting, gece yürüyüşü, grev, boykot ve dayanışma
pratikleri göstermedi.
Beyoğlu
Belediyesi, bir dönem kaldırıma masa atan bar ve işletmelere ceza keserken, tüm
sol, ilericilik adı altında birleşip “mücadele” veriyordu. Kıyılardan
yararlanma hakkını savunan sol, kaldırımda yürüme hakkını vermiyordu halka, çünkü
o yürümeyi değil masada oturup içmeyi politika belirliyor. Kaldırımı işgal eden
bar masalarını mücadele kürsüsü belleyen solların ter kokan ve müfredat
bilgisinden yoksun Anadolu işçi ve emekçisinden öğreneceği bir şey yoktur! O
solcu bar/meyhane işletmecileri, o yüzden CHP’li belediyenin ilçeyi yönetmesini
istemektedir. Onlar için kadın, yaşam tarzı mücadelesinin öznesidir, onların 8
Mart’ında temizlik ve tekstil işçisi, köylü kadınlar yoktur. Rosa Lüksemburg’un
değil, dans edemeyeceği ihtilali istemeyen Emma Goldman’ın peşinden gidenler, Gazete
Duvar’da erkek ve kadın ırgat arasındaki ücret farkını “çük farkı” diye
haber yapacak kadar pespayedirler. Onların uzak durduğu halkımızın kadınları
Akbelen’de, Karadeniz’de, Ege’de suyuna, toprağına ve doğasına sahip çıkarken
bu sollar ve feministler, sadece direnişe misafir olup hatıra fotoğrafı
çektirmek için vardır. Onların varlık mücadelesi yokluk üzerine kuruludur ve
halk ve sınıf için de yok hükmündedirler.
İnsan
Pazarı ve Sınıf Mücadelesi
Bugün
sınıflar mücadelesi, ülkemiz özelinde her ne kadar kendiliğindenciliğe sıkışsa
da sınıflar, birbirinden kopuk şekilde muazzam direnişler göstermektedir.
İçinde “ekmek” geçen atasözü, deyim, halk deyişine belki de bizim halkımızın
dilinden başka bir dilde rastlanmaz. Halkımız için “ekmek”, emek mücadelesi bağlamında,
kültürel ve sınıfsal açıdan kutsal bir öneme sahiptir. E(k)mek, halkımızın
bütün bir yaşam mücadelesinin sembolüdür.
Bu
yüzden, tıpkı seyyar satıcıya uygulanan müdahaleye halkın engel olduğu gibi
alın teri mücadelesinde atılan her adımda dili, kültürü, mezhebi, inancı,
ideolojisi fark etmeksizin tüm kesimler sınıf çatısı altında birleşebiliyor.
Bugün kâğıt toplayıcılarının, seyyar satıcıların, ürününü yola döken
köylülerin, AVM’lerde ve madenlerde gün ışığı görmeden çalışan işçilerin,
ataması yapılmadığı için intihar eden, ücretli öğretmenlik adı altında
sömürülen öğretmenlerin, ırgatların, iş cinayetlerinde yitirdiğimiz inşaat ve
tersane işçilerinin, mahalle aralarında merdiven altı tekstil atölyelerinde
arabeske mahkûm edilen işçilerin, açlıkla yoksulluk arasında hayata tutunmaya
çalışan öğrencilerin, kirasını ödeyemeyenlerin, kısacası, bir bütün olarak
ezilenler ve sömürülenler olarak bizi insanca yaşam mücadelesinde birleştirecek
tek çıkış yolu, sınıf mücadelesidir. Tüm çarklar burjuvazi ve egemenler lehine
de işlese, sınıf mücadelesi bunu aşacak tek güçtür.
Bugün
bu sola ve bu kadar reformist aldatmaca ve yenilgiye rağmen halk kitleleri ve
sınıflar, birbirinden ayrı mücadele yürüterek, hak nasıl kazanılır dersi
vermektedir. Mevcut soldan değil, halkın kendi sınıfsal gücünden direnmeyi
öğrenmek ve bu dağınıklığı aşıp mücadeleyi birleştirmek zorundayız.
Ekmeğin
dili ve dini yoktur. Varsın sol, sendikalar ve meslek odaları, kokteyllerde ve
kendi barlarında/meyhanelerinde sarhoş olsun, Maltepe-Bakırköy hattında
salınsın, ilericilik adı altında aileye saldırıp halkı sokak röportajından
tanıyıp onu müfredat temelli sözlüye kaldırsın. Onlar, Mayıs’ta tarihsel olarak
dağılma sürecine girdi. Barlarda yenilginin muhasebesini rahatlıkla yapsınlar.
Hayatın nehri ve sınıflar mücadelesi onların dışında akmaktadır. Bu dağınıklık
bir şekilde aşılacaktır, aşılmaya mecburdur, bu zorunluluk, tarihin ve
diyalektiğin yasası gereğidir.
Sınıfsız
ve sömürüsüz bir düzen kurma idealini taşıyanların en önemli görevlerinden biri
de ne sendikalarda ne de politik platformlarda ideolojik mücadelenin gereği
olarak reformistlere söz hakkı ve inisiyatif tanımamaktır. Sınıfsız ve
sömürüsüz bir düzenin gecikmesine neden olan her sol çevre ve ideoloji
reformisttir. Reformizmin tarihsel görevi de budur.
NOT: Mayıs
seçimleri, reformistlerin halk ve sınıf düşmanlığını gün yüzüne çıkarmıştır.
Bunun en açık kanıtı, depremzedelerden oy toplamak için bölgeye gidenlerdir.
Seçimden sonra deprem bölgesinden ayrılanları halk yakından tanımaktadır. O
güveni ve samimiyeti halka verememişlerdir. Gösterdikleri dayanışma, onlar için
halka bir lütuf/minnettir. Bugün yayınlarında bölgeye dair haber
yapılmamaktadır.
S. Adalı
3
Kasım 2023
Dipnotlar:
[1] “İzmir’den Erzincan’a Seyyar Satıcı Desteği”, 4 Ağustos 2020, Egede.
[2]
“Büyükşehir’den Seyyar Satıcı Görüntülerine Videolu Yanıt”, 19 Ekim 2023, KAH.
[3]
“Seyyar Satıcı Cenneti Erzincan”, 1 Eylül 2021, Gündem24.
[4]
“Zabıta Teşkilatı Federasyonu”, 24 Ekim 2023, Manşet.
[5]
“Eyüp Sultan Belediyesi”, 27 Ekim 2023, Şikayetvar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder