Güç
Mücadelesi
Mali
krizle birlikte Nazi Partisi’nin oyları yüzde 2,6’dan yüzde 18,3’e çıktı.[1] İş
dünyası ile de çalışabilecek radikaller olarak görülen Naziler, liberal
siyasetçilerin ve onların arkasındaki ağların desteğini aldı. Bu isimlerden
biri, 1930’da Reichsbank başkanı iken görevinden istifa eden Hjalmar Schacht’tı.
Schacht, bir yıl geçmeden Hitler’le bir araya geldi. Sonrasında Nazi basınında
“Alman kara kuvvetlerinin ekonomik açıdan yeniden yapılandırılmasını sağlayan
adam” olarak anıldı.[2]
Deutsche
Bank, Dresdener Bank, Deutsche Kredit Gesellschaft ve sigorta sahasının en
büyük şirketi olan Allianz, paralarını Nazilere yatırdı. Öte yandan Hitler’e
bağlı gizli servisin [Schutzstaffel -Koruma Teşkilâtı] başındaki isim
olan Heinrich Himmler, Nazi Partisi’ne iş dünyasının destek sunmasını sağlamak
amacıyla Ekonomi Dostları Çevresi içerisinde iş adamlarından oluşan özel bir
grup örgütledi. Nazilere mali destek arttıkça onların ordudaki nüfuzu da arttı.
Otto
Strasser, şirketlerin parti içerisinde bu şekilde mevzi elde etmesine karşı
çıktı. 1930 yılında işçi grevlerine destek vermesi sebebiyle partiden ihraç
edildi. Hitlerci hizbi alt etmek amacıyla Devrimci Nasyonal Sosyalistler
Birliği isminde, bazı yerlerde Kara Cephe veya Özgürlük Cephesi olarak da
anılan yeni bir örgüt kurdu. Fakat örgüt, başarıdan başarıya koşan Nazi
Partisi’yle kıyasla önemli bir ilerleme kaydedemedi. Kendi döneminde içine
başka unsurlar sızmış olmasına ve pratikte bir karşılık bulamamasına rağmen
Kara Cephe, savaş sonrasında Nazizmin tarihine sahip çıkmanın yollarını
arayanlar için Nazi gizeminin önemli bir yüzü hâline geldi.
Öte
yandan Alman Komünist Partisi, faşizme yönelik tavrını değiştirdi ve Nazi
rejimini sosyal demokrasiye tercih eden bir konumu benimsedi. “Önce Hitler,
Sonra Biz!” sloganını atan parti, Hitler’in partisiyle birlikte grev çalışmaları
yürütme, ardından da Franz von Papen hükümetine güvenoyu verilmemesi konusunda
anlaştı. Nazilerin de komünistlerin de derdi, Weimar dönemini sona erdirip, emekçi halkın çıkarlarını savunan, kitle hareketine yaslanan yeni bir tek parti
diktatörlüğü inşa etmekti. AKP, Alman halkının kendi çizgisine geleceğini ümit
ediyordu.
Temmuz
1932’de AKP, yaptığı yanlışların farkına vardı ve hızla Antifaşist Eylem isimli
örgütü kurmak için hareket geçti, ama artık çok geçti.
Bunlar
olurken, Gregor Strasser daha ılımlı bir çizgiye geldi. Gerici seçkinleri birbirine
düşürmekle meşgul olurken Strasser, kendisindeki ağır antisemitizmi ve ırkçı
aşırı milliyetçiliği çelişkilerle malul olan ekonomiyle ilgili fikirleriyle
birleştirdi. Böylece o dönemin gerici ve yeni muhafazakâr liderlerinin
bulunduğu cepheye katıldı. Strasser, Kurt von Schleicher’in liderliğinde
ordunun yöneteceği koalisyon hükümetinde muhafazakârları ve gericileri bir
araya getirecek “geniş milli cephe”nin kurulması çağrısını yaptı.[3] Bu süreçte
“ılımlıların” itirazlarıyla uğraşmak zorunda kalan Hitler kültünün bu
mücadelesi çok fazla sürmedi.
Hitler,
daha uzun siyasi geçmişi bulunan gerici liderlerle anlaşıp, onları kendi
çıkarları doğrultusunda yönlendirerek iktidarı ele geçirdi. Seçim başarısı,
meclisteki krizler ve verilen rüşvetler sayesinde Hitler, 30 Ocak 1933’te
şansölye oldu. Naziler, bir buçuk yıl önce kurulmuş olan Antifaşist Eylem
örgütünü dağıttı, Komünist Parti’nin kapısına kilit vurdu, sol basını susturdu.
Bu süreçte SA, önde gelen siyasetçilere ve sendika liderlerine saldırırken,
polis teşkilâtı, Hitler’e bağlı SS’ten ve SA içerisinden seçilmiş özel bir
birliğin eline geçti. Prusyalı memur Hans Bernd Gisevius ve Alman genelkurmay
başkanı Franz Halder’in Nuremberg mahkemelerindeki tanıklıklarına göre meclisin
ateşe verilmesi, bu yangın konusunda komünistlerin suçlanması ve olağanüstü hâl
ilanını içeren plan, Goebbels ve Goering’e aitti.[4]
Her
ne kadar tarihteki en fazla itirazla karşılaşan hikâyelerden biri ise de bu
stratejinin bir başka örneğine, en azından yargıyla ilgili bir biçimine, Carl
Schmitt’in çalışmalarında rastlıyoruz. Katolik Merkez Partisi’nin danışmanı
Schmitt, mecliste yapılacak seçimde Nazi Partisi’nin elde edeceği başarıyı
önceden güvence altına almak amacıyla, partinin bir vekili olarak eskiden başta
olan muhafazakâr şansölye Franz von Papen ile gizli bir çalışma yürüttü.
Schmitt’in formülüne göre hukuk askıya alınırsa sahneye hükümdar çıkar, sonra
da bu hükümdar, hukukun varolmasını sağlayacak koşul olarak keyfi biçimde belirlediği düzeni
tesis eder. Dolayısıyla hukuk, ancak bir “istisna hâlinde askıya alınabilir”,
hükümdar, ancak bu tür bir koşulda kendi kararı uyarınca bir hukuk tesis
edebilir.[5] Meclisi Naziler yakmamış olsa bile bu yangın sayesinde Naziler, totaliter güce kavuşacakları yola girdiler. Öfkeli Alman halkı başka yöne bakarken, Kahverengi Gömlekliler tüm muhalefeti ezdi.
O
devasa zulüm makinesi, Nazilerin anarşistleri, meclisteki vekilleri dâhil
Komünist Parti ve Sosyal Demokrat Parti üyelerini tutuklayıp işkence etmeye,
sonrasında hapse atmaya başlamasıyla birlikte harekete geçti. Dağıtılmadan önce
son hamle olarak Milli Parti ve Katolik Merkez Partisi, meclisteki yangın
sonrası Berlin’deki opera binalarından birinde oylanan Yetki Kanunu ile
Hitler’e diktatörlük yetkilerini verdi. Naziler, ilk adım olarak eyalet
hükümetlerinin özerkliğini ortadan kaldırıp, tüm otoriteyi merkezi idare altında
topladılar. Ardından büyük bir yürüyüş düzenlediler. “Çalışmayı onurlandır,
işçiye saygı göster” sloganının atıldığı bu yürüyüşün ardından, ertesi gün
sendika büroları işgal edildi, fonlarına el konuldu, liderleri toplama
kamplarına gönderildi. Birçoğu, bir daha hiç özgür olmadı.
Bir
yıl içerisinde emek cephesindeki durgunluk, SA’nın, hatta Goebbels’in elindeki
propaganda mekanizmasının “ikinci devrimi yapalım” diye bağırmasına neden oldu.
Nazi Partisi’nin güya antikapitalistlerin kürsüsü olduğuna dair ilk başlarda
dile getirdikleri iddiaya uygun olarak, büyük mağazalara baskınlar düzenlendi.
Yahudilere ait işyerleri yanında sinagoglar yağmalandı, harap edildi. Bu sırada
SA liderleri, imparatorluğa ait eski savaşçı sınıfının yerini alacak, tümüyle
SA üzerine kurulu yeni bir halk ordusu kurmak için çalışmalar başlattı. O
günlerde Röhm’ün gerici siyasetçiler Schleicher ve Heinrich Brüning yanında Gregor
Strasser’le de bir araya gelip yeni şansölyenin emrinde olacak yeni bir kabine
oluşturmak için uğraştığına dair dedikodular işitildi.
Mecliste
yaptığı değerlendirmesine göre Hitler, Röhm’le beş saat süren bir toplantı
düzenlendi:
“Partiye sadık eski
üyelerin ve SA liderlerinin birçok beyanı ve dile dökülen sayısız dedikodu
üzerinde elde ettiğim izlenime göre, Almanya’nın başına tarifi olmayan bir
talihsizliğin gelmesine neden olmaktan başka bir işe yaramayacak bir milliyetçi
Bolşevik eylem için vicdansız kimi unsurların hazırlık yaptığı konusunda
kendisini bilgilendirdim.”[6]
Prusya
ordusunun üst kademesi ve Hitler, kendi konumunu güvence altına almanın tek
yolunun “ikinci devrim” denilen ihtimalden kurtulmak olduğuna karar verdi. 29
Haziran-2 Temmuz 1934 arası dönemde devrim girişiminin arkasında olduğu
düşünülen isimler tasfiye edildiler. Röhm Tasfiyesi veya Uzun Bıçaklar Gecesi
olarak bilinen bu süreçte SS üyeleri SA liderlerini, bunun yanında, eski
şansölye Kurt von Schleicher ile eşini evlerinde, Gregor Strasser’i, eski
şansölye Franz von Papen’in sekreterini, aralarında Röhm’ün de olduğu
işbirlikçi ve suç ortağı olarak görülen birçok insanı öldürdü. Hitler, böylelikle bu kan banyosu üzerinden ordunun desteğini güvence altına aldı, hem
“solu” hem de gerici muhalefeti kıyımdan geçirdi. Yaşı ilerlemiş olan
Hindenburg’un ölümü ardından meclis, Hitler’e cumhurbaşkanlığına ait tüm
yetkileri verdi.
Faşizm,
hile, ihanet ve düzenbazlıkla ile yükseldi. Radikal sağdaki kandırılması kolay
muhalefet, aşırı milliyetçilikle ve lider kültüyle maniple edildi. Hitler ise ılımlı
kesimlerdeki zayıflığı istismar etti, soldaki radikal unsurlara yakın
duruyormuş gibi göründü. Faşizm, ortaya her yanı kuşatan, güçlü ve merkezi bir
devlet çıkartmış olsa da o, esasen muhalifleri öldürmek, onlara suikastlar
düzenlemek, grevleri kırmak, mitingleri dağıtmak, örgütlü solu (sosyalist partileri,
komünist partileri, büyük sendikaları ve birlikleri) radikal kitle
tabanlarından kopartmak için kullanılan paramiliter savaşçı güçler sayesinde iktidar
oldu. Direniş, yeraltına çekilmeye zorlandı, mücadeleye devam edenlerse gizli
yayınlar çıkartıp, sabotaj eylemleri düzenleyerek, mültecilerin kaçışlarına
yardım ederek, gizli sendikalar ve birlikler kurarak, hatta “dejenere” hayat
tarzları ve müziklerle ilişki kurarak ayakta kalmaya çalıştı.
Düzenbazlık
ve Kaygı
Faşizm, genelde sonuçları üzerinden değerlendirilir. Oysa o, aslında asıl hedefini
gizleyen, herkesi aldatmayı bilmiş bir hareket olarak görülmelidir. İnsanlar, iktidar
onları değiştirdiği ölçüde değişirler. İnsanlar, bir yıl boyunca kendilerine
verilen vaatlerin ertesi yıl neye yol açacağını bilmezler.
Ta
1919’da Hitler’in asıl niyetinin, acımasız bir diktatör olmak olduğuna dair
ortada açık kimi işaretler mevcuttu. El çabukluğu ile ideoloji ile eylem
arasında büyük bir boşluk meydana getirdi, buradan da ideolojiyle idealistleri
davaya örgütledi, eylem üzerinden de sadakatsizleri tasfiye edip hareketi yeni
ve sınırsız imkânlara açık hâle getirdi. Hitler ve Mussolini, kurallara saygılı
kişilermiş gibi poz kestiler, ama sürekli hukuka saygısızlık edip durdular.
Daha
yirmili yılların başında Mussolini, partisini parlamenter sistem içerisinde işbirliği
kurabilecek bir yapı olarak tanımlıyordu. 1935 yılına dek ekonomiye pek
müdahale etmedi, büyük şirketlerin dizginlerini serbest bıraktı. İktidardayken İtalyan
faşizmine muhafazakâr ve liberal elitler destek sundular. Faşistlerin iktidarında
zenginlerden alınan vergiler düşürüldü, ücretler aşağıya çekildi, çocuk
ölümleri arttı, gıda tüketimi miktarı azaldı. İlk başta başvurduğu solcu dilin
aptalca olduğu görüldü, zira parti, aile, çalışma ve yurtseverlik üzerine
kurulu, alabildiğine muhafazakâr olan bir rejim tesis etti.[7]
Öte
yandan, 1934-1936 arası dönemde Nazi Almanyası, büyük sanayiciler ve küçük işletmeler
için sorunlu olduğu görülen devasa ölçülerde ve hantal olan bir bürokrasiyi
içeren totaliter bir ekonomi planını yürürlüğe koydu. Gleichschaltung (koordinasyon
veya konsolidasyon) olarak bilinen sistem, kültür ve ekonomi sahalarının farklı
kısımlarını giderek büyüyen Nazi bürokrasisinin politik kontrolü altına
alıyordu. Model dâhilinde mali reformlar yapıldı, Büyük Buhran’ın etkilerinden
ekonomiyi kurtarıp onu canlandırmak için üretim artırıldı, ama ilgili sistemin
kilit unsuru, sadece emeğin düzene sokulması ve toplama kampları değildi. Sistem, halkın kendini temsil etme imkânlarını ve algılarını belirli bir düzene soktu. Emek
ve boş zaman rejimleri dâhilinde beden ve zihin, ileride yaşanacak savaş için
disipline sokuldu, sertleştirildi, öte yandan erkeklerin ihtiyaçları
karşılandı, ayrıca kadınlara annelik görevleri sürekli anımsatıldı.[8]
Faşizmin,
bilhassa Nazizmin psikolojisi, dün olduğu gibi bugün de insanı kuşatan kaygıdır.
Bu kaygıdan bireyi ancak bir tür kolektif katarsis kurtarabilir. Kaygı hâlinden
kurtulmanın bir yolu olarak gençlerin merkezde durduğu gruplar ve programlar
epey önem kazandı. Genç Almanlar tarlalarda çalışsınlar, sınıfın dışına çıkıp
halkçı felsefeyi öğrensinler diye uzun süreliğine köylere gönderildiler. Hijyen
konusunda geliştirilen takıntı önemli hâle geldi. Böylelikle hekim, toplum
içerisinde estetik anlayışını belirlemeye başladı. “Dejenere” veya “kirli” sanat
yasaklandı, kitaplar yakıldı. Yahudiler, evde ve işyerinde baskı ve şiddetle
yüzleşmeye başladılar. Bunlar olurken, Alman devleti, işçi sınıfına saatlerce
çalışacakları temiz ve modern fabrikalar sözü veriyordu. 1935’te o ünlü Nuremberg
Irk Kanunları yürürlüğe girdi.
Artık
Yahudiler, Nazi Almanyası’nın yurttaşı değillerdi, hiçbir hakları yoktu, öte
yandan Nazilerin popülaritesi artmaya devam etti. Sosyal programların Alman ırkının
halkçı ideallerini yücelttiği, Hitler etrafında lider kültünün inşa edildiği
koşullarda Führer, Martin Luther, hatta İsa Mesih ile kıyaslanıyordu.[9] Buna
karşılık, Führer’in elindeki iktidar, esasen tartışmalı bir konuydu. Hitler, söz
konusu süreçte diğer Nazi liderlerinin, parti aygıtının, imparatorluğun eski
memurlarının, farklı bölgelerin ve merkezlerin inşa ettikleri hiyerarşilerin,
SS’lerin ve Silâhlı Kuvvetler’in elindeki farklı düzeylerdeki özerklikle
mücadele etmek zorunda kaldı.[10]
İhtilaf
Mussolini,
Almanya’da ortaya çıkan faşizme hemen destek sunmadı, zira Hitler’deki
militarizm, ciddi jeopolitik, kültürel ve politik güçlüklere yol açıyordu.[11] 1934’te,
Hitler’in iktidarı almasından kısa bir süre sonra İtalya, tüm dünyadan faşist
ve faşist benzeri liderleri İsviçre’nin Montrö şehrinde düzenlenen konferansta
bir araya getirdi. Burada amaç, “evrensel bir faşizm”in olup olamayacağını
tartışmaktı. Konferans, faşistleri birleştirmek şöyle dursun, faşist harekete
hizmet edecek basit bir kürsü bile olamadı. Faşistler arasındaki ihtilaf, hızla
açığa çıktı. Naziler, Başbakan Engelbert Dollfuss’a suikast düzenleyerek Avusturyalı
faşistlerin egemenlik alanlarını ihlal ettiler. Bunun üzerine Avusturyalı
faşistler Mussolini’ye yanaştılar. İspanyol falanjistlerse Berlin’in çevirdiği
entrikaları eleştirdiler ve “Güney Faşizmi” üzerine kurulu Roma-Viyana eksenine
destek sundular.[12]
İspanya’da
faşist örgütler, ülke genelinde birbirleriyle rekabet içerisindeydiler. Duruma göre
kendilerini faşizm yanlısı veya faşizme karşı örgüt olarak tanımlayan bu örgütler,
diğer faşist örgütleri yeterince faşist olmamakla suçluyor, onları aforoz
ediyorlardı. İspanyol falanjistlerinin lideri José Antonio Primo de Rivera, Calvo
Sotelo’da temsil olunan “faşistleşmiş sağ”a karşı çıktı.[13] Aylar sonra İspanyol
Milli Sendikacılarının lideri Ramiro Ledesma Ramos, falanjıyla birlikte
ittifaktan ayrıldı (ihraç edildiği de söylenir), ardından da muhalif güç olarak
İşçilerin Marksist Birlik Partisi’nin sağdan daha faşist olduğunu söyledi.[14]
Roma-Berlin ekseni, nihayet 1936’da teşkil edildi, ama 1938’de Avusturya’nın
Almanya’yla birleşmesi (Anschluss) sonrasında bile Othmar Spann gibi
Avusturya Nazi Partisi’nin önde gelen üyeleri, Berlin’in doktrininden
uzaklaştıkları gerekçesiyle toplama kampına gönderildiler.[15]
İtalyan
faşistlerinin Fransa’nın güneyine odaklandığı koşullarda Fransız faşistleri, destek konusunda net bir açıklama yapmadılar, bunun yerine faşizme dair kendi
özel Fransız anlayışlarını savundular. Öte yandan Fransa ile Almanya arasında
eskiden beri hüküm süren husumet, Nazilerle pozitif ilişkiler kurulmasına imkân
vermedi.[16] İtalya’da İtalyan faşistleri, Roberto Farinacci ve Julius Evola,
Mussolini’nin diktatörlüğünü yeterince faşist olmamakla eleştirdiler.[17] Faşizm, Avrupa geneline yayıldıkça toprakla ilgili meseleler arttı.
Avusturya
faşizmi yanında Yunanistan’da, Macaristan’da ve Romanya’da da korporatist
rejimler kuruldu. Benzer hareketler, Japonya, Güney Afrika, Arjantin ve Brezilya’da
da gelişme imkânı buldu. Kimi yönlerden faşizmin başarısı, aşılması güç bir dizi
sorunun açığa çıkmasına neden oldu. İster Almanya’nın birliği üzerine kurulu
imparatorluğu, ister Fransa’nın Atlas Okyanusu kıyılarından başlayıp Arnavutluk’a
kadar uzanan yeni Roma İmparatorluğu’nu, ister Büyük Romanya’yı, ister
Macarlara ait “Büyük Karpatya-Tuna Vatanı”nı, isterse Japon Mançuryası’nı savunsun,
imparatorluk topraklarını genişletmeye yönelik irredentist-ilhakçi iddialar, artık
kontrolden çıkmış olan faşizm yangınının alevlerini besleyen körük olarak iş
görmekteydi. Bağımsızlık isteyen küçük ülkeler, faşistlerin kendilerini doğal “milli
komünalizm”in savunucuları olduklarını beyan ettiğinde bile Avrupa ülkelerinin
fethini öngören büyük planlara dâhil edildiler.[18] Bu türden milliyetçilikle
bağlantılı ideolojik ve coğrafi krizler, her daim beynelmilel faşist
hareketlerin altını oymuş, sol hareketse yangını dışarıdan söndürmek için
mücadele etmişlerdir.
Şirketler
Saflarını Belirliyor
1936’da
İspanya İç Savaşı başladı. Halk Cephesi’nin seçimde elde ettiği başarının
ardından faşistlerle antifaşistler arasında çatışmalar başladı. Bu şiddet
olaylarının neticesinde General Franco, Fas üzerinden İspanya’yı işgal etti. Cumhuriyeti
önce anarşistler savundular. Milis teşkilâtı kuran anarşistler, Barselona’da
gerçekleşen ve savaşa son vereceğini söyleyen darbe girişimine karşı mücadele
ettiler. Bu mücadele, aynı zamanda uzun zamandır istedikleri devrim içindi.
Anarşist
CNT-FAI (Ulusal İşçi Konfederasyonu -İberya Anarşist Federasyonu) sosyalist ve
komünist partilerle birlikte güçlü askeri birlikler meydana getirdi. Solun tüm
yiğitliğiyle askeri iktidara karşı mücadele yürüttüğü koşullarda dünya, olan
biteni oturup izledi. Bu iktidar, antisemitist ve oportünist finans
kuruluşlarının ve sanayicilerin desteği olmasa bir gün bile ayakta kalamayacak
bir güçtü.[19]
George
Orwell’ın totaliter rejimlerle ilgili eleştirisine ve Franco rejimine karşı
verilen mücadeleye katılmış olmasına dair çok şey söylendi. Ama o, aynı zamanda
1939 gibi bir tarihte Britanya İmparatorluğu’nun da Naziler kadar kötü olduğunu
tespit eden kişiydi.[20] Britanya ve ABD, İspanyol cumhuriyetçilerinin Franco
karşısında savundukları davaya destek sunmadı. Bunun yerine, büyük şirketler işçi
hareketleri karşısında milliyetçileri beslemek için onlara yardımlar
gönderdiler, bir yandan da yürüttükleri yatıştırma politikasının alabildiğine
yanlış olduğu görüldü.
Henry
Ford, sanayileşme hareketinin uluslararası planda önde gelen ismi hâline
gelmişti. Popüler bir isim olan radyo yorumcusu H. V. Kaltenborn’un “Sanayinin
Mussolini’si” olarak niteleyip göklere çıkarttığı Ford’u bir İspanyol gazetesi, o dönemde “üstinsan” olarak adlandırmış, Nation dergisi “Henry Ford İnsan
mı Üstinsan mı?” başlıklı bir makaleye yer vermişti.[21] Büyük üstinsan olarak
Ford’un sahip olduğu imaj, büyük ölçüde ondaki antisemitizme eşlik eden,
muhafazakârlıktan, yurtseverlikten ve gelenekçilikten oluşan karışımdan besleniyordu.
Kurduğu montaj hattını gören Almanlar, bu düzene “Fordizm” adını verdiler. Hayat hikâyesini anlatan Hayatım ve İşim, Berlin’de en çok satan kitaptı.[22] İşçilerine ortalamanın altında ücret verdiği, kendisinin öncülük ettiği montaj hattı temelli fabrika modelinin katı bir düzen ve temizlik anlayışı üzerine kurulu olduğu bilinen Ford, sendikalardan nefret ederdi. Onun kanaatine göre bir şirket, tıpkı ülkenin kendisi gibi birleşmeli, sınıflararası işbirliği itici güç olmalıydı. İşçilere iyi muamele edilmeli, ama işçilerin patronlar karşısında özerk bir temsiliyet hakkı bulunmamalıydı.
Patronların kendi cemaatleri, kendi mağazaları, kendi
gazeteleri vardı. Bunlardan biri de Dearborn Independent’tı [“Bağımsız
At Arabası”]. Ford gazeteyi, Yahudilerin dünyayı ele geçirip beyazları zayıf
düşüreceklerine, Batı medeniyetini çökerteceklerine dair komplolarını yaymak
için kullanıyordu. Ford’un bu aşırı antisemitist fikirleri, Yahudi karşıtı bir
dizi propaganda yayınında dolaşıma sokuluyordu. Bu çalışmalardan biri de Beynelmilel
Yahudi adıyla yayımlanan, dört bölüm hâlinde basılan broşür dizisiydi. İddiaya
göre bu broşürler Hitler’in masasında da kendilerine yer bulmuşlardı.
İspanya
İç Savaşı’nın yaşandığı dönemde Ford, Amerikalı şirketler GM, DuPont, Standard
Oil ve Texaco ile birlikte, darbeye itiraz eden Halk Cephesi’ne karşı Franco’ya
destek sundu. 1938 ve 1939’da Avusturya üzerinden Südet bölgesine ve Polonya’ya
taşınan Alman askerleri ve teçhizatı bizzat Ford ve GM’in imal ettiği araçlar
nakletti.[23] Nazilerin Avusturya’yı kendi düşmanlarından arındırdığı günlerde
Ford da Alman Kartalı nişanı alıyordu. ABD senatosunda kurulan bir komitenin aktardığına
göre GM, “Nazilerin savaş çalışmalarının ayrılmaz bir parçasıydı ve bu
çalışmalara önemli bir katkı sundu.” Ayrıca GM’in Almanya’daki fabrikaları Alman
Hava Kuvvetleri için binlerce bombardıman ve savaş uçağı, Amerika’daki
fabrikaları ise ABD Hava Kuvvetleri için uçak motorları imal etti.[24]
Morgan
Bankası garanti fonu direktörü Grayson Mallet-Prevost Murphy, teminatlı
kredilerle sunduğu mali destekler sebebiyle Mussolini’den İtalya Kraliyet
Nişanı’nı aldı. Murphy, aynı zamanda Amerikan Lejyonu’nun finanse edilmesi
sürecine katkıda bulundu, bir yandan da Amerikan Özgürlük Birliği’nin
çalışmaları içerisinde yer aldı. ABD tarihi dâhilinde anlatılan, doğruluğu
teyit edilmiş bir hikâyeye göre General Smedley Butler, Kongre’nin huzuruna çıkıp
Amerikan Lejyonu’nun Connecticut şubesinin başındaki komutan Gerald MacGuire’ı
Murphy’den ve Wall Street’teki başka finans kaynaklarından Butler’ın Franklin
Delano Roosevelt’e karşı yapılacak darbede Amerikan Lejyonu gibi bir örgüte
öncülük etme sözü vermesi karşılığında çekler almakla suçladı. Butler’ın bu
tanıklığı ardından Temsilciler Meclisi Amerika Karşıtı Faaliyetler Özel
Komitesi’ne Nazilerin propaganda faaliyetlerini ve diğer propaganda
faaliyetlerini soruşturma yetkisi verildi. Soruşturma neticesinde herkes aklandı.
MacGuire, otuz yedi yaşındayken öldü.[25]
ABD
iş dünyasının en üst kademelerinde bulunan ve faşist hareketlere yardım eden diğer
patronlara süreç içerisinde ileride CIA’in ve dışişleri bakanlığının başına
geçecek olan Dulles Kardeşler, Joseph Kennedy (JFK’in babası) Prescott Bush (George
Bush Sr.’ın babası), ayrıca Hitler’in “Almanya’daki tüm sınıfların akıllarını
ve kalplerini nasıl kazandığını”[26] tüm kamuoyuna anlatan haber medyası
patronu William Randolph Hearst eklendi. Hearst imparatorluğuyla bağlantılı
olan Ulusal İmalatçılar Birliği’nin (NAM) propaganda kolu da o dönemde faşizmi
öven şarkılar söylüyordu.
ABD’de
Popülist Faşizm
Amerikan
Lejyonu ve Ulusal İmalatçılar Birliği gibi örgütlere destek sunan sanayinin ve
finans dünyasının elitleri yanında ABD’de bir de faşizmi destekleyen güçlü bir
popülist kitle tabanı mevcuttu. Luiziyanalı siyasetçi Huey Long, yoksul beyaz
seçmen kitlesine petrol gelirlerinin dağıtılması gerektiğini söyledikten sonra
faşizmle kendi siyasetini kıyaslama gereği duyuyordu. Oysa kendisi, alelade bir
popülistti. Buna karşın Long, sayısız düşmanından birinin oğlu tarafından
öldürüldü. Önceden yürüttüğü “Serveti Paylaş” kampanyasını yardımcısı Gerald L.
K. Smith üstlendi. Smith, Büyük Buhran döneminde radyodaki dinleyici kitlesi üç
milyonu bulan antisemitist Peder Charles Coughlin ile ittifak kurdu. Smith ve
Coughlin, birlikte Nazi politikalarını açıktan savundular, ABD’nin 1939’de Polonya’nın
işgali ardından İkinci Dünya Savaşı’na müdahale etme kararına karşı çıktılar.[27]
O dönemde “Gerilla Nazi” müstear adını kullanan Peder Gerald Winrod, çıkarttığı
Defender ve Revealer isimli gazeteleri için yüz bin abone bulmayı
başardı.[28]
Uzak
ara en büyük sağcı popülist hareket olan, Klan’a bağlı ikinci meclis, yirmili
yılların sonunda yaşanan o hızlı çöküş öncesi, “yüzde yüz Amerikanizm” sloganı
üzerinden milyonlarca insanı örgütledi. Buhran’ın patlak verdiği günlerde ise
başını William Dudley Pelley isimli bir protestanın çektiği Açık Gri Gömlekliler
isimli büyük bir faşist örgüt ortaya çıktı. Pelley, nesneleri dokunmadan havaya
kaldırabildiğini söyleyen, telepatiye inanan, İngilizlerin gerçek İsrailliler
olduğuna, Yahudilerin de Şeytan’ın soyundan geldiğine inanan tuhaf bir isimdi. O
dönemde evrim karşıtlığı hareketini başlatan antisemitist vaiz William Bell de
cemaatinden “açık gri gömlek gördüklerinde” kıpırdamamalarını, onlara selam durmalarını istiyordu.[29]
Hitler’in
militarizmi güç kazandıkça ABD’deki Nazi Partisi sempatizanları savaşa müdahale
edilmesine mani olmak adına kitlesel bir hareket inşa ettiler. “Önce Amerika”
sloganının yazılı olduğu bayraklar altında toplanan hareketin sözcülüğünü Charles
Lindbergh isimli bir pilot üstlendi. 1936 yılında tekstil patronu William Henry
Regnery’nin oğlu Hitler’in Almanya’sında okuduğu üniversiteyi bitirip ABD’ye
döndü ve Önce Amerika Komitesi’ne katıldı. Ertesi yıl bir başka tekstil
patronu, Wickliffe Draper, Nazi bilim insanları ile birlikte öjeni reklâmı yapmak,
bir yandan da beyaz olmayanların ABD’den kovulma sürecini hızlandırmak amacıyla
Öncü Fonu’nu kurdu. Regnery’nin sonrasında kurduğu Regnery Yayıncılık şirketi
ile Draper’ın kurduğu Öncü Fonu birlikte, otuzlu yıllar boyunca, yirminci
yüzyılın sonraki dönemi için öjeni yanlısı “ırk realizmi” ve akademik ırkçılık
anlayışını meydana getirdi.
Ancak
İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Almanya-Amerika Birliği, ABD’deki
en baskın Nazi örgütü hâline geldi. 1937’de bu birliğin üye sayısı tahmini
250.000 civarındaydı. Üstelik bu sayıya kaç kişi oldukları bilinmeyen,
kendilerini “fırtına birlikleri” olarak adlandıran, Ku Klux Klan, Sarı
Gömlekliler, Kara Lejyon, Açık Gri Müfreze, Pan-Aryan İttifakı gibi örgütlerden
geriye kalanlar dâhil değildi.[30] Bu fırtına birlikleri Alman SA üniforması
giyiyor, Almanya-Amerika Birliği’nin ülke genelinde büyük şehirlerin dışında
satın aldığı kamp alanlarında yapılan muharebe tatbikatlarında gençlere eğitimler
veren seksiyonlar hâlinde faaliyet yürütüyorlardı. Bu birliklere reislik eden Fritz
Kühn, “Alman halkının manevi açıdan yeniden doğuşu” ile ilgili vaazlar veriyordu.[31]
Nazi
İmparatorluğu’nun Çöküşü
O
özgün ve küresel biçimi dâhilinde faşizm, en nihayetinde başarısız oldu. Yalnız bu
yenilgi, dış baskıların neticesinde gerçekleşmedi. Faşistlerin o büyük birliğine
finans ve ticaret sahasında yapılan pragmatik siyaset tercihleri mani oldu. Bu da
Avrupa’da faşizmin sonunu getirdi. Yunanistan’da “Üçüncü Elen Medeniyeti”, hareketin
lideri Yoanni Metaksas’ın Alman sanayii ile daha iyi silâh anlaşmaları imzalanacağını
fark etmesine dek İtalya’ya destek verdi.[32] Metaksas’ın gönlünün Almanya’ya kayması,
İtalya’yı öfkelendirdi, bunun neticesinde İtalya, 1941’de Yunanistan’ı işgal
etti. İtalya üstünlük sağlayamayınca bu kavgaya Naziler dâhil oldu. Bunun üzerine
Nazi İmparatorluğu, faşist hareket içerisinde yaşanan savaşa sürüklendi. Bu
çamura batan Almanya, Sovyet işgali süresince güçlüklerle karşılaştı. Ardından da
Kış şartlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Aralık ayında ABD savaşa girmeye karar
verince, faşizme destek sunan propaganda mekanizması bu sefer antikomünist bir
dil tutturdu ve savaş çalışmalarına dâhil oldu. Japonların kontrol altına
alınmasını öngören, sivil hedeflere atom bombaları atılmasını içeren politika, ABD’deki
faşizme yönelik itirazın kapsamının ülkenin benzer yöntemlere başvurabileceğini
ortaya koydu.
Sovyet
işgali, Nazilerin felâketiyle sonuçlandı. ABD savaşa girdi. Böylelikle Nazi Almanyası’nın ve
faşizm döneminin sonu geldi. Alman savaş mekanizması, büyük ölçüde sanayideki
üretkenliği artıran köle emeğine dayanıyordu. Cephelerde milyonlarca insan
öldü. 1940’ta Nazi Partisi’ne destek sunan kitle, hızla küçüldü.
1943’te
İtalya’ya girildi, güney kısmı işgal edildi. 1944’te Hitler, hayatına kasteden
bir komplodan sağ kurtuldu. Bu saldırı, onu kaygı girdabının içine sürükledi. Altı
milyon Yahudi’nin, milyonlarca politik muhalifin, Slav’ın, Polonyalı’nın, Roman’ın,
Manuş’un, eşcinselin ve engellinin ölümüyle neticelenen süreci Adolf Eichmann
gibi bürokratlar hızlandırdı. Sovyetler ve Müttefik Kuvvetler Berlin’e doğru
ilerledi. Nazi Almanyası, 10 Mayıs 1945 günü mağlup edildi. Bu zafer, yirmi bir
milyon askerin ve otuz milyon sivilin canı pahasına elde edilmişti.[33]
Sol
ve sağın kaynaşması neticesinde ortaya çıkan politik bir ideoloji olarak faşizm, tam anlamıyla bir felâket hâlini aldı. Faşizmin ilk başta çıkarttığı yangının
alevleri solcuları ya dönüştürerek ya da imha ederek içine çekti. Otuzlarda
faşizme yakın duran paramiliter Croix de Feu [“Ateş Haçı”] örgütünün başındaki
isim olan François de La Rocque gibi sağcılar da o ateşte yandılar. Hatta faşizmi
ilk üreten kişiler arasında bulunan Valois, İkinci Dünya Savaşı’nda faşistlere
karşı yürütülen Direniş’in içinde buldu kendisini. En sonunda bir toplama
kampında öldü. Francisco Franco, António de Oliveira Salazar ve Ion Antonescu gibi
muhafazakâr otoriter liderler, faşizmin şiddetini kişisel amaçları için
kullandılar, ama nihayetinde faşist örgütleri ezmek veya Hitler’i ölüme
sürükleyen riskleri ortadan kaldırmak zorunda kaldılar. O büyük yangın sonrası
Avrupa, harap oldu. Yıkıntılar altında kalan ve yangından geriye kalan közler, faşizme
sadık kalan, yeni ve saf bir biçimini, yozlaşmamış, daha elitist, şiddete daha
fazla açık ve fedakâr olan hâlini üretmeyi umut eden örgütlerin elinde yanmaya
devam etti. Artık bugün yüzümüzü bu közlere, onları sadakatle koruyanlara, “manevi
imparatorluğu” savunanlara çevirmeliyiz.
Alexander Reid Ross
[Kaynak:
Against the Fascist Creep, AK Press, 2017.]
Dipnotlar:
[1] Renton, Fascism: Theory and Practice, s. 131.
[2]
Militaer-Wochenblatt, 22 Ocak 1937. Aktaran: William L. Shirer, The Rise
and Fall of the Third Reich (New York: Simon and Schuster, 2011), s. 230.
[3]
Stachura, Gregor Strasser and the Rise of Nazism, s. 10 & 95;
Kershaw, Hitler, s. 397.
[4]
Mahkeme sürecinin ve davanın şüpheli niteliğini aktaran bir çalışma için bkz.: Benjamin
Carter Hett, Burning the Reichstag: An Investigation into the Third Reich’s
Enduring Mystery (Oxford: Oxford University Press, 2014), s. 144–46. Fakat kimi
tarihçiler Hett’in bu değerlendirmesine itiraz ediyorlar. Bu tür bir itiraza
verilecek örnek konusunda bkz.: Richard J. Evans, “The Conspiracists”, London
Review of Books 36, Sayı. 9 (8 Mayıs 2014): s. 3–9.
[5]
Konuyla ilgili olarak bkz.: Giorgio Agamben, State of Exception (New
York: Verso, 2008).
[6]
Shirer, The Rise and Fall of the Third Reich, s. 193.
[7]
Emilio Gentile, “The Sacralization of Politics”, Fascism içinde, Yayına
Hz.: Griffin ve Feldman, Cilt 3: s. 40.
[8]
Kiran Klaus Patel, Soldiers of Labor: Labor Service in Nazi Germany and New
Deal America, 1933–1945, Çeviri: Thomas Dunlap (Cambridge, UK: Cambridge
University Press, 2005), s. 224.
[9]
Griffin, The Nature of Fascism, s. 106.
[10]
M. Rainer Lepsius, “The Model of Charismatic Leadership” Charisma and
Fascism içinde, Yayına Hz.: António Costa Pinto, Roger Eatwell ve Stein
Ugelvik Larsen (New York: Routledge, 2007), s. 50.
[11]
Kershaw, Hitler, s. 551.
[12]
İspanyol Falanjı örgütünün lideri José Antonio Primo de Rivera daha da ileri
gitti ve “Hitlerciliğin faşizm olmadığını, onun antifaşizm olduğunu, Hitler’in faşizme
karşı bir sima olarak görülmesi gerektiğini” söyledi. Rivera’ya göre, “Hitlercilik, demokrasinin bir sonucuydu, Alman romantisizminin sorunlu bir ifadesiydi. Buna karşılık
Mussolini, kurduğu hiyerarşilerle ve her şeyin ötesinde akla göre hareket
etmesiyle klasik çizgiye bağlı bir isim”di. Aktaran: Stanley G. Payne, Fascism
in Spain: 1923–1977 (Madison: University of Wisconsin Press, 1999), s. 160.
[13]
Paul Preston, The Politics of Revenge: Fascism and the Military in 20th
Century Spain (New York: Routledge, 2005), s. 24.
[14]
Payne, Fascism in Spain, s. 136–39.
[15]
Janek Wasserman, Black Vienna: The Radical Right in the Red City, 1918–1938
(Ithaca: Cornell University Press, 2014), s. 105.
[16]
Robert Soucy, French Fascism: The Second Wave, 1933–1939 (New Haven:
Yale University Press, 1995), s. 244.
[17]
Andreas Umland, “Classification, Julius Evola and the Nature of Dugin’s
Ideology”, Fascism Past and Present, West and East içinde, Griffin, Loh
ve Umland, s. 486.
[18]
Bu terimi ilkin akademisyen John Breuilly gündeme getirdi, ardından şu
çalışmada dile getirildi: Thorpe, Pan-Germanism, s. 22.
[19]
Faşizm çalışmış solcu akademisyen Daniel Guérin’e göre, faşizmin ayakta
kalmasında, ağır sanayi ve sabit sermayeye, makinelere ve hammaddelere yatırım
yapan büyük bankalar, fabrikalarının işçilerin eline geçtiğini görmek istemeyen
patronlar önemli bir rol oynadılar. Daniel Guérin, Marxism and Big Business
(New York: Pathfinder, 1974); Renton, Fascism: Theory and Practice, s. 81.
[20]
Renton, Fascism: Theory and Practice, s. 86.
[21]
Edwin Dakin, “Henry Ford, Man or Superman?” Nation, 26 Mart 1921, s. 336–41.
[22]
Reynold M. Wik, Henry Ford and Grass-Roots America (Ann Arbor:
University of Michigan Press, 1973), s. 4.
[23]
Ford ve General Motors “Nazi Almanyası’nın orta ölçekli kamyonlarının ve ağır
yük kamyonlarının yüzde yetmişinden fazlasını ve top mermisi taşımak için
kullanılacak üç tonluk yarım tırtıllı kamyonların yüzde doksanını” üretti. Bu kamyonlar, Alman ordusunun elindeki nakliye sisteminin belkemiğini teşkil ediyorlardı.” US
Congress, The Industrial Reorganization Act: Hearings, Ninety-third Congress,
First Session, on S 1167, Part 9 (Washington, DC: US Government Printing
Office, 1974), s. A-22.
[24]
A.g.e., s. A-17, A-142.
[25]
Komite, raporu yayımladığında alınan tanık ifadesinin önemli yönlerini, örneğin
Du Pont’un Amerikan Özgürlük Birliği ile kurduğu bağlar üzerinden darbeye silâh
yardımı yapmış olabileceğine dair imaları metinden çıkarttı. Ne yazık ki
elimizde bu davayı ele alan iki tarih çalışması var ve ikisi de Butler’ın tanık
ifadesini sorgulamıyor ve bu ifadeyi komplo teorisi kapsamında ele alıyor. Bkz.:
Jules Archer, The Plot to Seize the White House (New York: Skyhorse
Publishing, 2015) ve Glen Yeadon, The Nazi Hydra in America (San Diego:
Progressive Press, 2008).
[26]
Clifford Sharp, “How Strong Is Hitler?” Readers’ Digest 23, Sayı. 137
(1933): s. 44. Aktaran: William Randolph Hearst.
[27]
Chip Berlet ve Matthew Lyons, Right-Wing Populism in America (New York:
The Guilford Press, 2000), s. 141–46
[28]
Jeffrey Kaplan ve Leonard Weinberg, The Emergence of a Euro-American Radical
Right (New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1998), s. 33.
[29]
William Vance Trollinger, God’s Empire: William Bell Riley and Midwestern
Fundamentalism (Madison: University of Wisconsin Press, 1990), s. 77.
[30]
Joseph F. Dinneen, “An American Führer Organizes an Army” American 74, Sayı.
2. (1937): s. 14–15.
[31]
A.g.e., s. 157.
[32]
Mogens Pelt, “The ‘Fourth of August’ Regime in Greece”, Rethinking Fascism
and Dictatorship in Europe içinde, Yayına Hz.: Costa Pinto ve Kallis, s.
200–214.
[33] Bu tahmini rakam Çin ve Japonya’yı içeriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder