Son “Pride” yürüyüşünde LGBT’lerin attığı slogan, tüm
sosyalist hareketin sloganıdır ve onun eylemiyle fikriyatını gayet iyi
özetlemektedir:
“Götümüz başımız ayrı oynuyor.”
Sol örgütler, küçük burjuvanın bu karakterini tepeye
taşımışlardır. Tüm sol örgütler, hayatta kalmak için, küçük burjuvaların
iradesine teslim olmuş, küçük burjuva kimlik, mesleki ideoloji vs. örgütleri
yönetir hâle gelmiştir. Hayatta kalma çabası, uzlaşmacılık, oynaklık, omurgasızlık ve
kahpelik gibi “hasletler”e muhtaçtır.
Bu koşullarda, bahsi geçen “hasletlere” karşı irade
ortaya koyması muhtemel bir işçinin, yoksulun, ezilenin ve garibin örgütlerde
ciddiye alınması artık mümkün değildir. Bunların değeri, anlamı ve önemi
kalmamıştır. Daha doğrusu, küçük burjuva, salt kendisinin sultan olduğu bir
alan inşa etme imkânı bulmuştur. Sol örgütler, işçiye, yoksula, ezilene tepeden
bakanların kendilerini tatmin ettikleri, öyle olmadıkları için partiledikleri,
bir yerlere buradan mesaj iletip işmar ettikleri yerdir.
Ortada artık örgütlü insanlar değil, örgütçüler
vardır. O küçük burjuva, örgütün varlıksal karşılığıdır ve onun
mesleki-ekonomik gücü, tüm fikri ve eylemi tayin eder.
Mesleğini ideoloji kılanlar, örgüt tepelerine
yükseltilirler. Yoksul, ezilen, işçi, dışlanır, horlanır, aşağılanır, sözü beş
para etmez. Mesleğini ideoloji kılan küçük burjuva, efendilerinin dişine uygun
örgütler inşa ederler, siyaset kurarlar, ideoloji oluştururlar. Onların görevi
budur. Birileri, yaşamak değil, hayatta kalmak için küçük burjuvanın koltuğu
altına sığınır. Küçük burjuva, yaşama imkânı, yolu olarak satar kendisini.
Sürekli birilerini kendisine mecbur etmek için uğraşır. Geçici ve sınırlı
varlığını buradan ve bu şekilde aşmaya çalışır.
Özellikle Gezi’den beri bir arınma süreci
işlemektedir. AKP bahanesiyle, işçiye, yoksula ve ezilene düşmanlık
meşrulaşmış, bu düşmanlık, örgüt tepelerine çöreklenmiştir. Efendilerin
salahiyeti ve huzuru adına, o küçük burjuvalar, kendi çıkarlarına uygun bir sol
inşa etmişlerdir. O sol, yoksul, ezilen ve işçi denilen marazlardan,
arazlardan, anomalilerden ve yüklerden arınmayı bilmiş bir ideolojidir. Sol,
düşmanın silâhıdır ve o silâhla dövüşülmelidir.
Bir feminist, Twitter hesabında, “onca erkek
düşmanlığı yapıyoruz sohbetlerimizde. Artık erkek, dokunduğumuzda virüs
bulaştıran, kirletici bir şeymiş gibi görünmeye başladı bana” diyordu. Aynı
fikriyat, yüz yıl önce faşistlerde de vardı. Kadın, aşağılık varlık kabul
edildiği için, erkek faşistler, kendilerine kapalı, eşcinsellik üzerine kurulu
bir cemaat ve dayanışma ilişkisi geliştiriyorlardı. O sebeple Maksim Gorki,
“Almanya’da eşcinselleri yok edersek, faşizm biter” diyordu.[1] Bugün benzer
bir cemaat ve dayanışma ilişkisi, feminist gruplar içerisinde gelişiyor. O da kadın
kibri ile kendince bir eşcinsellik üretiyor. Kir pas olarak görülen erkek,
yabani, yabancı, aşağılık, alt ırk olarak kodlanıyor. Bu gizli faşizm, iliklere
işliyor. Faşizm, içteki emperyalizm olarak işliyor. Kimse, erkeği “proleterleştiren”,
değersizleştiren, önemsizleştiren ekonomi-politiği ve sınıfsallığı
sorgulamıyor. Herkes, egemenlerin kudret şemsiyeleri altında toplanıyor.
Meclis partilerinin emperyalizm tercihi ile
ilgili ankette TİP’in yöneliminin AB-ABD’den yana olduğu görülüyor. TİP, sol
örgütlerin en yavan ortalamasıdır, sol örgütlerde de durum bundan farklı
değildir. O örgütler, AB-ABD kaynaklı fikirleri, siyasetleri ve sloganları tercüme etmekten başka bir iş
yapmamaktadırlar.
Bir açıdan sol örgütler, ta seksenlerde ve doksanlarda
devlet ve sermaye eliyle yürütülen politik-ideolojik mücadelede teslim olmuşlardır.
O dönemde 12 Eylül faşizmi ve Özal liberalizmiyle dönüştürülen sosyalist
hareket, “örgüt olduk, ama birey olamadık” sözü önünde diz çökmüştür. Bu
sebeple, Gezi ile birlikte, kişisel haz noktalarına en fazla saygı duyanlar
yarışması başlamış, zaten rekabetçi ve mülkiyetçi olan sol örgütler, bu yarışta
birbirlerini yemişlerdir.
Bu anlamda, Hülya Osmanağaoğlu[2] ile Ebru Bektaş[3]
arasındaki polemik, basit bir “senin feminizmin Batı emperyalizmine benimki
kadar hizmet edemez” yarışmasının tezahürüdür. Çünkü o emperyalistler,
belirledikleri ajandalar dâhilinde, işçinin, emekçinin, ezilenin ve yoksulun
başkaldırı imkânını görmüş, o ajandalar üzerinden belirlenmiş ajanlarıyla o
başkaldırıyı kimlikçi siyasetle boğmak için uğraşmıştır. Şimdi sıra, o kimlikçilere
“sınıf siyaseti” yaptırmakta, onları subaşlarına yerleştirmekte, dizginleri onlara
teslim etmektedir. Oysa bir lubuncu, feminist veya çevreci/veganist, işçi dostu
olamaz, işçinin davasını omuzlayamaz, halkın mücadelesini örgütleyemez, çünkü
zaten ideolojik olarak bu üç ideolojik silâh, işçi, halk ve ezilenle mücadele
için imal edilmiştir. Bunlar, egemenlerin işçinin, halkın ve ezilenin kıyamını
boğmak için geliştirdiği silâhlardır.
Osmanağaoğlu, “dünyada hem Türkiye’de lobi
örgütlenmeleri de, neoliberalizmle görece uyumlu STK’lar da feminist hareketin
parçasıdırlar, yer yer hareketin etkili unsurları da olurlar. Bu anlamıyla
ister lobicilik bağlamında olsun ister STK’laşma bağlamında bu tür
örgütlenmeler Türkiye’deki feminist hareketin de meşru bileşenidirler” diyor.
Biz de diyoruz ki o STK’larınız emperyalizmin uşağı, o feminizminiz
burjuvazinin silâhı! O uşaklarla ve silâhlarla dövüşülmelidir.
Hem “kadın hareketi”nden hem de “feminist hareket”ten
dem vuran, burjuva ideolojisinden bağımsız, devrimci kadın mücadelesini de
kendince gasp etmeye çalışan yazarın unutkan olduğu görülmektedir.
Osmanağaoğlu, tüm yavanlığıyla liberal bir milliyetçilik eleştirisinin arkasına
saklanmakta, o sebeple, yazısında “TİP’in Çanakkale şehitlerini anmasını”
eleştirmektedir, oysa kendi partisi HDP’nin eşbaşkanları, savaşın yüzüncü
yılında yaşamını yitirenleri saygı ve rahmetle anmışlardır.[4]
Kir, pas, maraz ve mikrop istemeyen solculuk,
kitlelere, halka, işçi sınıfına ve devrimcilere karşı yoğun bir mücadele
yürütmektedir. O mücadele, artık karşısında proleter devrimci mücadeleyi
bulmalıdır.
Eren Balkır
29 Ağustos 2023
Dipnotlar:
[1] Dan Healey, Homosexual Desire in Revolutionary Russia, University of
Chicago Press, 2001, s. 189.
[2] Hülya Osmanağaoğlu, “Patriyarkayı Kavramazsanız
Feminist Hareketi Anlamazsınız”, 25 Ağustos 2023, Umut.
[3] Ebru Pektaş, “Yeni Bir Dönemde Eleştiri ve Öz
Eleştiri Üzerine Notlar”, 8 Ağustos 2023, İleri.
[4] “Eş Genel Başkanlarımızdan 18 Mart Açıklaması”, 18
Mart 2015, HDP.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder