Sol
ve Sağ
Bilim
insanı Henri Bergson’daki “vitalizm”i genel grev biçimi altında ele aldığı
devrimci şiddetle ilişkilendiren Sorel, eskinin milliyetçi efsanelerini işçi
dayanışması denilen olguya bağladı ve nihayetinde Cocarde dergisine
katılan Maurras şahsında ihtiyaç duyduğu düşünsel müttefiki buldu. O günlerde
Sorel, “Fransız kültürünün ancak Charles Maurras gibi insanlar sayesinde savunulabileceğini”
söylüyordu.[1] Fransız Aksiyonu isimli örgütüyle birlikte, kavgadan geri
durmayan, antisemitist fikirleri ve “milletin bütünlüğü fikri”ni savunan
Maurras, kralcı ve askerî liderlik pratiğine uygun, farklı görüşleri içeren bir
ekonomi planı geliştirdi. Bu plan, loncaları ve sendikaları içermekteydi.
Maurras’a göre sendikalar ve loncalar, milletin idaresi altında işleyen korporatist yapıya tabi olmalıydı. Bu görüşü, esasen eleştirel
liberalizmle yan yana duruyordu. Sorel ise milli dayanışmanın birleştirdiği
yeni totaliter devletin çıkarlarının savunulması işine sendikalizmin dâhil
edilmesini kendince yeterli görüyordu.
Radikal
sol ile radikal sağın bu birliği, en çok da Sorel’in en önemli öğrencilerinden Édouard
Berth’de karşılık buldu. Berth’e bu süreçte Maurras’ın destekçisi Georges
Valois da katıldı. Eskiden anarşist olan ve daha önceleri Pelloutier ile
birlikte hareket eden Valois, süreç içerisinde Barrès ve Maurras’ta somutluk
kazanmış olan sosyal monarşizme meyletti. Berth’le birlikte “Proudhon Çevresi”
isimli okuma grubunu kurdu. Grubun başkanı Maurras’tı. Grup, Proudhon’un ilk
yıllarını ilerici dönem olarak okuyan (hatta onun açıktan anarşist olduğu dönem
boyunca devletin doğalında anarşiye doğru ilerleyeceğini söylediğini iddia
eden) resmi yaklaşıma karşı çıkarak, Prudoncu geleneği tüm yönleriyle meclis
karşıtı bir kalıba dökmek için uğraştı.[2]
Proudhon’un
demokrat ve ruhban karşıtı yanını gören Proudhon Çevresi, onun Joseph Déjacque
gibi eşitlikçi takipçilerini görmezden geliyor, bir yandan da Proudhon’daki
devrimci yönleri, düşüncesinde buldukları ve “karşıdevrimci” addettikleri
eğilime dönüştürmek için uğraşıyordu. Çevrenin kaleme aldığı yazılardan biri
olan Deklarasyon’da şunlar söylenmekteydi:
“Demokrasi, geçen yüzyılın
en büyük yanlışıdır. Eğer yaşamak istiyorsak, çalışmak istiyorsak, üretim ve
kültür konusunda en yüce insani güvencelere sahip olmak istiyorsak, medeniyetin
biriktirdiği ahlaki, düşünsel ve maddi sermayeyi muhafaza etmek niyetinde isek,
o vakit demokrasi kurumlarını yok etmemiz gerekiyor.”[3]
Çevre’nin
tespitine göre, kapitalizm, milletleri, aileleri, toplumları ve bireyleri,
modern hayatı çürüten hizmeti dâhilinde, parçalıyor. Çevre’nin kurmak istediği
yeni devlet, tüketimi ve ticareti esas alan ideolojiyi ayaklar altına alacak
olan ve bir seçenek olarak takdim edilen aşırı milliyetçi toplumun üyeleri
olarak gerçek yurttaşların dirilişiyle kenti erdemli bir yer hâline
getirecektir. Grubun yürüttüğü La Cité française [“Fransız Şehri”]
isimli proje için kaleme alınmış olan deklarasyonda ise Proudhon Çevresi şunu
söylemekteydi:
“Dolayısıyla, toplum
demokratik fikirler alanı dışında organize edilmeli, sınıflar, demokrasi
dışında, demokrasiye rağmen ve demokrasiye karşı çıkan bir örgütlenme
içerisinde bir araya getirilmelidir.”[4]
Bu
devlet dışı toplumsal örgütlenme programına hiyerarşik düzene yönelik seçkinci
inanç da dâhil edildi. Sol içerisinde devrimci sendikacılarla reformist
sosyalistler arasındaki anlaşmazlıklar derinleştikçe gerici güçler, devrimci
sendikacılığı reformist sosyalizmden kopartıp onu liberalizme ve
parlamentarizme karşı devrimci işbirliği içerisine çekmek için uğraştı. Sınıf
analizini seçkinciliğe mahkûm eden gericilik, devletçiliğin ancak milli
dayanışma ve kişisel üstünlük formunda varolabileceğini söylüyordu. Neticede
kolektivizmi, bireyciliği ve mutualizmi kafasına göre harmanlayan Proudhon
Çevresi, sendikalist doğrudan eylemin, özelde genel grevin organik devlet
içerisindeki yerinin bilincinde olan, birbirinden ayrışmış sınıfların milli
birliği üzerine kurulu, halkçı bir sistemi meydana getirebileceğini düşünmeye
başladı. Soyut bir kavram olduğu için sınıf kavramını terk eden Sorel, solun
antisemitizm karşısındaki sert tutumunun yumuşaması neticesinde cumhuriyete
karşı solcu-sağcı devrim fikrini savunan bir konuma geçiş yaptı.[5] Sorel’in
önfaşist mi yoksa direkt faşist mi olduğu tartışmalı bir konu ise de o,
sonrasında Mussolini’nin partisine hayranlığını açıktan dile getirdi. Bu türden
düşünsel müdahaleler, ileride yaşanacak “faşist sızma” için gerekli alanı teşkil etti.[6]
Bu
dönemde ayrıca İtalya’da seçkinci düşünür Vilfredo Pareto gibi isimler, Sorel’i
antimarksist bir sendikacı olarak görüp göklere çıkarttılar. Benedetto Croce
gibi liberallerse onu “ünlü Fransız Marksist” olarak anıyorlardı.[7]
Sorel’in
çalışmaları, Marx’tan ve parlamentocu reformizmden koptukça kendisi medeniyeti
çökmekten, çürümekten, düşünsel iyimserliğin yüzleştiği nihai krizden ancak
devrimin kurtarabileceğini söyleyen vitalizmin ve efsanelerin dünyasına
yöneldi. 1907-1911 arası dönemde Mussolini’nin Ottavo Dinale ismindeki
arkadaşının çıkarttığı Le demolizione [“Yıkım”] isimli anarşist gazete,
Sorelci devrimci sendikacılarla anarşistler arasında cereyan eden tartışmalara
yer verdi, ayrıca fütürist şair ve ressam kimliği ile etkili bir isim olan
Filippo Tommaso Marinetti’nin yazılarını paylaştı.[8] Her ne kadar
Mussolini’nin milliyetçi sendikacılığa bağlı olup olmadığı tartışmalı bir konu
olsa da sonrasında Mussolini, Sorel’i “usta” olarak niteledi.[9]
Bir
tür Blankist veya bireyci olarak itibar kazanmış olan Duçe, düşünsel planda
milliyetçilikle devrimci sendikacılık arasında meydana getirilen sentezden uzak
durdu. Mussolini, gençlik yıllarında Rus anarşisti Peter Kropotkin’in iki kitabını
İtalyancaya çevirdi, anarşist Haymarket şehitlerini andı, 1900 yılında Kral I.
Umberto’ya suikast düzenleyen Gaetano Bresci’ye itibarının geri verilmesini
savundu. 1904 yılında Avanguardia Socialista [“Sosyalist Öncü”]
dergisine yazdığı, Kropotkin ile ilgili yazıda “devrim sonrasında, mülk sahibi
sınıfların çıkarlarını savunan komite anlamında devletin varoluş gerekçesini
yitireceğini” söylüyordu.[10] İşçilerin devrimine ve köylülerin kurtuluşuna
inanan Mussolini, İsviçre’de radikal sosyalist olarak faaliyet yürüttü. Devrimci
Carlo Tresca’yı oda arkadaşı olarak bir arada kaldıkları dönemde fazla ılımlı
olmakla eleştiriyordu. İtalyan yayıncı ve anarşist bir isim olan Leda Rafanelli
ile arkadaşlık eden Mussolini, Errico Malatesta’ya epey saygı duyuyordu.[11]
Gençken
yazdığı yazılarda, “Bizde bir tür sapkınlık olduğunu kabul ediyoruz. Yurtsever
sosyalizm dairesinde görülemeyiz”[12] türü ifadelere yer veren Mussolini, “bireylerdeki
temel güçler için yolu açmaya çalıştıklarını, zira insanın birey dışında bir
gerçekliği bulunmadığını” söylüyor, “Stirner bugün neden tekrar gündeme
gelmesin” diye soruyordu.[13] Şöhretini arttırdığı dönemde Mussolini, Nietzsche
ile Marx’ı sentezledi, bazen anarşizmle ama çoğunlukla sosyalizmle ilişkili bir
isim olarak görüldü.
Bu
türden ifadeler, Mussolini’deki egoizmin ve bireyciliğin La Lupa [“Dişi
Kurt”] ve La Voce [“Ses”] gibi önemli dergilerde tartışılan
milliyetçilikle, militarizmle ve sendikalizmle ilişkili olduğunu ortaya
koyuyorlar.[14]
Süreç
içerisinde bu milliyetçi sendikalizm hareketi büyüdü. Devlet otoritesinin
sendikalara teslim edilmesi gerektiğini savunan hareket, devletin bir tür
aristokrasi gibi, liyakat esasına göre organize edilmesi gerektiğini
söylüyordu. Gelgelelim, öte yandan hareket, kapitalizmin yıkılması durumunda
ortaya daha kötü bir şeyin çıkacağından korktuğu için bu tavizlerde bulunmayı
savunan sendikacılar, kapitalizmin ve piyasa güçlerinin sınıf yerine
kültürel-dilsel milliyetçilik temelli bir dayanışma ilişkisi üzerinden inşa
edilmesi gerektiğini tespit ettiler.
Sorel
ile İtalya’da giderek büyüyen milliyetçi hareket arasındaki en önemli bağlardan
biri de Sorel’le sürekli temas hâlinde olan Marinetti idi. Marinetti’nin
takipçileri, “anarşistlerdeki yıkıcı tavra” destek sunuyor, bir yandan da gündelik
burjuva hayatındaki sıkıcılığı ve kifayetsizliği aşacak, devrimci ahlakı temel
alan, sert ve şiddete dayalı düzenin tesis edilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Emperyalizme
savaş tellâllığı yaparak destek sunan, kadın düşmanı olan ve siyaseti kendince
estetize eden Marinetti’deki zindelik ve dinamizm, ondaki teorik gayret
eksikliğini örtbas ediyor, onu “kendilerini söz konusu dönemde mevcut düzeni
yıkmak için organize etmekte olan tüm isyancılar ve muhalifler arasındaki
bağlantı noktası” hâline getiriyordu.[15] Bu anlamda, faşizm esasen
kolektivizme, bireyciliğe, milliyetçiliğe ve sendikalizme ait kimi yönleri estetize
edilmiş bir güç, seçkincilik ve otorite anlayışı dâhilinde harmanlayan sağcı ve
solcu muhalif hareketler içinden çıktı.
Kızıl
Hafta ve Yansımaları
1914’te
Sorel, sınıfın soyut bir kavram olduğunu söyledikten sonra bu sefer de
Benedetto Croce’nin “sosyalizm öldü” sloganını diline doladı.[16] Sonrasında,
aynı yıl içerisinde İtalya başbakanı Giovanni Giolitti, solcu sendikacıların
bazı ılımlı reformist taleplerinin benimsendiğini ortaya koyan reformları
gerçekleştirdi. Ama sendika liderleri taleplerinden vazgeçmediler, genel greve
ve kitlesel ayaklanmaya öncülük ettiler, “Kızıl Hafta” olarak adlandırılan
eylem süreci, devlet eliyle ezildi.[17] Açıktan Sorelci olan bu şiddet pratiği,
devrimci sendikacıların ülküsüne yönelik ilgiyi artırsa da bu pratik, sonrasında
anarşistlerin vaktinden önce önerdikleri tedbirler veya sendika liderlerinin
kendiliğinden devrimi satması olarak değerlendirdiği gelişme karşısında birçok
insanı hayal kırıklığına uğrattı. Başarısızlıkla sonuçlanan devrim girişimi
ardından birçok sendikacı, proletaryanın hayati öneme sahip mücadelesinin
materyalizm karşısında efsaneleri temel alan milli bir biçim alması gerektiğini
düşünmeye başladı.
İtalya
Sendikalar Birliği’nden kopan milliyetçi sendikacılara göre, devrimde
uygulanacak şiddet, burjuva devletine karşı etkin bir biçimde kullanılmazdan
önce bir “milli savaş” içerisinde sınanmak zorundaydı. Mussolini’ye göre bu
hareketler, kimi avantajlara sahip olsalar da kendi geliştirdiği sosyalizm
anlayışından uzaktı ve köylülere hiçbir şekilde odaklanmıyordu.[18]
İlk
başta Mussolini, savaşın (hatta milliyetçiliğin) desteklenip desteklenmeyeceği
konusunda ikircikli bir tutum aldı. Esasen Mussolini, sosyalist hareketin en
önemli yayın organı Avanti! [”İleri!”] gazetesinin başına teorik
zekasından çok karizmatik kişiliği sayesinde geçebilmişti. 1914’te İtalyan
milliyetçiliğinin önemli bir ismi olan Enrico Corradini, savaşa girilmesini
isteyen diğer sendikacılarla birlikte Fascio Rivoluzionario d’Azione
Internazionalista [“Devrimci Enternasyonalist Eylem Birliği”] isimli örgütü
kurdu. Kısa bir süre sonra örgütün isminde geçen “Enternasyonalist” ibaresi
çıkartıldı. Mussolini, Sosyalist Parti’den ihraç edilince, Ocak 1915’te bu
Devrimci Eylem Birliği’nin başına geçti. Yılın sonunda “Faşizm” ile ilgili
yazılarını yazmaya başladı. Aslında “Faşizm”, ne Mussolini’nin başlattığı ne de
öncülük ettiği bir hareketti. O, daha çok yukarıda adı geçen aydınların,
milliyetçilerin ve sendikacıların fikir ve eylemleriyle bağlantılı bir yapıydı.
Eylem
Mangaları Doğuyor
I
Dünya Savaşı denilen felâket Avrupa’nın tüm çehresini değiştirdi. İtalya’da
Mussolini’ye bağlı faşistler zaferi ve (yeterli görmedikleri) Versay Anlaşması
üzerinden Güney Tirol’ün İtalya’ya verilişini kendilerine mal ettiler. Zafer
sarhoşu olan Mussolini, “yeni insan”ın yaratacağı güçlü bir devlet için gerekli
yolu açmak amacıyla teknokratların ve kariyerist siyasetçilerin sahneden
temizlenmesi amacıyla gaziler eliyle bir tür “siper yoldaşları düzeni”nin
kurulması çağrısında bulundu. Mussolini’ye göre bu “yeni insan”, esasen
eksiksiz olan bireyle kolektif arasındaki kusursuz dengeyi ifade ediyordu. Onun
fikri uyarınca gerçek düşman artık aristokrasi değildi, çünkü bu siper
yoldaşlığı düzeni, aristokratların yerini alabilirdi. Artık düşman, üreticiden
yana duran dünya görüşüne uymayan “asalak” yöneticiler ve işçilerdi.[19]
Biennio
Rosso [“İki Kızıl Yıl”] olarak anılan 1919 ve 1920, bir dizi
fabrika işgalinin ve genel grevin neticesiydi. Bu noktada sendikacılar
üzerindeki Sorel etkisi azaldı ve sendikacılar, daha akılcı bir modeli
savunmaya başladılar. Bu dönemde Mussolini, işçilere Fransa’daki Genel İşçi
Konfederasyonu’nu ve Bavyera devrimine öncülük eden Kurt Eisner’in geliştirdiği
milli konseyleri model almaları çağrısında bulundu.[20]
Bu
devrimci karışıklığın ortasında Mussolini, yüz kadar devrimci sendikacı,
fütürist ve şirketçi ile birlikte İtalya Mücadele Birliği’ni (FIC) kurdu. Bu
örgüt, gücünü Kara Gömlekliler’den çok Eylem Mangaları olarak bilinen,
kendiliğinden oluşmuş paramiliter antikomünist sokak savaşçılarından
oluşuyordu. Amaçları, işletme ve toprak sahiplerinden oluşan “milli toplum”u
Bolşevik işçi militanlığına karşı savunmaktı.
Mangaları
örgütleyen isim olan Roberto Farinacci, itibarını şiddetli bir antisemitist
olarak faaliyet yürüttüğü ilk dönem devrimci sendika faaliyetleri üzerinden
kazanmış bir isimdi. Birlikleri (fasci) veya belirli bir ağa bağlı olan
politik örgütleri meydana getiren kişiler mangalar kuruyor ya da tam tersi,
mangalar içindeki kişiler bu tür ağlar oluşturuyor, zamanla faşizmi sokaklarda
ve miting alanlarında solculara (hatta kimi zaman Katoliklere ve milliyetçilere)
saldıracak bir mücadele gücüne dönüştürüyorlardı. Mangalar, aynı zamanda halk
içerisinde haklarını yitirmiş kesimleri, gazilerin ve subayların yardımı ve
desteğiyle içine alan bir örgüt inşa ettiler. Bu örgüte süreç içerisinde
üyelerinin kendi komutanlarını seçtiği “ayaktakımı” da dâhil oldu. Bu tür bir
tabana sahip olan mangalar, faşizmi redde tabi tutan solcuların ve aydınların
başına bela oldular. Sola destek çıkan köylere baskınlar düzenlendi. Yasal
yetkisi olmadan hareket eden gruplar, intikam saldırıları ile eylemlerini
meşrulaştırdılar.
15
Nisan 1919’da FIC’nin kuruluşunun üzerinden bir ay bile geçmeden bir günlük
genel grev pratiğinin parçası olarak kitlesel bir yürüyüş düzenlendi. Faşist
savaş gazileri, yol boyunca işçilere saldırdılar, üç kişiyi öldürdüler, birçok
insanı yaraladılar. Marinetti’nin başını çektiği kitle, Mussolini’nin eskiden
yönettiği Avanti gazetesine yürüdü, gazete binasını yağmalayan
göstericiler, binayı ateşe verdiler. Gazetenin tabelasını çalan göstericiler,
onu Mussolini’nin elinde bulunan Il Popolo d’Italia [“İtalya Halkı”]
gazetesine getirdiler. Balkona çıkan Mussolini, kitleyi selamladı ve orada bir
konuşma yaptı.[21]
Aynı
yılın Eylül ayında aşırı milliyetçi, maceracı ve estet bir isim olan Gabriele D’Annunzio,
2000 kadar düzensiz askerle Hırvat şehri Fiume’ye girdi ve bu şehrin İtalya’ya
ait olduğunu söyledi. Bu dönemi inceleyen akademisyen Ernst Nolte’nin iddiasına
göre “D’Annunzio, İtalyan gençleri için Nietzsche ve Barrès’in aynı bedende
birleşmiş hâliydi.”[22]
İtalya
bu eylemi reddetse de D’Annunzio’nun İtalya’nın kaybettiği toprakları geri alma
fikri üzerine kurulu önfaşist girişimi bir yıl sürdü. D’Annunzio’nun radikal estetiği
ve ideolojisi, sosyalist, komünist ve liberal harekete eskiden beri liderlik
eden isimlere karşı başkaldırmış, farklı ideolojilere mensup devrimci
milliyetçileri, emperyalistleri ve solcuları örgütledi. D’Annunzio, teslim olup
İtalya’ya döndükten sonra faşistler onu kahraman olarak görüp yücelttiler.
D’Annunzio’nun geliştirdiği estetik anlayışı faşist hareketi tüm yönleriyle
etkiledi. Faşist hareket içerisinde Mussolini’nin karşısına rakip olarak
çıkartılmasına rağmen, D’Annunzio, Mussolini’nin otoritesine boyun eğdi.
D’Annunzio’dan
ve eylem mangalarından etkilenen gençler, birbirinden farklı fikirlerin
cazibesine kapılmışlardı: parti formu almış sosyalizmi reddeden bu gençler,
bireyin gücüne inanıyor, “ben dini” denilen görüşün belirlediği amaçlar doğrultusunda
hareket ediyor, siyaseti kutsallaştırıyor, kadın düşmanlığını pratikte
savunuyor ve “yeni çağ”ın inşası için radikal arzuyu öne çıkartıp, nihilistler
gibi modern olanı redde tabi tutuyorlardı.
İki
yıl bile geçmeden bu hareketin elindeki manga sayısı 31’den 834’e, üye sayısı
870’ten yaklaşık 250.000’e çıktı.[23] Mangalar, kendilerine ait kimi simgeler
belirlediler. Üzerlerine siyah üniformalar geçiren, yanlarında her daim bir
hançer bulunduran manga üyeleri, eylemlerde üzerinde bazen kafatası ve çapraz
kemikler bulunan siyah bayraklar taşıyorlar, yürüyüş esnasında genelde
“Umurumda Değil” [“Me Ne Frego”] gibi şarkılar söylüyorlardı. Bu
mangaların üyeleri, düşmanlarına Farinacci’den öğrendikleri işkence yöntemini
uyguluyorlar, bu yöntem dâhilinde onlara Hint yağı içiriyorlardı.
Fabrika
işgallerinin arttığı dönemde Mussolini şunu söyledi:
“Ben, sadece işçilerin
fabrikaları işgal etmesinden değil, ayrıca sanayinin toplumun işbirliği
temelinde yönetmesi fikrinden de yanayım. Ben, endüstriyel üretimin artmasını
istiyorum. Eğer işçiler, bu artışı fabrikaların sahiplerinden daha fazla
güvence altına alırlarsa, işçilerin fabrika sahiplerinin yerini alma hakkı
olduğunu beyan etmeye hazırım.”[24]
Bu
dönemde Mussolini, sadece işçilerin özyönetiminden değil, ayrıca cumhuriyetçilikle,
bireycilikle ve ruhban karşıtlığı ile ilgili de bir dizi söz söyledi. 1920’de
yaptığı bir açıklamada Duçe, şunları söylüyordu:
“Tüm türleri ve vücut
bulduğu tüm biçimleriyle kahrolsun devlet. Dünün, bugünün ve yarının tüm devletleri,
kahrolsun. Burjuvası, sosyalisti, tüm devletler yıkılsın. Bizim gibi
bireycilikten başka bir fikri olmayan kişilere göre, bizi bugünün karanlığından
ve yarının kasvetinden, bugün saçma gibi görünse de tek teselli edici şey olan
anarşi dini kurtaracak!”[25]
Mussolini,
faşizmi farklı türde bir millet olmak, anarşiyi ve solu onları insanlığın
manevi misyonunu yerine getirmeleri için yönetip kusursuz kılmak suretiyle
aşmak üzerinden tarif ediyordu. Bu düzen, sahip olduğu güven ve irade ile
ülkeyi milletin yeniden dirileceği yeni çağa taşıyacak olan, gazilerin seçkinci
düzeni idi. Bu seçkinler için anarşizm, manevi anlamda zaten içte mevcut olan
bir şeydi, bunun yanında, milli birlik, solun ve sağın ötesinde, anarşizm ve
devlet arasındaki çelişkileri aşmış, farklı tipte bir politik hareketi ifade
ediyordu.
Faşizm
İktidarda
Mangaların
“iki kızıl yıl” boyunca gösterdiği tavır ve yaklaşım sebebiyle Mussolini,
sendika hareketi içerisinde gerekli desteği bulamadı. Ama 1921 yılında Edmondo
Rossoni, ülkedeki en büyük üçüncü sendika örgütü olan İtalya İşçi Birliği’nden
ayrılıp Faşist Sendikalar Konfederasyonu’nu kurdu. O yıl yapılan seçimlerde
faşistler, ellerindeki güç sayesinde faşistleri kontrol altına alabileceğine
inanan liberal Başbakan Giolitti’nin başını çektiği Ulusal Koalisyon’a girme
imkânı buldular.[26] Meclise giren otuz beş faşist vekil, Giolitti’nin
hükümetini içeriden çökertti, böylece Ivanoe Bonomi hükümetinin kurulmasını
sağladı. Bonomi, faşistler, sosyalistler ve sendika liderleri arasında bir
anlaşmanın imzalanmasına ön ayak oldu.
Bölgelerdeki
manga liderleri ile mücadele eden Mussolini, bu örgütleri dağıtıp ulusal
milislere dönüştürdü, Farinacci’ye de mangaları yukarıdan aşağıya örgütleme görevini
verdi.[27] Her ne kadar süreç içerisinde çok sayıda Yahudi faşistlere katılsa
da Farinacci’nin ve hareketin önde gelen ideologu Giovanni Preziosi’nin
etkisiyle antisemitizm teşkilât içerisinde epey güçlendi.[28] Mussolini’nin
partisinin ilk yıllarında güçlü ırkçı politikalar gütmediği iddia edilse de
partinin kurucu ilkeleri açıktan emperyalistti ve milliyetçi şovenizme
meyilliydi.
Faşistler,
bir yandan “milli toplum” için daha iyi düzeyde toplumsal ücretlerin verilmesi fikrini
savunan liderler konseyine sahip korporatist sistemde radikal işçilerdeki devrimci
sendikacılığı bünyesine katmak, bir yandan da bağımsız sol grupları ezip “yeni
insan”ın estetiğini yaratmak için uğraştı. “Yeni insan” dedikleri şey,
politikayı, toplumu ve ekonomiyi büyük totaliter proje içerisinde kaynaştıran
modern ve bilimsel, ama öte yandan efsanelerden beslenen, kahramanlığı öne çıkartan,
güçlü bir fikirdi.
1922’de
Mussolini’nin partisi, yarım milyon üyesi bulunan sendikalarla ittifak kurdu. Milliyetçi
sendikalizmi savunmasına karşın faşizm, varlığını uzun süre alt orta
sınıfların, bilhassa avukatların ve gazetecilerin o büyük gazi hareketinin
desteğini arkasına almış hareketi olarak sürdürdü.
22
Ekim 1922’de Mussolini’ye bağlı eylem mangaları bir güç gösterisinde bulundular
ve ülkenin kuzeyi ile ortasındaki bir dizi hükümet binasını işgal ettiler,
diğer yandan 30.000 kadar Siyah Gömlekli Roma’ya yürüdü. Yoğun yağmur sebebiyle
yürüyüş esnasında birçoğu kitleden ayrılsa da kamusal düzeni bozan eylem, iç
savaş tehdidini gündeme getirdi. Sonrasında Kral III. Victor Emmanuel,
Mussolini’yi yeni başbakan olarak atadı, bunun üzerine Mussolini, liberalleri,
demokratları, milliyetçileri ve Katolik Halkçı Parti üyelerini içeren yeni bir hükümet
kurdu. Faşistler, mecliste hükümetin altını oyacak sürecin önünü almak için,
oylama sistemini değiştiren ve kendilerinin çoğunluk olmasını sağlayan Acerbo Kanunu
gibi kanunlar çıkarttılar.
Liberal
isimler olarak Croce ve Pareto, rejime onay verdi. Bu süreçte parti, elde
ettiği yeni zemini güney İtalya’yı faşistlerin hâkim olduğu bir bölge hâline
getirmek için kullandı.[29] Birçok insanın partiye akın etmesi sonucu kimi
sorunlar açığa çıktı. Belirli hizipler, partiden ayrılıp “kendi özgün faşizm”lerine
insan örgütlemek için uğraştılar.[30]
Mussolini’nin
partisi önemli bir başarı elde etti, ama bu süreçte ciddi tavizler de verdi. Milislerin
saygın bir isim olan sosyalist vekil Giacomo Matteotti’yi Mussolini’nin en
yakın danışmanlarının emriyle öldürmesi üzerine tüm Avrupa genelinde antifaşizm
dalgası açığa çıktı, buna karşın, sol, komünistlerle sosyalistler arasındaki
ayrışma sebebiyle, adım atamadı.[31] İtalyan Komünist Partisi’nin teorisyeni
Antonio Gramsci, bu süreçte anarşistlerden, liberallerden ve sosyalistlerden
oluşacak antifaşist blok içinde yer almak istemiyor, zira o, silâhlı işçi
sınıfının liberallerin veya sosyalistlerin liderliğine ihtiyaç duymadan, faşist
mangaları daha iyi savuşturacağını umuyordu. Öte yandan diğer önemli liberal ve
milliyetçi isimler, faşist rejime destek sunmaya devam ettiler.
1924’te
Komintern, kapitalizm döneminin sona erdiğini, bu sebeple komünist olmayan tüm
siyasetlerin şu veya bu şekilde “az çok faşist”leştiğini söyleyen bir bildiri
yayınladı.[32] Bu felâketlere yol açacak olan analiz, faşizmin özerk
niteliğinin üzerini örtüyor, faşizmin sonraki süreçte tüm politik sahneyi
kutuplaştırmak suretiyle hareket içine sızmasını sağlıyordu.
1926
yılının sonunda faşistler, totaliter diktatörlük yönünde adımlar attılar,
politik muhalefeti yasakladılar, muhalif basını sansürlediler, kültürel rejimi
politik çizgilerine uygun hâle getirdiler, faşist vekil Gaetano Zingali’nin “nüfusla
ilgili beş gösterge” dediği, evlilik oranı, doğum oranı, ölüm oranı, göç ve iç
göç miktarı analizleri üzerine kurulu nüfus politikasını yürürlüğe koydular.[33]
Göç durduruldu, iç göç kontrol altına alındı, İtalyan aileler, “yeni insan”ın
öncülük ettiği yeni toplumun üretilmesi sürecinin parçası olmaları konusunda teşvik
edildiler. Edmondo Rossini’nin başında olduğu Faşist Sendikalar Konfederasyonu’nun
o günlerde yaptığı tespite göre, ülkede kabul gören on bir sendika, grev
hakkından mahrumdu.
Faşizmin
kral ve kiliseyle ilişkisi giderek muhafazakâr bir nitelik kazandı. Kral III.
Victor Emmanuel tahtını korudu. Monarşiye ait kurumlar, evrensel ve ebedi ilkelere
başvuran dogmatik faşizm çatısı altında toplandı, buna karşılık her türden
muhalefet ezildi. Muğlâk ifadelerle dolu söylemine başvuran Mussolini, o
süreçte “faşist devletin ahlaki bir niteliğe kavuştuğunu, devletin Katolik, ama
aynı zamanda faşist olduğunu, hatta her şeyin ötesinde, sadece ve esas olarak
faşist olduğunu” söylüyordu.[34] Partideki faşistlerin birçoğu Katolik iken
bunun dışında ateist ve okültist isimler de mevcuttu. Okültist kesim, devletin
Vatikan’la yaptığı Laterano Anlaşması’yla verdiği tavizleri eleştiriyor,
Mussolini’yi demagog olarak görüyordu.
Faşizm,
teorik planda on, pratikte ise henüz beş yıllık bir hareketti. Buna karşın
iktidarı almayı bildi ve bu becerisiyle dünyayı şoke etti. Ama gene de
Mussolini’nin olması için uğraştığı birleşik bir öğreti hâline gelemedi. İktidarı
işçilerin solcu liderler karşısında yaşadığı hayal kırıklığını istismar
edebildiği, öte yandan, Croce ve Giovanni Gentile gibi liberal ve muhafazakâr
isimlerin desteğini kazanmayı bildiği için alabilmişti. Özelde işçi sınıfının
haklarından mahrum kalmış kesimlerinden yararlanmayı bilen Mussolini, alt orta
sınıfların ve fabrika sahiplerinin korku ve kaygılarını kullandı, fabrika
sahiplerine onları işçilerin yürüttüğü ajitasyon faaliyetine karşı koruma sözü
verdi, bir yandan da genç aydınların başını anarşiden, devrimden ve savaştan
dem vuran sözleriyle döndürdü. Liberal siyasetin boş sözlerine kıyasla yürüyüş
hâlindeki eylem mangalarının ayaklarındaki çizmeler, genç destekçilerine İtalya’nın
birliği için yürütülen Risorgimento [“Diriliş”] hareketini daha fazla
anımsatıyordu. Mussolini’nin destekçileri, faşizmin kendilerine ekonomideki
belirsizliği, güvencesizliği ve riskleri ortadan kaldıracak, egemen sınıfların kolay
kolay kabul etmeyecekleri devrim imkânını sunduğunu düşünüyorlardı. Hükümetteki
ve şirket kurullarındaki isimlerse tüm ülkeyi kasıp kavuracak,
sendikaları temel alan devrimle yüzleşmek yerine faşistleri hükümet
koltuklarına oturtmayı daha akıllıca bir hamle olarak görüyorlardı. Bu isimler,
tam da o düşündükleri şeyi yaptılar.
Alexander Reid Ross
[Kaynak: Against the Fascist Creep, AK
Press, 2017]
Dipnotlar:
[1]
Georges Sorel, “Quelques pretentions juives (fin),” L’Indépendance 3 (1 Haziran
1912): s. 336.
[2]
Maurras ve Valois, aynı zamanda eleştirel liberalizmle gericilik arasında teşkil
edilmiş sentezden de beslenen isimlerdi. Bu sebeple ikisi de hem Auguste Comte ve
Frédéric La Play hem de Louis Gabriel Ambroise de Bonald, Joseph de Maistre ve
René de la Tour du Pin’den istifade etti. Bkz.: Samuel Kalman, The
Extreme Right in Interwar France: The Faisceau and the Croix de Feu (New
York: Routledge, 2008), s. 64–67; ayrıca bkz.: Maurice Weyembergh, Charles
Maurras et la Révolution française (Belgium: Vrin, 1992), s. 26–28 & 53–54.
[3]
Aktaran: Charles Maurras, L’Action française et la religion catholique (Paris,
1913), s. 166.
[4]
Aktaran: Sternhell, The Birth of Fascist Ideology, s. 84.
[5]
1932 gibi erken bir tarihte siyaset bilimini kuran düşünürlerden Michael Freund,
Georges Sorel’in Der revolutionäre Konservatismus (“Muhafazakâr Devrim”
-Frankfurt, 1932) kitabını yayımlayabiliyordu.
[6]
“Şu an itibarıyla faşizmin giriştiği maceralari muhtemelen İtalya’daki en özgün
toplumsal olgular: Bana öyle geliyor ki faşizmin giriştiği bu maceralar, siyasetçilerin
zihnindeki şemaların çok ötesinde.” Georges Sorel, “Letter to Benedetto Croce
in 1921”, aktaran: Winock, Nationalism, Anti-Semitism, and Fascism, s. 243.
[7]
Bazı isimler, Sorel’in devrimci sendikacılar arasındaki desteğinin zayıf
olduğunu söyleseler de faşizm ile ilgili çalışmasında Zeev Sternhell’in
tespitiyle, “Bir çalışmanın önemi, sadece mutlak kabul edilen bir düzlemde tespit
edilemez. Bu noktada o çalışmanın etkisi ve politik işlevi de dikkate alınmalıdır.
Sorel’in yazıları, devrimci sendikalizmin teorisyenlerinin gelişme
kaydettikleri kavramsal uzamı ifade ediyorlardı.” Bkz.: Sternhell, The Birth
of Fascist Ideology, s. 20. İşin tuhaf yanı şu ki kendi döneminde genç
Antonio Labriola’yı etkileyen Sorel, bu özelliğiyle İtalyan Marksizmine öncülük
eden isimlerden biriydi.
[8]
A.g.e., s. 234–35; ayrıca bkz.: Günter Berghaus, Futurism and
Politics: Between Anarchist Rebellion and Fascist Reaction, 1909–1944 (Providence,
RI: Berghahn Books, 1996), s. 60.
[9]
Richard Drake, Apostles and Agitators: Italy’s Marxist Revolutionary
Tradition (Cambridge, MA: Harvard University Press, 2009), s. 117; ayrıca
bkz.: Nolte, The Three Faces of Fascism, s. 153–54.
[10]
Benito Mussolini, “Tutti vi dicono che sono anarchico. Nulla di più falso,” Avanguardia
Socialista, 22 Nisan 1904.
[11]
Philip V. Cannistraro, “Mussolini, Sacco–Vanzetti, and the Anarchists: The
Transatlantic Context”, The Review of Italian American Studies içinde, Yayına
Hz.: Frank M. Sorrentino ve Jerome Krase (Lanham: Lexington Books, 2000), s. 110–11;
ayrıca bkz.: Andrea Pakieser, I Belong Only to Myself: The Life and Writings
of Leda Rafanelli (Oakland, CA: AK Press, 2014); Anatole Dolgoff, Left
of the Left: My Memories of Sam Dolgoff (Oakland: AK Press, 2016), s. 131.
[12]
Nolte, The Three Faces of Fascism, s. 152.
[13]
Benito Mussolini, Opera Omnia, 35 Cilt (Floransa, İtalya: La Fenice,
1951–1963), Cilt 15: s. 194; ayrıca bkz.: A. James Gregor, The Ideology of
Fascism: The Rationale of Totalitarianism (New York: Free Press, 1969), s. 156.
Nietzsche ve Stirner analizi için bkz.: Stephen B. Whitaker, The
Anarchist-Individualist Origins of Italian Fascism (Bern: Peter Lang 2002),
s. 86. Öte yandan, faşizmdeki sendikalist veya bireyci eğilimlere fazla vurgu
yapmanın cazibesine karşı koymak gerek.
[14]
Burada öne çıkan sendikacılar arasında Arturo Labriola, Robert Michels ve Paolo
Orano bulunuyor, milliyetçilik içerisinde ise en güçlü ses Enrico Corradini’ye
ait. La Voce dergisini milliyetçi bir isim olan Giovanni Papini ve
antisemit bir yazar olarak Giuseppe Prezzolini kurdu; bkz.: Griffin, The Nature
of Fascism, s. 57.
[15]
Sternhell, The Birth of Fascist Ideology, s. 236.
[16]
Georges Sorel, “Materials for a Theory of the Proletariat”, s. 227; ayrıca
bkz.: Sternhell, The Birth of Fascist Ideology, s. 77.
[17]
Her ne kadar Errico Malatesta gibi anarşistler, grevin sahip olduğu potansiyele
samimiyetle inanıyorlarsa da sendika liderleri Alceste de Ambris ve Filippo
Corridoni daha çok grevin “psikolojik değeri”ni artırmakla, toplumdaki
gerilimleri tırmandırmakla, böylelikle kendiliğinden gelişecek halk devrimini
istismar etmek suretiyle uzun soluklu bir iktidarı inşa etmekle
ilgileniyorlardı. Bkz.: David D. Roberts, The Syndicalist Tradition and
Italian Fascism (Manchester, UK: Manchester University Press, 1979), s. 74.
[18]
Marabalar, gündelik işçiler ve toprak sahipleri arasındaki farkları gören
Mussolini ilk yıllarında gündelik işçiler için kampanyalar örgütlüyor,
marabalara “o en büyük kan banyosu oluştuğu vakit” devrime kavuşma fırsatı bulacakları
vaadinde bulunuyordu. Benito Mussolini, Opera Omnia, Cilt 5: s. 69;
Renzo Felice, Mussolini, Cilt. 1 (Torino: Einaudi, 1965), s. 56–57; bu
pratik karşılığını 1919’da Po Vadisi’nde Siyah Gömlekliler’in yürüttüğü
kampanya esnasında verdi. Bkz.: Robert O. Paxton, Anatomy of Fascism (New
York: Vintage Books, 2005), s. 60–63.
[19]
Robert Wohl, The Generation of 1914 (Cambridge, MA: Harvard University
Press, 1979), s. 173.
[20]
Benito Mussolini, Opera Omnia, Cilt 8: s. 18; ayrıca bkz.: Franklin Hugh
Adler, Italian Industrialists from Liberalism to Fascism: The Political
Development of the Industrial Bourgeoisie, 1906–1934 (Cambridge, UK:
Cambridge University Press, 1995), s. 132–33; ve Roberts, The Syndicalist
Tradition and Italian Fascism, s. 76–77.
[21]
Paul O’Brien, Mussolini in the First World War: The Journalist, the Soldier,
the Fascist (New York: Bloomsbury, 2005), s. 28.
[22]
Nolte, The Three Faces of Fascism, s. 149.
[23]
Alexander J. De Grand, Italian Fascism: Its Origins and Development (Lincoln,
NA: University of Nebraska Press, 2000), s. 30.
[24]
Benito Mussolini’den aktaran: Weber, Varieties of Fascism, s. 27.
[25]
Benito Mussolini, Opera Omnia, Cilt 14: s. 398.
[26]
Emilio Gentile, “Fascism in Power: The Totalitarian Experiment”, Fascism
içinde, Yayına Hz.: Griffin ve Feldman, Cilt 4: s. 21.
[27]
Griffin, The Nature of Fascism, s. 66.
[28]
Peter Staudenmaier, “Antisemitic Intellectuals in Fascist Italy”, Comparative
Studies for a Global Perspective içinde, Cilt. 4, Intellectual
Antisemitism from a Global Perspective (Würzburg: Königshausen &
Neumann, 2016).
[29]
Roger Eatwell, Fascism: A History (New York: Viking Books, 1996), s. 62–63.
[30]
Gentile, “Fascism in Power”, s. 26.
[31]
Pier Paulo Battistelli ve Piero Crociani, Italian Blackshirt, 1935–1945 (Long
Island City, NY: Osprey Publishing, 2010), s. 5–6.
[32]
J. Degras, “Comintern Debates over the Dangers Posed by Fascism”, Fascism
içinde, Yayına Hz.: Griffin ve Feldman, Cilt 2: s. 32–34.
[33]
Thorpe, Pan-Germanism, s. 213.
[34] Benito Mussolini, Opera Omnia, Cilt 24: s. 89; ayrıca bkz.: Emilio Gentile, Contro Cesare: cristianesimo e totalitarismo nell’epoca dei fascismi (Milano: Giangiacomo Feltrinelli Editore, 2010), s. 203.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder