Godot'yu Beklerken
oyunu absürt tiyatro kategorisinde değerlendirilse de ne zaman geleceği ve kim
olduğu bilinmeyen bir sembol olarak Godot, okuyucu ve izleyici açısından
içinden gelinen toplumsal şartlara göre farklı çağrışımlar yapar. İşçi için
düşünü kurduğu insanca yaşam, topraksızlar için toprak, sürgündekiler için yurt
özlemi, sömürülenler için kurtuluş düşüdür ve bir bütün olarak umutlu bir
bekleyiştir.
Tüm değerlerin yozlaşma riskiyle yaşanan çağda absürt
olan Godot değil; sömürü düzeni, açlık, yoksulluk, yurtsuzluk, sömürgecilik,
cinsiyetçilik, emperyalizm, faşizm, ırkçılık, yozlaştırma, kapitalist yaşam
düzenidir. Yaşam anlamsızlaştığı zaman absürt ve anonim ortaya çıkarken, umut
dolu bekleyiş, mücadelenin kararla ve inançla sınanması, yaşamın anlamını
güçlendirir. Godot, Filistinliler nezdinde işgal edilmiş ve sömürgeleştirilip
yurtsuzlaştırılmış halkın kurtuluş mücadelesinin zafere ulaşmasıdır.
Bugün Gazze'yi anlamak ve duygudaşlık kurmak için
oraya gitmeden yaşadığımız düzenin gerçeklerine bakmamız bile önemli bir
adımdır. Gazze’de elektrik ve su kesiliyor; rantsal dönüşüm uğruna Tozkoparan
ve Fetihtepe örneğinde görüldüğü gibi insanlar evlerinden çıkarılmak için önce
müteahhit adı altındaki paramiliter çeteler mahalleye yollanıyor, sonra da
evlerin elektriği ve suyu kesiliyor. Evinde elektrikli cihaza bağlı olan hasta
yakınları perişan oluyor, engelli ve yatalak hastası olanlar, duş alma imkânından
yoksun bırakılıyor. Bebeği ve çocuğu olanlar susuzluk çekiyor. Tıpkı Kerbela ve
Gazze gibi.
Gazze’de çocuklar ölüyor, fakat ülkemizde sayısı 700
bini bulan çocuk işçilerden her yıl ortalama 60-70’i “iş kazalarında” can
veriyor.
Gazze’de kadınlar ölüyor, ülkemizde güvencesiz şekilde
çalışan mevsimlik tarım işçisi kadınlar, bazı bölgelerde erkeklerden daha az
ücret alıyor, işçi servislerinde can veriyor.
Gazze’de insanlar açlık çekiyor, ülkemizde insanlar aç
kaldığı için intihar ediyor. Aslında intihar değil, sömürü düzeninin cinayeti.
Gazze’de son süreçte 10 bin insan ölüyor; ülkemizde iş
kazalarında her yıl ortalama 1.500 işçi, tersanelerde, tarlalarda, fabrikada,
sokakta, inşaatlarda can veriyor.
Gazze’de binalar yıkılıyor; yaşadığımız sel, yangın ve
depremlerde binlerce bina müteahhit düzeninden kaynaklı önlem alınmadığı için
ölüyor.
Gazze’de çocuklar sokakta oyun oynayamıyor,
çocuklarımız çalışmak zorunda kaldığı gibi, oyun oynayacakları parklar
küçültülüyor ve imar alanına çevriliyor.
Gazze’de insanlar gençliğini yaşayamıyor. Gençlerimiz
ülkeyi terk etmek zorunda bırakılıyor, asansörde can veriyor, uyuşturucudan
sokak ortasında ölüyor, işsizlik ve güvencesizlikle psikolojisini bozuyor. Bir
iş, aş edinemeyip aile kuramıyor; öz yurdunda parya gibi yaşıyor, yurdunu bile
gezemiyor.
Gazze’de halk, sağlık hizmeti alamıyor. Halkımız
hastanelerde randevu bulamıyor, ilâç alamıyor, tedavi göremiyor.
Gazze’de çocuklar eğitim alamıyor. Çocuklarımız okula
devam edemeyip çalışmak zorunda kalıyor.
Gazze halkı özelinde Filistinliler yurtlarını terk
etmek zorunda kalıyorlar. Halkımız çareyi Avrupa'da görüp ülkeden gitmenin
yollarını arıyor.
Gazze’de ve yakın yerleşim birimlerinde halk mülteci
kamplarında yaşamaya mahkûm ediliyor, hem de öz yurtlarında. Halkımız kirayı
ödeyemediği için sokağa atılıyor. Emperyalizmin hesapları uğruna yurdumuz
mülteci vatanına dönüştürülüyor. Mülteciler bedenlerini satmak zorunda kalıyor,
ırkçı saldırılara uğruyor, halklar birbirine düşman ediliyor. Mülteci işçi,
ülkemizde can veriyor.
Gazze, yangın yeri. Madımak, Aladağ ve Diyarbakır kız
öğrenci yurtları, yangın yeri. Maraş, Çorum, Malatya, yangın yeri.
Gazze, Siyonistler aracılığıyla emperyalizmin
saldırısı altında. Ülkemizin her yerinde yabancı burjuvaziye evler satılıyor,
emperyalist şirketlerin fabrikalarında halkımızın işçileri sömürülüyor.
Gazze’de bir günde yüzlerce insan can veriyor. Soma’da,
Ermenek’te, Bursa’da, Zonguldak’ta ve çeşitli bölgelerde insanımız emeğiyle
ekmeğini kazanırken, yüzlercesi göçük altında kalıyor. Düzce’de, Gölcük’te, Van’da,
10 ilimizde yüz bine yakın insan göçük altında can veriyor.
Gazze halkı yoksul, halkımız da yoksul. Gazze’nin tüm
zenginlikleri emperyalizm eliyle sömürülüyor. Ülkemizde kıyılarımız, turizm
burjuvazisinin ticaretine bırakılmış, yurdumuzda ücretsiz halk plajı denilen alan
giderek küçülüyor.
Gazze’de gıda sıkıntısı var. Ülkemizde halk, ekmek
büfelerinin önünde uzun kuyruklar oluşturuluyor. İnsanımız, pazarlardan çürük
sebze meyve topluyor, fırınlardan bayat ekmek alıyor.
Gazze’de yaşlılar savunmasız.
Yaşlılarımız/büyüklerimiz emekli olamıyor, olsa da geçinemiyor.
Gazze’de halkın ruh sağlığı bozuluyor. Ülkemizde
geçtiğimiz yıl 62 milyon kutuya yakın antidepresan satışı yapılmış. Sokakta
şiddet, trafikte kabalık, bunalım, kadına ve çocuğa şiddet, gündeliğin başı boş
pratiğine dönüşüyor.
Gazze’de salgın hastalık kol geziyor, yoksul halkımız
kovid salgınında can veriyor. Gözden ilk çıkarılan, yine yoksullar oluyor.
Gazze’de insanlar kefensiz yatıyor, ülkemizde kovidden
ve depremden ölen insanlar kefensiz yatırılıyor. Gazze’de insanlar yakınlarını
defnedemiyor, ülkemizde kovidde ve depremde can veren insanımızı ailesi
uğurlayamıyor.
Gazze’nin çocukları ve kadınları babasız ve eşsiz
kalıyor, ülkemizde analar babalar çocuğuna okul pantolonu alamadığı için
yaşamına son veriyor.
Gazze, haritada bir nokta ve TV ekranında bir görüntü
değildir. Yoksulluğun, sömürünün, yurtsuzlaştırıldığı her yer Gazze’dir.
Filistinliler bir coğrafyaya sıkıştırılmış halk değildir. Filistinliler tüm
ezilen ve sömürülen halklardır. Açlığın, yoksulluğun, sömürünün dini ve dili
olmaz. Mazlumun dili çığlıktır, acıdır, öfkedir. Hamas’a bakıp “aydınlığı”
savunan yurtseverlik, o seküler beyazlık, burjuvazi otelleri Gezi’de kapı açtı
diye onun peşinden gidiyor. Bilmiyor ki burjuvaya o kapıyı kendinin açtığını.
Barselona başta olmak üzere birçok bölgede ve ülkede
Filistin halkı için meydanlar doldurulup yürüyüşler yapılıyor, halkların
kardeşliğine yeni ilmekler atılıyor, hem de din ve dil farklılığına rağmen.
Ülkemizde sollar Avrupa elitizmini de aşıp sırf “sessiz
kalmadık” demek için göstermelik basın açıklamaları yapıyor. Halkının gerçeğine
yabancılaştığından, Gazze’ye de Fransız kalıyor. Alan, muhafazakâr ve
milliyetçi çevrelere bırakılıyor. Bu çevreler, boykot çağrıları yapıp mitingler
düzenliyor. Özde değil biçimde solla muhafazakârlar görev değişimi yapıyor.
Sol, sessizce İsrail'e subjektif destek veriyor, ama
İsrail ile hiçbir ticari ilişkiyi kesmeyen çevreler, Filistin için destek
eylemliliklerinde bulunuyor. Sol, ne kendi halkı ve sınıfları için ne de Gazze
için yaşamı durdurabiliyor. Kimliklerin, sivil toplumculuğun, radikal demokrasi
hareketlerinin peşine takılıp halkı aşağı görüyor. Karşı olduğu çevreler de
onların kaçtığı alandan besleniyor.
Vekil ve sendika koltuğu pazarlıklarıyla ilkelerini
hiçe sayan sol, peşine takıldığı çevrenin gazetesinde yazılan Filistin karşıtı
yazılara sesini çıkaramıyor. İçinde yaşadığı halkın şiirine “ırkçı” denilmesi
karşısında sağır oluyor, dilsizi oynuyor, ama kültür-sanat alanında suyun
başını hep o tutuyor.
Aksa özelinde Filistin direnişi tüm emperyalist
ülkelerin dengesini bozuyor, Filistinli yazarın ödül töreni bile iptal ediliyor
“ilerici” Avrupa tarafından. Mazlumun meşru gücünden duyulan korku, Filistin’in
zafere ulaşmasından değil; ezilen ve sömürülen halklara umut olmasından.
Emperyalistler, Sovyet örneğinin nasıl dalga dalga umut yaydığını unutamıyor.
O yüzden, sömürünün olduğu her yer Gazze, her yer
direniş; hepimiz Arap değiliz, ama yoksullar ve ezilenler olarak hepimiz
Filistinliyiz. Hamas mı daha vahşi, burjuvazi mi? Bu sorunun yanıtı nasıl bir
yaşam istediğimizin yanıtıdır.
S. Adalı
12 Kasım 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder