“Bunca yere düşmüşlerden,
Yenilmez bir hayat doğar:
Analar, onlar ayakta
Buğday içindeler, onlar,
Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden,
Bir öğle güneşi gibi.
(...)
Bir tek beden olur,
Analar, bayraklar, çocuklar,
Hayat gibi canlı tek bir beden;
Bir yüz bekler karanlıkları,
Ölü gözleriyle,
Kılıcı dopdolu,
Dünya ümitlerinden."
[Pablo Neruda]
Bugün Aksa Tufanı’nın 32. günü geride kalıyor. Bir
dönem medyada 32. GÜN adında belgesel programı vardı. Tufan’ın 32 günlük süreci, direnişin taraftarları ve karşıtları arasında turnusol kâğıdı işlevi görüyor.
İlk günlerde Medyascope’un Youtube hesabından, Hamas’ın
İsrailli sivillere katliam yaptığına dair görüntüler paylaşıldı. Ama İsrail’in
propagandası bir haftada iflas etti.
Şu ana kadar ölen Filistinlilerin yarısı çocuk.
Hastaneler, halkın yerleşim birimleri, “mülteci kampları”, göç yollarında
konvoylar, okullar, çeşitli ülkelerin insani yardım depoları İsrail tarafından
vuruldu. Bu süreçte tüm parametreler siyonistlerin aleyhine döndü.
Emperyalistler dışında İsrail, kitlesel destek bulamadı. Bu savımıza bir şerh
düşeceğiz yazımızda.
Ülkemizde sollar, sadece İsrail konsolosluğu önünde
protesto ve basın açıklaması yaptı, sonra söylem düzeyinde kaldı. Süreçte
Filistin’e destek eylemleri muhafazakarlar ve milliyetçiler tarafından
şekillendi: mitingler, yürüyüşler, protestolar, basın açıklamaları ve
boykotlar, sosyal medya çalışmaları. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta
var: Bu eylemliliklere katılan kesimleri ağırlıklı olarak yoksul halk sınıfları
oluşturuyor, her ne kadar peşinden gittikleri hegemonya, burjuvazi lehine
hareket etse de.
Solların ilk bir haftada adım atması, başta radikal
demokrasi hareketini tedirgin etti. Araya giren yayınlar, “Kendi coğrafyanıza
bakın, Hamas terörüne dur diyelim, Türk solu tutarsız(!)” gibi açıklamalar ve
görüşler sunup, ideolojik çarpıtma ve Gazze halkını yalnızlaştırma politikasına
dâhil olarak, İsrail'in fahri dostu olmaya hak kazandı. Kendi gazetelerinin
diliyle ifade edersek, “Suriye’nin kuzeyine” bakmamız gerekiyormuş. Demek ki
bakmıyormuş Türk solu!
Yakın tarihte örnek verecek olursak, 6-7 Ekim ve 29
Aralık grevleri, 10 Ekim Gar katliamı belleğimizi tazeler. Aynı görüşleri
savunan İHD yöneticisi Eren Keskin, geçtiğimiz günlerde bir röportajda benzer
görüşleri dile getirdikten sonra, İHD olarak İsrail konsolosluğunun önündeki
protestolara gitmediklerini, bunun nedeninin de Musevi yurttaşlarımızı ürkütmeme
amacına dayandığını dile getiriyor, ama çeşitli ülkelerde yaşayan Yahudi
aydınları yürüyüş düzenleyerek İsrail’i protesto ediyor. Anlaması zor değil.
Antalya özelinde ülkemizde yaşayan on binlerce
yerleşik yabancı Rus var. Bu insanlar, TV kanalı açmaya çalışmıştı bir dönem.
Ukrayna savaşı başladığında sendika şubelerinde “Rus konsolosluğu önünde
protesto ve basın açıklaması yapalım” önerileri tartışılıyordu. Yerleşik
yabancı statüsündeki Rus kardeşlerimizi, eylemliliklerinizle, neden ürküttünüz?
Bunun birçok nedeni var. Suriye’nin kuzeyinde -Yeni
Yaşam’ın diliyle- Afrin'de Ruslar sizi yarı yolda bıraktı! Sonra “diktatör”
ilân edilen Esad rejimi “topraklarını” savunmaya çağrıldı.
Solların 32 günlük sürecine dönecek olursak KESK ve DİSK,
Tufan başladıktan 10 gün sonra yüzeysel açıklamalar paylaştı. Anlaması zor
değil. Ortak düzenledikleri bütçe talepli mitinge, aidatını aldığı işçileri
tertip komitesi alana almama talimatı verdi.
Ukrayna Savaşı başladıktan sonra KESK kadın meclisinin
paylaşımlarında, açıklamalarında ve yazılarında Ukrayna’da kadınların,
çocukların ve LGBT bireylerin savunmasız olduğu vurgulandı. İlerleyen
süreçte Ukraynalı kadınların askeri eğitimleri ve üretimleri üzerinden kız
kardeşlik propagandası yapıldı. “Savunmasız” LGBT bireyler Neo-Nazi taburlarına
katıldı. Avrupa’daki LGBT konser ve etkinliklerinde faşist Bandera için “Babamız
Bandera” şarkısı söylendi, Sovyet döneminden kalan heykeller yıkılıp Bandera’nın
doğum gününde heykeli dikildi.
Bugün Filistin’de kadınlar, analar ve çocuklar ölüyor, ama KESK kadın kolları dâhil hiçbir feminist çevre, eylem düzenleyemiyor.
Sosyal medya hesaplarında buna dair paylaşım dahi görülmüyor. Akbelen’deki
yaşını almış anaların ağaçlara sarılıp vatan toprağını savunması paylaşılıyor
ki paylaşmak yetmez, onlar halkımızın onurudur, fakat ödül töreni iptal edilen
Filistinli kadın yazara destek olunmuyor, ölen anaların ve çocukların hakkı
savunulmuyor.
İnsan hakları derneği ve sendikalar parti gibi hareket
ediyor, feministler ve LGBT’ler sürece sessiz kalarak cinsiyetçiliği
güçlendiriyor. Yaklaşan 25 Kasım’da Taksim diye diretecek olan bu çevreler
alanları dolduruyor, ama Filistin’e bakınca Hamas üzerinden erillik görüyor. 8
Mart’ın kızıllığına mor bir oje sürülü afişi ve pratiği üreten sendika da dâhil
kadın meclisleri 25 Kasım’da, Aralık’taki insan hakları haftasında ve 8 Mart’ta
“kutsal aileniz batsın, erkek ölsün” diyen, beden uzuvlarının argo dille
yüceltildiği dövizlerle yürüyor. O yüzden Filistin’e bakınca yok etmeye
çalıştıkları aileyi görüyorlar.
Müsterih olunuz, kapitalizm aileyi yok ediyor, sizin
rol çalmanıza gerek yok. Hamas’a bakıp kadın haklarının zedelenmesi sizi
kaygılandırıyorsa Afganistanlı kadınlara ne kadar destek oldunuz? Taliban
yönetime geçince 1 hafta basın açıklamaları yapıp sustunuz.
Afgan kadını yoksuldur, ülkemiz kadını da yoksuldur.
Sizin yoksulun sofrasında yeriniz olmaz. “Yoldaşlarınızın” açtığı bar
masalarında kız kardeşlik hukuku perçinlenir. Bu tarz anlayışlar Gezi’de ayyuka
çıktığı gibi MÜSİAD’a karşı TÜSİAD’ın sekülerliğini tercih ediyor. Patron da
olsa her kadını kız kardeşi kabul ediyor. TÜSİAD’da patronlarla halay çekiyor.
Medya’da İsrailli kadın askerlerin fotoğrafları “kahraman”
gibi temsil edilip medeniyetler çatışması anti-emperyalizmle takas ediliyor. 5
binden fazla çocuk öldü. Çocukların cinsiyet değiştirme “hakkını” savunup
tarikat karanlığına karşı çocukları savunanlar, Filistinli çocuklar için adım
atmıyor. Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’e karşı savaşan kadınları yücelten TTB
yöneticilerinden Gazze için ses çıkmıyor. Ulusların kendi kaderini belirleme
hakkını anti-emperyalist bağlamdan çıkarıp “Türk” solunu ideolojik kıskaca
alanlar yurtsever oluyor, fakat mesele Filistin olunca, Hamas gösterilip kendi
öz yurdunda mülteci kamplarında yaşayan halkın kendi kaderini tayin hakkı
reddediliyor.
Oysa mesele Hamas değil, Hamas her şekilde ideolojik
olarak eleştirilebilir, bugün Tufan'ı gerçekleştiren 14 yapı var, Hamas en
güçlü olanı. Eylemin liderlik kadrosu, Leyla Halit’in ve George Habaş'ın
ardıllarından oluşsa da yine Filistin yine savunulmayacaktı. Kaldı ki Hamas dışında
kalan 13 yapı ya da solun gönlünden geçen Filistin direnişçi profili, şu an
Tufan’da yer aldığı gibi dünya haklarından destek bekliyor.
Radikal demokrasi hareketine, yakın dönemde, Leyla
Halit’in destek açıklaması yaptığı gerçeği de tarihe not düşülmelidir.
Anti-emperyalist olmayan hareketler yurtsever değil milliyetçidir,
anti-emperyalist olup da anti-kapitalist olmayan hareketler yurtsever de olsa
liberaldir.
Filistinli kadın yazarın ödül törenini iptal eden
Avrupa ilericiliği Mehsa Emini şahsında İran’daki kadın hareketine Aralık
ayında ödül verecek, insan hakları haftasında! Filistin direnişçileri
emperyalizmden destek almıyor, kendi topraklarına emperyalist ordu ve
devletleri çağırmıyor. “Yurdumuz kurtulsun da nasıl kurtulursa kurtulsun”
şiarıyla hareket edip 30'a yakın -içinde radar üsleri de bulunan- emperyalizme
üs açacak alan vermek istemiyor. “Ne yapalım, emperyalistleri çağırmasaydık da
İsrail siyonizmi bizi yok mu etseydi?” diyerek anti-emperyalizmin özünü
boşaltmıyor.
Bir kez daha belirtirsek; Filistinliler, kendi
geliştirdiği imkânlarla yurtlarını varlık-yokluk pahasına savunuyor, yok olma
riskini her gün sömürülme riskine tercih ediyor. Medyada karşımıza çıkan savaş
görüntülerine bakıldığında, İsrail ordusu ağır kayıplar veriyor ve bu
başarısızlık karşısında emperyalist orduların generalleri İsrail askerlerini
eğitmeye ve motive etmeye gidiyorlar.
Burjuva medyada Filistinli bir direnişçinin çarpışma
görüntüsü karşısında bir “uzman konuşmacı” soruyor: “Ne kadar rahatlar?” Başka
bir konuşmacı şu yanıtı veriyor: “Onlar zaten savaşın içine doğuyor, bu kadar
rahat şekilde çarpışmalarının sebebi de meşruiyetten aldıkları güç.”
Filistinlilerin, Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen Husileri
dışında İsrail ile sıcak temasa giren başka dostları yok. İslam tarihindeki
Şii-Sünni çatışması, anti-emperyalizm ve anti-siyonizm karşıtlığında çözüm
yolunu açıyor.
Müslüman olmayan Avrupa'ya bakacak olursak, her ne
kadar İsrail dostluğu yapsa da egemenler, Avrupa halkları, başta Barselona,
Londra, Paris olmak üzere yüzbinler sokakları doldurup Filistin'e destek
yürüyüşleri gerçekleştiriyor, egemenlerin modern haçlı seferi de medeniyetler
çatışması safsatası da böylece halkların kardeşliğiyle bozguna uğratılıyor.
Herhalde onlar da Hamas’ı savunmuyordur, dil ve din farklılıklarına rağmen!
Ortadoğu'da yaşayan Kürtlerin din kardeşliği üzerinden
Filistin’e vereceği destek, sözde sol ve radikal demokrasi çevreleriyle
engelleniyor. Milliyetçilik, işte bu yüzden benmerkezci bir politikayı üretir.
Dünyanın merkezi hâline gelirsiniz. Bu engellemenin ikinci amacı da Ortadoğu’da
yardıma çağrılan emperyalistlerle halkı karşı karşıya getirmemektir.
“Hamas’a/cambaza bak” politikası Gezi’de de
görülmüştü: “Biz burada darbe zihniyeti/unsurları gördüğümüz için böyle bir
şeyin içinde yer almayız!” denilmişti.
Milliyetçiliğin ekonomi-politiği liberalizm, felsefesi
pragmatizmdir. IŞİD’e karşı savaşan kadınların başlarının açık olduğu için
Avrupa halklarının sempatisini kazandığını iddia edenlerin politikası çöküyor:
Aynı Avrupa halkları, daha kitlesel şekilde, “eril, geri, kaba” Filistin
mücadelesine destek çıkıyor. Halklar medeniyetçiliğin değil, kurtuluşun
özlemini duyuyor. Bu yüzden dünya halklarının Filistin’e verdiği destek
karşısında yaşanan şok, üretilen politikanın iflasıdır. Milliyetçilik böyledir,
yaşam gösteriyor.
Amerika’da sağlık çalışanları, Filistin poşuları takıp
katledilen Filistinliler için farkındalık oluşturmak adına meydanlarda
hareketsizce yatıyor. Medeniyetler çatışması ve Hamas karşıtlığı bir kez daha
çöküyor. “Savaş halk sağlığı sorunudur” diyen TTB ise avcılık hikâyelerine
yansıyan pratiği sergiliyor. Hamas üzerinden, ormanda ayı gören ve kendini
korumak için ölü taklidi yapan tavşan gibi davranıyor.
Kübalı kadın doktor Aleida Guevera, Filistin’e destek
açıklamaları yaparak, siyonistlerin yenilmesi gerektiğini söylüyor. Savaşı halk
sağlığı sorunu olarak görüp, okulların eğitime ara verilmemesi ve “çocukların”
eğitim hakkını savunmak için kendi üyesinin ihraç edilmesi pahasına grev ilân
eden sendika, Filistinli çocuklar için bir saatlik iş bırakma eylemi bile
gerçekleştiremiyor.
Filistin’den savaş görüntüleri geliyor. Direnişçiler
kafa kameralarıyla çektiği görüntüleri paylaşıyor. İsrail, hem savaşta hem de
dünya halkları nezdinde yeniliyor ve yalnızlaşıyor. Kafa kamerası bize
emperyalizmin yenilmez olmadığını gösteriyor. Yazımızda eleştirdiğimiz
çevrelerin kafa kamerası ise onların zihnindeki ideolojik bunalımı gösteriyor.
Biri dışarıyı, diğeri içeriyi gösteriyor.
Tufan, artık ideolojik bir ayrışmadır. Ak buğdayla
kara buğdayın ayrıştığı hat, aynıların aynı yere toplanmasını sağlayan keskin çizgidir.
Tüm bu toplam bir tesadüf müdür ya da eleştiri ağır
mıdır? Kesinlikle hayır. Tarih kümülatif bir ilerlemenin sonucudur, neden-sonuç
ilkesine ve çelişkilere göre ilerleyip şekil alır. Rusya karşıtı protestolar,
İsrail ve Filistin arasında iki devletli çözüm önerileri, aile karşıtlığı,
Finlandiya’nın kaygılarının paylaşılması, sınıf mücadelesinin kimlik
mücadelesine çevrilmesi, ilerici-gerici karşıtlığı üzerinden halkın bütünlüğüne
saldırılması, ilericiliğin bireysel yaşam biçimiyle ölçülmesi, anti-emperyalist
yurtseverliğin milliyetçi hesaplar uğruna emperyalizme “küreselleşme” diyerek
feda edilmesi, yoksuldan ve toplumsaldan kaçıp özel alana çekilerek, bireysel
anarşizmin savunulması, bu solu ve radikal demokrasiyi ortaya çıkarmıştır.
Son olarak bir noktaya daha temas etmek yerinde
olacaktır. Ülkemizde halkın geneli geçmişten beri emperyalizm karşıtıdır. Bugün
sol, Filistin davasına destek olmada halkımızı, işçileri-köylüleri
birleştiremediği için milliyetçi ve sözde muhafazakar, özde tarikatçı çevreler
eylemlilikler düzenleyerek halkın öfkesini dindiriyor. Halkın asıl talebi
Filistin’e daha somut destekler verilmesi.
Sol, halkın bu yapısını göremediği ve sekülerlik
rüyasına aldandığından, yoksul halk kitlelerinin Filistin’e vereceği desteği
karşısında yer aldığı çevrelere bırakıyor. İkinci nokta ise radikal demokrasi
çevrelerinin ideolojik manipülasyonu. Bu çevrelerin amacı, bir bütün olarak
Anadolu halkının Filistin ile kardeşlik bağı güçlendirmesine mani olmak.
Abdurrahman Dilipak adlı köşe yazarı, “70’lerde
Filistin’de sol yapıların İsrail’e karşı direnişini bizim 68 kuşağı gençler
desteklediği için biz geri duruyorduk, ama bugün biz Hamas’ı destekliyoruz diye
sol, Filistin davasına geri duruyor” mealinde görüş bildiriyor.
Filistin özelinde ülkemizdeki sınıf mücadelesinin
tablosu da netlik kazandı. Solun baş tacı ettiği Avrupa ve Batı ilericiliği,
orada yaşayan halklar tarafından Filistin için alanları dolduruyor, fakat
ülkemizdeki sollar “sınıfta” kaldı. Ama büyük “Sınıf”ta kalamadı!
Solun asıl kaçtığı, Hamas değil, halk gerçeği. O sol
ki Fetihtepe halkıyla dayanışma düzenleyip düğün orkestrası eşliğinde Erik Dalı
oynadı, sınıf öfkesi yumuşatıldı. Fetihtepe yeni bir Vadi İstanbul’a
çevriliyor. Taviz tavizi doğurur, öyle bir lüks yaşam alanı, yanında Okmeydanı’nı
istemez. Yaşam gösterecek. “Nazik” olan erik dalı değil, ülkemiz solu!
Filistin ile ilgili isyan pazarlanıp Netflix
dizisi/filmi çekilirse, artık meselenin özünü oradan izleyebilirler. Dün dünya
halkları nezdinde Filistin’e destek veren solun bugünkü sessizliği, bir utanç
olarak tarihe geçecek.
NOT:
Eleştirilere gelecek yanıt, şu ideolojik manipülasyonu içerebilir: “Bu
solcular, Rusya’yı ve Hamas’ı sosyalist sanıyor yine.” Yanıtımız net: Hayır,
ikisi de sosyalist değil! Biz, cambaza bakmayacağız. Halkların kendi kaderini
tayin hakkını değil, doğrudan Filistin’in gasp edilmiş topraklarının
bağımsızlığını kazanmasını savunuyoruz. Bu bağımsızlık kazanıldıktan sonra
halklar sosyalist bir ülke inşa etmeyip Hamas ideolojisine göre yönetilebilir,
ama işte o zaman kendi kaderini tayin hakkını belirler. Tıpkı Suriye’nin ve
Irak’ın kuzeyinin sosyalist olmadığı gibi. Tıpkı bu hakkı savunanların
Sovyetler varken “marksizm bir modaydı, geldi geçti” mealinde açıklamalar
yaptığı halde soldan destek aldığı gibi.
Ayrıca bu solların sekülerlik-laiklik savunuculuğu
aldatmacadan ibarettir, çünkü Suriye’deki seküler düzene emperyalist maşası
cihatçılar saldırdığında, sesini bile çıkaramadı. Laiklik, sekülerlik ve sınıf
mücadelesi söylemleri kullanılarak tarihsel ve diyalektik materyalizm
savunulmuyor. Onların savunduğu, negatif diyalektiktir. Çelişki hep var olsun
ki onlar da hep kazanımsız siyaset geliştirsin. Negatif diyalektik yoktur,
çelişki hep vardır, çelişki iki sınıftan biri lehine çözülerek senteze ulaşır.
O yüzden bu sol, sınıfsız sömürüsüz bir düzen kuracak durumda değil,
kendiliğindenciliğe teslim oldu.
İsrail yenilirse emperyalizm yenilecek, bu gelişme dünya
halklarına umut olacaktır. Başka halkların kurtuluş mücadelesi, sınıfsız
sömürüsüz düzene kendi iç dinamikleriyle ulaşacaktır. “Ne Hamas ne İsrail” diyen
üçüncü yolcu politika, emperyalizmi güçlendirir. Kazandıktan sonra aynı iç
dinamik diyalektiğiyle nasıl bir yaşam isteneceği, Filistin halkının o zaman yüzleşeceği,
kendi sorunudur.
Milliyetçi çevrelerin “geçmişte Filistin Osmanlı’ya
ihanet etti” söylemiyle bugün solların “ama Hamas var” söylemi aynı noktada
buluşmaktadır. Siz sosyalist misiniz ki Filistinliler sosyalist olsun! Kurtuluş
Savaşı veren yoksul Anadolu köylüsü, Dadaloğlu, Celaliler, Bedrettinler,
Kalender Çelebi, Pir Sultan sosyalist miydi? Ama hepsi de halkların gönlünde ve
belleğinde yer etti.
S. Adalı
13
Kasım 2023
Çağdaşlık adına geliştirilen,uçurulan kavramların hiç birinin gazına gelmeyerek herkese giydirmiş.Sağ,sol,(sözde) ilerici,çağdaş dokunulmaz hiç bir kavram bırakmamış.En doğrusu bu.Ne kadar yaldızlı kavramlar arkasına sığınmı olursa olsun herkesin yanılabilirliğinin açık bir belgesi.Sayın yazara tebrikler
YanıtlaSil