Pages

09 Haziran 2023

Faşizmin Emperyalist Kökleri IV

Güç Mücadelesi

Mali krizle birlikte Nazi Partisi’nin oyları yüzde 2,6’dan yüzde 18,3’e çıktı.[1] İş dünyası ile de çalışabilecek radikaller olarak görülen Naziler, liberal siyasetçilerin ve onların arkasındaki ağların desteğini aldı. Bu isimlerden biri, 1930’da Reichsbank başkanı iken görevinden istifa eden Hjalmar Schacht’tı. Schacht, bir yıl geçmeden Hitler’le bir araya geldi. Sonrasında Nazi basınında “Alman kara kuvvetlerinin ekonomik açıdan yeniden yapılandırılmasını sağlayan adam” olarak anıldı.[2]

Deutsche Bank, Dresdener Bank, Deutsche Kredit Gesellschaft ve sigorta sahasının en büyük şirketi olan Allianz, paralarını Nazilere yatırdı. Öte yandan Hitler’e bağlı gizli servisin [Schutzstaffel -Koruma Teşkilâtı] başındaki isim olan Heinrich Himmler, Nazi Partisi’ne iş dünyasının destek sunmasını sağlamak amacıyla Ekonomi Dostları Çevresi içerisinde iş adamlarından oluşan özel bir grup örgütledi. Nazilere mali destek arttıkça onların ordudaki nüfuzu da arttı.

Otto Strasser, şirketlerin parti içerisinde bu şekilde mevzi elde etmesine karşı çıktı. 1930 yılında işçi grevlerine destek vermesi sebebiyle partiden ihraç edildi. Hitlerci hizbi alt etmek amacıyla Devrimci Nasyonal Sosyalistler Birliği isminde, bazı yerlerde Kara Cephe veya Özgürlük Cephesi olarak da anılan yeni bir örgüt kurdu. Fakat örgüt, başarıdan başarıya koşan Nazi Partisi’yle kıyasla önemli bir ilerleme kaydedemedi. Kendi döneminde içine başka unsurlar sızmış olmasına ve pratikte bir karşılık bulamamasına rağmen Kara Cephe, savaş sonrasında Nazizmin tarihine sahip çıkmanın yollarını arayanlar için Nazi gizeminin önemli bir yüzü hâline geldi.

Öte yandan Alman Komünist Partisi, faşizme yönelik tavrını değiştirdi ve Nazi rejimini sosyal demokrasiye tercih eden bir konumu benimsedi. “Önce Hitler, Sonra Biz!” sloganını atan parti, Hitler’in partisiyle birlikte grev çalışmaları yürütme, ardından da Franz von Papen hükümetine güvenoyu verilmemesi konusunda anlaştı. Nazilerin de komünistlerin de derdi, Weimar dönemini sona erdirip, emekçi halkın çıkarlarını savunan, kitle hareketine yaslanan yeni bir tek parti diktatörlüğü inşa etmekti. AKP, Alman halkının kendi çizgisine geleceğini ümit ediyordu.

Temmuz 1932’de AKP, yaptığı yanlışların farkına vardı ve hızla Antifaşist Eylem isimli örgütü kurmak için hareket geçti, ama artık çok geçti.

Bunlar olurken, Gregor Strasser daha ılımlı bir çizgiye geldi. Gerici seçkinleri birbirine düşürmekle meşgul olurken Strasser, kendisindeki ağır antisemitizmi ve ırkçı aşırı milliyetçiliği çelişkilerle malul olan ekonomiyle ilgili fikirleriyle birleştirdi. Böylece o dönemin gerici ve yeni muhafazakâr liderlerinin bulunduğu cepheye katıldı. Strasser, Kurt von Schleicher’in liderliğinde ordunun yöneteceği koalisyon hükümetinde muhafazakârları ve gericileri bir araya getirecek “geniş milli cephe”nin kurulması çağrısını yaptı.[3] Bu süreçte “ılımlıların” itirazlarıyla uğraşmak zorunda kalan Hitler kültünün bu mücadelesi çok fazla sürmedi.

Hitler, daha uzun siyasi geçmişi bulunan gerici liderlerle anlaşıp, onları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek iktidarı ele geçirdi. Seçim başarısı, meclisteki krizler ve verilen rüşvetler sayesinde Hitler, 30 Ocak 1933’te şansölye oldu. Naziler, bir buçuk yıl önce kurulmuş olan Antifaşist Eylem örgütünü dağıttı, Komünist Parti’nin kapısına kilit vurdu, sol basını susturdu. Bu süreçte SA, önde gelen siyasetçilere ve sendika liderlerine saldırırken, polis teşkilâtı, Hitler’e bağlı SS’ten ve SA içerisinden seçilmiş özel bir birliğin eline geçti. Prusyalı memur Hans Bernd Gisevius ve Alman genelkurmay başkanı Franz Halder’in Nuremberg mahkemelerindeki tanıklıklarına göre meclisin ateşe verilmesi, bu yangın konusunda komünistlerin suçlanması ve olağanüstü hâl ilanını içeren plan, Goebbels ve Goering’e aitti.[4]

Her ne kadar tarihteki en fazla itirazla karşılaşan hikâyelerden biri ise de bu stratejinin bir başka örneğine, en azından yargıyla ilgili bir biçimine, Carl Schmitt’in çalışmalarında rastlıyoruz. Katolik Merkez Partisi’nin danışmanı Schmitt, mecliste yapılacak seçimde Nazi Partisi’nin elde edeceği başarıyı önceden güvence altına almak amacıyla, partinin bir vekili olarak eskiden başta olan muhafazakâr şansölye Franz von Papen ile gizli bir çalışma yürüttü. Schmitt’in formülüne göre hukuk askıya alınırsa sahneye hükümdar çıkar, sonra da bu hükümdar, hukukun varolmasını sağlayacak koşul olarak keyfi biçimde belirlediği düzeni tesis eder. Dolayısıyla hukuk, ancak bir “istisna hâlinde askıya alınabilir”, hükümdar, ancak bu tür bir koşulda kendi kararı uyarınca bir hukuk tesis edebilir.[5] Meclisi Naziler yakmamış olsa bile bu yangın sayesinde Naziler, totaliter güce kavuşacakları yola girdiler. Öfkeli Alman halkı başka yöne bakarken, Kahverengi Gömlekliler tüm muhalefeti ezdi.

O devasa zulüm makinesi, Nazilerin anarşistleri, meclisteki vekilleri dâhil Komünist Parti ve Sosyal Demokrat Parti üyelerini tutuklayıp işkence etmeye, sonrasında hapse atmaya başlamasıyla birlikte harekete geçti. Dağıtılmadan önce son hamle olarak Milli Parti ve Katolik Merkez Partisi, meclisteki yangın sonrası Berlin’deki opera binalarından birinde oylanan Yetki Kanunu ile Hitler’e diktatörlük yetkilerini verdi. Naziler, ilk adım olarak eyalet hükümetlerinin özerkliğini ortadan kaldırıp, tüm otoriteyi merkezi idare altında topladılar. Ardından büyük bir yürüyüş düzenlediler. “Çalışmayı onurlandır, işçiye saygı göster” sloganının atıldığı bu yürüyüşün ardından, ertesi gün sendika büroları işgal edildi, fonlarına el konuldu, liderleri toplama kamplarına gönderildi. Birçoğu, bir daha hiç özgür olmadı.

Bir yıl içerisinde emek cephesindeki durgunluk, SA’nın, hatta Goebbels’in elindeki propaganda mekanizmasının “ikinci devrimi yapalım” diye bağırmasına neden oldu. Nazi Partisi’nin güya antikapitalistlerin kürsüsü olduğuna dair ilk başlarda dile getirdikleri iddiaya uygun olarak, büyük mağazalara baskınlar düzenlendi. Yahudilere ait işyerleri yanında sinagoglar yağmalandı, harap edildi. Bu sırada SA liderleri, imparatorluğa ait eski savaşçı sınıfının yerini alacak, tümüyle SA üzerine kurulu yeni bir halk ordusu kurmak için çalışmalar başlattı. O günlerde Röhm’ün gerici siyasetçiler Schleicher ve Heinrich Brüning yanında Gregor Strasser’le de bir araya gelip yeni şansölyenin emrinde olacak yeni bir kabine oluşturmak için uğraştığına dair dedikodular işitildi.

Mecliste yaptığı değerlendirmesine göre Hitler, Röhm’le beş saat süren bir toplantı düzenlendi:

“Partiye sadık eski üyelerin ve SA liderlerinin birçok beyanı ve dile dökülen sayısız dedikodu üzerinde elde ettiğim izlenime göre, Almanya’nın başına tarifi olmayan bir talihsizliğin gelmesine neden olmaktan başka bir işe yaramayacak bir milliyetçi Bolşevik eylem için vicdansız kimi unsurların hazırlık yaptığı konusunda kendisini bilgilendirdim.”[6]

Prusya ordusunun üst kademesi ve Hitler, kendi konumunu güvence altına almanın tek yolunun “ikinci devrim” denilen ihtimalden kurtulmak olduğuna karar verdi. 29 Haziran-2 Temmuz 1934 arası dönemde devrim girişiminin arkasında olduğu düşünülen isimler tasfiye edildiler. Röhm Tasfiyesi veya Uzun Bıçaklar Gecesi olarak bilinen bu süreçte SS üyeleri SA liderlerini, bunun yanında, eski şansölye Kurt von Schleicher ile eşini evlerinde, Gregor Strasser’i, eski şansölye Franz von Papen’in sekreterini, aralarında Röhm’ün de olduğu işbirlikçi ve suç ortağı olarak görülen birçok insanı öldürdü. Hitler, böylelikle bu kan banyosu üzerinden ordunun desteğini güvence altına aldı, hem “solu” hem de gerici muhalefeti kıyımdan geçirdi. Yaşı ilerlemiş olan Hindenburg’un ölümü ardından meclis, Hitler’e cumhurbaşkanlığına ait tüm yetkileri verdi.

Faşizm, hile, ihanet ve düzenbazlıkla ile yükseldi. Radikal sağdaki kandırılması kolay muhalefet, aşırı milliyetçilikle ve lider kültüyle maniple edildi. Hitler ise ılımlı kesimlerdeki zayıflığı istismar etti, soldaki radikal unsurlara yakın duruyormuş gibi göründü. Faşizm, ortaya her yanı kuşatan, güçlü ve merkezi bir devlet çıkartmış olsa da o, esasen muhalifleri öldürmek, onlara suikastlar düzenlemek, grevleri kırmak, mitingleri dağıtmak, örgütlü solu (sosyalist partileri, komünist partileri, büyük sendikaları ve birlikleri) radikal kitle tabanlarından kopartmak için kullanılan paramiliter savaşçı güçler sayesinde iktidar oldu. Direniş, yeraltına çekilmeye zorlandı, mücadeleye devam edenlerse gizli yayınlar çıkartıp, sabotaj eylemleri düzenleyerek, mültecilerin kaçışlarına yardım ederek, gizli sendikalar ve birlikler kurarak, hatta “dejenere” hayat tarzları ve müziklerle ilişki kurarak ayakta kalmaya çalıştı.

Düzenbazlık ve Kaygı

Faşizm, genelde sonuçları üzerinden değerlendirilir. Oysa o, aslında asıl hedefini gizleyen, herkesi aldatmayı bilmiş bir hareket olarak görülmelidir. İnsanlar, iktidar onları değiştirdiği ölçüde değişirler. İnsanlar, bir yıl boyunca kendilerine verilen vaatlerin ertesi yıl neye yol açacağını bilmezler.

Ta 1919’da Hitler’in asıl niyetinin, acımasız bir diktatör olmak olduğuna dair ortada açık kimi işaretler mevcuttu. El çabukluğu ile ideoloji ile eylem arasında büyük bir boşluk meydana getirdi, buradan da ideolojiyle idealistleri davaya örgütledi, eylem üzerinden de sadakatsizleri tasfiye edip hareketi yeni ve sınırsız imkânlara açık hâle getirdi. Hitler ve Mussolini, kurallara saygılı kişilermiş gibi poz kestiler, ama sürekli hukuka saygısızlık edip durdular.

Daha yirmili yılların başında Mussolini, partisini parlamenter sistem içerisinde işbirliği kurabilecek bir yapı olarak tanımlıyordu. 1935 yılına dek ekonomiye pek müdahale etmedi, büyük şirketlerin dizginlerini serbest bıraktı. İktidardayken İtalyan faşizmine muhafazakâr ve liberal elitler destek sundular. Faşistlerin iktidarında zenginlerden alınan vergiler düşürüldü, ücretler aşağıya çekildi, çocuk ölümleri arttı, gıda tüketimi miktarı azaldı. İlk başta başvurduğu solcu dilin aptalca olduğu görüldü, zira parti, aile, çalışma ve yurtseverlik üzerine kurulu, alabildiğine muhafazakâr olan bir rejim tesis etti.[7]

Öte yandan, 1934-1936 arası dönemde Nazi Almanyası, büyük sanayiciler ve küçük işletmeler için sorunlu olduğu görülen devasa ölçülerde ve hantal olan bir bürokrasiyi içeren totaliter bir ekonomi planını yürürlüğe koydu. Gleichschaltung (koordinasyon veya konsolidasyon) olarak bilinen sistem, kültür ve ekonomi sahalarının farklı kısımlarını giderek büyüyen Nazi bürokrasisinin politik kontrolü altına alıyordu. Model dâhilinde mali reformlar yapıldı, Büyük Buhran’ın etkilerinden ekonomiyi kurtarıp onu canlandırmak için üretim artırıldı, ama ilgili sistemin kilit unsuru, sadece emeğin düzene sokulması ve toplama kampları değildi. Sistem, halkın kendini temsil etme imkânlarını ve algılarını belirli bir düzene soktu. Emek ve boş zaman rejimleri dâhilinde beden ve zihin, ileride yaşanacak savaş için disipline sokuldu, sertleştirildi, öte yandan erkeklerin ihtiyaçları karşılandı, ayrıca kadınlara annelik görevleri sürekli anımsatıldı.[8]

Faşizmin, bilhassa Nazizmin psikolojisi, dün olduğu gibi bugün de insanı kuşatan kaygıdır. Bu kaygıdan bireyi ancak bir tür kolektif katarsis kurtarabilir. Kaygı hâlinden kurtulmanın bir yolu olarak gençlerin merkezde durduğu gruplar ve programlar epey önem kazandı. Genç Almanlar tarlalarda çalışsınlar, sınıfın dışına çıkıp halkçı felsefeyi öğrensinler diye uzun süreliğine köylere gönderildiler. Hijyen konusunda geliştirilen takıntı önemli hâle geldi. Böylelikle hekim, toplum içerisinde estetik anlayışını belirlemeye başladı. “Dejenere” veya “kirli” sanat yasaklandı, kitaplar yakıldı. Yahudiler, evde ve işyerinde baskı ve şiddetle yüzleşmeye başladılar. Bunlar olurken, Alman devleti, işçi sınıfına saatlerce çalışacakları temiz ve modern fabrikalar sözü veriyordu. 1935’te o ünlü Nuremberg Irk Kanunları yürürlüğe girdi.

Artık Yahudiler, Nazi Almanyası’nın yurttaşı değillerdi, hiçbir hakları yoktu, öte yandan Nazilerin popülaritesi artmaya devam etti. Sosyal programların Alman ırkının halkçı ideallerini yücelttiği, Hitler etrafında lider kültünün inşa edildiği koşullarda Führer, Martin Luther, hatta İsa Mesih ile kıyaslanıyordu.[9] Buna karşılık, Führer’in elindeki iktidar, esasen tartışmalı bir konuydu. Hitler, söz konusu süreçte diğer Nazi liderlerinin, parti aygıtının, imparatorluğun eski memurlarının, farklı bölgelerin ve merkezlerin inşa ettikleri hiyerarşilerin, SS’lerin ve Silâhlı Kuvvetler’in elindeki farklı düzeylerdeki özerklikle mücadele etmek zorunda kaldı.[10]

İhtilaf

Mussolini, Almanya’da ortaya çıkan faşizme hemen destek sunmadı, zira Hitler’deki militarizm, ciddi jeopolitik, kültürel ve politik güçlüklere yol açıyordu.[11] 1934’te, Hitler’in iktidarı almasından kısa bir süre sonra İtalya, tüm dünyadan faşist ve faşist benzeri liderleri İsviçre’nin Montrö şehrinde düzenlenen konferansta bir araya getirdi. Burada amaç, “evrensel bir faşizm”in olup olamayacağını tartışmaktı. Konferans, faşistleri birleştirmek şöyle dursun, faşist harekete hizmet edecek basit bir kürsü bile olamadı. Faşistler arasındaki ihtilaf, hızla açığa çıktı. Naziler, Başbakan Engelbert Dollfuss’a suikast düzenleyerek Avusturyalı faşistlerin egemenlik alanlarını ihlal ettiler. Bunun üzerine Avusturyalı faşistler Mussolini’ye yanaştılar. İspanyol falanjistlerse Berlin’in çevirdiği entrikaları eleştirdiler ve “Güney Faşizmi” üzerine kurulu Roma-Viyana eksenine destek sundular.[12]

İspanya’da faşist örgütler, ülke genelinde birbirleriyle rekabet içerisindeydiler. Duruma göre kendilerini faşizm yanlısı veya faşizme karşı örgüt olarak tanımlayan bu örgütler, diğer faşist örgütleri yeterince faşist olmamakla suçluyor, onları aforoz ediyorlardı. İspanyol falanjistlerinin lideri José Antonio Primo de Rivera, Calvo Sotelo’da temsil olunan “faşistleşmiş sağ”a karşı çıktı.[13] Aylar sonra İspanyol Milli Sendikacılarının lideri Ramiro Ledesma Ramos, falanjıyla birlikte ittifaktan ayrıldı (ihraç edildiği de söylenir), ardından da muhalif güç olarak İşçilerin Marksist Birlik Partisi’nin sağdan daha faşist olduğunu söyledi.[14] Roma-Berlin ekseni, nihayet 1936’da teşkil edildi, ama 1938’de Avusturya’nın Almanya’yla birleşmesi (Anschluss) sonrasında bile Othmar Spann gibi Avusturya Nazi Partisi’nin önde gelen üyeleri, Berlin’in doktrininden uzaklaştıkları gerekçesiyle toplama kampına gönderildiler.[15]

İtalyan faşistlerinin Fransa’nın güneyine odaklandığı koşullarda Fransız faşistleri, destek konusunda net bir açıklama yapmadılar, bunun yerine faşizme dair kendi özel Fransız anlayışlarını savundular. Öte yandan Fransa ile Almanya arasında eskiden beri hüküm süren husumet, Nazilerle pozitif ilişkiler kurulmasına imkân vermedi.[16] İtalya’da İtalyan faşistleri, Roberto Farinacci ve Julius Evola, Mussolini’nin diktatörlüğünü yeterince faşist olmamakla eleştirdiler.[17] Faşizm, Avrupa geneline yayıldıkça toprakla ilgili meseleler arttı.

Avusturya faşizmi yanında Yunanistan’da, Macaristan’da ve Romanya’da da korporatist rejimler kuruldu. Benzer hareketler, Japonya, Güney Afrika, Arjantin ve Brezilya’da da gelişme imkânı buldu. Kimi yönlerden faşizmin başarısı, aşılması güç bir dizi sorunun açığa çıkmasına neden oldu. İster Almanya’nın birliği üzerine kurulu imparatorluğu, ister Fransa’nın Atlas Okyanusu kıyılarından başlayıp Arnavutluk’a kadar uzanan yeni Roma İmparatorluğu’nu, ister Büyük Romanya’yı, ister Macarlara ait “Büyük Karpatya-Tuna Vatanı”nı, isterse Japon Mançuryası’nı savunsun, imparatorluk topraklarını genişletmeye yönelik irredentist-ilhakçi iddialar, artık kontrolden çıkmış olan faşizm yangınının alevlerini besleyen körük olarak iş görmekteydi. Bağımsızlık isteyen küçük ülkeler, faşistlerin kendilerini doğal “milli komünalizm”in savunucuları olduklarını beyan ettiğinde bile Avrupa ülkelerinin fethini öngören büyük planlara dâhil edildiler.[18] Bu türden milliyetçilikle bağlantılı ideolojik ve coğrafi krizler, her daim beynelmilel faşist hareketlerin altını oymuş, sol hareketse yangını dışarıdan söndürmek için mücadele etmişlerdir.

Şirketler Saflarını Belirliyor

1936’da İspanya İç Savaşı başladı. Halk Cephesi’nin seçimde elde ettiği başarının ardından faşistlerle antifaşistler arasında çatışmalar başladı. Bu şiddet olaylarının neticesinde General Franco, Fas üzerinden İspanya’yı işgal etti. Cumhuriyeti önce anarşistler savundular. Milis teşkilâtı kuran anarşistler, Barselona’da gerçekleşen ve savaşa son vereceğini söyleyen darbe girişimine karşı mücadele ettiler. Bu mücadele, aynı zamanda uzun zamandır istedikleri devrim içindi.

Anarşist CNT-FAI (Ulusal İşçi Konfederasyonu -İberya Anarşist Federasyonu) sosyalist ve komünist partilerle birlikte güçlü askeri birlikler meydana getirdi. Solun tüm yiğitliğiyle askeri iktidara karşı mücadele yürüttüğü koşullarda dünya, olan biteni oturup izledi. Bu iktidar, antisemitist ve oportünist finans kuruluşlarının ve sanayicilerin desteği olmasa bir gün bile ayakta kalamayacak bir güçtü.[19]

George Orwell’ın totaliter rejimlerle ilgili eleştirisine ve Franco rejimine karşı verilen mücadeleye katılmış olmasına dair çok şey söylendi. Ama o, aynı zamanda 1939 gibi bir tarihte Britanya İmparatorluğu’nun da Naziler kadar kötü olduğunu tespit eden kişiydi.[20] Britanya ve ABD, İspanyol cumhuriyetçilerinin Franco karşısında savundukları davaya destek sunmadı. Bunun yerine, büyük şirketler işçi hareketleri karşısında milliyetçileri beslemek için onlara yardımlar gönderdiler, bir yandan da yürüttükleri yatıştırma politikasının alabildiğine yanlış olduğu görüldü.

Henry Ford, sanayileşme hareketinin uluslararası planda önde gelen ismi hâline gelmişti. Popüler bir isim olan radyo yorumcusu H. V. Kaltenborn’un “Sanayinin Mussolini’si” olarak niteleyip göklere çıkarttığı Ford’u bir İspanyol gazetesi, o dönemde “üstinsan” olarak adlandırmış, Nation dergisi “Henry Ford İnsan mı Üstinsan mı?” başlıklı bir makaleye yer vermişti.[21] Büyük üstinsan olarak Ford’un sahip olduğu imaj, büyük ölçüde ondaki antisemitizme eşlik eden, muhafazakârlıktan, yurtseverlikten ve gelenekçilikten oluşan karışımdan besleniyordu.

Kurduğu montaj hattını gören Almanlar, bu düzene “Fordizm” adını verdiler. Hayat hikâyesini anlatan Hayatım ve İşim, Berlin’de en çok satan kitaptı.[22] İşçilerine ortalamanın altında ücret verdiği, kendisinin öncülük ettiği montaj hattı temelli fabrika modelinin katı bir düzen ve temizlik anlayışı üzerine kurulu olduğu bilinen Ford, sendikalardan nefret ederdi. Onun kanaatine göre bir şirket, tıpkı ülkenin kendisi gibi birleşmeli, sınıflararası işbirliği itici güç olmalıydı. İşçilere iyi muamele edilmeli, ama işçilerin patronlar karşısında özerk bir temsiliyet hakkı bulunmamalıydı. 

Patronların kendi cemaatleri, kendi mağazaları, kendi gazeteleri vardı. Bunlardan biri de Dearborn Independent’tı [“Bağımsız At Arabası”]. Ford gazeteyi, Yahudilerin dünyayı ele geçirip beyazları zayıf düşüreceklerine, Batı medeniyetini çökerteceklerine dair komplolarını yaymak için kullanıyordu. Ford’un bu aşırı antisemitist fikirleri, Yahudi karşıtı bir dizi propaganda yayınında dolaşıma sokuluyordu. Bu çalışmalardan biri de Beynelmilel Yahudi adıyla yayımlanan, dört bölüm hâlinde basılan broşür dizisiydi. İddiaya göre bu broşürler Hitler’in masasında da kendilerine yer bulmuşlardı.

İspanya İç Savaşı’nın yaşandığı dönemde Ford, Amerikalı şirketler GM, DuPont, Standard Oil ve Texaco ile birlikte, darbeye itiraz eden Halk Cephesi’ne karşı Franco’ya destek sundu. 1938 ve 1939’da Avusturya üzerinden Südet bölgesine ve Polonya’ya taşınan Alman askerleri ve teçhizatı bizzat Ford ve GM’in imal ettiği araçlar nakletti.[23] Nazilerin Avusturya’yı kendi düşmanlarından arındırdığı günlerde Ford da Alman Kartalı nişanı alıyordu. ABD senatosunda kurulan bir komitenin aktardığına göre GM, “Nazilerin savaş çalışmalarının ayrılmaz bir parçasıydı ve bu çalışmalara önemli bir katkı sundu.” Ayrıca GM’in Almanya’daki fabrikaları Alman Hava Kuvvetleri için binlerce bombardıman ve savaş uçağı, Amerika’daki fabrikaları ise ABD Hava Kuvvetleri için uçak motorları imal etti.[24]

Morgan Bankası garanti fonu direktörü Grayson Mallet-Prevost Murphy, teminatlı kredilerle sunduğu mali destekler sebebiyle Mussolini’den İtalya Kraliyet Nişanı’nı aldı. Murphy, aynı zamanda Amerikan Lejyonu’nun finanse edilmesi sürecine katkıda bulundu, bir yandan da Amerikan Özgürlük Birliği’nin çalışmaları içerisinde yer aldı. ABD tarihi dâhilinde anlatılan, doğruluğu teyit edilmiş bir hikâyeye göre General Smedley Butler, Kongre’nin huzuruna çıkıp Amerikan Lejyonu’nun Connecticut şubesinin başındaki komutan Gerald MacGuire’ı Murphy’den ve Wall Street’teki başka finans kaynaklarından Butler’ın Franklin Delano Roosevelt’e karşı yapılacak darbede Amerikan Lejyonu gibi bir örgüte öncülük etme sözü vermesi karşılığında çekler almakla suçladı. Butler’ın bu tanıklığı ardından Temsilciler Meclisi Amerika Karşıtı Faaliyetler Özel Komitesi’ne Nazilerin propaganda faaliyetlerini ve diğer propaganda faaliyetlerini soruşturma yetkisi verildi. Soruşturma neticesinde herkes aklandı. MacGuire, otuz yedi yaşındayken öldü.[25]

ABD iş dünyasının en üst kademelerinde bulunan ve faşist hareketlere yardım eden diğer patronlara süreç içerisinde ileride CIA’in ve dışişleri bakanlığının başına geçecek olan Dulles Kardeşler, Joseph Kennedy (JFK’in babası) Prescott Bush (George Bush Sr.’ın babası), ayrıca Hitler’in “Almanya’daki tüm sınıfların akıllarını ve kalplerini nasıl kazandığını”[26] tüm kamuoyuna anlatan haber medyası patronu William Randolph Hearst eklendi. Hearst imparatorluğuyla bağlantılı olan Ulusal İmalatçılar Birliği’nin (NAM) propaganda kolu da o dönemde faşizmi öven şarkılar söylüyordu.

ABD’de Popülist Faşizm

Amerikan Lejyonu ve Ulusal İmalatçılar Birliği gibi örgütlere destek sunan sanayinin ve finans dünyasının elitleri yanında ABD’de bir de faşizmi destekleyen güçlü bir popülist kitle tabanı mevcuttu. Luiziyanalı siyasetçi Huey Long, yoksul beyaz seçmen kitlesine petrol gelirlerinin dağıtılması gerektiğini söyledikten sonra faşizmle kendi siyasetini kıyaslama gereği duyuyordu. Oysa kendisi, alelade bir popülistti. Buna karşın Long, sayısız düşmanından birinin oğlu tarafından öldürüldü. Önceden yürüttüğü “Serveti Paylaş” kampanyasını yardımcısı Gerald L. K. Smith üstlendi. Smith, Büyük Buhran döneminde radyodaki dinleyici kitlesi üç milyonu bulan antisemitist Peder Charles Coughlin ile ittifak kurdu. Smith ve Coughlin, birlikte Nazi politikalarını açıktan savundular, ABD’nin 1939’de Polonya’nın işgali ardından İkinci Dünya Savaşı’na müdahale etme kararına karşı çıktılar.[27] O dönemde “Gerilla Nazi” müstear adını kullanan Peder Gerald Winrod, çıkarttığı Defender ve Revealer isimli gazeteleri için yüz bin abone bulmayı başardı.[28]

Uzak ara en büyük sağcı popülist hareket olan, Klan’a bağlı ikinci meclis, yirmili yılların sonunda yaşanan o hızlı çöküş öncesi, “yüzde yüz Amerikanizm” sloganı üzerinden milyonlarca insanı örgütledi. Buhran’ın patlak verdiği günlerde ise başını William Dudley Pelley isimli bir protestanın çektiği Açık Gri Gömlekliler isimli büyük bir faşist örgüt ortaya çıktı. Pelley, nesneleri dokunmadan havaya kaldırabildiğini söyleyen, telepatiye inanan, İngilizlerin gerçek İsrailliler olduğuna, Yahudilerin de Şeytan’ın soyundan geldiğine inanan tuhaf bir isimdi. O dönemde evrim karşıtlığı hareketini başlatan antisemitist vaiz William Bell de cemaatinden “açık gri gömlek gördüklerinde” kıpırdamamalarını, onlara selam durmalarını istiyordu.[29]

Hitler’in militarizmi güç kazandıkça ABD’deki Nazi Partisi sempatizanları savaşa müdahale edilmesine mani olmak adına kitlesel bir hareket inşa ettiler. “Önce Amerika” sloganının yazılı olduğu bayraklar altında toplanan hareketin sözcülüğünü Charles Lindbergh isimli bir pilot üstlendi. 1936 yılında tekstil patronu William Henry Regnery’nin oğlu Hitler’in Almanya’sında okuduğu üniversiteyi bitirip ABD’ye döndü ve Önce Amerika Komitesi’ne katıldı. Ertesi yıl bir başka tekstil patronu, Wickliffe Draper, Nazi bilim insanları ile birlikte öjeni reklâmı yapmak, bir yandan da beyaz olmayanların ABD’den kovulma sürecini hızlandırmak amacıyla Öncü Fonu’nu kurdu. Regnery’nin sonrasında kurduğu Regnery Yayıncılık şirketi ile Draper’ın kurduğu Öncü Fonu birlikte, otuzlu yıllar boyunca, yirminci yüzyılın sonraki dönemi için öjeni yanlısı “ırk realizmi” ve akademik ırkçılık anlayışını meydana getirdi.

Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Almanya-Amerika Birliği, ABD’deki en baskın Nazi örgütü hâline geldi. 1937’de bu birliğin üye sayısı tahmini 250.000 civarındaydı. Üstelik bu sayıya kaç kişi oldukları bilinmeyen, kendilerini “fırtına birlikleri” olarak adlandıran, Ku Klux Klan, Sarı Gömlekliler, Kara Lejyon, Açık Gri Müfreze, Pan-Aryan İttifakı gibi örgütlerden geriye kalanlar dâhil değildi.[30] Bu fırtına birlikleri Alman SA üniforması giyiyor, Almanya-Amerika Birliği’nin ülke genelinde büyük şehirlerin dışında satın aldığı kamp alanlarında yapılan muharebe tatbikatlarında gençlere eğitimler veren seksiyonlar hâlinde faaliyet yürütüyorlardı. Bu birliklere reislik eden Fritz Kühn, “Alman halkının manevi açıdan yeniden doğuşu” ile ilgili vaazlar veriyordu.[31]

Nazi İmparatorluğu’nun Çöküşü

O özgün ve küresel biçimi dâhilinde faşizm, en nihayetinde başarısız oldu. Yalnız bu yenilgi, dış baskıların neticesinde gerçekleşmedi. Faşistlerin o büyük birliğine finans ve ticaret sahasında yapılan pragmatik siyaset tercihleri mani oldu. Bu da Avrupa’da faşizmin sonunu getirdi. Yunanistan’da “Üçüncü Elen Medeniyeti”, hareketin lideri Yoanni Metaksas’ın Alman sanayii ile daha iyi silâh anlaşmaları imzalanacağını fark etmesine dek İtalya’ya destek verdi.[32] Metaksas’ın gönlünün Almanya’ya kayması, İtalya’yı öfkelendirdi, bunun neticesinde İtalya, 1941’de Yunanistan’ı işgal etti. İtalya üstünlük sağlayamayınca bu kavgaya Naziler dâhil oldu. Bunun üzerine Nazi İmparatorluğu, faşist hareket içerisinde yaşanan savaşa sürüklendi. Bu çamura batan Almanya, Sovyet işgali süresince güçlüklerle karşılaştı. Ardından da Kış şartlarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Aralık ayında ABD savaşa girmeye karar verince, faşizme destek sunan propaganda mekanizması bu sefer antikomünist bir dil tutturdu ve savaş çalışmalarına dâhil oldu. Japonların kontrol altına alınmasını öngören, sivil hedeflere atom bombaları atılmasını içeren politika, ABD’deki faşizme yönelik itirazın kapsamının ülkenin benzer yöntemlere başvurabileceğini ortaya koydu.

Sovyet işgali, Nazilerin felâketiyle sonuçlandı. ABD savaşa girdi. Böylelikle Nazi Almanyası’nın ve faşizm döneminin sonu geldi. Alman savaş mekanizması, büyük ölçüde sanayideki üretkenliği artıran köle emeğine dayanıyordu. Cephelerde milyonlarca insan öldü. 1940’ta Nazi Partisi’ne destek sunan kitle, hızla küçüldü.

1943’te İtalya’ya girildi, güney kısmı işgal edildi. 1944’te Hitler, hayatına kasteden bir komplodan sağ kurtuldu. Bu saldırı, onu kaygı girdabının içine sürükledi. Altı milyon Yahudi’nin, milyonlarca politik muhalifin, Slav’ın, Polonyalı’nın, Roman’ın, Manuş’un, eşcinselin ve engellinin ölümüyle neticelenen süreci Adolf Eichmann gibi bürokratlar hızlandırdı. Sovyetler ve Müttefik Kuvvetler Berlin’e doğru ilerledi. Nazi Almanyası, 10 Mayıs 1945 günü mağlup edildi. Bu zafer, yirmi bir milyon askerin ve otuz milyon sivilin canı pahasına elde edilmişti.[33]

Sol ve sağın kaynaşması neticesinde ortaya çıkan politik bir ideoloji olarak faşizm, tam anlamıyla bir felâket hâlini aldı. Faşizmin ilk başta çıkarttığı yangının alevleri solcuları ya dönüştürerek ya da imha ederek içine çekti. Otuzlarda faşizme yakın duran paramiliter Croix de Feu [“Ateş Haçı”] örgütünün başındaki isim olan François de La Rocque gibi sağcılar da o ateşte yandılar. Hatta faşizmi ilk üreten kişiler arasında bulunan Valois, İkinci Dünya Savaşı’nda faşistlere karşı yürütülen Direniş’in içinde buldu kendisini. En sonunda bir toplama kampında öldü. Francisco Franco, António de Oliveira Salazar ve Ion Antonescu gibi muhafazakâr otoriter liderler, faşizmin şiddetini kişisel amaçları için kullandılar, ama nihayetinde faşist örgütleri ezmek veya Hitler’i ölüme sürükleyen riskleri ortadan kaldırmak zorunda kaldılar. O büyük yangın sonrası Avrupa, harap oldu. Yıkıntılar altında kalan ve yangından geriye kalan közler, faşizme sadık kalan, yeni ve saf bir biçimini, yozlaşmamış, daha elitist, şiddete daha fazla açık ve fedakâr olan hâlini üretmeyi umut eden örgütlerin elinde yanmaya devam etti. Artık bugün yüzümüzü bu közlere, onları sadakatle koruyanlara, “manevi imparatorluğu” savunanlara çevirmeliyiz.

Alexander Reid Ross

[Kaynak: Against the Fascist Creep, AK Press, 2017.]

Dipnotlar:
[1] Renton, Fascism: Theory and Practice, s. 131.

[2] Militaer-Wochenblatt, 22 Ocak 1937. Aktaran: William L. Shirer, The Rise and Fall of the Third Reich (New York: Simon and Schuster, 2011), s. 230.

[3] Stachura, Gregor Strasser and the Rise of Nazism, s. 10 & 95; Kershaw, Hitler, s. 397.

[4] Mahkeme sürecinin ve davanın şüpheli niteliğini aktaran bir çalışma için bkz.: Benjamin Carter Hett, Burning the Reichstag: An Investigation into the Third Reich’s Enduring Mystery (Oxford: Oxford University Press, 2014), s. 144–46. Fakat kimi tarihçiler Hett’in bu değerlendirmesine itiraz ediyorlar. Bu tür bir itiraza verilecek örnek konusunda bkz.: Richard J. Evans, “The Conspiracists”, London Review of Books 36, Sayı. 9 (8 Mayıs 2014): s. 3–9.

[5] Konuyla ilgili olarak bkz.: Giorgio Agamben, State of Exception (New York: Verso, 2008).

[6] Shirer, The Rise and Fall of the Third Reich, s. 193.

[7] Emilio Gentile, “The Sacralization of Politics”, Fascism içinde, Yayına Hz.: Griffin ve Feldman, Cilt 3: s. 40.

[8] Kiran Klaus Patel, Soldiers of Labor: Labor Service in Nazi Germany and New Deal America, 1933–1945, Çeviri: Thomas Dunlap (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 2005), s. 224.

[9] Griffin, The Nature of Fascism, s. 106.

[10] M. Rainer Lepsius, “The Model of Charismatic Leadership” Charisma and Fascism içinde, Yayına Hz.: António Costa Pinto, Roger Eatwell ve Stein Ugelvik Larsen (New York: Routledge, 2007), s. 50.

[11] Kershaw, Hitler, s. 551.

[12] İspanyol Falanjı örgütünün lideri José Antonio Primo de Rivera daha da ileri gitti ve “Hitlerciliğin faşizm olmadığını, onun antifaşizm olduğunu, Hitler’in faşizme karşı bir sima olarak görülmesi gerektiğini” söyledi. Rivera’ya göre, “Hitlercilik, demokrasinin bir sonucuydu, Alman romantisizminin sorunlu bir ifadesiydi. Buna karşılık Mussolini, kurduğu hiyerarşilerle ve her şeyin ötesinde akla göre hareket etmesiyle klasik çizgiye bağlı bir isim”di. Aktaran: Stanley G. Payne, Fascism in Spain: 1923–1977 (Madison: University of Wisconsin Press, 1999), s. 160.

[13] Paul Preston, The Politics of Revenge: Fascism and the Military in 20th Century Spain (New York: Routledge, 2005), s. 24.

[14] Payne, Fascism in Spain, s. 136–39.

[15] Janek Wasserman, Black Vienna: The Radical Right in the Red City, 1918–1938 (Ithaca: Cornell University Press, 2014), s. 105.

[16] Robert Soucy, French Fascism: The Second Wave, 1933–1939 (New Haven: Yale University Press, 1995), s. 244.

[17] Andreas Umland, “Classification, Julius Evola and the Nature of Dugin’s Ideology”, Fascism Past and Present, West and East içinde, Griffin, Loh ve Umland, s. 486.

[18] Bu terimi ilkin akademisyen John Breuilly gündeme getirdi, ardından şu çalışmada dile getirildi: Thorpe, Pan-Germanism, s. 22.

[19] Faşizm çalışmış solcu akademisyen Daniel Guérin’e göre, faşizmin ayakta kalmasında, ağır sanayi ve sabit sermayeye, makinelere ve hammaddelere yatırım yapan büyük bankalar, fabrikalarının işçilerin eline geçtiğini görmek istemeyen patronlar önemli bir rol oynadılar. Daniel Guérin, Marxism and Big Business (New York: Pathfinder, 1974); Renton, Fascism: Theory and Practice, s. 81.

[20] Renton, Fascism: Theory and Practice, s. 86.

[21] Edwin Dakin, “Henry Ford, Man or Superman?” Nation, 26 Mart 1921, s. 336–41.

[22] Reynold M. Wik, Henry Ford and Grass-Roots America (Ann Arbor: University of Michigan Press, 1973), s. 4.

[23] Ford ve General Motors “Nazi Almanyası’nın orta ölçekli kamyonlarının ve ağır yük kamyonlarının yüzde yetmişinden fazlasını ve top mermisi taşımak için kullanılacak üç tonluk yarım tırtıllı kamyonların yüzde doksanını” üretti. Bu kamyonlar, Alman ordusunun elindeki nakliye sisteminin belkemiğini teşkil ediyorlardı.” US Congress, The Industrial Reorganization Act: Hearings, Ninety-third Congress, First Session, on S 1167, Part 9 (Washington, DC: US Government Printing Office, 1974), s. A-22.

[24] A.g.e., s. A-17, A-142.

[25] Komite, raporu yayımladığında alınan tanık ifadesinin önemli yönlerini, örneğin Du Pont’un Amerikan Özgürlük Birliği ile kurduğu bağlar üzerinden darbeye silâh yardımı yapmış olabileceğine dair imaları metinden çıkarttı. Ne yazık ki elimizde bu davayı ele alan iki tarih çalışması var ve ikisi de Butler’ın tanık ifadesini sorgulamıyor ve bu ifadeyi komplo teorisi kapsamında ele alıyor. Bkz.: Jules Archer, The Plot to Seize the White House (New York: Skyhorse Publishing, 2015) ve Glen Yeadon, The Nazi Hydra in America (San Diego: Progressive Press, 2008).

[26] Clifford Sharp, “How Strong Is Hitler?” Readers’ Digest 23, Sayı. 137 (1933): s. 44. Aktaran: William Randolph Hearst.

[27] Chip Berlet ve Matthew Lyons, Right-Wing Populism in America (New York: The Guilford Press, 2000), s. 141–46

[28] Jeffrey Kaplan ve Leonard Weinberg, The Emergence of a Euro-American Radical Right (New Brunswick, NJ: Rutgers University Press, 1998), s. 33.

[29] William Vance Trollinger, God’s Empire: William Bell Riley and Midwestern Fundamentalism (Madison: University of Wisconsin Press, 1990), s. 77.

[30] Joseph F. Dinneen, “An American Führer Organizes an Army” American 74, Sayı. 2. (1937): s. 14–15.

[31] A.g.e., s. 157.

[32] Mogens Pelt, “The ‘Fourth of August’ Regime in Greece”, Rethinking Fascism and Dictatorship in Europe içinde, Yayına Hz.: Costa Pinto ve Kallis, s. 200–214.

[33] Bu tahmini rakam Çin ve Japonya’yı içeriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder