Sahra
Wagenknecht, bugün Almanya’daki en popüler kadın siyasetçi. Batı’da da gayet
iyi tanınan bir isim olarak Wagenknecht, bugünlerde kendisine yönelik ölçüsüz
bir dizi beklentinin altında eziliyor.
Sahra,
yeni bir muhalefet partisi kurması taleplerine “Almanya’da parti kurmak çok zor
iş” diye cevap veriyor. Alman halkının büyük bir çoğunluğunun umutlarını o küçük
omuzlarına yüklemiş olan, Die Linke’nin 53 yaşındaki üyesi olarak Sahra’nın bu
türden muğlâk cevaplar vermesi, gayet doğal.
Son
yıl içerisinde Alman şehirlerinde ve köylerinde oturan insanlar, köklü partilerden
ve medya eliyle ortalığa saçtıkları yemlerden bıkmış durumda. Halk, Kovid
dönemindeki totalitarizmden, Rusya’ya karşı yapılan savaş tellâllığından,
devlete hizmet eden medyanın yürüttüğü gizli propagandadan, tepedeki sınıfın
aşağıdakilere yönelik yürüttüğü sınıf savaşından bıktı. Almanya’nın 100 milyona
yaklaşan nüfusunun yaşam standartlarının hızla düştüğünü, bireyin temel hak ve
özgürlüklerinin, mülklerinin elinden alındığını herkes görüyor.
Wagenknecht,
bu türden meseleleri büyük bir kararlılıkla ve hiç eğilip bükülmeden dile
getiriyor. Ayrıca mevcut koalisyonda bu işlerden sorumlu olan partinin adını
anmaktan da hiç çekinmiyor. Ona göre Yeşiller, “meclisteki en ikiyüzlü, halka
en uzak, en yalancı, en beceriksiz ve verdiği zarar üzerinden düşünüldüğünde, en
tehlikeli parti”. Bu sözleri, politik ajandası aşırı duyarcılık üzerinden
sürekli ahlak dersi vermekle malul olan Yeşiller’in ihanet ettiği kesimde
değil, mecliste temsil edilme imkânı bulamamış halk kitlelerinde de karşılık
buluyor.
Sağa
dair kalem oynatan birçok yorumcu, Wagenknecht’in ajandasının onun gibi
televizyonlara sıkça çıkan Alice Weidel’in temsil ettiği sağcı Almanya için
Alternatif (AfD) isimli partinin ajandasıyla gayet kolay ilişkilendirilebilecek
bir içeriğe sahip olduğunu söylüyor. Ama iki isim arasındaki ortak yönlere
işaret edenler, devletin yurttaşların özel haklarını gasp etmesi, Alman ağır
silâhlarının ve toplarının Ukrayna’ya gönderilmesi ile bu ülkenin güçlendirilmesine
karşı çıkılması, kitlesel göç ve demokrasi karşıtı eğilimleri olan
teknokratlara karşı gösterilen muhalefet gibi meselelerin üzeri örtülüyorlar.
Bu
süreçte Weidel, muhalefet partisi koltuğunda rahat rahat otururken,
Wagenknecht’in partisi Die Linke, ülkeyi yeniden demokratikleştirme, dış
politikada da diplomatik çözümler öne sürme gibi vaatlerinden geri adım atıyor.
Wagenknecht,
kendi partisi içerisinde giderek daha fazla yalnızlaştırılıyor. Onun kolay
kolay vazgeçmeyeceğini bilenler, politikanın yenilenmesi konusunda umudunu ona
bağlıyorlar.
Bugünlerde
önemli aydınlar dışında başka isimler de elitlerin önfaşist unsurlarla yan yana
gelişine karşı bir birleşik cephe kurulması çağrısı yapıyorlar. Sahra’nın YouTube’daki
sayısız videosunun altına, yeni bir halk cephesinin veya muhafazakâr çevrelerle
sol çevrelerin teşkil edeceği “melez cephe”nin kurulmasına dair isteklerin dile
getirildiği yorumlar yazılıyor. Almanya’yı ancak bu türden bir cephenin
kurtarabileceği iddia ediliyor. Wagenknecht’in öncülük edeceği, sol ve sağdaki
radikal demokrat çevrelerin taleplerini birleştirecek bir partinin yeni seçimde
meclise güçlü bir şekilde girme imkânı bulacağı üzerinde duruluyor. Sahra’nın
yüzde on oyu olduğu düşünülüyor. Sol ve sağın harmanlandığı yeni melez partiye seçmenlerin
yüzde 19’unun oy vereceği öngörülüyor. Bu kadar da değil. AfD’ye oy verenlerin
yüzde 74’ünün Sahra aday olursa ona oy verebileceği iddia ediliyor. Sahra’nın
öncülük edeceği partiye yüzde 12’lik bir oy geçişi olursa, bu gelişme sonucu
Die Linke biter, AfD ise ortadan ikiye bölünür.
Eski
sol ile yeni sağı yan yana getiren yeni parti meselesi ile yüzleşen Sahra Wagenknecht,
her zaman dillendirdiği programını, Glenn Greenwald’un System Update
isimli programına verdiği mülâkat aracılığıyla İngilizce konuşan dünyaya takdim
etme imkânını buldu.
Mülâkatta
Sahra, her soruya “Ah şey!” diyerek başladı. Almanya’da parti kurmanın zamana
ve enerjiye mal olacağını tekrar tekrar dile getirdi. Para ve insan gücünün en
önemli meseleler olduğunu söyledi. Ama mevcuttaki köklü partiler kurgusuna en
büyük darbeyi indirecek olan yeni partinin oluşumu önündeki en büyük engeller bu
türden eksikler değil. Aslında halk, geleneksel muhafazakâr çevrelerle bağ
kurmak istiyor, ama bu talep, bir anlamda Sahra’nın aşmak istemediği ideolojik sınır
çizgisini aşıyor.
Çünkü
AfD, ekonomi anlayışı açısından liberalizmle rabıtalı bir parti. Müttefik olmak
istenmeyecek türden bir yapı. Eskiden Hristiyan Demokrat Parti içerisinde
önemli bir isim olan Hans-Georg Maassen gibi kurucuları, katı bir sınır
politikasından yana duruyorlar. Sahra, bu tür isimlere ve politikalara
tereddütle ve şüpheyle yaklaşıyor.
Sahra,
en çok da solcu dogmalarından uzaklaşmak istemiyor. Onlarla arasındaki mesafeyi
bir santim bile açmak niyetinde değil. Sürekli servetin yeniden dağıtılmasından
ve serbest piyasa ideolojisinin kısıtlanmasından bahsediyor. Aynı zamanda orta
sınıfı güçlendirmek, alım gücünü artırmak, enflasyon artışını durdurmak
istiyor. Bu istekler, sağ çevredeki potansiyel müttefiklerinde de karşılık
buluyor.
Ama
o eski tabirde dile getirildiği gibi: “hem pastam kalsın, hem karnım doysun
diyemezsin.” Bu anlamda Sahra, büyük takım oyuncusu değil. Bu ölçekte, bu büyüklükte
ve böylesine güçlü bir potansiyele sahip bir ittifak temelinde işbirliği kurmak
içinse takım oyuncusu olmak şart.
Kendisine
yakın bir kaynağın bana ilettiğine göre, tüm bu hususlar, daha önemli ve
politik düzlemde daha büyük bir felâkete yol açacak bir şüphenin gölgesinde
kalıyor. Eski kuşağa mensup bir solcu olarak Sahra, Kovid döneminden beri
Almanya’da yaşanan politik tartışmaya hâkim olan, her itiraza “Nazi” damgası
yapıştıranların açtığı yarayla uğraşıyor. Bu anlamda çok zayıf. Çok yaralı. Çarpıtılmış
ve artık komikleşen gerçeklik algısının dile getirdiği “Nazi” suçlamasıyla
yüzleşmekten çok korkuyor. Sağcı damgası yeme korkusuyla boğuşan Sahra, Almanya’daki
muhalif medyadan gelen davetleri bile reddediyor.
Bu
sebeple insanın aklına bir siyasetçi olarak Sahra’nın Alman halkının
çıkarlarını gerçekten dert edinip edinmediği sorusu geliyor. Bu anlamda,
kendisinin “halka uzak” dediği Yeşiller’e yönelik suçlamasını Sahra için de
dile getirmek mümkün. Günün sonunda kendi markasını pazarlıyor, bunun için de
kıyıya köşeye atılmış insanların yanında durup mevcuttaki politik çılgınlık
hâline dair yorumlar yapıyor.
Bugün
şu görülmeli: Sahra gibi cesur, alabildiğine zeki ve donanımlı biri bile o
saçma “Nazi” yaftasını çöpe atıp, yeni bir politik başlangıç yapma cüretini
gösteremiyor, bu adımı atmaktan imtina edebiliyor. Zira politik başlangıç
yapmak, medyaya çıkmanın ötesine geçmeye ve cesaretli olmaya ihtiyaç duyuyor.
Bu anlamda artık Sahra’nın bizi kurtarmayacağı görülmeli. Bunu bilmek, bizi
ileride yaşayacağımız hayal kırıklığından kurtaracak.
Umudumuzu
kariyerist siyasetçilere bağlamak yerine bizim demokraside asıl egemen gücün
kim olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
Elena Louise Lange
9
Şubat 2023
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder