Emperyalist
Aşamada İki Çizgi
Edip
Cansever, Çağrılmayan Yakup şiirini yayımladıktan sonra dönemin
sosyalist edebiyat eleştirmeni Vedat Günyol, şair ve bu şiiri hakkında, “Edip
Cansever kapalı bir ozan. Alalım Çağrılmayan Yakup’u. Kim bu Yakup.
Kendisi. O kurbağalar, açgözlü kurbağalar kim? Bir zamanlar İşçi Partisi’ni
oluşturan o güzelim insanlar. Eğer ben, bir zamanlar E. Cansever’in gönülden,
yürekten İşçi Partisi’ne kayıtlı olduğunu bilmesem, Çağrılmayan Yakup ve
açgözlü kurbağalar benim için kapalı, haydi çekinmeden söyleyelim, anlamsız
kalırdı.”[1] değerlendirmesini yapar. Bu iddialı değerlendirme karşısında
şaşkına dönen şairin tepkisi şu şekildedir:
“Yukarıdaki satırları
okuyunca öfkelenmedim, sadece vurgun yemişe döndüm. Nedeni de, hayatım boyunca
böyle bir iftiraya uğramış değilim de ondan. Demek ki ben adı geçen şiiri,
‘İşçi Partisi’ni oluşturan o güzelim insanlar’ı, açgözlü kurbağalara benzetmek
amacıyla yazmışım. Çağrılmayan Yakup’un yazılışından bu yana on yıl
geçti, ilk kez duyuyorum böyle bir yakıştırmayı. Vedat Günyol sözlerini geri
almazsa, kendi yorumunun altında ezilecektir. Ben o şiiri yazarken, İşçi
Partisi aklımdan bile geçmedi. Bugün de Parti içindeki ilişkilerimi, arkadaşlarımı
ve dostluklarımı saygıyla, sevgiyle anıyorum. Partiden uzaklaşmak zorunda
kalmışsam, salt kendi yüzümden, güncel politikadan anlamadığım içindir.
Böylelikle bir şey daha ortaya çıkıyor: Vedat Günyol’un 'şiirden anlamak'ı
nasıl anladığı (...) Bana öfkeli diyen V. Günyol benden daha öfkeliymiş.
Yazımdaki düşüncelerin çoğuna karşılık veremediğinden olacak, tutmuş, özel
yaşamımı ve kendi kuruntularını sergilemiş. Hem de ne sergileme! Kırk yıl
düşünsem aklıma gelmezdi.”[1]
Edip
Cansever ve İkinci Yeni özelinde belirtmek gerekirse şiirin ne anlattığı ve
anlamla kurduğu ilişki, edebiyat tarihinde poetik bir tartışma olarak, Ahmet
Haşim’den beri sürmüştür. Bugün edebiyat araştırmaları ve eleştiri -anlam
düzleminin dışına taşarak- belirli dönemin yazarlarının ve şairlerinin
eserlerinde türcülüğe kaymasını, insan merkezli kurgu oluşturmasını ve
kimliklerle kurgusal kapsamda oluşturduğu mesafeyi inceleme konusu hâline
getirerek edebiyatı ve sanatı insansızlaştırmaktadır. Edebiyat araştırmaları
ödülleri de postmodern otoritenin etkisiyle bu tarz çalışmalara verilmektedir.
Hem
Çağrılmayan Yakup özelinde hem de günümüz eleştiri kriterlerinin ötesine
geçen bir tartışma, geçtiğimiz günlerde Yeni Yaşam gazetesinde Bayram
Balcı tarafından başlatıldı. Çağrılmayan Yakup’a yöneltilen haksız
eleştiri Turgut Uyar’ın Yokuş Yol’a şiiri özelinde yeniden üretildi,
fakat bu kez şiirden şairin poetikası hakkında bir değerlendirmede bulunulmadı,
Türk şiirinin “ırkçı” olduğu iddiası geliştirildi. “Türk Şiiri’ ırkçılığa karşı
değil, aksine savunucusudur”[2] başlığını taşıyan yazı, Yokuş Yol’a
şiirinin Kürt sanatçılar ve belgeselcileri tarafından bestelenmesinin/kullanılmasının
eleştirisiyle başlıyor. Yorum ve aşırı yorumun sınırları zorlanarak, bu şiirin
resmî ideoloji karşıtı olmadığı, aksine, şiirde geçen “kötü donanımlı eşkıyalar”
ifadesiyle, Kürt halkının “feodal ve gerici bir toplum” olduğunun
kastedildiğini çıkarmanın mümkün olduğu iddia ediliyor. Şiir özelinde
geliştirilen üçüncü iddia ise yazının başlığını taşıyan düşüncenin savunulması:
“Türk şiiri ırkçıdır ve ırkçılığın savunucusudur!” Bu bağlamda yazının son
paragrafı şu şekilde:
“Turgut Uyar’ın bu
şiirinde olduğu gibi Türk devlet ırkçılığının kirli sularına düşmeyen Türk
şiiri içinden seçebileceğimiz çok nadir şiirler vardır. Ancak genel olarak Türk
şiiri de Türk şairinin ideolojik açmazı da Türk devlet ırkçılığının
ideolojisinin ürünüdür. Hatta yer yer büyük Türk ırkçısı İsmet Özel örneğinde
görüleceği gibi Türk ırkçılığının mezura ile kafatası ölçmeye kalkacak kadar
körleşmiş en kirli hâlidir.”[2]
En
sonda söyleyeceğimizi en başta söylemek gerekirse, Bayram Balcı’nın iddia
ettiği görüşleri onun şahsında tartışma hatasına düşmeyeceğiz, çünkü onun
geliştirdiği görüşler ideolojiktir, aslında ideolojisini taşıdığı hareketin
kültür-sanat anlayışının izdüşümüdür. Eren Keskin konulu belgeselde dile
getirilen görüşlere yönelik eleştirdiğimiz yazıda olduğu gibi aynı yöntemi izlemeye
çalışacağız. Sosyalist olduğunu iddia eden solun sendika.org’da yenilgi özeleştirisi
folklorunu icra ederken Bülent Küçük ve Bayram Balcı’nın sol tarihe ve şiire yönelik
milliyetçi saldırısına ne yanıt verecekleri şimdiden merak konusu! Bu
söyleşilerde ve yazılarda öne çıkan görüşler, ideolojik bir zeminde, bir yerlere
mesaj veriyorlar.
Yazının
son paragrafında geçen “Türk devlet ırkçılığının kirli sularına düşmeyen Türk
şiiri içinden seçebileceğimiz çok nadir şiirler vardır.”[2] ifadesindeki “kirli
sularda” Türk şiirinin boğulmaya çalışılması, aslında başka nelerin boğulmaya
çalışıldığını göstermektedir. Aynı zamanda kullanılan dil, nesnel eleştirinin
sınırlarından çok uzak bir noktada, öfke belirtisi olarak iş görmektedir. Böyle
bir dil ile poetik eleştiri/tartışma yürütmek mümkün değildir.
Öncelikle
“Türk şiiri mi, Türkçe şiir mi?” tartışması, geçtiğimiz yıl İletişim Yayınları
özelinde ortaya çıktı. Bayram Balcı, bu türden bir tartışma yürütmüyor, dahası, bir
halkın şiirinin ırkçı olduğunu dile getiriyor, bu anlamda, hakkında tartışma
dahi yürütülemeyecek ölçüde mesnetsiz bir iddiayı temel alıyor. O sebeple bu
yazı da ideolojik bir tartışma yürütecektir. Yazı nesnel zeminde ele alınacak,
orada dile getirilen iddialara yanıt verilip, daha sonra meselenin ideolojik
boyutuna değinilecektir.
Türk
şiiri, 1.500 yılı aşkın bir tarihe sahip bir şiirdir. “Türk şiiri ırkçıdır”
denildiğinde, bu şiirin belirli bir dönemi inceleme kapsamına alınmayıp,
tarihsel bütünlüğü es geçilmekte, Fransız Devrimi ile ulusçuluğun ve
milliyetçiliğin yayılmaya başladığı gerçeği üzerinde durulmamaktadır. Aynı
zamanda bir ulusun yüzlerce yıla dayanan şiirine “ırkçı, gerici, faşist vb.”
sıfatlar yakıştırmak, bilimsel ve etik değil, öznel idealizmin algı
bulanıklığının belirtisidir. Bu öznel idealizmin asıl nedeni de ideolojik
olarak milliyetçiliğin çamuruna saplanıp orada çırpınmaktır.
“Türk
şiiri” ifadesiyle kastedilen, “Cumhuriyet sonrası Türk şiiri” ise bu husus
yazıda daha baştan belirtilmelidir, fakat belirtilmemiştir. Ek olarak, Naziler
döneminde yazılan ırkçı-faşist şiirlerden örnekler gösterip, “neden Yahudi
soykırımı için şiir yazan Alman şair yoktur” iddiasını geliştirdikten sonra, “öyleyse
Alman şiiri ırkçıdır” demek, en baştan belirtelim ki Alman halkına karşı dillendirilen
ırkçı bir söyleme sürükler bizi. Bu bağlamda bir şiir üzerinden niyet okumasına
girişip, sonra genellemeler yaparak -ve bunu birkaç istisnayı dışarıda tuttuğunu
dile getirerek- bir halkın şiirini “ırkçı” diye yaftalamak açıkça nefret
kusmaktır. Ne eleştiri etiği ne de ezilenin ideolojisindeki mütevazılık, böyle
bir söylemin geliştirilmesini meşru kılar ve ona onay verir.
İkinci
olarak, birkaç istisnayı dışarıda tuttuğunu söyleyip, bu istisnaların kimler
olduğunun neden dile getirilmediği de gayet açıktır ki toptancı değerlendirme
kurgusunun bozulmamasına gayret etmenin sonucudur. Türk şairlerinin/şiirinin Kürt
ve Ermeni halkının yaşadığı haksızlıkları görmediği için ırkçı olarak nitelenmesi
söz konusudur. Bu sorunlara değinen şiirlerin de tematik olduğu iddiası da
başka bir açmaz. O zaman bu istisnaların adının neden verilmediğini biz tarif
edelim: Adnan Yücel, Ateşin ve Güneşin Çocukları kitabı başta olmak
üzere bu iddiayı boşa düşüren birçok şiir yazarak komünist enternasyonalist
duyarlılığı diri tutmuştur. Birçok şiiri de sosyalist sanatçılar ve müzik
grupları aracılığıyla bestelenerek, halk tarafından sahiplenilip dilden dile
dolaştırılmıştır. Asım Bezirci’nin Adnan Yücel şiirini görmediği gibi şimdi de
Balcı’nın onu -adını anmayarak- istisna kategorisinde yok etmesi ideolojiktir. Balcı’nın
yazdığı gazete ve ideolojisi, Adnan Yücel’i hangi politik çevrenin
yetiştirdiğini çok net bilir, fakat Adnan Yücel’in adı anıldığı an o hareket de zihinlerde çağrışım yapacağından, bu tutumdan vazgeçilir, çünkü
onların dışında kalan tüm hareketler “Türk soludur.”
Daha
yakın dönemde Ahmet Telli birçok şiirinde benzer acıları dile getirmiştir. O da
adı anılmayan ve yok sayılmak istenen “istisnadır”. Müstesna kurgu! Türk
şiirinin hangi döneminin kastedildiği belirtilmediğinden, biz daha iyimser
yaklaşıp, merceği diğer dönemlere tutalım.
Edip
Cansever’in şiirlerinde Ermeni ve Rum halklarından karakterlere yer verilir. Bu
yer veriş, onların yaşam biçimleri ve kültürel formlarını bozmadan
gerçekleştirilir. Cemal Süreya’nın “Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki
erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce
yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç
çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk
izlenimleriyle besleniyor belki. Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.”[3]
diye paylaştığı mektubu -her ne kadar kimliğini yıllarca gizlese de- şiirlerine
yön veren kollektif bilinçaltını açığa çıkarır. Kaldı ki onun şiiri ırkçı
değildir.
Balcı’nın
yazısının sonunda geçen İsmet Özel ile ilgili görüşlerden yola çıkarak Türk
şiirinin ırkçı olduğunu dile getirmesi ayrı bir tartışma konusudur. İsmet
Özel’in politik yön değiştirmesi 70’li yılların ortaları gibi erken bir tarihe
denk düşer. Modernliğe karşı geliştirdiği duruş, dizelerine de yansır. Babasının
mesleğiyle ilgili yazdığı dizelere de bakınız, bu dizeler resmî ideoloji
karşıtlığı içerir.
Ermeni
halkının yaşadığı acılar Nâzım Hikmet’in şiirlerinde geçer, fakat Nâzım’ın bir
şiirinde geçen şu dizeler, Balcı’nın ideolojik olarak yakın durduğu siyasi
çevrenin tepkisini çeker, asıl dert, tarihsel gerçekleri çarpıtmaktır, çünkü
yakın dönemde Ermeni tarihi çalışmalarıyla öne çıkan Taner Akçam da Nâzım’a
yönelen tepkiyle yüzleşmiştir:
“Mürettip
Refik’le Sütçü Yorgi’nin
Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına
Parmakları birbirine dolanmış
Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış
Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
Fakat seviyor seni çünkü sen de
Affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına”
Meselenin
ideolojik boyutuna geçmeden önce belirtmek gereken birkaç nokta var. İlgili
yazının başlığında geçen Türk şiirinin ırkçılığa karşı olmayıp, aksine
savunucusu olduğu gibi nereden tutulsa elde kalacak iddiaya bakınca akla şu
sorular geliyor: Bir halkın şiirinin ırkçı olup olmadığının -varsa- ölçütü
nedir? Buna kim karar veriyor? Ölçüt, öznel idealizmle yaklaşıp “şu konulardan
bahsetmediniz?” demek midir? Bir halkın şiirinin tamamına -istisna varmış
birkaç şiir, çok şükür!- “ırkçılık savunucusu” demek faşizm olmuyor mu? Türk
şiiri gibi toptan bir yaklaşım belirlendiğinde komünist şairler de devreye
girer. Kaldı ki Türk şiiri içinde ırkçılık eğilimi olan bir şair kesimi vardır,
ama bu durum, Türk şiirinin tamamını ve tüm tarihini ırkçı mı yapar? Yazı
tarihsel olarak da sınırlandırılmamıştır. Türk şiiri içinde kaç şiir vardır ki
Kürt halkı için zulüm çağrısı yapsın? Bu şiirler hangileridir? Burada şiir
türünün seçilmesinin özel bir nedeni vardır: Şiir, diğer türlerin aksine, anadilin ürünüdür, çevrilmeye çalışıldığında tüm etkisini yitirebilir. Bu husus
bir kenarda tutulmalıdır. Şiirin neden seçildiği, başka bir yazının konusudur.
Balcı’nın
iddiasıyla meseleye yaklaşalım, onun mantığıyla hareket edelim: Bir halkın
şiirinde aynı coğrafyada ezilen başka bir halkın acılarına yer verilmiyor diye
onu ırkçı kabul edelim! Bu kurguyu yeniden üretmeye devam edelim. Ezilen bir
halk başka bir ezilen halkla dayanışma gösterir. Bu, hem tarihsel hem politik
hem de halkların kardeşlik tutumunun ürünüdür. Eğer politik özneler tarafından
ezilen halka başka halkın acıları unutturuluyorsa o zaman o halkın götürüleceği
yer milliyetçilik bataklığıdır.
Şimdi
asıl soruya gelelim. Bir gece yarısı yanı başınızda yaşayan Arap halkı
emperyalistlerin saldırısına uğrayıp uykuları kana bulanırken, kadınlar
işgalcilerin tecavüzüyle hamile kaldığından bu çocukları doğurmamak için
intihar ederken, işgal edilen topraklar uyuşturucu tarlalarına çevrilirken,
Ramazan ayında halklar gece işgaline tutulurken, bayramlarda işgalciler
tarafından bölge insanı idam edilirken siz -içinde bulunduğunuz halkın şiiri-
onlar için hangi şiirleri yazmıştır, bestelemiştir, sanatını yapmıştır? Doğru
ya siz ezilensiniz, o yüzden eleştiriden muafsınız! Doksanların ortalarına
kadar müzik gruplarınızın türkülerinde Vietnam, Küba, Filistin varken neden
artık bestelerinizde sadece siz varsınız? İşçi düşmanı ve iş cinayetleri
sorumluları patronların kalelerinde halay çektiğiniz için size “işçi sınıfı
düşmanı” ya da söylemi yumuşatırsak, “patron sevici” diyebilir miyiz? Ya da
şiirleriniz işçi sınıfını görmüyor diye sizin şiirinize ne diyebiliriz? Yurtsuz
Romanlar için bırakalım şiiri, neden bir şarkı bestelemiyorsunuz? Yoksa aynı
topraklardaki Romanları yok mu sayıyorsunuz, yoksa sizin müziğiniz ırkçı mı? Mesela
Donbas halkının bağımsızlık hakkı referandum sonuçlarına rağmen yok sayılıp
neo-Naziler tarafından halk işgale uğrarken, neden onları
sanatınızda/söyleminizde görmediniz? Yoksa halklar arasında kader
ortaklığı/duygudaşlık görmüyor musunuz? Aynı topraklarda mülteciler saldırıya
uğrarken, neden bunun sanatını yapmıyorsunuz? Avrupa’da yaşayan entelektüelleriniz
neden bu konuda bir üretimde bulunmuyor? Doğru ya siz, mültecileri kovma sözü
veren siyasi liderle aynı aday için sessizce ortaklaştınız, hatta kayyuma evet
dediniz! Yoksa tüm bunları yapmayarak ırkçı mı oldu şiiriniz? Peşinize
taktığınız “ırkçı şiiri” olan halkın reformistleri tarafından yıllarca
siyaseten şımartıldınız ve siz de onları hizaya çektiniz. Mesela ezilen halkın
şiirinde bahsettiğimiz bu tarihsel-güncel acılara yer verilmiyor diye bizim bu
şiire “ırkçı” mı dememiz gerekir? Diyebilirsiniz ki emperyalistlerin katlettiği
halkların liderleri de bizi katlederken onların sesi çıkmadı? Doğrudur, bu
yüzden şiirinizde onlara yer vermiyorsanız, milliyetçisiniz. Mesela sizin
bahsettiğiniz acılarla ve yasaklanan dilinizle eser üreten müzik gruplarının
sahnesine çıkıp enstrümanlarını Ege Üniversitesi’nde parçalamak ve kendi
bölgenizdeki salonları konser için yasaklamak, siyaseten hangi kategoriyi,
ideolojiyi, sınıfı temsil ediyor? Bölgedeki sendika şubelerinde panolara
sanatçıları karalayan yazılar asıp “Başta dosttuk, ama Kürt halkının artık sizle
bağı kalmadı” söyleminin geliştirilmesindeki amaç neydi? Bunlar da sanat
alanının tartışmasına girer. İdeolojik bir tartışma, hiçbir hakaret içermediği
hâlde, sizin sorunuza verilen yanıt hoşunuza gitmedi diye sanatçıları hedef
hâline getirmeye ne denilmeli? Kaldı ki sorduğunuz soruya gelen yanıtın aynısı
yine sizin desteklediğiniz siyasi çevre tarafından da verildi.
Aslında
mesele gayet açıktır: Kürt halkı Turgut Uyar’ı ya da Yorum’u sahipleniyorsa
sizin göreviniz halkın kurduğu bu ilişkiyi sarsmaktır. Şeytanlaştırma
siyasetinin asıl amacı budur. Halkla bu sanatçılar arasındaki bağı kesmektir. O
zaman bir kez daha belirtelim ki bunun siyasi adı milliyetçiliktir. Bülent
Küçük’ün de sizin de yapmaya çalıştığınız aynıdır. Mesele, son derece
ideolojiktir.
Meseleniz, 68 kuşağının veya Türk şiirinin belirli sorunları görüp görmemesi değil. Meseleniz, Marksizmle Kürt halkının bağını kopartmaktır. Zaten yazar da bu amacı gizlemiyor: “Çünkü Turgut Uyar’ın ‘Yokuş Yol’a’ şiiri güçlü şiirdir, sağlam bir şiirdir. Ama bu Kürt arkadaşlar, bir yanılsamadan da uzak dursunlar.”[2] Bunu yapmak, hem burjuvaziye hem egemenlere hem de emperyalizme mesaj vermektir: Biz onlardan değiliz! Bu sözün tarihselliğini ülke solu çok iyi bilir.
Bu
belgeseller, söyleşiler, yazılar hep aynı temele dayanır: Biz onlardan değiliz!
Bu yüzden Yorum da Cevahir de Turgut Uyar da Türk şiiri de sadece bir gerekçe
işlevi görmektedir, mesele bunlar değildir. Mesele, nereye neyin mesajının
verildiğidir. Bu yüzden tartışma son derece politiktir. Birkaç yıl önce de
“Sovyetler varken de biz onlara karşıydık” söylemi geliştirilmişti.
90’lardan
itibaren “Başta Kürt sorunu olmak üzere” diye başlayan çelişki cümlesinin bir
nedeni vardı: Reformistler, kitle kazanmak için taktik yaptığını düşünüyorlardı.
Önce dinamik bir halka yanaştılar, onu sınıf mücadelesinde birleştireceklerdi,
tutmadı! Yaşanan baskı ortamında sokak dinamizmini şimdi emperyalist kuruluşlar
ve fonlarla desteklenen LGBT ve kadın hareketi oluşturduğundan, çelişki cümlesi
“Başta kadınların ve LGBT’lerin yaşadığı sorunlar olmak üzere” olarak yeniden
üretildi. Tepkiniz tam olarak bu siyasi cümleyi geliştiren çevreye ise
kimlikler mücadelesini temel çelişki olarak kabul edip bayraklaştıran çevrenin
neresi olduğunu da düşünebilirsiniz, çok uzağınızda değil! Kanıt arıyorsanız, sendika.org’un sosyalist sol diye kabul ettiği çevrelerle yaptığı söyleşi
dosyasına bakabilirsiniz.
Bu
düzlemden devam edersek, mülteci düşmanlığı yapıp kayyum atamayı talep eden
siyasi liderle protokol imzalayan cumhurbaşkanı adayına oy vermeyi halkınızdan
istemenin siyasi adı tam olarak nedir? 2000’li yılların başında “emperyalist
askeri paktlar gelip Irak’ı ve Balkanlar’ı nasıl özgürleştirdiyse bizi de öyle
özgürleştirsin” deyip bu ülkeye müdahale edilmesini isterken, yanı başınızdaki halkın
emperyalistlerce katledilmesi için çağrı yapmak tam olarak nedir? Yoksa “bizden
sonrası tufan” mı diyorsunuz? O zaman siz de egemeniniz gibi milliyetçisiniz.
Son
olarak, birkaç soruya daha değinmek, emekçi sınıflar açısından önem arz ediyor:
İlgili yazının yayınlanması için ilgili gazete alan açıyor, mesele bu yüzden
kişisel değil, ideolojiktir. Bu gerçeği es geçmeden devam edersek, asıl
sorumuza gelelim. Bir halkın şiirine “ırkçılık savunucusu” demek faşist bir
bakış iken acaba sosyalist olduğunu iddia eden, hatta radikal demokrasi
hareketiyle ittifak kuran ya da destek veren sol çevreler ilgili yazıya nasıl
bir tepki verecekler? Bu tarihsel soru tüm yakıcılığıyla güncelliğini
koruyacaktır.
Acaba siz kimlerden değilsiniz! Bu soru, sendika.org’un mikrofon uzattığı tüm çevreler için yanıtlanması aciliyet içeren bir sorudur. Halkların kardeşliğini, işçi ve emekçi sınıfların çıkarlarını savunan sollar, ilkesel olarak ilgili yazı hakkında ne söyleyecek/yazacak? Sessiz kalıp görmezden gelmeyi tercih ederlerse, tarih onların da yüzüne bu milliyetçilik gerçeğini ve sınıf uzlaşmacılığını vurmaktan geri kalmayacaktır. Bu çevrelerin tamamı, LGBT’nin emperyalizmle kurduğu ilişki sonucu Marksizme gerçekleştirdiği teorik saldırıyı ideolojik düzeyde eleştiren hiçbir yazıyı yayınlamazken, ilgili yazıyı nefret suçu olarak sayacak mıdır, merak konusu! Niyet okumuyoruz, kuracakları bir cümle de olsa o cümlenin ne olacağını bekliyoruz.
Yazı sahibi çevreye, kişiye değil de çevreye bir
soru: Halkınızı nereye götürmeyi hedefliyorsunuz, bu politik yolculukta
kimlerden/nelerden “kurtulmak” istiyorsunuz?
Sonuç:
Tasfiyecilik Rüzgârı
Çocuklar
yeni konuşmaya başladıktan sonra birlikte oynadıkları oyunlarda her birinden
ayrı bir konuşma duyulur, konuşmalar birbirleriyle bağlantısızdır, her bir
çocuk, aslında kendi kendine konuşuyordur. Buna pedagojide “toplu monolog”
denir. Sol olduğunu iddia eden çevrelerin yaptığı, tam olarak budur. Politik
yönden yetişmemişliğin sonucudur bu. Siyasi çocukluk ve toplu monolog. Bu
çevrenin dışında kalıp onları hizaya çeken çevrenin -ilgili yazı
sahip(lerinin)- de yaptığı, yaklaşık çeyrek asır önce hafızalara yerleştiği
gibi “Biz onlardan değiliz” demekten ibarettir.
İlgili
yazıda bir edebiyat tartışması dönmemektedir. Zaten ortada bir tez, araştırma
ve kitap kapsamına giren bir “iddia”yı dillendirmesine rağmen bir köşe yazısına
sıkıştırılan düşünceler vardır ve bu düşünceler, eleştiri kültürünün
ciddiyetinden bile çok uzaktır.
Cevahir
belgesiyle ilgili gerçekleştirilen söyleşide de Cevahir yoktur. Eren Keskin
belgeselinde de Eren Keskin yoktur. Tüm bunlar, ideolojik bir konumlanış için
üretilen tartışma gerekçeleridir. Emperyalist aşamada politik olarak her
konumlanış ya ezilenlerin tarafı ya da emperyalistlerin tarafı olmak zorundadır.
Halklar arasına sınır çeken her söylem ve üretim, emperyalizme hizmet eder. Bu
hizmet de hiçbir halk için kurtuluş reçetesi olmayıp, aksine kurtuluşu
geciktiren birer aldatmacadan ibarettir.
Belirtmek
gerekir ki tüm bu hamleler, aynı zamanda yürütülen psikolojik harbin parçasıdır.
Sizin kültürünüz ve diliniz yok sayıldı diye aynı yöntemi “karşısında
konumlanmaya” çalıştığınız halka yaparsanız, bunun adı psikolojik harptir. Bunu
yapmak, egemeninden yöntem öğrenmek demektir. Bir ülke yönetimi emperyalist
diye onun halkının sanatı emperyalist değildir, çünkü hiçbir halk ırkçı da
emperyalist de değildir.
Not: Bu tür
yazı, söyleşi ve belgesellerin aynı dönemde yoğunlaşmasının bir nedeni de TİP
üzerinden “Türk solu”na yönelik gerçekleştirilen ideolojik saldırıdır, fakat
mesele, politik çevreleri aşıp “Türk şiiri ırkçılık savunucusu” noktasına
getirildiyse, bu durumun doğru çözümlenmesi gerekir. Kızgınlık duyan siyasi
çevre ve ittifak, faşist ve ırkçı çevrelerin ortak adayına oy istedikten sonra
aldığı yenilginin siyasi hesabını ve özeleştirisini halkına/halklara
verememektedir.
Radikal
demokrasi hareketi, ilk kez ülkedeki sol bir çevreyi -TİP’i- istediği gibi
yönlendirememiştir. Tarihsel olarak TİP’e verdiği destek, zarar olarak
dönmüştür. Ayrıca belirtelim ki bu gerçek, bizim tribün solcusu medyatik TİP’i
savunduğumuz anlamına gelmez. Onu yanınıza alırken, siz düşünmeliydiniz. Kimle
yürürseniz osunuzdur ya da halkımız gibi söylersek “Bana arkadaşını söyle…”
S. Adalı
6
Ağustos 2023
Dipnotlar:
[1] Cansever, Edip. Şiiri Şiirle Ölçmek. Hazırlayan: Devrim Dirlikyapan.
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 196-197.
[2]
Balcı, Bayram, “‘Türk Şiiri’ Irkçılığa Karşı Değil, Aksine Savunucusudur”, 3
Ağustos 2023, Yeniyaşam.
[3] Duruel, Nursel. A’dan Z’ye Cemal Süreya. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Tarih Belirtilmemiş, s. 47.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder