Bugünkü koşullarda geçmişe kıyasla daha az özgürlüğün
bulunduğu bir gerçeklikte yaşıyoruz. Bu gerçeklikte Alman solunun da hâli
harap.
Die Linke[1] (Sol Parti) dağıldı, Doğu’da AfD[2]
yükselişte. Yeşiller’in ve Sosyal Demokratların (SPD) kurdukları koalisyonun
yürüttüğü, insanlıktan uzak savaş politikası ve yoğun silâhlanma pratiğine
kimse mani olamadı.
Asıl üzücü olansa Berlin’de yapılan Özgürlük Günü
kutlamaları sırasında özgürlükçü güçlerin bayraklarının dalgalanmasına izin
verilmemesiydi. Bazı yoldaşlar, Nazileri silâhlandırıp Sovyet bayraklarını
yasaklayan hükümetin 8 Mayıs’ı tatil yapmasını istiyorlar. Peki ama yoldaşlar,
sizin gerçekten de kutlama yapacak takatiniz var mı?
Solun yenilgisini Özgür Sol Gelecek örgütünden bir
yoldaşın Frankfurt’taki Özgürlük Günü eyleminde “sağcı” olarak görülüp hakarete
uğraması ve Nazi Rejiminden Zulüm Görenler Derneği/Antifaşistler Federasyonu[3]
(VVN-BdA) üyesi üç kişi tarafından alandan kovulması olayından daha iyi hiçbir
şey anlatmıyor. Aynı şehirde bir hafta önce de kendisini devrimci solcu olarak
adlandıran kişiler, Rus düşmanlığı üzerinden Komünist Teşkilât’a[4]
saldırmışlardı.
Onca hayat pahalılığına ve kitlelerin hâkim burjuva
partilerinden koptuğu bir sürecin yaşanıyor olmasına karşın, Sol Parti’nin
anketlerde oy oranını yüzde 5’in üzerine çıkartamadığı koşullarda, kendisine
“solcuyum” diyen kişilerin tek meşguliyeti, solcu olduğu belli olan
antifaşistleri gösterilerden kovmak. Bu, inanılır gibi değil.
Peki neden oluyor tüm bunlar? Onların dediğine göre
biz, “aslında sağcıymışız”. Peki bu tespiti nasıl yapıyorlar? VVN-BdA ile
yaşanan olayda bu örgütten kişiler tartışma içine girme gereği bile duymadılar.
Ama az çok söylediklerinden anlaşılan şu: bu kişilerin pandemiye ve ona yönelik
eylemlere dair analizlerinde bir gıdım ilerleme olmamış. Kriz konusunda
zırcahil olan bu kişiler, onun egemen sınıfın devreye soktuğu psikolojik harp
elemanlarınca imal edilip dağıtıma soktuğu bir kurgu olduğunu anlamak istemiyorlar.
Kendilerini somut gerçekliğin ürettiği her türden çelişkiden azade
zannediyorlar.
Biz, bu süreçte pandemi ve pandemi tedbirlerine karşı
gelişen protesto hareketi konusunda farklı ve çelişkiler içeren konumlar aldık.
Ama gene de şunu söyleyebiliyoruz: tıpkı Kral Lear gibi, bizim tenceremizin
dibi onlarınki kadar kara değil.
Burada yaptıklarımıza, söylediklerimize kılıf örmek
derdinde değiliz. Amacımız, bu kapanmacı sola dair düşünceler geliştirmek ve
onu eleştirel düzlemde incelemek. Neticede kapanmacı sol, ne kadar iyi niyetler
taşırsa taşısın, bizi esaretin ve köleliğin yoluna mahkûm etti.
Biz, korona tedbirleriyle, yüz yıl önce halk cephesi
politikasının emrettiği aynı ilkeler üzerinden mücadele edilmesi gerektiğini
söyledik. Bu tedbirleri o ilkeler düzleminde ele aldık. Son dağıttığımız bildiride şunu söylemiştik: “Faşizm geri
döndü. Herkes mücadeleye!”
Faşizm geri döndü, belki de zaten buradaydı. Bu geri
dönüşün vebali, tarihsel görevini yerine getirmeyen antifaşist sol güçlerin
boynuna.
İçimizde egemen sınıfın gelişkin propaganda
faaliyetleri yüzünden kafası karışmış çok sayıda gerçek solcu ve antifaşist
olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde, korona protestolarında “sağcı” görüşlere
sahip, kafası karışık birçok insanın bulunduğunu da görüyoruz. Onlara ulaşmanın
yollarını bulmalıyız. Çok geç olmadan, bize karşı durmanın değil, bizimle
birlikte mücadele yürütmenin gerekli olduğunu gören dürüst insanlarla
kucaklaşabilmeliyiz.
Önce bizi eleştirenlere pandemiye dair yaklaşımlarının
ne ölçüde başarılı olduğunu sormalıyız. Bu önemli kriz koşullarında hükümete
muhalefet edenlere karşı onca enerji harcadınız da elinize ne geçti? Hükümeti
içeride ve dışarıda dayanışma temelli bir cevap üretmeye bile mecbur
edemediniz. Hükümetin seyahat kısıtlamaları ve aşının (ya da diğer tıbbi
kaynakların) dağıtımı gibi konulara yaklaşımındaki aşırı milliyetçi şovenizmle
bile mücadele edemediniz. Süreçten en fazla zarar görecek olanları tercihen koruyacak
seçeneklerin arayışı içine dahi girmediniz. Tek derdiniz, “sıfır kovid”di.
Peki bu “sıfır kovid” yaklaşımının herkesin istediği
bir yaklaşım olduğuna inanan var mı hâlâ? Almanya bağlamında sıfır kovidin
uygulanabilir olduğunu düşünen var mı? Ya da bu hedefe ulaşmış başarılı
herhangi bir örnekten söz edilebilir mi?
Almanya gibi birçok ülke, müdahaleci politikaları
benimsedi. Bu politika tarzını uygulayan ülkelerde ölenlerin sayısı, İsveç’te
ölenlerin neredeyse iki katı. Bir ara model olarak kabul edilen Avustralya ve
Yeni Zelanda’da ölüm oranları aşı kampanyalarından bu yana hızla arttı. Çin
bile artık sıfır kovid siyasetinden kopmuş durumda.
Ta başından beri biz, sıfır kovid yaklaşımının ancak
halkın üzerinde gerçek ve güçlü bir demokratik kontrolün tesis edildiği
sosyalist bir hükümette makul ve geçerli bir yaklaşım olarak gündeme
gelebileceğini, emperyalist kapitalist ekonomilerde mevcut olan tüm yapının ve
örgütlenme tarzının bu sıfır kovid yaklaşımıyla çeliştiğini söyledik. Bu tespit
üzerinden biz, herkesten sıfır kovid denilen o ütopik çağrının gerçekte içinde
bulunduğumuz somut politik koşullarda kullanılma biçiminin yol açacağı pratik
sonuçlar üzerinde durulmasını istedik.
Toz duman dağıldıktan sonra, evde kalındığı o
sıkıntılı günlerin ardından, birileri çıkıp da içinde yaşadığımız, sınıfların
güdümünde olan gerçek dünyada bu türden sıfır kovid çağrılarının nelere yol
açabileceğini düşünmedi bile. Emperyalizmin merkezinde faal olan sol, korona
hayaleti karşısında kıyametçi senaryolar dillendirip kendi anlattığı hikâyenin
büyüsüne kapıldı ve bu zafiyet üzerinden, kapitalizme dışsal bir gücün bizi bir
şekilde kurtaracağına dair binyılcı inançtan yana durup, sınıf mücadelesi temelli
analizi terk etti. Bu düşünce yapısı, hâkim iklim hareketi içerisinde belirgin
bir nüfuza sahipti. Tek yapılması gereken, bu düşünce yapısına ince bir ayar
çekip, onun sıhhi acil duruma uygulamaktı.
Bu türden ütopik fanteziler, hayalî kurgular, esasında
dış düşmana karşı birleşen Gemeinschaft’ın[5] (“Topluluğun”) üzerinden
dayanışmanın tesis edilmesi gerektiğini söyleyen o tehlikeli (ön) faşist inancı
temel alıyorlardı. Oysa gerçek dayanışma, zalimlerin imal ettikleri gulyabaniye
karşı o zalimlerle kurulacak sınıfsal işbirliğinden değil, ancak ezilen
kitlelerin somut müşterek çıkarlarını temel alan, ilkeler üzerinden, tüm
berraklığıyla ilerleyen enternasyonalist sınıf mücadelesinden neşet edebilirdi.
İçinde yaşadığımız gerçek dünyada sıfır kovid
konusunda anlatılan tüm hikâyeler, esasında egemen sınıfın en üst kesimlerinin
elinde toplaşan gücü meşrulaştırmaya ve o güce yönelik eleştirel analizin
üzerini örtmeye yaradı. Gücün egemen sınıfın kaymak tabakasının elinde
toplaştığı süreç, kolektif çıkarlarımız temelinde sınıfsal bir mücadele
yürütmemize izin vermeyecek koşullara, daha az dayanışmaya ve daha az
eşitlikçiliğe yol açan bir dinamiğe bağlı olarak ilerliyor.
Bu süreçte birçok solcu, karikatürize edilmiş, mekanik
bir kapitalizm analizi geliştirdi. Bu analizi yapanlar kapitalistleri, esasında
ancak “meşru” görülen kapitalist girişim üzerinden birikim yapan, önceden
programlanmış, video oyunu karakterleri veya algoritmaları olarak görüyorlardı.
Burada tarihten kopuk, soyut ve idealist bir sarhoşluk hâli hâkimdi.
Oysa somutta kapitalistler, kapitalizme veya
piyasalara ideolojik bağlılıkla bağlı insanlar değiller, onlar, sadece sınıfsal
çıkarlarına bağlılar ve burada bu çıkarların aldığı biçimin bir önemi yok.
Tarihsel planda somut birer varlık olarak kapitalistler, hep verili
kapitalizmden daha istikrarlı ve daha az riskli olan kapılardan girip birikim
ve güç peşinde koştular. Onlar, sürecin ceremesini çekmemek için ellerinden
geleni yaparlar, bundan sonra da yapacaklar.
“Kapanmalar” bahanesiyle kapitalizm karşıtı, ekonomiyi
harap eden politikaların uygulandığı iddia edildi. Oysa bu politikalar, geç
dönem emperyalist kapitalizmdeki o en tehlikeli tekelci eğilimleri güçlendirmek
için kullanıldı. Finans kapitalin en saldırgan ve en gerici unsurları gelişip
serpildi, güçlerine güç, servetlerine servet kattılar. Küçük ve zayıf olan
sermaye yok edildi, burjuvazinin alt katmanları ve orta sınıflar
yoksullaştırıldı. Buna karşılık, görünüşe aldanıp son yaşananların kapitalizm için
birer felâket olduğunu söyleyenler, egemen sınıfın kaymak tabakasının zerre güç
ve para kaybetmediğini görmediler. Finansal saldırının gerçekleştirildiği bu
yıldırım harekâtında tüm dünyada orta sınıflar sistematik olarak yağmaya maruz
kaldılar.
Egemen sınıf, devrimi değil darbeyi, orak çekici değil
gamalı haçı, sınıf mücadelesini değil pogromu sever. Ortada hırsızlık ve gücü
pekiştirme pratikleri üzerine kurulu, kapsamlı bir program var. Oysa birçok
solcu, kapitalizmle ilgili çizgi romanlarla süreci anlamaya çalışıyor. Bu
süreçte küçük ve orta ölçekli firmalar kapanmalar vesilesiyle yutuluyor, ayakta
kalanlarsa iklim krizi ve Ukrayna savaşı ile gündeme gelen yaptırımlar gibi
gerekçeler üzerinden boğazlanıyor.
Bu noktada akla Hollandalı çiftçiler, Rus oligarkların
el konulan yatları ve başka türden varlıkları gelsin. Bu aşırı kapitalist yağma
pratiğinin bir örneğini Doğu Almanya’nın yağmalanması örneğinde veya Nazilerce
Yahudi mallarının “Arileştirilmesi” operasyonunda görmüştük. Bazıları ise bu
türden manevraları antikapitalist veya sosyalist görüp alkışlıyor!
Aslında burada faşizmin o eski bilindik manevrası
devrede: Müsadere yoluyla doğrudan birikim türünden kapitalizm içi veya
kapitalizme hariçten gerçekleştirilen saldırılar, antikapitalistmiş gibi
gösterilip, halkın gerçek devrimci duygu ve düşünceleri faşizme örgütleniyor.
Faşistler, Yahudilerin mallarını yağmalamak istedikleri için yağmaladılar. Bunu
yaparken, bir yandan da Yahudileri kapitalizm için birer günah keçisi hâline
getirdiler, ayrıca Arileştirme girişimlerini (ve Yahudi işletmelerine yönelik saldırıları)
antikapitalist bir hamle olarak yutturmaya çalıştılar. Bugün de aynı yolda
ilerleyen egemen sınıf, her şeyi yağmalıyor, ama bir yandan da bu yağmayı
kitlelere antikapitalist bir pratikmiş gibi pazarlamaya çalışıyor.
Küçük ve zayıf olan kesimlerin yutulduğu, yok edildiği
süreçte egemen sınıfın en saldırgan kesimi için kılıf örüp duran kapanmacı sol,
mertebe atlayabildi mi, uğruna mücadele yürüttüğünü iddia ettiği emekçi
kitlelerin mevzi elde etmesine katkıda bulunabildi mi? Bu kapanmacı solun
savunduğu politika, kapitalizm koşullarında yağmalananların dağıtılmasını
zorunlu hâle getirebildi mi? Tabii ki hayır.
Gerçekte suni bir krizin tüm yükü kitlelerin sırtına
yüklendi. Alman halkı, bugün tarih boyunca yaşam standartlarında görülmüş en
büyük düşüşe tanıklık ediyor, öte yandan, egemen sınıf ise kendi halkını üç yıl
boyunca acımasızca gözetleyen, taciz eden ve baskılayan devlet aygıtını yeniden
silâhlandırmak için 100 milyar avro harcıyor. Aynı sözde sol, bu sürece de
zımnen veya alenen destek sunuyor.
Kendi halkını kolektif serveti yeniden ele geçirmesi
konusunda yönlendirmek, böylece maddi bolluğa yeniden sahip olunmasına katkıda
bulunmak, bunun için üretim araçlarını kontrol altına alıp özgürleşmek yerine,
birçok solcu, egemenlere kıyasla halkın yaşam standartlarına karşı daha
saldırgan bir konum alabiliyor. Dünyayı yağmalayanlara dokunulmuyor, buna
karşılık, kitleler özgürlüklerden ve maddi gönençten mahrum kalıyor.
Bu saçma siyasetin bir tezahürü de Yeşiller’in
Doğu’daki emperyalist savaşa sunduğu destek ve ülke içinde kendi halkına karşı
yürüttüğü ekonomik savaş.
Emperyalist savaş mekanizmasından daha fazla çevreyi
tahrip eden bir şey var mı bu dünyada? Herhangi bir Yeşiller partisinin asli
önceliği, o mekanizmayı yok etmek olabilir mi?
Bu kapanmacı solun biz “sağcılardan” ilkesel bir tutum
gereği uzaklaşmalarındaki samimiyetsizliğin en önemli tezahürü de bugün
mecliste bulunan ve nesnel planda faşistleşmiş olan partilerin destekçileriyle
kendi aralarında bir ayrım çizgisi çekmeyi reddediyor olmaları. Bir vakitler
sağcı bir gösteride bulunmuş biriyle yürümüş olan bir kişiyle temas kurmak bile
bize “sağa yüzünü çevirmiş, iflah olmaz biri” yaftası yapıştırmak için yeterli
olabiliyor.[6]
Alman emperyalizmini yeniden silâhlandırmaktan başka
bir işe yaramayan mevcut trafik lambası koalisyonu[7] Ukrayna’da Neonazilere
destek sunuyor, İkinci Dünya Savaşı’nda verilen antifaşist kurtuluş
mücadelesinin simgelerini yasaklıyor, antisemitik Nazi propagandasının
kullandığı Holodomor hikâyesine resmi düzeyde onay verip, onu hakikatmiş gibi
takdim ediyor, ama nedense bunlarla aynı fikirde olmayanlar eleştiriliyor.
Herkesin onlarla yürümesi, onlara örgütlenmesi, onlara oy vermesi gerektiği
üzerinde duruluyor. 1 Mayıs mitinginde ilk konuşmayı, nedense koalisyona
öncülük eden SPD’nin üyesi olan Frankurt Belediye Başkanı yapıyor.
Bu noktada, kapanmacı solun yürüdüğü yolun ana kusuru
üzerinde durmak gerekiyor. Bu solcular, korona tedbirlerine karşı gelişen
protesto hareketiyle ilişki kurma gereği duymadılar. Krizin gerçek niteliğine
dair değerlendirmelerin yönünden bağımsız olarak, biz, gene de tartışma
götürmez kimi gerçekler üzerinde anlaşmaya varabileceğimizi düşünüyoruz.
İlk olarak, burjuva hükümetlerinin krizlere karşı
geliştirdikleri cevabın içeriğini cömertlik tayin etmiyor. Bu hükümetler,
“doğru” şeyi yaparken, aslında onlara kâr akışının devamlılığını sağlamak
amacıyla, sistemin muhafaza ve daimi kılınması zorunluluğu yön veriyor.
Hükümetler, halkın beklentilerine kulak asmak zorunda, çünkü yeniden
seçilmeleri gerekiyor, ama hükümetler, aynı zamanda eğer kendilerini
kurtarmanın yegâne yolu halkı kurtarmaksa, bu yönde adım atıyorlar.
Buraya kadar sorun yok. Kapanmacı sol da benzer şeyler
düşünüyor, ama burjuva hükümetlerin daha ileri gidebileceğini, krizi emekçi
kitlelere karşı kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak adına kullanabileceğini
nedense akıllarına dahi getirmiyorlar. Çünkü biz, egemen sınıftaki kötücüllüğün
göz ardı edilebilecek, küçümsenebilecek bir şey olmadığını biliyoruz. Onların
“iyi bir krizin heba olup gitmesine izin vermeyelim” diyebileceğini
düşünüyoruz.
Dolayısıyla, ister gerçek isterse imal edilmiş olsun,
mevcut krizin verili koşullarında egemen sınıfın o krizden yırtmanın yolunu
bulduğu ölçüde, onu kötüye kullanabileceğini ummak zorundayız. Tarihte her
egemen sınıf, demokrasinin veya halkın dayattığı kısıtlardan kendisini kurtarma
fırsatı sunan her türden olağanüstü hâli her şeyden daha çok sevmiştir. Bu
tespite şunu da eklemek gerekiyor: Ortada gerçek bir kriz varsa egemen sınıf,
ancak kendi çıkarlarını savunması ve mevzi elde etmesi konusunda o krizin fırsat
ve imkân sunması durumunda ona çözüm bulmaya çalışır. Onların çıkarlarını aşan
veya o çıkarlara karşı olup bizim çıkarımıza hizmet eden her türden eylem,
politik mücadelenin emridir. Bu anlamda, ortadaki krize verilecek yegâne doğru
sol cevap, halkın elindeki gücü almayı değil, onu harekete geçirmeyi şart
koşar.
Kapanmacı solsa, sadece halkı harekete geçirme
konusunda acziyet yaşamakla kalmadı, ayrıca pratikte halkın evlere tıkılmasında
hükümetlere yardım etti, halkın ev hapsine mahkûm edildiği veya devlet eliyle
yürürlüğe konulmuş sokağa çıkma yasağı üzerinden dışarı adım atamadığı sürece
katkı sundu.
Siz kapanmacı solcular, kölece bir tutum ile, ayağa
kalkmanız gereken, devletin protesto eylemlerini kısıtlayıcı emirlerine onay
verdiniz. Üstelik bunu, zaten halkın güçbelâ ayağa kalktığı koşullarda, o hayal
ürünü ve gerçek dışı kovid hikâyesine sırtınızı yaslayarak yaptınız. Başka
insanların da hükümetin emrine girmesini istediniz. Birçoğunuz, hükümetin
direnişleri daha sert bir biçimde ezmesini talep etti. En rezil tutumsa,
bazılarınızın hükümete bağlı hücum kıtaları olarak iş görmesi, bu görev dâhilinde,
protesto eylemlerinin bastırılmasına, engellenmesine, taciz edilmesine ve
eylemcilere saldırılmasına katkı sunmasıydı.
Peki tüm bunları yaptınız da elinize ne geçti?
Almanya’da radikal sağın yeniden güçlenmesine mani mi
oldunuz? Hayır, tam aksine, radikal sağ daha da güçlendi.
Birçoğu, alt orta sınıfa ve emekçi sınıflara mensup
olan çok sayıda insan, hayatlarında ilk kez sadece mevcut hükümetin
meşruiyetini değil, kapitalizmi ve parlamenter demokrasiyi de sorgulamaya
başladı. Onlarla ilişki kurdunuz mu, önceden yürütülmüş beyin yıkama
faaliyetlerinin ördüğü duvarları aşıp onlarla çalışma yürüttünüz mü, verimli
sonuçlar veren bir eleştiri, eğitim ve aydınlatma faaliyeti içine girdiniz mi?
Hayır girmediniz. Onlara saldırıp, bu insanların “sağcı” olduğunu söylediniz.
Sadece “kendi kendini tasdiklemek” denilen o tuhaf oyunu sergilemekten başka
bir şey yapmadınız.
Siz, nesnel düzlemde hükümetle ve onun hizmet ettiği
egemen sınıfın öncü kesimiyle yan yana geldiniz. O sınıfla yan yana gelirken,
resmi ağızlardan dökülen hikâyelere dair eleştirel düşünceyi, geçirdiğiniz öfke
nöbetiyle birlikte, redde tabi tuttunuz, bu noktada, en temel ilkelere ihanet
ettiniz. Böylelikle, ittifak kurma ihtimalinin gündeme geldiği tüm toplum
kesimlerini yavan laflar etmekten gayrı bir şey yapmayan sağcı demagogların
kucağına ittiniz.
Siz, sağcıların halk karşıtı bir tutumla, “radikal
sol” ve “uluslararası finans” ile ilgili dillendirdikleri komplo teorileri için
yaktıkları ateşi körükleyip durdunuz. Bugün kendisini ortaya koyduğu somut
biçimiyle faşizme karşı gerçek bir mücadele yürüten bizlerin işini alabildiğine
güçleştirdiniz. Birbirine zıt yönde ilerleyen Die Linke ve AfD’nin güçlerindeki
değişim, bu gerçeğin bir kanıtı.
Biraz da faşizm meselesinden bahsetmemiz gerekiyor.
Önce kapanmacı solun onu mağlubiyete sürükleyen en saçma vasfını ele alalım: bu
vasfı dâhilinde kapanmacı sol, korona tedbirlerini tarihsel faşizmle
kıyaslayanlara, “siz tarihsel faşizmi göreceleştirmekte, onu küçümsemekte,
nihayetinde onun yeniden toparlanmasına katkıda bulunmaktasınız” dedi. Bu
türden bir hamleye öncelikle sağ başvurdu, zira sağ, her seferinde aynı yalana
sarılıyordu. Ama bu sefer hükümetteydi sıra. Mesela, hükümet, “Holodomor”un soykırım
olduğunu söyledi, nefret suçunun özgül yanının, Almanya ile alakalı yönünün
altını çizdi.[8]
Korona eylemlerine katılanlar, alınan tedbirleri
faşizmle veya nasyonal sosyalizmle kıyasladılar. Bu kıyaslamayı antifaşist ve
Nazi karşıtı oldukları için yaptılar. Bize göre, bugünkü egemen sınıf ile
faşizmi iktidara getirenler arasında süreklilik vardı. Zira bu egemen sınıf,
tüm sinsiliğiyle, yüz yıl önce işlediği suçlardan daha beterlerini işlemeye
meyilli bir güçtü.
Bu değerlendirmemizi yanlış bulabilirsiniz. Bizim
geçmişte işlenen suçları göreceleştirip küçülttüğümüzü söyleyebilirsiniz. Ama
bilin ki biz hakikati söylemeye, onların bir şeyleri prova ettiklerini dile
getirmeye mecburuz.
Ayrıca geliştirdiğiniz mantık çelişkili. Zira bir
yandan faşizme atıfta bulunan tüm kıyaslamaların göreceleştirme zaafı
taşıdığını düşünüyorsunuz, bir yandan da faşizmi bir daha aynı güçle ortaya
çıkamayacak bir şey olarak tahayyül ediyorsunuz. O hâlde faşizmin
göreceleşmeyeceği teorik bir koşul bulunuyor olmalı. Aslında bu tespitiniz
ışığında siz, antifaşizmin gereksiz olduğunu düşünüyor olmalısınız. Ama elbette
ki gereksiz görmüyorsunuz. Birçoğunuz, hiç çekinmeden, bizim ve bizimle
yürüyenlerin “faşist” olduğunu söyleyebiliyorsunuz, ama görüşlerimiz veya
aldığımız konumları inceleme gereği bile duymuyorsunuz. Peki bu, görecelikçi
bir tutum değil mi? Hem de nasıl! Üstelik bu görecelikçi tutumunuz,
suçladığınız göstericilerin tutumundan daha derin, daha beter ve daha
tehlikeli.
Çünkü siz, gerçekte “faşist” ve “Nazi” gibi
kelimelerin anlamını, ağırlığını ve önemini ortadan kaldırıyorsunuz. Protesto
hareketi içerisinde faşizme karşı verdiğimiz gerçek mücadelenin önemini
kavramıyorsunuz, o mücadeleye zarar veriyorsunuz. Son birkaç yılda yaşananlar
yüzünden harekete geçmiş olan, Korona eylemleri üzerinden yeni yeni
politikleşen veya tekrardan politik faaliyet içine giren birçok insanı fikri
temelden mahrum bırakmaya çalışıyorsunuz, “Faşizm” ve “Nazi” gibi kelimelerin
ağırlığını ve iç tutarlılığını ortadan kaldırıyorsunuz. Süreçte protestolar
dâhilinde faal olan ve böylesine çamurlu sularda yüzmekten pek hoşnut olmayan
faşist demagogların ekmeğine yağ sürüyorsunuz. Yanlış hesaplanmış, yanlış
temellendirilmiş bir strateji üzerinden hareket ediyorsunuz, bu stratejinin
henüz ham olan meyvelerini toplayarak tatmin oluyorsunuz, ama antifaşist
örgütlenme faaliyetini ve politik eğitim çalışmalarını sekteye uğratıyorsunuz.
Her şeyden önemlisi de yaptığınız bu yanlışın
kapanmacı solu eleştiren solculardaki dar görüşlülüğü, sığlığı ve kolayca
aldanır oluşu beslediğini görmüyorsunuz. Mevcut durumun ağırlığını da egemen
sınıfın bize karşı geliştirdiği itirazın niteliğini de, her şeyden önemlisi, bu
sınıfın yürüttüğü psikolojik operasyonun derinliğini de idrak edebilmiş
değilsiniz.
Egemen sınıf, solun devrimci eleştirisini temellük
eden, onu başaşağı çeviren faşizmin kullandığı ilk yöntemleri bilince çıkartıp
geliştirdi. VVN-BdA’dan arkadaşların hoşuna gitmeyen, 8 Mayıs günü dağıttığımız
bildiride alıntıladığımız sözünde Dimitrov, şunları söylüyor.
“Faşizm,
iktidara proletaryanın devrimci hareketine ve düzenden rahatsız olan kitlelere
saldırı gerçekleştiren parti olarak gelir. Ama o, iktidara gelişini tüm millet
adına, milletin selameti için girişilmiş bir faaliyet üzerinden gerekçelendirir
ve kendisini burjuvazi karşıtı “devrimci” bir hareket olarak takdim eder. Bu
noktada Mussolini’nin Roma’ya ‘yürüyüş’ü, Pilsudski’nin Varşova’ya ‘yürüyüş’ü
ve Hitler’in Almanya’daki Nasyonal Sosyalist ‘devrim’i anımsanabilir.”[9]
Egemen sınıf, bu formülü epey geliştirdi. Artık ortada
hareketleri rayından çıkartan, onları dezenformasyona mahkûm eden, güçlü bir
mekanizma var. Bu mekanizmayı devreye sokarken egemen sınıf, üzerine ilericilik
veya solculuk gömleğini geçirmekte bir beis görmüyor. Kontrolü altında olan
muhalefet hareketleri inşa ediyor ve bu hareketlerin üyeleri, egemen sınıfa
bağlı birer memur olarak faaliyet yürütüyorlar. Örneğin egemen sınıf, Suriye
veya Ukrayna’da gelişen emperyalizm karşıtı mücadeleyi beyaz milliyetçiliğiyle
ilişkilendiriyor veya Filistin’e antisemitizm üzerinden destek sunabiliyor.
11 Eylül vakası, öğretici niteliğini hâlen daha
muhafaza ediyor. Emperyalist egemen sınıf, tehlikeli olan ve karşı saldırıya
işaret eden söylemiyle programına mani olacak diye solcu güçlerin önüne türlü
engeller çıkartıyor. Kendisinin bitmek bilmeyen bir zekâya sahip olduğunu
düşünen, yöneticilerin beceriksiz olduğunu sanan, egemen sınıfa sadık, solcu
küçük burjuva muhalifler, egemen sınıfın önüne koyduğu çanağa teslim oluyorlar.
Emperyalizmi sorun etmenin kötü bir strateji olduğuna dair görüşlerini desteklediğini
düşündükleri fikirleri pazarlayıp duruyorlar. Kendilerindeki haklılığı
yaldızlayıp emperyalizme karşı mücadele ederken çile çekenlere acıyarak
bakıyorlar, “tüh, keşke yapmasalardı” diyorlar.
Zaman içerisinde bu küçük burjuva solcular, ırkçı,
İslam düşmanı, şarkiyatçı laflara teslim oluyorlar ve bunların öne çıkartılması
gerektiğini söylüyorlar. Bağnaz bir tutumla, ABD’nin Batı Asya ve Kuzey
Afrika’da oynadığı tarihsel rolü inkâr ediyorlar. Bu koşullarda egemen sınıf,
solun önemli bir kısmını kendi çektiği hatta örgütlüyor. Bu hat:
1. Resmi anlatının en vazgeçilmeyen unsurlarını
besliyor;
2. Faşist Bush-Cheney rejimine yönelik halk direnişini
bölüyor, kitlelerin zihnini allak bullak ediyor, onları yanlış yöne sevk
ediyor;
3. Kitleleri işçi sınıfından, özellikle olan biteni
izah eden, o aleni “komplo”yu bir biçimde kabul eden, beyaz olmayan işçi
sınıfından kopartıyor.
Pandemi döneminde egemen sınıf, eşi benzeri görülmemiş
bir dezenformasyon kampanyası yürüttü. Burada amaç, oluşan hasarı olduğundan
küçük değil, büyük göstermekti. Bunun için ortadaki tehdidi abarttı. Bunun için
hastanelerde, bakımevlerinde ve genel manada toplumda ölümcül ve tehlikeli
koşulların oluştuğunu söyledi. Uzmanlar arasında belirli bir görüş birliğinin
bulunduğuna dair yanlış bir izlenim yaratmak adına, medyayı ve elitlere ait
kurumları devreye soktu. En önemlisi de bugün tüm dünya genelinde yürütülen
psikolojik operasyonun yönetilmesi için geçmişte devreye sokulmuş
dezenformasyon kampanyasının tetiklediği kapsamlı kötücüllüğü, insani değerlere
inanmayan yaklaşımı istismar etti. Bu düzlemde egemen sınıf, sol içerisinde
kendisinin tehdidi inkâr ettiğine veya küçük gördüğüne dair izlenimin oluşması
için çaba harcadı, böylelikle tehdidi alabildiğine abarttığı gerçeğinin üzerini
örtme imkânı buldu.
Bu kampanyayla bağlantılı olarak egemen sınıf,
kendisine bağlı hücum kıtalarının ve piyade birliklerinin (liberterler,
milliyetçiler, sağcılar) içinden ayrıca (yakında soyu tükenecek olan küçük
işletme sahipleri türünden) kullanıp atacağı küçük burjuva içerisinden kendi
muhalefetini imal edip besledi. Çok fazla tehdit teşkil etmeyen bu muhalefet
örgütsüzdü, beceriksizdi, devletle ciddi her türden yüzleşmeden uzak duruyordu.
Kapitalist ideolojiye bağlı olduğu için bu muhalefetin üyeleri kolayca
yönlendirildiler, gerektiğinde ileride yeniden diriltilecekler.
Zaman içerisinde kapanmacı sol, sınıf savaşı alanında
egemen sınıfın bu türden stratejilerle ve öngörülerle hareket ettiğini, belirli
sınıfsal katmanları kendi hedefleri doğrultusunda birbirine karşı harekete
geçirdiğini unuttu. Bugün bu tür stratejilere ve öngörülere dair
değerlendirmeleri “komplo teorisi” olarak yaftalayıp çöpe atmakla meşgul.
Kapanmacı sola sormak gerekiyor: Marx da aynı şeyi On Sekizinci Brumaire çalışmasında
veya Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim çalışmasında yapıyordu, o teorik
katkıyı da “komplo teorisi” diyerek çöpe atıyor musunuz?
Bugün Özgül Sol hareketini meydana getiren bizler, bu
sınıf savaşı alanını görüyoruz ve ancak bu şekilde oraya müdahale
edebileceğimizi düşünüyoruz. Marx’ın On Sekizinci Brumaire’de tespit
ettiği üzere, “insanların kendi tarihlerini yaptıklarını, ama onu diledikleri
gibi yapmadıklarını, insanların tarihi bizatihi seçtikleri koşullarda değil,
geçmişten aktarılmış, zaten orada verili olan koşullarda yaptıklarını”
biliyoruz.
Siz, o bağnaz bir tutumla teslim olduğunuz vecd
hâlinden çıkamıyorsunuz. Biz çıkmanız için elimizden geleni yapıyoruz.
Egemen sınıf, dünya genelinde bir yıldırım harekâtı
yürüttü. Kitleler sokaklara dökülünce egemen sınıf, ajanlarından,
influencer’larından, kitleleri yanlışa sevk edecek kişilerden oluşan ordusunu
devreye sokup kitleleri kontrol altına almak, kafasını karıştırmak, sürü gibi
gütmek için uğraştı. Bizim orada olmamız gerekiyordu. Biz, kitlelerde gelişen
doğru ve yerinde sezgileri ve görüşleri bütünlüklü, rasyonel ve materyalist bir
durum analizine doğru yönlendirmek zorundaydık. Egemen sınıfın kitlelerin önüne
döşediği onca tuzakla mücadele etmeliydik. Tüm gerçek devrimciler gibi
kitlelerden öğrenmeliydik. Onlarla tartışmak, düşünmek ve mücadele etmek
zorundaydık.
Hareket daha yola koyulmazdan önce siz, gidip egemen
sınıfın size sunduğu senaryoya teslim oldunuz. Hemen o eylemlere katılanlara
hakaretler ettiniz, egemen sınıfın uyguladığı despotizme peşinen şüpheyle
yaklaşanları “faşist”, “antisemit”, “sağcı radikal” olarak yaftaladınız. Bunu
yaparken bir yandan da politik düzeyde gelişkin sol eleştiriler dile
dökenlerin, bu hâlleriyle, protesto hareketi içerisinde solun hegemonya sahibi
olmasına katkıda bulunacak kişilerin gözünü korkutup onların evden çıkmalarına
mani oldunuz, böylelikle, tüm sahayı ajanlara ve demagoglara teslim ettiniz.
Gericiliğe dair tarihsel materyalist anlayışla
donanmış kişiler olarak bizim gözümüzü kimse kolay kolay korkutamazdı.
Dimitrov’un yukarıda alıntıladığımız sözünde de tespit edildiği biçimiyle,
Alman faşizminin “sosyalizm” kelimesine el koymuş olması asla tesadüf değil. O
zavallı “antisemitizm” yaftası, aptalların sosyalizminin eseridir.
Kitleler, devrimci ideolojinin kaynağıdır. Kitleler, o
ideolojiyi zalimlere karşı verdikleri mücadelede ellerindeki örs ve çekiçle
döve döve şekillendirirler ve açıklığa kavuştururlar. Gerici ideolojilerse
egemen sınıfların ve onların uşaklarının kullandıkları ideolojik silâhlardır.
Bu silâhlar da kitleleri boyunduruk altına almak ve onları bilinçlendirecek en
ufak fikri ortadan kaldırmak için verilen mücadelede üretilirler. Egemen
sınıfın kitlelerin çıkarlarına ve hedeflerine karşı olan bir sınıf olduğuna dair
doğru ve yerinde görüş anlamında sınıf bilinci, en tehlikeli unsurlardan
biridir.
Bu anlamda egemen sınıf, bir yandan bu temel görüşü
silâhsız kılmak bir yandan da onun sahip olduğu güçten istifade etmek ve
elindeki ideolojik malzemeye bir öz kazandırmak için uğraşır. Egemen sınıf
hiçbir şey üretmez. Sahip olduğu ideoloji bile insanlığın ürettiği tüm ürünün
temellük edilmesinin ve özel çıkarlar uğruna kullanılmasının bir neticesidir.
Egemen sınıf, uyguladığı zulümle kitleleri belirli
fikirlere yönelterek, onların oluşturulmuş programları benimsemesini sağlar.
Geliştirdiği bu türden gerici programlarla egemen sınıf, kitleleri tuzağa
düşürür. Bilhassa devrimci liderlikten mahrum olduğu dönemlerde kitleler,
sınıfsal analizin ham ve gelişmemiş biçimlerini belirgin bir kafa
karışıklığıyla üretirler. Komplo teorilerine denk düşen bu sınıfsal analizler,
esasen doğru ve yerinde gelişmiş dürtünün ve yönelimin eseridirler. Devrimcinin
işi, bu sınıfsal analizlerle ilişki kurup, onların netliğe kavuşmalarını
sağlamaktır.
Kapanmacı sol, bu süreçte yukarıda dile getirdiğimiz
yaklaşımla çelişen bir konum aldı. Almanya’da kitleler, onlarca yıldır egemen
sınıfın tüm acımasızlığıyla yürüttüğü propaganda faaliyetine maruz kalıyor.
Birçok insan, tüm ömrü boyunca bu propagandayla besleniyor. Okulda, işyerinde,
medyada insanlar, kapitalist bireycilikten, emperyalist şovenizmden ve
ırkçılktan, cinsiyetçilikten, maltusçuluktan, militarizmden ve antikomünizmden
oluşan çorbayla besleniyor. Hâkim bakış açısının dışına ufacık bir adım attığı
anda dezenformasyon amaçlı operasyonların ve kontrol altındaki muhalefetin
zehirli dilinin kurbanı oluyor. Buna rağmen insanlar, tek tek ya da birlikte,
ufacık bir itirazı dile döktüklerinde, onları hemen mahkûm ediyorsunuz, hatta
onları ezen devleti alkışlıyorsunuz. Bu temelde idealist, hatta yarı dini olan
yaklaşımınız, ritüellerle sağlanmış saflık anlayışıyla tatmin olan destekçiler
bulmanızda size epey yardım ediyor. Yeniden yükselişe geçmiş olan faşizm, o
politik programınızla sizden daha iyi dost bulamazdı.
Kapanma karşıtı hareket içerisinde yer alan sol kesim
bizimle aynı yanlışları yaptı. Bu süreçte eleştiri ve özeleştirileri analiz
edip incelemekle, bu döngüye teslim olmakla yetindi. O eleştirilerin ve
özeleştirilerin üstesinden geleceğimiz yer burası değildi.
Sadece Özgür Sol değil, ayrıca Frankfurt’ta faal olan,
göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar konusunda çalışma yürütmek için kurulan Klartext
[“Açık Metin”], Freidenker [“Özgür Düşünenler”], Berliner Kommunarden
[“Berlin Komünarları”], Avusturya’dan Rota Fahne [“Kızıl Bayrak”] gibi
protesto hareketi içerisinde yer alıp sürece müdahale etmeye karar vermiş olan
örgütler, temelde doğru bir şey yaptılar. Kapanmacı solcular olarak siz ise
koparttığınız gürültü patırtı ile egemen sınıfın yönettiği koroya dâhil oldunuz,
tüm varlığımızla dâhil olduğumuz, en azından korkutmaya çalıştığınız insanların
harekete katılmasını sağlamak için uğraştığımız o eylemleri “sağcı” olarak
yaftalamak için uğraştınız.
Biz, bu süreçte programını solcu, hatta komünistmiş
gibi kılıflandırıp satan egemen sınıfın propaganda faaliyetiyle, bir yandan da
isimlerimize düşürdüğünüz o kara lekeyle mücadele ettik. Yeniden dirilmek ve
sahneye çıkmak için uğraşan faşizme onun gerçek kaynağı olan egemen sınıfa ve
uşaklarına karşı ilkeli bir mücadele yürüterek karşı koyduk. Bunun için,
yürütülen dezenformasyon faaliyetini etkisiz kılmak adına, mevcut durumun
gerçekten materyalist olan analizini yapmaya çalıştık. Buna karşılık, siz yürüdüğümüz
yola taş koymaktan başka bir şey yapmadınız. Sadece melez cephelerin[10] en
sinsisi ve en tehlikelisi için çalışan uşaklar olarak hareket ettiniz. Oysa bu
cephenin içinde Washington, Hristiyan Demokrasi Birliği[11], trafik lambası
koalisyonu ve Ukrayna’daki Azak Taburu vardı.
Devletin uyguladığı baskılara, yürüttüğü
dezenformasyon faaliyetine, kitleleri yanlış yola sokmaya dönük çabalarına
tanık olduğumuz koşullarda, küstah bir tavırla, o eylemlerin ardında kimlerin
olduğuna, orada kimlerin yürüdüğüne dair bir fikriniz olmamasına rağmen, bizim
eylemlerde kimlerle yürüyüp kimlerle yürüyemeyeceğimize karar verebileceğinizi
düşündünüz.
İç tutarlılığa sahip bir yapı içerisinde başkalarıyla
hemhal olmazdan önce Özgür Sol, dağıtıcı, tasfiyeci güçlerin saldırısına maruz
kaldı. Oysa henüz bizi günahlarımızdan arındıracak bir şeyleri başarabilmiş
değildik.
Bize göre asıl önemli olan, sokaklara çıkmak,
kitlelerle ilişki kurmak ve egemen sınıfla mücadele etmektir. Bu tespitimiz
bugün için de geçerlidir.
Egemen sınıfın ajanları, bizim korona eylemlerine
katılmamızdan tabii ki hiç memnun olmadılar. Aynı şekilde siz, bizim savaş,
faşizm, kapitalizm ve emperyalizm karşıtı gösterilerdeki varlığımızdan rahatsız
oldunuz. Ancak şu var ki bizim evde kalmak gibi bir niyetimiz yok. Sizin
içinizde belirli bir kesimin durumu anlamasını, durumun uyarılarımızda
bulunduğumuz gibi aciliyet arz ettiğini görmesini sağlamak için elimizden
geleni yapmaya devam edeceğiz. Bunu yapmak zorundayız. Yürüdüğümüz yolun
temelde meşru, sizin yürüdüğünüz yolunsa tümüyle yanlış olduğunu siz de
göreceksiniz. Öte yandan, hakiki ve iyi niyetli eleştirileri başımızın üzerinde
tutmaya devam edeceğiz. Ulaştığımız sonuçlardan, elde ettiğimiz başarılardan
tatmin olup bununla övünecek bir yapımız yok bizim. Sizinle her fırsatta
konuşacağız. Sokaklarda görüşürüz.
Özgür Sol
Gelecek
15 Haziran 2023
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Die Linke [“Sol Parti”]: Almanya’nın en önemli sol partisi. Doğu
Almanya’yı yönetmiş olan Sosyalist Birlik Partisi’nin halefi. Uzun zamandır
kendisini köklerinden uzaklaştırmakla meşgul. Dolayısıyla, gerçek manada
devrimci bir alternatif sunmaktan aciz.
[2] AfD [“Almanya İçin Alternatif”]: Hükümetin
ve medyanın yorulmak nedir bilmeden, tüm itirazı ve öfkeyi politikalarına
yönlendirmek için çalıştığı aşırı sağcı parti. İlk kapanma tedbirlerine destek
sunsalar da sonrasında konumlarını değiştirdiler ve ülkenin büyük bir
partilerinden biri olarak kapanmaları, aşı dayatmasını vs. açıktan
eleştirdiler.
[3] Nazi Rejiminden Zulüm Görenler
Derneği/Antifaşistler Federasyonu [VVN-BdA]: Almanya’da komünist hareketle
sıkı ve güçlü bağlara sahip olan, bir zamanların ünlü örgütü. Bugün
görebildiğimiz kadarıyla uzlaşmacı bir siyaset yürütüyor. Son üç yıldır da
Alman hükümetinin aldığı korona tedbirlerine karşı çıkanlara “faşist” diye hakaret
edip saldırmak, buna bağlı olarak, bu kişilere karşı eylemler örgütlemek.
[4] Komünist Teşkilât [KO]: Kısa süre önce
ikiye bölündü. Bir ekip, Yunan Komünist Partisi’nin geliştirdiği “emperyalist
piramit” teorisinden yana saf tuttu. Bu bağlamda, söz konusu ekip, Ukrayna’da
yaşanan çatışmayı emperyalistler arası savaş olarak görüyor. Diğer ekip ise
yaşanan çatışmayı NATO’nun saldırganlığı düzleminde ele alıyor ve Rusların
yürüttükleri özel askeri operasyonun savunma amaçlı, meşru bir girişim
olduğunu, hatta ilerici bir hamle olarak görülmesi gerektiğini söylüyor. Biz,
burada bu ikinci ekipteki yoldaşlardan bahsediyoruz.
[5] “Topluluk”, Almancada Volksgemeinschaft olarak
karşılanıyor ve bu terim genelde “halkın ırkî veya milli topluluğu” olarak
tercüme ediliyor. Burada sınıfsal ayrımların bulunduğu kabul ediliyor, ama
sınıf bilinci, Nazi ideolojisinin ve propaganda faaliyetinin esas unsuru olan
uyumlu millet/ırk bilinci karşısında geri plana atılıyor.
[6] Hükümet veya medya, sağcı olarak adlandırılan her
türden politik güçle temas kurup suç işleyen kişiler için “rechtsoffen”
ifadesini kullanıyor. Burada daha çok sağ ile bir melez cephe inşa etmek için
uğraşan ya da bu tür bir cephenin içinde yer alabilecek kişiler kastediliyor.
[7] Trafik Lambası Koalisyonu: Şu an Almanya’da
iktidarda olan koalisyonu ifade ediyor. Kırmızı Sosyal Demokratları, Sarı
ortanın sağında duran liberal parti Hür Demokratik Parti’yi (FDP), Yeşil de
Yeşiller Partisi’ni simgeliyor.
[8] “Volksverhetzung” [“Nefret Suçu”] Alman
ceza hukukunda milli, ırkı ve dini bir gruba ya da etnik kökeniyle tarif
edilmiş bir kesime yönelik nefretin teşvik edilmesi olarak tarif ediliyor.
Genelde Yahudi Soykırımı inkârcılarına tatbik edilmesine karşın bu yıl hükümet
ilgili kanunu Nazilerin uydurdukları, sovyetlerin veya Stalin’in Ukraynalıları
bir ırk olarak yok etmek için bilerek kıtlık koşulları yarattığı yalanını
sorgulayan herkesin yargılanmasında kullanmak için gerekli zemini oluşturdu. Bu
kanun, aynı zamanda mevcut hükümetin yürüttüğü politikaları Nazizmle
ilişkilendiren ve tarihsel bir bağlama oturtan her türden yaklaşımı suçlu
kılmak için kullanıldı. Bkz.: Bernard Klevenz, “Absurd, Alarming, Scandalous”,
22 Şubat 2023, Magma.
[9] Georgi Dimitrov, “The Class Character o Fascism”, The
Fascist Offensive and the Tasks of the Communist International in the Struggle
of the Working Class against Fascism içinde, 2 Ağustos 1935, MIA. Türkçesi: İştiraki.
[10] “Melez Cephe” veya “Çapraz Cephe”, Alman
siyasetinde yaygın olarak kullanılan bir tabir. Bir tür milliyetçi, üçüncü
yolcu platform üzerinden “solcu” ve “sağcı” güçleri birleştirme girişimlerini
ifade ediyor. Neonazi grupları pratikte bu stratejiyi uyguluyorlar.
[11] Hristiyan Demokrasi Birliği, Almanya’da güçlü
olan merkez sağ partisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder