Geçmişte
yaptığı bir değerlendirmede TKP CEO’su Kemal Okuyan, “HDP’nin CHP’yi belirli
bir kıvama getirmek için, bir tür alet olarak kullanıldığını” söylüyordu. Bu
yorum, Okuyan’ın zihninin işleyişine dair ipuçları da barındırıyor. Bugün kendi
yan taşeron şirketi TİP’in ve arkasındaki yoğun imaj çalışmasının da HDP’yi
belirli bir kıvama getirmek amacıyla, onun başında sallanacak bir tür sopa
niyetine kullanıldığı sonucuna ulaşabiliriz. Bu sopa daha çok batı için sallanıyor. Orada birileri, suyun başını ve mevkileri tutmak istiyorlar.
Yıllar
önce “HDP’nin meclise girişi TİP’in ilk girişi gibidir. Biz, Birinci ve İkinci TİP’iz”
deniliyordu. Sonra niyeyse HDP oylarıyla vekil seçilmiş kişiler, bir yerlerden
gelen emir gereği, HDP’den ayrılıp TİP’e geçtiler.
Birkaç
ay önce HDP’nin TİP adıyla seçimlere gireceği konuşuluyordu. Sonra perde
gerisinde, Twitter odalarında HDP-TİP arası vekil kavgalarına şahit olundu. Birileri
çıkıp arabuluculuk rolü üstlendi. Ardından hapishaneden mesaj geldi ve HDP’nin
Ufuk Uras’ın partisi altında seçimlere girebileceği söylendi. Birden ortaya
Sera Kadıgil’in “HDP seçimden sonra AKP’yle koalisyon kuracak mı?” diyen eski
tviti çıktı. TİP’in gizli şovenliğinin altı çizildi.
TİP,
bir imaj çalışması olarak, TKP’nin ardındaki aklın ürünü. Ona mührü ve icazeti verenin elindeki operasyon sopası. HDP’nin CHP’yi kıvama
getirmesini dert edinen Okuyan kime hizmet ediyorsa o da oraya hizmet ediyor.
Ergenekon avukatı, o sebeple, durduk yere TİP’e verildi. TİP, HDP tabanını kontrol ve
disiplin altında tutmak, içindeki "solcuları" toplamak için masa başında imal edilmiş bir imajdan ve sopadan başka bir şey
değil. CHP-HDP görüşmesi öncesi TİP-HDP ilişkisi netleştirilmek zorunda.
Partinin her
şeyi tercüme. Vekilleri, ABD, Almanya, İngiltere gibi yerlerde görülen liberal
solcu isimleri taklit ediyorlar. Buraya ve bugüne dair tek bir lafları bile yok. Sadece
verilen görevleri ifa ediyorlar, rollerini oynuyorlar. İşleri bitince, geçmişte
sahneye sürülen isimler gibi, sessizce çekip gidecekler. En fazla, akademisyen
ve akil kişi rolüyle ekran yüzleri olurlar. Sonra da yazlıklarına çekilirler.
Erkan Baş, tam da bu rol gereğince Fatih Altaylı’nın
karşısına oturtuluyor. O nedenle orada “bottleneck” kelimesini “turning meat”
misali, kötü bir çeviri pratiği üzerinden Türkçeye tercüme ediyor ve “şişe
boğazı” diyor. Bu akıl ve dille hoca olmayı başarmış olan Führerimiz, esasında “Darboğaz”
kelimesini unutacak ölçüde bu topraklara yabancılaşmış. O yabancılık sebebiyle
Altaylı ve çetesine yaranmaya çalışıyor.
Çünkü Altaylı ve çetesi, “Yalçın Küçük’le dalga
geçtikleri” videoda avamın elindeki teoriyi ve o elin sahibini küçümsüyorlardı.
Ama Erkan Baş, Altaylı’nın “sizi asıl Bilim programımıza konuk etmek isterim”
lafına “orada olmayı daha çok tercih ederim” cevabını veriyor. Altaylı, zokayı
sallıyor, ne kadar teslim olduğunu ölçmek için bu zarfı atıyor, Baş, siyasetle,
memleketle, işçi sınıfıyla ve devrimle bir alakasının bulunmadığını orada Fatih
abisine itiraf ediyor. “Bilim masası”na oturma iznini bu şekilde kopartıyor.
O programda Baş, birilerinin kolunun koptuğu,
kafasının kırıldığı, gayet “demokratik” bir kavga sürecinin ardından kurulan
partisi ile ilgili olarak, son bir yıl içerisinde imal edilmiş imaj dâhilinde
konuşuyor. “Her insan özünde iyidir. Biz, iyileri kötülere karşı
örgütleyeceğiz” gibi boş, Marksizme aykırı laflar ediyor. Çünkü o, bir ara
liberal solcu (Boünlü) Nazan Üstündağ’ın “insanların yarısı kadın. HDP de kadın
partisi. O zaman seçimde HDP, yüzde 50 oy almayı hedeflemeli” sözüne benzer bir
mantıkla konuşuyor. Bu tür laflar etmeye mecbur. Aynı liberal odaktan
besleniyor.
* * *
Bir ara HDP’liler, Yunanistan’da Syriza’nın imaj
çalışması neticesinde önemli bir oy aldığı dönemde ekranlara çıkıp “buranın
Syriza’sı biziz” diyorlardı. Sonra ÖDP’liler çıktılar, “hayır, buranın
Syriza’sı biziz!” diye bağırdılar. Ama Avrupa Birliği, o troyka, emperyalist
yumruğuyla Yunan halkını ezdi, Syriza, daha o yumruk havaya bile kalkmadan,
teslim bayrağını çekti. Halk, AB’ye ve dayatmalarına “hayır” demiş olmasına
rağmen Syriza, halka ihanet etti ve AB’ye teslim oldu. Yunan halkı zulmün
çilesini çekerken, nedense “Türkiye’nin Syriza’sı biziz” diye birbiriyle
yarışan solcular, o AB’ye tek bir laf etmediler. Yunan halkına destek mesajları
yayınlamadılar. Tek bir eylem örgütlemediler. En fazla, Ertuğrul Kürkçü
ağzından, “Türk devleti, Yunanistan’a yardım yapsın” diyebildiler. Kendi
devletlerini ve hükümetlerini allayıp pulladılar.
* * *
TKP, “Erdoğan gitsin diyeee!” olarak ifade edilen boş
liberal siyasete tüm kadrolarını zincirledi. Yüreği yetip de “Kılıçdaroğlu’nu
destekliyoruz, oyumuz ona” açıklamasını bile yapamadı. “Kılıçdaroğlu’nu
savunmuyoruz, ama oyumuz ona” demiş oldu. Yoluna “Sol CHP” olarak devam
edeceğine dair birilerine söz vermiş oldu. Bu akılla rabıtalı birileri çıktı, “2013-2023
arası dönem, AKP’nin gericilik dönemi” dedi ve Altılı Masa’daki 2002-2013 arası
döneme ait isimlere vereceği oyu aklamaya çalıştı. Birileri çıktı, “eski AKP’ye
de yeni AKP’ye de karşı çıktığını” söyledi, ama koşa koşa “yeni AKP”ye oy
toplayacakları kampanyaya örgütlendiler. Bu ülkede sosyalist hareket, Fransa’da
taklit ettiği KP’nin bile gerisine düştü. Bu liberallerden umulacak medet,
daha fazla teslimiyetle neticelenecek.
* * *
Bu liberaller, en fazla, MHP’yi ve milliyetçiliği
“kötü” olarak kodlayabilirler. Kendilerini buradan gerekçelendirebilir, buradan
varlıklarını anlamlı kılmaya çalışabilirler. Her iki taraf da müesses nizamın
bileşenidir.
Tanıl Bora-Fatih Yaşlı-Barış Ünlü hattı,
milliyetçiliğin ekmeğini liberal çanaklarda yiyenlerin hattıdır. O çanaklardan
beslenenlerin halkla, işçi sınıfıyla ve ezilenlerle bir ilişkisi yoktur,
olamaz.
Nisyana isyanımızdır: Doksanlarda ÖDP kurulduğunda da
büyük ve güçlü bir rüzgâr estirilmişti. Hapiste devletle anlaşanlar, dışarı
çıkınca ÖDP’yi kurdular. Sonra devlet ve sermaye eliyle masa başında bir imaj
imal edildi. O imaj dâhilinde ara sıra gastelerde “bir ülkücü ÖDP’li oldu”
haberi çıkıyordu. KOBİ’lere gelen paralarla palazlanacağını sanan ÖDP, “ülkücüleri
oralarda örgütleyeceğini” iddia ediyordu. Sonra 2001 krizi patlak verdi. O
KOBİ’lerde ÖDP’nin ilişkide olduğu çevreler dâhil, patronlar epey para
kaybettiler. Özellikle o KOBİ’lerde çalışan, önemli bir bölümü ülkücü olan
insanlar, sokaklara döküldüler. Tandoğan Meydanı’nı işgal ettiler.
O işgal eyleminde bir kamyon dolusu insanı meydana
getiren bir ülkücü, polisi görünce, “polis bizden arkadaşlar, sakin olun”
diyerek kitlesini tutmaya çalışıyordu. Ama polis saldırınca ilk yumruğu o ülkücü
indirdi polise. O meydanın işgalinde dün “ÖDP’ye ülkücüler oy verecek” diye
haber yapanlar da ÖDP’liler de başka solcular da yoktu. Kimse, oradaki derdi ve
öfkeyi görmedi. O derdi ve öfkeyi AKP örgütledi.
2012’de kuruluş kongresinin yapıldığı salonun
kapısında (muhtemelen) bir Fethullahçı genç, yanındaki arkadaşını “bu arkadaş
aslında MHP’li, ama şimdi HDP’li oldu” diye tanıştırıyordu. O günlerde HDP’nin
sağdan da oy alacağı iddiaları, kulaktan kulağa dolaştırılıyordu.
Benzer türde iddialar, bugün TİP için dillendiriliyor.
Bu yalana herkes kanıyor, inanıyor. Bu arada kimse, AKP-MHP nüfuzunda olan işçi
ve köylüler arasında tek bir çalışma bile yapmıyor. Sadece liberal çevrelerin
ve Fethullahçıların üfürüklerine saçlar kaptırılıyor. Avuç açılıp, seçimden iki ay önce piyasaya çıkacak Sedat Peker mesajları bekleniyor.
“MHP’liler ÖDP’ye, HDP’ye, TİP’e oy veriyor” iddiaları, bir açıdan reformizmin biçareliğini gizleme amacını güdüyor. “Susun, reformizme ses etmeyin, hayırlı sonuçlara yol açacak” denilerek, herkesin ağzına bant çekiliyor.
“İnsanlar özünde iyidir” tespiti üzerinden, yurt
emekçisinin yurtta kalan öğrenciye ettiği iyiliği “biz örgütleyeceğiz”
deniliyor. Masal anlatılıyor. Herkes uyutuluyor. Birilerine “iyi çocuklarız biz,
öyle kalacağız” sözü veriliyor.
* * *
2009’da belediye seçimleri vardı. Başka bir grupla
seçim gündemiyle bir toplantı alındı. Orada o grubun şefi, “işçi sınıfı, güçlü
bir milliyetçilik boyunduruğunun altında eziliyor. Önce o boyunduruk kırılmalı”
dedi. Konuşmasının sonunda grup olarak “Kürtlerin yoğun olduğu mahallelere
gidip çalışalım” önerisini dillendirdi. Bu şef, ardından HDP’li oldu ve bir
sonraki belediye seçiminde bir ilçede HDP’nin adayı yapıldı. O şef, “işçi
sınıfını ezen milliyetçilik boyunduruğu” derken, aslında onun neyi ve kimi
kastettiği açıktı.
Aynı toplantıda çoğunluk emri uyarınca, Kürt
mahallesinde çalışma yapılması karara bağlandı. Bunun üzerine diğer bir şef
çıkıp “Arkadaşlar, Kürt mahallesine gidiyoruz. Dikkatli olalım. Orada tabandaki, uyuşturucu kullanan, it kopuk sürüsüyle muhatap olmayalım. Parti
yöneticileriyle temas içinde olalım. O kire bulaşmayalım” denilmekteydi. O
şefin de halk içinde, halk için, halkın içinden bir çalışmayı örgütlemek gibi
bir derdi yoktu. Bu şef de HDP yöneticisi oldu.
Bu “şişe boğazı”nda, bunca sömürü ve zulümde liberal
solun, bırakalım işçi-köylü iktidarını, herhangi bir reformun gerçekleşmesini
sağlamak gibi bir derdi bile yoktur. Küçük burjuvazi, tüm suçu günahı Erdoğan’a
yükleyip kurtulmak ve arınmak derdindedir. Onun yalanlarıyla mücadele
edilmelidir. Oynadığı kumar onundur, öyle kalmalıdır. O kumarın kimseye hayrı
olmaz.
Eren Balkır
17 Mart 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder