Solun da ekonomi-politiği vardır. Seksenleri ve doksanları belirli maddi ilişkiler kurarak geçiren örgütler, 2000’lerde AB rüzgârına, 2010’larda ise ABD’nin Ortadoğu’daki varlığına teslim oldular. Sol, hayatta kalmak için emperyalist odakların tayin ettiği STK’larla ve ticari ilişkilerle düşünüp hareket etmeye alıştı.
Küçük burjuva sol, kendi sınıfsallığı ve sınırlılığı
görülmesin diye, sınıfı ve sınırı örtbas etmenin derdindedir. Solun,
ekonomi-politiğinin ve sınıfsallığının sorgulanmamasının bir nedeni budur.
Özellikle 2013 Gezi, sol içi darbenin adıdır. Kıyama hazırlık
yapmayan, ona örgütlenmeyen sol, hayatta kalmak için, yukarıdan gelen emirlere
teslim oldu. Bu emirler dâhilinde sol örgütler,
birer lubunyacılık, feminizm ve çevrecilik/veganizm derneğine dönüştürüldüler.
Çünkü batının kurullarında hazırlanan ajandalar, bu üç ideolojiyi namluya sürdüler. Örgütler, gene yaşamak için, bu ajandaya uygun kıvama getirildiler. Sol, bu üç
derneğin taşeronu olmayı içine sindirdi, geçim kapısının burası olduğunu gördü.
Artık “Erkekleri öldüreceğiz” diyen sol örgütler, bizatihi erkeklerin öldüğü
maden göçüğünü utanmadan ziyaret edebilme imkânına kavuştular.
Sol, köylülerin eylemde olduğu Akbelen’in ardından
“Neden Köylüleri Öldürmeliyiz” nağmesi tutturdu.[1] Kendi bencilliklerini
yoksul köylüye küfrederek aklamaya çalıştı. Artık sol, “İşçileri
öldürmeliyiz” diyor. Bu, onun omurgasız bir kukla oluşuyla alakalıdır.
Çünkü dün Fatsa’da o köylüleri örgütleyen örgütün çıkarttığı gazete, o gün “Fatsa’ya önlem alınmalı” diyen gazeteci Oktay Ekşi’nin Cumhuriyet’e
geçişine sevinenlerin, onunla birlikte, IMF’çi CHP’ye oy verip onun
için çalışanların eline geçti.
Bu
koşullarda burjuvazi, TKP gibi sol örgütleriyle birlikte, yoksula et yemeyi
yasaklıyor, ama İstanbul’un zengin mahallelerinde yan yana, sıra sıra lüks et
lokantaları açılıyor. Sol örgütler, egemenlerin, burjuvazinin ajandasında yer
alan böcek tüketimi maddesinin yürürlüğe konması için gerçekleştirilen ön hazırlık
çalışmalarına katılıyor. Bu yönde yayınlar yapıyor. Yakında et yemeyi
yasaklayacaklar ve ideolojik kılıfı sol örecek.
Burjuvazi
ve devlet, kitlelere yönelik programını sol örgütler üzerinden yürütüyor.
Zevahire, zarfa, görünüşe aldanmamak, sol örgütlerin ağzındaki lafların
gerisindeki fikre ve plana bakmak gerekiyor.
Sol
örgütler, özellikle Gezi’den sonra, Mehmet Ağar’ın da önerisiyle yapılan
yardımlar, açılan kapılar sayesinde “sınıf atladı.” Bu hâliyle, yoksuldan,
işçiden, ezilenden koptu, uzaklaştı. Arada varolan, ama zayıf olan bağlardan
kurtuldu. Sorumsuzlaştı, yüklerinden arındı, özgürleşti. Artık yoksulun,
işçinin, ezilenin derdiyle dertlenmiyor, öfkesiyle öfkelenmiyorlar.
Kimse,
bu süreçte tazminat hakkı olmayanların işten çıkartıldığı, kimi emekçilerin
istifaya zorlandığı, baskı gördüğü Ithaki yayınlarının ardındaki sol
örgütü sorgulamıyor, onun nasıl büyütüldüğünü incelemiyor.
Sol
örgütlerin tepesindeki küçük burjuvazi, büyük ölçüde AKP ile birlikte ve onun
sayesinde büyüdü, palazlandı. Başka ülkelerde başka mevzuların tartışıldığı
dönemde sol örgütler, meleklerin gender’ını sorgulamakla vakit
öldürdüler, kalan zamanlarını tatil planları yaparak tükettiler.
İstanbul’u
zenginler için tasfiye ve tahliye ediyorlar. Geride kalanlar için, onların
dişine uygun bir sol kurgulanıyor. Zengin mahallelerde et yemenin keyfine
varamayanlar, yoksul mahallelerindeki salaş mekânlara dadanıyor, etlerini
yoksulun gözünün içine baka baka tüketiyorlar. Hazlarına haz katıyorlar. Yoksul
karşısında üstün oluşuna dair bir imge olarak et, daha da lezzetli geliyor. Salaş
mekânlar, bu imkânı satıyor. Hem alkolsüz bira gibi, çilesiz ve dertsiz
yoksulluktaki basitliği mülk ediniyorlar hem de zenginliklerini göstererek, oradaki yavanlığı ve rahatsızlığı aşmaya çalışıyorlar. O zenginlik, birilerine
gösterilmek zorunda.
Solculuk,
bir tüketim nesnesine dönüşüyor. Kişilerin kendilerini dönüştürmesinde,
örgütlenmesinde, hareketinde merkezi bir rol oynayan ana kerteriz noktası
olarak sol, tasfiye ediliyor, onun yerine, sol ve solculuk, kişilerin tüketimi
ve hazzına göre içerik ve biçim kazanıyor. Solun teori, ideoloji ve politika
ile ilişkisini onun ekonomi-politiği ve sınıfsallığı tayin ediyor.
Alkol,
laik mücadelenin bayrağı hâline tam da bu sınıfsallık düzleminde geliyor. Çankaya
ve Kadıköy gibi yerlerde parklar, içki mekânlarına dönüştürülüyor. Erkekler,
gündüz gözü, insanların ortasında, yol kenarlarına işiyorlar. Çankaya’daki
büyük bir parkta çocukların oynadığı bölümün yanında işret sofraları kuruluyor.
Bu ahlaksızlıkları özgürlük bayrağı hâline getirip sallamaksa solculara düşüyor.
Oysa bu tür kamusal alanlarda içki tüketimi, o solun öncü ve model belirlediği
Avrupa ülkelerinde bile yasak. Zaten bu alkol yasağı, AB, DSÖ ve Birleşmiş
Milletler gibi kurumların dayattığı bir olgu, ama AKP’nin olmayan “şeriatçılığı”na
karşı kendilerine dev aynaları inşa etmek, herkesin işine geliyor. Her seçimde
o aynalar bir bir kırılıyor.
Yoksulun
mahallesinde tıka basa et yemek veya gündüz gözü halka ait parklarda içki
tüketmek, küçük burjuvanın solla ve siyasetle ilişkisine dair bir şeyler
söylüyor. Bu ilişkideki sahtelik ve yavanlık reddedilmeli.
“Evde
oturduğun yerde rahat koltuğundan kanlı bir korku filmi izlemenin ‘heyecan
verici’ oluşundan bin beter bir zevk”[2] var bu ilişkide. Gerçek değil. Gerçek insanlarla
alakalı değil. Sadece üstte olmanın, zengin oluşun, malın mülkün konuştuğu bir
çürümüşlük hâli. “Salaş restoran, salaş giysi, salaş insan portreleri”, yeni
dönemde moda. Çünkü burjuvazi, yoksul mahalleleri işgal etmeye hazırlanıyor.
Solu bu işgalin ideolojisini üretsin diye yeniden kurguluyor. Sol, kendisini
yoksulluğa, ezilmişliğe, emeğe, biçareliğe, garipliğe dair bir im ve imge
olmaktan kurtaranların eline yapışıyor.
Burjuvazinin
sol kurgusu, AKP düşmanlığını ve bu düşmanlığı yoksul halk katmanlarına yönelten
aklı temel alıyor. Siyaset, giderek düşmanlaştırılan Orta Anadolu’nun cahil
bozkır insanı üzerinden inşa ediliyor. Solcular, yoksuldan, halktan, köylüden,
işçiden, terden ve kandan tiksinen özel ve yüce varlıklar olmayı öğreniyorlar.
Alkolün
bayrak oluşu, aşağılık görülen, ırksallaştırılan, ırkçılığın ve faşist aklın hedefi
hâline getirilen Müslüman’la ve Arap’la ilişkili. Sosyalistler, hem Arap ve
Müslüman’a “maymun” diyerek onları aşağıladığını düşünen Ahmet Sonuç gibi
isimlere örgütleniyor, hem de onun partisine bağlanıyor. Geçmişte Zencilere ve
Yahudilere edilen küfürler solcuların ağzında, Müslüman’a ve Arap’a yönelik
olarak güncelleniyor.
Sol,
bu gerçeklikte “ben varmam inekliye, yoğurdu sinekliye, Allah nasip eylesin,
omuzu tüfekliye” diyen halk türküsüne de düşman olduğunu fark etmiyor. Çünkü sol,
artık inekli, yoğurdu sinekli, omuzları ise apoletli! O apoleti verenler adına,
yoksul Müslüman’a düşman oluyor.
Oysa
AKP, bir devlet projesi. AKP, burjuvazinin devlet partisi; CHP devletin burjuva
partisi. İşleri birlikte yürütüyorlar. Devlet aklı ve pratiği, AKP’nin “gericileriyle”
iş tutarken, sola laikliğin bekçiliği görevini tevdi ediyor. Böylelikle, hem AKP
tabanının başı üzerinde sopa sallama imkânı buluyor, hem de sosyalist hareketi,
AKP ile birlikte derinleşecek sınıf mücadelesini görmeyeceği, oradaki
çelişkileri devrimcileştirmeyeceği bir yere mahkûm ediyor. Sosyalist hareketin
bu dümene teslim olmaması, halk adına ve halk için özgürleşmesi gerekiyor.
Eren Balkır
31 Ağustos 2023
Dipnotlar:
[1] Güvenç Dağüstün, “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz!”,
28 Ağustos 2023, Birgün.
[2] Zehra Çelenk, “Fakirlik Fetişizmi ve Hayatı Esir Alan Çirkinlik”, 25 Eylül 2018, Duvar. Tipik bir liberal olarak Çelenk, zenginlerin fakirliği satın alma ve satma pratiğini eleştiriyor. O zenginliğin safında olan Çelenk ve yazdığı gazete, zenginlerdeki açgözlülüğe, esasen o zenginler kendilerini fakirlerle muhatap ettiği için kızıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder