Birinci Bölüm:
Bilim ve Sınıflı Toplum
Giriş
“İnsan
bedeni, doğası gereği fanidir. Dolayısıyla hastalıklar, kaçınılmaz olgulardır.
Bir insan sadece hasta olduğunda doktora gider de neden iyiyken gitmez? Çünkü
sadece hastalık değil, doktorun kendisi bile kötüdür. Tıbbın sürekli himayesi
altında tutulan hayat, kötü olarak kabul edilir, insan bedeni ise tıp
kurumlarının tedavi amaçlı uygulamalarının nesnesidir. Peki ölüm, ona karşı
salt basit bir önleyici tedbir hâline gelen hayattan daha fazla arzu edilir bir
şey olamaz mı? Hayat, aynı zamanda özgürce hareket etme imkânını içermez mi?
Her daim hekime görünmenin kendisi, insanın ölme ihtimalinin bile bulunmadığı,
sadece yaşama ihtimaliyle yüzleştiği bir hastalık hâli değil midir? Bırakalım
hayat ölsün, ölüm, yaşamak zorunda kalmasın. Ruhun bedene göre daha fazla hakkı
yok mudur?”
[Karl Marx, Basın Hürriyeti Üzerine,
“Sansür” Başlıklı Beşinci Bölüm]
Son üç yılımızı sadece tıbbın değil, onun odalığı
hâline gelmiş olan bilimin, daha doğru bir ifadeyle, Bilim’in sürekli
himayesinde geçirdik. “Bilimin peşinden gidin” emri, sürekli yinelendi. Aslında
pratikte bu söz, “bilimin açığa çıkarttığı saf bilgiye göre hareket ettikleri
düşünülen siyasetçilerin, âlimlerin ve halk sağlığı bürokratlarının emirlerine
uyun” demekti. Onları asla sorgulayamazdık, çünkü onları sorgulamak, bilimi
sorgulamaktı.[1]
Bilim nedir? Bu sorunun cevabını bulmak isteyen
herkes, “uzmanlara kulak vermelidir.” Peki uzmanlar kimdir? Medyada bol bol
arz-ı endam edip politik danışma kurullarında yer alan bu uzmanların ortak
özelliği ise ilâç endüstrisi ile kâr amacı gütmeyen sağlık hizmetlerinde maddi
çıkarı olmalarıdır.
Bu uzmanlar, ya bu ilâçla ilgili şirketlerin sahibi ya
da çalışanıdır; bazen kapitalist hükümete bağlığı halk sağlığı kurullarında
araştırma veya düzenleme alanında sorumlu olarak yer alır; bazen de önemli
araştırma üniversitelerinde veya hastanelerinde belirli bir konuma sahiptir.
Çalışmalarından en çok alıntı yapılan uzmanların
kariyerleri boyunca bu alanların hepsinde belirli bir konuma sahip oldukları
görülmektedir. Benzer şekilde yapılandırılmış, çoğunlukla üst üste çakışan
askeri-sınai kompleks, bankacılık ve finansal düzenleme kurumlarında bu tür
insanların istihdam edilmeleri ve sürekli bir sirkülasyona tabi olmaları, bir
tür çürüme belirtisi olarak ele alınmaktadır. Oysa aslında halk sağlığı ve
bilimsel araştırmalar alanı, santrifüj gibi çalışır. Söz konusu hızlı
sirkülasyonun amacı, bilim uzmanlarımızın o zerre kirlenmemiş saflığını güvence
altına almaktır.
Süreç içerisinde örgütlü Marksist partiler, genelde bu
türden bir çocuksu ve idealist bilim tasvirini benimsediler. Egemen sınıfın o
ölümcül sonuçlara yol açabilecek ideolojisinin uygulanmasına dair görüşlerini
serdettiler ve yaymaya çalıştılar. Üstelik bunu egemen sınıfın çıkarlarına
açıktan hizmet ederek yaptılar.
Çünkü bu çıkarlar, “bilim” sosuna daldırılmıştı ve o
şekilde satılıyordu. Bu bilim bayrağını ele alan Marksist partiler, tüm dünya
işçi sınıfına yönelik olarak gerçekleştirilen, eşi benzeri görülmemiş saldırıya
zemin hazırladılar, saldıranlara suç ortaklığı ettiler. Ortada onca somut
gösterge varken bu partiler, egemen sınıfın ve uşaklarının uydurduğu sahte
bilimin geçmişte birçok kez bilimi kendince biçimlendirdiğini unuttular,
Malthusçuluk, ırk bilimi, kafatası bilimi, lobotomi, hatta Marx’ın Kapital’de
o yıkıcı çabasıyla ifşa edip çürüttüğü, bilim olarak görülen politik ekonomi
gibi alanlarda uzman olarak pazarlanan isimlerin onayını bu tür bir sahte
bilimden aldığını görmek istemediler.
Daha da genelde bu partiler, bilimin ne denli nadir
bir şey olduğu gerçeğine gözlerini kapadılar. Tarih boyunca egemen sınıflar,
bilimin iktidarlarının altını oyma ihtimali karşısında çıkarlarına öncelik
verdiler ve bu ihtimali ortadan kaldırmak için uğraştılar.
Bugün bize lazım gelen, küresel karşı-devrimden beri
daha az bilimsel olan bir topluma doğru gerilediğimiz ihtimalini tarihsel
materyalist açıdan ele alan bir bakış açısı. Molly Klein’ın da ifade ettiği
biçimiyle, Marshall MacLuhan’ın modern dünyayı “bir şehir değil de daha çok
küresel bir köy” olarak tasvir eden ünlü ifadesi, önemli bir yere neşter
atıyor: bir yandan geç dönem kapitalist modernite teknik açıdan daha gelişkin
bir hâl alırken, toplumsal düzeyde o, geri, kabilevi, dar görüşlü ve batıl
inançlarla yüklü bir içeriğe kavuştu. 1993’te tüm Kovid pratiğinin üzerine inşa
edildiği PCR tekniğini icat etmesi sebebiyle kimya dalında Nobel alan Kary
Mullis, şu tespiti yapıyordu:
“Yıllar
sonra dönüp bize bakacak insanlar, AIDS’in HIV mahsulü olduğunu söyleyen
teoriyi benimseyen bizlerin sırf dünyanın kâinatın merkezi olmadığını söyledi
diye Galile’yi aforoz eden liderler kadar aptal olduğumuzu görecekler.”[2]
Mullis,
fazla iyimserdi.
Bu makalenin niyeti, sizin modern virolojinin,
esasında modern tıbbın büyük bir bölümünün nesnel gerçeklikten kopmakla
kalmadığına, ayrıca sömürgeciliği, emperyalizmi, köleliği ve faşizmi
meşrulaştıran ırk teorilerinde görüldüğü üzere, egemen sınıfın en tehlikeli
hırsları için etkili ve canavarca kullanılan bir araca dönüştüğüne dair
önermemizin dikkate alınmasını sağlamaktır. Çalışma, virolojiye içsel
çelişkilerin, ilk günden beri başvurduğu usullerdeki sahtekârlığın, ayrıca
sömürü üzerine kurulu sınıflı toplumu meşrulaştıran bir ideoloji olarak gördüğü
işlevi, bu işlev dâhilinde başvurduğu yöntemleri açığa çıkartacaktır.
Bu proje, ilk başta Engelbrecht vd.’nin kaleme aldığı Virus
Mania [“Virüs Manyaklığı”] isimli kitabın eleştirisini yapmak için yola
koyuldu. Bu eleştirinin amacı ise yazarların okur kitlesinin, özelde solun
dikkatine sundukları argümanları ve delilleri gündeme getirmekti. Fakat görüldü
ki bu materyallerin önüne çekilen bariyerler, insanların onlara ulaşmasına mani
olacak ölçüde yüksekti. Bu makalenin birinci ve ikinci bölümlerinde ana akım
bilime neden şüpheyle yaklaşılması gerektiğine ilişkin o basit mantıksal ve
tarihsel argüman dile getiriliyor ve bu bilimin üretildiği koşullar ele
alınıyor. Esasında Marksist bir yaklaşım üzerinden ele alan her çalışma, geç
dönem emperyalist tekelci kapitalizme ait tüm tıp ve bilim mekanizmasına
şüpheyle yaklaşmaya mecbur.
Üçüncü bölümde Engelbrecht vd.’nin dillendirdiği,
viroloji eleştirisi aktarılacak, ama aynı zamanda okur, son üç yıl içerisinde
toparlanan ve harekete geçen, virolojiyi şüpheyle ele alan ve giderek nüfusu
artan kitlenin ortaya koyduğu çalışmalar konusunda bilgilendirilecek. Ne yazık
ki bu kesimin ortaya koyduğu düşünceler, nedense Marksist soldan uzak
tutuluyor. Ama şunu da belirtmek gerekiyor: Viroloji eleştirileri, ana akım
virolojinin kendisi gibi, kusurlu ve diyalektik düşünceye aykırı bir biçimde
formüle ediliyorlar. Bu görüşlere genelde aşırı pozitivizm, çocuksu (çoğunlukla
dini temeli olan) bütüncülük veya idealizm gibi küçük burjuva sapmalar
damgasını vuruyor.
Dolayısıyla umarız, bu makale sayesinde virolojiye
yönelik kapsamlı ve ağır eleştiriler edinilir, bu edinim sonrasında aynı
eleştiriler, eleştiri süzgecinden geçirilip bilimsel, tarihsel-materyalist
değerlendirmenin konusu hâline getirilir.
Son bölümde bu makale, özelde virolojinin, genelde tıp
biliminin evrimini ele alıyor. Bu evrim, “Bugün Emperyalizm Bir Komplo Uygulamasıdır”[3]
başlıklı çalışmada sunduğum taslak dâhilinde açıklamaya çalıştığım
küresel karşı-devrim bağlamında inceleniyor. Doğru yürütülecek bir araştırma
programına işaret etmekten başka vasfı olmayan bu çalışma, dolayısıyla, modern
tıp ve bilime kitabi yaklaşmayan, Marksistlerin hep görmezden geldikleri o
zengin ve kapsamlı külliyata dair küçük bir inceleme sunuyor. Burada
dillendirilen iddiaların son üç yıldır maruz kaldığımız pandemi konusunda
anlatılan hikâyelerle ilgili şüpheleri olan insanlara biraz saçma ve gülünç
geleceğine hiç şüphe yok. Okurdan tek isteğim şu: yazıyı okurken, bugün tıpkı
virolojiye yönelik yaklaşımda da gördüğümüz üzere, bin yıl süreyle itiraz
edilemez ve izahtan vareste kabul edilmiş olan dini öğretileri ve sahte
bilimleri aklına getirsin. De omnibus dubitandum! [“Her şeyden şüphe
edilmeli!”]
Birinci Bölüm:
Bilim ve Sınıflı Toplum
Bilim ve İdeoloji
“Bilim,
uzmanlardaki cehalete imandır.
Biri
çıkıp ‘bilim şunu bunu öğretiyor’ derse bilin ki yanlış konuşuyor. Bilim hiçbir
şey öğretmez, öğreten, deneyimdir. Eğer biri gelip ‘bilim şunu bunu gösteriyor’
derse ona bilimin nasıl gösterdiğini, bilim insanlarının bir şeyleri nasıl
tespit ettiklerini, neyi nasıl ve nerede bulduklarını sorun.
Gösteren
‘bilim’ değil, deney denilen sonuçtur. Anlamlı bir sonucun ortaya çıkıp
çıkmadığı konusunda bir hükümde bulunmak için tüm deneyleri öğrenecek kadar
sabırlı olmalı, tüm kanıtları dinleyebilmelisiniz, bu sizin hakkınız.”[4] [Richard
Feynman]
Massey Dersleri kapsamında verdiği “İdeoloji Olarak Biyoloji”
dersinde Richard Lewontin, bilimin iki ana işlevinden söz ediyor:
1. Dünyayı maniple etmek için kullanılacak teknikleri
temin etmek;
2. Dünyayı izah etmek.
Dünyayı izah eden bilim, toplumsal meşrulaştırma aracı
olarak pek dikkate alınmayan, ama aslında epey önemli olan bir rol oynuyor.
Toplumumuzdaki kaynakların kimlere tahsis edileceğine,
hangi araştırma projelerine para akıtılacağına, hangi bilgilerin
yayınlanacağına, hangilerinin toprağa gömüleceğine, hangi uygulamaların veya
tedavilerin teşvik edileceğine karar veren egemen sınıfa göre bu iki ana
özellik, sürekli tartılmalı ve dengede tutulmalı. Çünkü bilindiği üzere, dünya
daha iyi idrak edildikçe onu yönetmek daha da kolay hâle gelir. Ama bu idrak,
yıkıcı ve kontrolü güç bir hâl alırsa, işler sarpa sarar.
Richard Levins’in de dediği gibi, “bilimin sahipleri
açısından asıl temel stratejik sorun şudur: onlar, aydınlanmada gördüğümüz
şüphecilik ve putkırıcılık olmadan geliştirilecek inovasyona, yani kültürde
değil, bilimde burjuva devrimine ihtiyaç duyuyorlar.”[5]
Tüm Marksistler bilir ki kapitalizmi ilk önce
kapitalistler ve onlara bağlı insanlar incelemiş, böylelikle icat ettikleri
üretim tarzını anlamaya çalışmışlardır. Ama bu insanlar, kapitalizme dair resmi
netleştirdikçe, onunla ilgili bilgiyi artırdıkça analiz süreci dâhilinde
kendilerini daha da fazla tehlikeye atmışlardır. Tam da Engels’in gözlemlediği
gibi, “1830 sonrası sanayi işçilerinin içine girdiği sınıf mücadelesinin o
karşı konulamaz gerçekliği, burjuva iktisadını önceki bilimsel keşiflerini terk
edip kaba iktisadı güçlendirmeye mecbur etmiştir.”[6] Marx’ın Kapital
eserinin tam adı, bu sebeple “politik ekonominin eleştirisi”dir. Bu eserde Marx,
kendisini bilim olarak takdim eden ve bu şekilde ele alınan düşünce kümesinin
aslında kapitalist düzeni meşrulaştırıp savunmak adına gerçekliği karartmanın
aracı olduğunu söyler. Her şeyin ötesinde politik ekonomi, işçilerin ürettiği,
kapitalistlerin mülk edindiği servetin bizatihi kapitalistlerin ürünüymüş gibi
görünmesini sağlamaktadır.
Aslında belirli meseleler konusunda bütünlükçü bir
yaklaşım sergilediğini göstermek amacıyla Marksçı akademisyenlerin sıklıkla
yanlış kullandıkları “politik ekonomi” terimi, Marx’ın döneminde bugün iktisat
denilen burjuva (sahte) bilimine ait külliyatı ifade etmek için kullanılıyordu.
Basit bir ifadeyle, bilimsel teoriler, egemen sınıf
açısından sadece dünyayı maniple etme imkânı sunma değil, ayrıca mevcut
gidişatın ve düzenin meşru, hatta kaçınılmaz olduğu konusunda kendileri de
dâhil herkesi ikna etme imkânı sunan bir kullanım değerine sahiptirler. Bu
bakımdan bilim, esasen bir ideoloji işlevi görür.
Lewontin’in dile getirdiği biçimiyle, Fransız
Devrimi’nin ardından Hristiyanlığın nüfuz alanının daralması ile birlikte
biyolojik determinizm denilen fikir, kapitalist sınıfsal düzeni meşrulaştıran
en önemli ideoloji olarak her yanı kuşattı. Darwinci DNA öğretisinin ilk
hâlleri, Darwin’in belirli görüşlerini dillendirmesinden önce ortaya çıkmıştı.
Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler’inden Charles Dickens’ın Oliver
Twist’ine, oradan Zola’nın Rougon-Macquart’una kadar birçok çalışma,
“her şeyi kan anlatır” anlayışı ile yüklüydü.[7] Emily Bronte’nin defterlerinde
en çok da Darwin’den bağımsız olarak geliştirilmiş, ön-Darwinci bir teorik
çerçeve çıkar karşımıza.
Burjuvazinin tarihsel sorunu bu ideoloji üzerinden
çözüme kavuşturuldu ve bu sorun da eski rejimi yıkması için burjuvazinin
sayısal açıdan yeterince büyük olmaması ile ilgiliydi. İktidar olan geleneksel
feodal sınıfla burjuvazi arasındaki güç dengesi, mutlakiyetçi rejimlerin eşi
benzeri görülmemiş bir özerkliğe kavuşmalarına imkân sağlayan koşulları yarattı.
Liberalizm ideolojisi, bu koşullarda ortaya çıktı. Kentli küçük burjuvazinin
ürettiği bu türden düşünceler sayesinde burjuvazi, kentli meslek sahipleri,
tüccarlar ve işçi kitleleriyle, bilhassa zanaatkârlar ve kentte çalışan ücretli
işçilerle koalisyon kurup iktidara yürüme imkânı buldu.
Ancak burjuvazi, iktidarı aldıktan hemen sonra,
aristokrasiye karşı yürütülen savaşın örsünde dövülmüş liberalizm kılıcının
kendisine döndüğünü gördü. Bu noktada burjuvazi, aristokrasinin bir zamanlar
doğuştan gelen hakkını ortadan kaldırmış olan ekonomik hiyerarşinin
kalıcılaşması için gerekçeler bulma ihtiyacı duydu. Biyoloji, öjeni, sosyal
Darwinizm, kafatası bilimi gibi en tehlikeli ideolojik biçimleri dâhilinde, bu
amaca hizmet etti. Doğal eşitsizlik fikrini destekleyecek görüşlerin
dillendirilmesine imkân sağladı. Feodalizmi suni bir biçimde kısıtlayan
unsurların kaldırılmasıyla, eskiden beri varolan eşitsizliklerin doğal, fıtri
ve değiştirilmesi mümkün olmayan, kanın dayattığı eşitsizliğin kaçınılmaz
tezahürleri olduğuna dair görüşler sardı her yanı. Bu görüş, sadece içteki
eşitsizliği değil, ayrıca toplumları kuşatan eşitsizliği belirli bir kılıfa
kavuşturmak için kullanıldı ve zamanla köleliği ve sömürgeciliği meşrulaştıran
ırkçı ideolojilerin temelini teşkil etti. Kapitalist düzenin temelini oluşturan
bu düşünsel katman, aynı zamanda faşizme can veren, onu meşrulaştıran radikal
ve kötü teoriler için gerekli zemini meydana getirdi.
Modern biyoloji, bu şekilde egemen sınıf için faydalı
bir hâle getirildi. Ama bu demek değil ki o, insanlığın hiçbir işine yaramadı. Biyoloji
endüstrisinin dile doladığı yalanlara karşı çıkıyoruz diye bu tarihsel
endüstrinin sadece saçmalık ürettiğini, egemen sınıfın iktidarına ait bir
tezahürden başka bir şey olmadığını söylüyor değiliz. Bilâkis, burjuva
kurumlarının uygulamaya koyduğu doğa bilimleri, yalanlarla yanlışlarla
kitleleri ikna edebilme konusunda mahirdirler, çünkü bunların başvurduğu
soruşturma yöntemleri meşru görülür, açığa çıkarttığı bilgi geçerli, uzun
zamandır biriktirdiği bilgi birikimi ise önemli kabul edilir.
Burjuva biliminin asli motivasyon kaynağı, somut
dünyaya fiiliyatta, güvenilen ve kâr getiren bir pratik üzerinden hâkim olma
iradesidir. Bilimsel sorgunun başvurduğu yöntem ve kaynakları düzenleyen ve
teşvik eden, bir gezegeni, bitki örtüsünü ve hayvanatını, madenlerini, diğer
türden maddeleri ve tabii insanları azami düzeyde kullanma dürtüsüdür. İnsanın
sınıfların ortaya çıkmasından beri ortaya koyduğu tüm çalışmalar gibi
kapitalist dönemde doğa bilimleri de esasen bir mücadele alanıdır. Muktedir
olduğu günden beri sınıf, kendi çıkarlarının sınırlarına tabidir ve onlardan
asla ayrı düşünülemez.
İkinci Dünya Savaşı’nda işçi sınıfı, muazzam bir zafer
elde etti, ama bu zafer sınırlıydı. Nazizm yenildi ve egemen sınıfın sahte
bilimini mal gibi satanların sesi kısa süre kesilse de biyoloji alanında faal
olan bu isimler, onları besleyen ve kapitalist eşitsizlik denilen kök kesilip
atılmadığı için, yeniden ortaya çıktılar.
Molly Klein’ın da tespit ettiği biçimiyle, hem doğa
bilimleri ile beşeri bilimler alanında faal olan uzmanlar hem de kitlelerin
bilinçleri üzerinden bu türden araştırma faaliyetleri itibarsızlaştırılsa da
Harvard ve Rockefeller Vakfı türünden egemen sınıfa ait kurumlar, savaş sonrası
dönem boyunca insanlığın siyah ve beyaz ırkları içerdiğine dair kanıtları
ortaya atmak için para akıtmaya, tembellik, şiddet ve erdem gibi şeylerin
biyolojik kalıtımın sonucu olduğuna dair görüşleri ispatlamak için çalışanları
beslemeye devam ettiler. Fakat bir süreliğine, nesnelliği azami düzeye çekmekle
ilgili, işleve yönelik ölçüt ve doğa bilimlerinde bilimsel pratiğin gördüğü
fayda ile etikle alakalı demokratik politik uzlaşma zemini bir biçimde muhafaza
edildi. Altmışların ve yetmişlerin radikal toplumsal hareketlerinin desteğini
arkasına alan Richard Lewontin ve Stephen Jay Gould gibi isimler, biyolojik
determinizm, sosyobiyoloji, evrimsel psikoloji gibi biçimler alan ayak direyen
sözde bilimsel gericiliğe karşı hayranlık uyandıracak bir mücadele yürüttüler.
Dünya genelinde işleyen karşı-devrim sürecine bağlı
olarak faşist sözde bilim, en azından kamusal alanda hâkim hâle geldi. Neoliberal
dönemle birlikte egemen sınıfın gücünü yoğunlaştırması ve pekiştirmesiyle
birlikte kamusal bilimle ve gizli bilim arasında her zaman var olan mesafe
arttı. Klein’ın da dile getirdiği biçimiyle, bugün egemen sınıfın hayrına olan,
gizli ya da yarı gizli çalışmalar dâhilinde üretilen, batıl inancın, sözde
bilimsel hikâyelerin ve gerekçelerin onu gizlemek için kullanıldığı, ticari
bilim ve teknoloji biçiminde yaygınlaştırıldığı bir tür bilimle karşı
karşıyayız.[8] Son dönemde zirveye yerleşmiş olan viroloji, bu süreci gayet iyi
resmediyor.
Bir İdeoloji Olarak Viroloji
Genel felsefe düzeyinde viroloji, burjuva
ideolojisinin temel itkilerinin bir ürünüdür ve onlarla uyumludur. Viroloji,
tekil mekanistik sebeplerin peşine düşen atomcu (her şeyi tek tek birbirinden
bağımsız olgular üzerinden ele alan) görüşü savunur ve çevrenin, sinerjinin
belirleyici olduğu süreçlerin önemini görmezden gelir. Viroloji, ana fail
olarak genetik materyale odaklanır, bu anlamda burjuvaziye ait, Dawkins’in
ifadesiyle, “bizi uzaktan kontrol edilen devasa hantal robotlarmış gibi gören”
DNA anlayışını (oradan türeyen RNA anlayışını) yüceltir. Lewontin’in
tespitiyle:
“Genelde
proteini genlerin ürettiği, genlerin kendi kendilerini kopyaladıkları söylenir.
Oysa gerçekte genler hiçbir şey yapamazlar. Protein, onun imalatı için gerekli
formülü tam olarak belirlemek için belirli bir nükleotit dizinini kullanan
diğer proteinleri içeren karmaşık bir kimyasal üretim sistemidir. Bazen genin protein
için gerekli bir şablon veya bir proteinin gelişimi için gerekli bilgilerin
kaynağı olduğundan söz edilir. Bu hâliyle gen, imalat yapan makineden daha
önemli bir şeymiş gibi ele alınır. Tabii ki proteinler, genler ve o makinenin
geri kalan kısmı olmadan üretilemez. İkisinden birinin daha önemli olduğunu
kimse söyleyemez. Genleri öne çıkartıp onları ana molekül olarak takdim
edenler, farkında olmadan, beyni kas gücünün, zihinsel emeği fiziksel emeğin,
bilgiyi eylemin üzerine koyan ideolojik bir yaklaşıma hizmet etmektedirler. Ayrıca
genler, kendi kendilerini kopyalayamazlar. Kendilerini çoğaltamazlar, protein
üretmek gibi bir işi beceremezler. Genler, daha fazla gen için gene genleri
model olarak kullanan proteinlere ait karmaşık bir makinenin ürettiği bir
şeydir. Genin kendi kendisini kopyaladığını söyleyenler, ona gizemli ve özerk
bir güç bahşediyorlar, böylelikle onları bedene ait sıradan materyallerin
üzerine yerleştiriyorlar. Oysa dünyada kendisini kopyalayamayan bir şey varsa o
da gen değil, karmaşık bir sistem olarak tüm organizmanın kendisidir.”[9]
Bir anlamda viroloji, bu ideolojik eğilimin daha da
bağnaz bir hâlidir, onda genler saf, her şeyden arınık birer fail mertebesine
yükseltilir.
Doğalında bu genler, kolektif veya toplumsal failler
olarak görülmezler. Bilâkis, viroloji, doğayı Hobbes’çu-Darwinci bir yerden ele
alır ve onun insana düşman, rekabetin hâkim olduğu, saldırganlarla,
işgalcilerle, kontrolü ele geçiren hasım (hücresel) yapılarla dolu bir alan
olarak resmeder. Bu, aslında sermayenin tarihinin çarpıtılmış bir hâlidir: son
beş yüz yıldır sermaye, toplumsal yapıların yeniden üretim süreçlerine sızmış,
onları tek bir hedefe kitlemiştir: sermayenin yeniden üretilmesi ve yayılması.
Eskiden köylülerin, lordun ve uşaklarının yaşaması
için ekilip biçilen tarla, bugün sadece tek bir fikir üzerinden işlenmektedir: değiş
tokuş üzerinden piyasada azami kazanç elde etme, böylece daha fazla sermaye
temin etme ve yenilenecek yatırım işleminin ölçeğini giderek genişletme.
Tam da bu noktada bize virüslerin hücre düzeyinde
bedendeki (yeniden) üretim araçlarına komuta ettiği, doymak bilmez yeniden
üreme dürtüsü üzerinden o araçları gasp ettiği söyleniyor. Diğer birçok yönünde
görüldüğü üzere, bilime onu üreten üretim tarzı damgasını vuruyor.
Özünde viroloji, esasen atomcu dünya görüşü için
parodiyi ifade eden kaba bir tasıma uygun hareket ediyor. Teknikteki
ilerlemelerle birlikte tıpkı parazitler gibi yayılma ve hastalıklara sebep olma
becerisine sahip, ama onlardan küçük olan bakteriler keşfediliyor. Hastalık
konusunda belirlenen bu teorik çerçeve, herkesi cezbediyor ve kısa bir süre
sonra, aşağıda tartışacağım kimi sebeplere bağlı olarak, birçok rahatsızlığın
anlaşılmasına dönük çaba dâhilinde işaret edilen bir tür kusur hâline geliyor. Böylelikle,
bir hastalığın bulaşıcı olduğuna kanaat getirildiği, ama parazite veya
bakteriye rastlanmadığı her durumda, “mutlaka bir patojen vardır, ama ufaktır”
deniliyor. Bu noktada şunu not etmek lazım: viroloji, virüsleri “görmemizi”
sağlayan veya varlıklarını teyit eden elektron mikroskopları gibi teknoloji
ürünlerinin ortaya çıkması öncesi belirlenmiş varsayımları temel alıyor.
Bugün viroloji, egemen sınıfın halk kitlelerine
dayattığı sefil koşullar karşısında onu temize çıkartmakta kullanılan en güçlü
araçlardan biri hâline geldi. Ana akıma mensup virologların bile zımnen kabul
ettiği biçimiyle, virüs kaynaklı hastalıkların büyük bir çoğunluğunun gerçek
sebeplerini eksik beslenmeden zehirlenmeye dek uzanan, sınıflı toplumun yol
açtığı basit ve suni sonuçlarda aramak gerekiyor.
Bu zehirlenme meselesi ise kimsenin üzerinde durmadığı
bir konu. Viroloji, hastalığın günahını bizi fazla çalıştıran, zehirleyen ve
açlığa mahkûm edenlerin sırtından alıp doğanın kontrol edilemez gücünün sırtına
yüklüyor. Gelgelelim viroloji, ayrıca belirli bir hedefe hizmet edecek şekilde,
bilinçli bir yaklaşım dâhilinde kullanılıyor. Catherine Austin Fitts’in
açıkladığı biçimiyle:
“Zehir
(toksin) hastalığa yol açar. Böcek ilâçları, sanayi kaynaklı kirlilik veya
kablosuz teknolojinin yaydığı radyasyon, bir tür zehirdir. Zehir, milyonlarca
insana ve toplumlarına zarar verir. Şirketler veya sigorta kurumları,
yurttaşların halklarına yönelik ihlaller ve onlara karşı işlenen suçlar
konusunda sorumlu tutulabilirler. O vakit hemen virüs suçlanacaktır. Hemen bu
virüsün tedavisi için bir aşı imal edilir. Böcek ilâcına ve diğer türden
zehirlere maruz kalma durumu aşıyla birlikte ortadan kalkar, hastalık hızla yok
olur. Aşının başarı, mucidinin kahraman olduğu söylenir. Böylece mali açıdan
yaşanabilecek bir felâket ihtimali, yatırımcılar ve emeklilik fonları dâhil
kimi çevreler için kârlı bir şeye dönüştürülür.”[10]
Bu türden program, DDT zehirlenmesinin yaygın olarak
görüldüğü koşullarda bu gerçeği gizlemek adına çocuk felci konusunda kasten,
bilerek ve planlı bir biçimde yürürlüğe konuldu.[11]
Daha da önemlisi, bugün virolojinin kapsamlı toplumsal
kontrol ve gözetleme pratikleri için bir kılıf olarak iş görüyor olması. Bugünkü
dünya düzeyinde zirvesine ulaşan geleneksel viroloji ideolojisinin ters yüz
edilmiş hâli üzerinden bu yöntemler epey geliştirildiler. Viroloji, ideolojik
düzeyde hastalığın ve ölümün sorumluluğunu egemen sınıfın fazla çalıştırma,
çevreyi zehirleme, uyuşturucu bağımlılığı, rafine şekerler gibi zehirli
gıdalar, stres, kaygı, yetersiz beslenme, yalnızlaştırma, depresyon, öfke ve
keder üzerinden dayattığı, hastalığa yol açan toplumsal koşullardan, yani
kapitalizmden alıp adı sanı bilinmeyen ve kontrol edilemeyen doğa güçlerinin
sırtına yükledi.
Korona programı, bu formülü küstahça uygulanan bir
program için kullanılan daha da tehlikeli bir kılıfa dönüştürdü. Tüm
kurnazlığıyla egemen sınıf, o gücü kontrol etme sorumluluğunu üzerine aldı,
böylelikle, hücrelerimizin en derin noktalarında operasyonlar yürütme hakkını
elde etti. Aynı şekilde egemen sınıf, bugün olumsuz dışsallıkları
içselleştirmek suretiyle geçmişte işlediği suçlardan kurtulma önerisini
sunabiliyor. Önceden birilerine ait görülmeyen, esasında herkesin kabul edilen,
doğal dünyaya ait unsurlar, kısa bir süre sonra özel şahısların mülkü kabul
edilecekler. Bunlar, zamanla onları bizim için korumak istediğini söyleyen “iyi
kalpli” hükümetlerin ve STK’ların malı hâline gelecekler. Burada üçkâğıt
açıktan yürütülüyor. Bu üçkâğıt kapsamında, eskiden yapılan yanlışlardan
bahsediliyor, egemen sınıf, bir hamle yaparak yeryüzündeki her bir karış
toprağı kontrol altına alıyor, onu çitleyip mülk ediniyor, bu işte öncülüğü
finans ve istihbarat kurumları üstleniyor.[12]
Bugün devam eden küresel dönüşümün politik ve ekonomik
ayrıntıları bu yazının kapsamının dışında. Burada esas olarak viroloji
ideolojisinin egemen sınıfa neden cazip geldiği, bu ideolojinin neden
kullanıldığı üzerinde duruluyor. Biri çıkıp “virüs yoktur” deseydi, egemen
sınıf kendisi için faydalı olacağını düşünse onu icat ederdi. Hattizatında
egemen sınıf, tam da bu sebeple bizi sürü gibi bu sanal, bilgisayar kurgusu
dünyaya güdüyor.
Yanlış Olmayacak Kadar Büyük mü?
Virolojiye ait kimi unsurların egemen sınıfın
çıkarları adına öne çıkartıldığı, kimi unsurların ise sumen altı edildiği
görülmeli. Bu ideoloji, teorik gözü kör edenlerce kısıtlanıyor. Tüm o kapsamlı
ve uzun geçmişiyle bilim denilen saha, temel önermeler konusunda yanılıyor. Bu,
herkese inanılmaz geliyor. Ama gene de bu noktada tarihin öğretici olduğu
unutulmamalı.
Bugün birçok insan, dinlerin temelleri itibarıyla
yanlış olduğunu söylüyor. Ama gene de insanlar, yüzlerce yıl karmaşık bir yapı
arz eden bu tür yanılsamaların çilesini çektiler. Onların emirlerini
dinlediler. Kütüphaneleri tanrıların aile ağaçlarıyla, ruhlararası ilişkilere
dair teolojik tartışmalarla, doğaüstü olgularla ilgili kitaplar doldurdu. Hep
inançlarının ve kanaatlerinin teyit edildiğine inandılar. Tanrı(lar) onlara
hitap ediyordu, kendi hayatlarına müdahil oluyordu. Mucizelere inandılar, adil
cezalarla cezalandırıldılar.
Bir inanç sisteminin ömrü, ölçeği veya karmaşıklığı,
onun yanlış olamamasının ispatı olamaz. Aynı şey, her türden güçlü kanaat için geçerli.
Nezle olduğunuzda, onu kimden kaptığınızı düşünürsünüz. Aynı durum, iskorbüt
hastalığı için de geçerli. Eskiden bulaşıcı olduğuna inanılan bu hastalığa
yakalanan bir köylü, lanetlendiğini düşünürdü.
Tabii bu söylediklerimize dinle bilimi birlikte ele
alanın ucuz ama havalı bir kuşkuculuk olduğuna dair sözle cevap vermek mümkün.
Bilim, titizlikle geliştirilmiş bir yöntemi şart koşar. Onu dinden ayıran, bu
özelliğidir. Tamam ama, Lewontin’in tespit ettiği biçimiyle:
“Bilim,
dünyaya dair gerçek olgular toplamından değil, kendisine bilim insanı diyen
insanların ortaya attığı iddialar ve teoriler toplamından ibaret olan bir
şeydir. Bilimin önemli bir bölümü, o an dünya gerçekte ne hâlde olursa olsun,
bilim insanlarının dünya hakkında söylediklerinden oluşur. Bilim, sadece
fiziksel dünyayı kullanma işine hasredilmiş bir kurum değildir. O, aynı zamanda
halkın politik ve toplumsal dünyaya dair bilincini oluşturmak gibi bir işleve
de sahiptir.”[13]
Bilimi kendisine “bilim” diyen şeyden ayırmaya
çalışırken anlambilim tuzağına düşmek gibi bir riskle yüzleşiyoruz. Ama gene de
şunu ifade etmekte yarar var: bilim, her zaman kendisine “bilim” denilen
şeydir. Bu ifade, çelişkili değil.
Biz, bu makalede temelde modern viroloji sahasının
genelde anlaşıldığı biçimiyle bilimsel yöntemle tutarlılık arz etmeyen ilke ve
uygulamalara dayandığını söylüyoruz. Akran değerlendirmesi sistemi gibi bilimin
namusunu koruyan, özdenetim mekanizmalarının bu sorunu giderme konusunda
yetersiz kaldığı görüldü. Aslında servetin eşitsiz bir biçimde dağıtıldığı
sınıflı bir toplumda akran değerlendirmesi sisteminin anlamlı bir şekilde
işleyebilmesi imkânsız.[14]
Burada sadece virolojinin, meşru bir kurumdan almadığı
bilim kisvesini üzerine geçirmiş olmasından bahsetmiyoruz. Sahte bilim ve bu
tür pratiklerin bilim olarak değerlendirilmesi konusunda elimizde çok sayıda
tarihsel örnek var. Üstelik bunları gerçekte varolan bilim kurumları
onaylamışlar. Harriet Washington’ın ortaya koyduğu biçimiyle:
“Bugün
bilimsel ırkçılığın dayandığı önermelerin ırkçı ve saçma olduğunu biliyoruz,
ama on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda bilimsel ırkçılık bilim olarak
görülüyordu, en prestijli kurumlarca destekleniyordu. Afrikalıların eşitliğine
vurgu yapan, siyahilerin sağlığının kötü olmasının sebebinin onları sömürenler
olduğunu söyleyen nispeten daha mantıklı olan tıp teorileri, kölecileri ülkenin
daha kazançlı bir yaşam tarzına kavuşmasını sağlayan güç olarak gösterip
meşrulaştıran tıp felsefesinin ilgisine hiçbir zaman mazhar olamadı.”[15]
Bugün sosyobiyoloji veya evrimsel psikoloji adı
altında yürütülenler de dâhil, tüm ırkçı bilim alanları, allı pullu, karmaşık
ama bir o kadar da temelsiz ve saçma kurgulardan ibaretler. Neticede egemen
sınıf, ırkçı mitolojinin sunduğu ideolojik faydaları, insandaki çeşitliliği
doğru kavramamızı sağlayacak bilimsel-teknik faydalardan daha önemli görüyor. O
önemli gördüğü şeye de “bilim” diyor.
Bu noktada en uygun işçi tipi olarak kölenin bakımı
meselesi gündeme geliyor. Bazıları, egemen sınıfın bizi kasten ve bilerek sakat
bırakamayacağını, bu durumun çalışma kapasitemizi sıfırlayacağını söylüyorlar.
Bu insanlara aynı lafın köleliği savunmak için edildiğini hatırlatmak
gerekiyor. Böylelikle köle sahipleri, mallarına işçi yerine başka birini bulan
patrona göre daha itinalı yaklaşmaları konusunda teşvik ediliyorlar. Esasında
herkesin de bildiği gibi, yakın tarih, bilimsel bilgiden beslenen, ama sadece
saçma ve etkisiz olmakla kalmayıp, aynı zamanda tuhaf ve tehlikeli olan tıp
uygulamalarıyla dolu. Örneğin on dokuzuncu yüzyılda Amerika’nın güneyinde
uygulanan “Zenci tıbbı”, Washington’ın da dile getirdiği biçimiyle, bitmek
tükenmek bilmeyen, kurgusal olan ırkçı fikirlere sahip doğal bilimciler dâhil
birçok bilim insanının ürettiği, “siyahların biyolojik doğasına dair test
edilmemiş mitolojileri” temel alıyordu.[16] Bu sahaya dair hikâyeler bugünümüze
ışık tutacak cinsten.
Örneğin, 1848’de Louisiana Tıp Derneği’nin siyahların
sağlığını ve fizyolojisini inceleme komitesine başkan olarak atadığı, sahanın
en önemli öncülerinden olan Dr. Samuel A. Cartwright’ı ele alalım. Washington’ın
aktardığı biçimiyle, bu adam, “kendi teorik çalışmalarını gazetelere ve dergilere
gönderdiği kölelik yanlısı mektuplar kaleme almak için kullanıyor.”[17] “Kölelik
konusunda yeterince coşku ortaya koymamak gibi semptomlara sahip olduğunu
söylediği siyahlara has hastalıklar konusunda kullanılan kalıplara bugün
viroloji başlığı altında rastlıyoruz. Zencilere has hastalıklardan biri
drapetomanya (evden kaçma hastalığı), biri köleyi sahibinin mülkü için
çalışmamaya ve suiistimal etmeye götüren tembellik veya beceriksizlik hâli
olarak “letarji”, bir diğeri de “Ditezya Aetiyopika”. Bu son hastalık, kölenin
efendisinin mülkünü akıl dışı bir arzuyla yok etmek istemesi olarak tarif
ediliyor. Cartwright, bu hastalığa tıbbi açıdan gözlemde bulunan kişinin bile
keşfedemediği, bedene ait fiziksel alametler veya lezyonların eşlik ettiğini,
bu anlamda, diğer her türden akıl hastalığından farklı olduğunu iddia
ediyor.[18] İtaatsiz kölelerin sırtlarında nedense kırbaç izlerine
rastlandığını, bunun şaşırtıcı olduğunu söylüyor! Şükürler olsun ki Cartwright,
doğru tedavi yöntemini belirliyor: kölenin iyi kırbaçlanması ve çok
çalıştırılması:
“Hastalıktan
muzdarip olan kişi, sağlam fizyolojik ilkeler temelinde tedavi edilirse kolayca
iyileşir. Derisi kuru, kalın ve serttir, karaciğeri çalışmamaktadır. Karaciğer,
deri ve böbrekler harekete geçirilmeli, kandaki karbonun arındırılmasına
yardımcı olunmalıdır. Deriyi teşvik etmenin en yöntemi, hastanın sıcak su ve
sabunla yıkanması, ardından tüm vücuda yağ sürülmesi, yağlı deriye geniş bir
kösele kayışla vurulması, sonrasında da hastanın açık ve güneşli havada ağır biçimde
çalıştırılmasıdır. Ağaç keserken, rayları sökerken, bıçkıyla veya tomruk
testeresiyle ağaç keserken akciğerler genişleyecektir. Ortaya konulacak her
türden emek, solunumun eksiksiz ve rahatlıkla yapılmasını sağlayacaktır.”[19]
Yetersiz beslenme yüzünden rahatsız olan bir köleye,
“Afrika Kaşeksisi” teşhisi konuluyor.[20] Güvenli olmayan koşullarda aşırı
çalıştırılan siyahların güneş çarpması ve sıtma gibi sadece beyazlar için
tehlikeli görülen rahatsızlıklara karşı bağışıklığı olduğu iddia ediyor. Bu türden
iddialar kanıtlara dayandırılma gereği duyulmuyor. Empirik gerçekliğin bu
türden ideolojik açıdan önemli öğretileri geçersiz kılamıyor.[21] Sahte bilimin
bu türden tehlikeli ve mantık dışı uygulamaları, köle ekonomisinin en önemli
unsuru olan sağlık konusunda konuşmayı tabii ki ihmal etmiyor.
Konudan ayrılmamakta fayda var: Amerika’nın güneyinde
doktorlar, köle pazarının işlemesi konusunda önemli bir işleve sahiplerdi.
Sağlıkla ilgili sözler, kölenin satın alınmaya değer olup olmadığını belirlemek
için ediliyordu. Çoğunlukla tedavi kadar maliyetliydi bu sözler. “Zenci
tıbbı”nın geliştirdiği öğretiler, bu teşhislerin doğruluğunu şüpheli hâle
getirdikçe, köle sahibi sınıfın kölelerden değer elde etme becerileri de
azaldı. Teşhislerin doğruluğunu ortaya koymak için güçlü ekonomik teşvikler
devreye girmesine rağmen, gerçeklerin üzerini örtmeye yönelik teşvikler daha
cazip görülüyordu. Böylelikle, bugün solun önemli bir kısmına hâkim olan
yüzeysel materyalizm gibi bu zenci tıbbı denilen sahanın dile getirdiği saçma
öğretiler varlıklarını muhafaza ettiler. Kölenin sırtındaki kırbaç izlerinin
sebebini Ditezya Aetiyopika olarak belirleyen, kölenin yediği dayaklara
bakmayan Cartwright’ın saçma teşhisi, esasen dayağı alışkanlık hâline getirmiş
köle sahibinin ekmeğine yağ sürüyordu. Bu tür görüşler üzerinden köle sahibi,
ne sorumlu tutulabiliyor ne de suçlu kabul edilebiliyordu.
Egemen sınıf, bizim kâr getirecek koşullarda kendisi
için çalışacak kadar sağlıklı olmamızı ister. Ama onun hakkından gelecek güce
kavuşmamıza imkân verecek kadar sağlıklı olmamızı istemez. İyi eğitimli
olmamızı istemez, onun için emrettiği işleri yapacak kadar eğitimli olmamız
kâfidir. Ama öte yandan onun yalanlarını görme imkânı sunacak ölçüde eğitimli
olmamızı da istemez. Özgürleşmiş, proleter bir bilim, yalanları görmemize
vesile olurken, egemen sınıfın bilimi, gözlerimizi kör etmek için vardır. Tony
Benn’in tespit ettiği gibi, “Eğitimli, sağlıklı ve kendine güvenen bir milleti
yönetmek güçtür.”[22]
Bilim Hangi Koşullarda Mümkün?
Halkın genelinde, bilhassa işçi sınıfının en çok
sömürülen kesimlerinde ilâç endüstrisine, en azından modern tıbbın kimi
yönlerine yönelik belirgin bir şüphe ve nefret söz konusu. Burjuva basını bile
bu gerçeği kabul ediyor. Bu şüpheleri ve nefreti önemsiz gören burjuva basını,
bu duyguları halka tepeden bakma fırsatı olarak kullanıyor.
ABD’de Afrikalı Amerikalılar aşılara şüpheyle
yaklaşıyorlar. Basın, bu yaklaşımın makul, ama önceki yanlışların miras bıraktığı,
demode bir yaklaşım olduğunu söylüyor. Cahil kitlelerin kendi iyiliklerine
olacak şekilde, eğitilmeleri gerektiği üzerinde duruyor. Onlara en çok da STK
mensupları, halk sağlığı kurumları ve bu tür yardım kampanyalarından gelecek
paradan istifade eden diğer kuruluşlar destek sunmak istiyorlar.
Örgütlü solun kaba sınıfsal çıkarları, bu tür
meselelere yönelik tavrı yeterince izah etmiyor. Batı’da önemli sol örgütlerin
lider kadroları, genelde akademide ve egemen sınıf için bilim üreten kurumlarda
çalışan isimlerden oluşuyor. Bu sınıf, ürettiği bilgiyi, egemen sınıfın
belirlediği şartlar üzerinden, o sınıfın parasıyla üretilse bile, nispeten
özerk, hatta kendi kendine gerçekleşen bir şey olarak takdim ediyor. Tümüyle,
en azından esas olarak kendi içsel dinamikleriyle işleyen belirli bir bilim
anlayışına yatırım yapılıyor.
Bu sınıf, belirli koşullarda bilime az ya da çok para
akıtıldığını kabul ediyor. Bazı kanallara kâr getirmediği için para
aktarılmıyor. Bilimin bazı unsurlarına batılı olmayan ve öcü gibi görülen kötü
rejimlerin baskı uyguladığı söyleniyor. Bilimin ilerleyişini bu tür durumların
yavaşlattığı iddia ediliyor. Ama bilim, gene de zaman içerisinde az çok
doğrusal olan bir hat dâhilinde ilerliyor. Bu türden bir şeye inananlar,
geçmişte ve günümüzde virolojinin ürettiği sahte bilim temelli ürünlerle
benzerlik kurulmasına karşı çıkıyorlar. Koşulların iyileştiğini, bilimin kötüyü
kovup daha da geliştiğini söylüyorlar.
Bu
türden bir düşüncenin Walter Benjamin tarafından eleştirildiğini biliyoruz. Benjamin’e
göre, “bugün tecrübe ettiğimiz şeylerin yirminci yüzyılda hâlen daha mevcut
olması karşısında duyulan şaşkınlık, felsefi bir tepki değil. Bu şaşkınlık,
kendisine kaynaklık eden tarih anlayışının savunulamayacağı bilinmediği sürece,
hiçbir bilme sürecinin başlangıcını oluşturamaz.”[23]
Bilimin
sürekli, katlanarak veya doğrusal olarak geliştiğini söyleyen anlayış, tarihsel
materyalizmle çelişen, liberal idealist tarih anlayışıyla uyumlu bir
anlayıştır. Marksistler, bilimin maddi gerçeklik üzerinde yüzüp duran, kendi
kendine hareket eden bir varlık olmadığını bilirler. Aksine, bilim, belirli
maddi koşullardan doğar, bazılarından da doğmaz!
Esasında
insanın toplumda yaptığı düzenlemelerin önemli bir kısmı bilimin gelişimine
katkı sunmaz. Bilim, çoğunlukla kapitalizmin doğuşuyla ilişkilendirilir. Ama
bilimin kapitalizmle ilişkisinin gerçek niteliği, genelde ideolojik planda
örtbas edilir. J. D. Bernal’in de tespit ettiği biçimiyle:
“Bugün anlıyoruz ki, her
ne kadar o dönemde net değilse de, on beşinci yüzyılın ortalarında yeni bir şey
başlamış. Bugün Rönesans’ı, kapitalizmin doğuşunu önceleyen bir gelişme olarak
ele alıyoruz, ama on sekizinci yüzyıla dek hiçbir önemli değişikliğin
yaşanmadığını görüyoruz. O günden itibaren bilimin uygulamaları ve icatlar üzerinden
insanlık, ilk medeniyetin elindeki teknikler ve tarımın yol açtığı sonuçlara
kıyasla ileride daha büyük etkilere sebep olma ihtimali bulunan yeni imkânlara
kavuştu. İnsanın düşüncesinin genel manada kurtulması ile bilimin gelişiminden
kapitalist girişimin gelişimini zihinlerimizde ayrıştırma imkânına ancak son
dönemde kavuşabildik. Kapitalizmin gelişimi ile bilimin gelişimi hep
ilerlemeyle bağlantılı olarak ele alındı, ama bir yandan da çelişkili bir
biçimde kapitalizmin ve bilimin ortaya çıkışı, insanın doğal hâle geri
döndüğünün, dinin veya feodal otoritenin keyfi kısıtlamalarından kurtulduğunun
kanıtı olarak selamlanıyor. Ama artık, bilimin ilk gelişiminde ve onun pratikte
ilk kez değerli görülmesinde kapitalizm her ne kadar önemli bir yere sahip olsa
da, insanın bilime verdiği önem, her yönden kapitalizmin sahip olduğu önemi
aşıyor, insanlığın hizmetinde olan bilimin eksiksiz gelişiminin kapitalizmin
varlığı ve bu varlığı sürekli kılan çabalarıyla çeliştiği daha iyi
görülüyor.”[24]
Eski
rejime karşı politika, ideoloji ve ekonomi düzleminde verdiği ilerici
mücadelede kapitalist burjuvazi, bilimin gelişip serpilmesi için ilk hamleyi
gerçekleştirdi. Düşüncenin ve sözün özgürleşmesiyle birlikte bilim, mümkün hâle
geldi. Buna kapitalist ilişkilerin yapısal bir özelliği olan teknolojik
inovasyon sürecinin her yönden teşvik edilmesine dönük adımlar eşlik etti.[25]
Ama
bir yandan da feodalizme karşı yürütülen mücadelede imal edilen “liberalizm”
gibi politik-ideolojik silâhlar iç çelişkilerle maluldü. İşçiler, kendi
sınıfsal varlıklarından bihaberdi, ama burjuvazi, kısa bir süre sonra işçilerin
kendisini kuşattığını gördü, liberal politik ilkelerin tutarlı ve kapsamlı bir
biçimde uygulanmasını talep eden işçiler, “madem sivil alanda demokrasi ve
eşitlik geçerli olsun deniliyor, ekonomi alanında da geçerli olsun” dediler. “Madem
kralın veya aristokratın keyfi iktidarına boyun eğilmesi insanlık onuruna
aykırı, aynı tespit, neden müdür veya patron için de dile getirilmiyor?” diye
sordular.
Bu
çelişkilerin örtbas edilmesi veya makulleştirilmesinde Darwinci biyolojiye ait
kavramlar önemli bir rol oynadılar. Bu teori üzerinden kapitalistler, patronun
doğası gereği işçiden üstün olduğunu, yüksek ve gelişkin genlere sahip olduğunu
söylediler.
Bu
çelişkiye burada değinmemizin sebebi, kapitalizm, liberalizm ve demokrasi
arasındaki çelişkili ve karmaşık ilişkiye vurgu yapmak istememiz. Bu ilişkiyi
ele alan, burada aktaramayacağımız, zengin bir Marksist bir literatür
mevcut.[26]
Bugün
kapitalizm ve bilim arasındaki karmaşık ilişki pek ele alınmıyor. Bilimle
kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki içinde oldukları demokrasiyle kapitalistler,
sadece özel ve sınırlı koşullarda bağ kuruyorlar. Aynı şekilde, kârlarına halel
getirmediği, sınıfsal konumlarını sarsmadığı sürece bilimsel ilerlemeye alkış
tutuyorlar. Bu yaklaşımlarını yeni teknolojiler veya araştırmalar konusunda
dayattıkları marka ve patent kısıtlamalarında en yalın hâliyle görebiliyoruz. Daha
önemlisi ise kapitalizm koşullarında bilimin ilerlemesine katkı sunan
gelişmelerin bir kısmı, işçilerin kapitalizme karşı yürüttükleri sınıf
mücadelesinin başarıya ulaşmasının bir sonucu.
Her
şeyden önce kamusal eğitim ve herkesin gerekli düzeyde besin alması için
verilen mücadelelerde elde edilen başarılar olmasaydı, modern bilim, bu mucizeleri
gerçekleştiremezdi. İşçi sınıfının SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve diğer reel
sosyalizm örneklerini, bunun yanında halkçı sömürge karşıtı rejimleri inşa
etmiş olması sayesinde tüm dünyada işçilerin gücü büyük ölçüde arttı. Bu koşullar
üzerinden kapitalistlere bilimi kısmen insanlığa faydalı bir biçimde icra etmesi
konusunda baskı uygulandı. Yüksek kaliteli tüketim ürünleri üretildi, hükümetlerin
bütçelerine doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale etme imkânı bulundu.
Ama
öte yandan bilimin ideolojisi, özellikle viroloji, kitlelerin politik
mücadeleler ve üretken emekleri üzerinden kazandığı iyi şeylerin üzerini örttü.
Bugün hastalık ve ölüm sayılarındaki azalma virolojinin müdahalesine atfedilse
de bu, aslında emeğin sermayeye karşı yürüttüğü başarılı mücadelelerin
neticesinde beslenme koşullarının ve yaşam standartlarının iyileştirilmesinin
bir sonucu.
Virolojinin
tarihini üçüncü bölümde ele alacağız. Burada insana faydalı bilimin hangi
politik-ekonomik koşullarda mümkün olduğu sorusu ile ilgileneceğiz. Yirminci yüzyılda
ikinci ve üçüncü dünyada sosyalizm, hatta kapitalist birinci dünyada bile,
işçilerle egemen sınıf arasında sosyal demokrasi zemininde bir uzlaşmanın tesis
edilmesini sağladı. Bu gelişme, bilimin üretilmesiyle alakalı bir dizi faktörün
ortaya çıkmasını mümkün kıldı. Ama gene de bu faktörlerin karşısına bilimin
belirli alanlarında, bilhassa bilimin gelişimine mani olacak türden eğilimler
çıkartıldı. Bu güçler dengesi, “Bugün Emperyalizm Bir Komplo Uygulamasıdır”
başlıklı yazımda ele alınıyor. Dolayısıyla burada sadece kısaca
özetlenecek.[27]
Soğuk
Savaş, Marx, Lenin gibi isimlerin analiz ettikleri kapitalizmde açığa çıkan,
her şeyi merkeze toplayan eğilimlere yönelik büyük bir itki olarak iş gördü. Lenin’in
Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması isimli broşüründe ortaya
koyduğu biçimiyle, tekelleşme ve finansallaşma, yirminci yüzyılın başlarından
itibaren kapitalizmin işleyişini tüm yönleriyle değiştirdi:
“Emperyalizm aşamasında
kapitalizm, üretimin tam toplumsallaşmasına doğru ilerlemektedir; âdeta
kapitalistleri, kendi irade ve bilinçlerine rağmen, yeni bir toplumsal
düzene, tam rekabetçi düzenden tam toplumsallaşmaya geçişe itmektedir.
Üretim toplumsallaşmakta, ama mülk edinme özel kalmaktadır. Toplumsal üretim
araçları küçük bir azınlığın mülkiyetinde kalmaya devam etmektedir. Şeklen
kabul edilen serbest rekabet çerçevesi yürürlükte kalmaktayken, birkaç
tekelcinin nüfusun geri kalanı üzerindeki boyunduruğu yüz kat artmakta, daha
ağır ve katlanılamaz hale gelmektedir.”[28]
Lenin’in
bu sözleri bağlamında fazla iyimser olduğu sonrasında görüldü. Ona göre, emperyalist
kapitalizm koşullarında üretim toplumsallaşacak, bu da sosyalizmin temelini
atacaktı. Ama böyle olmadı (en azından şimdilik). Emperyalist merkez ülkelerde
kapitalistlerin iktidarı yıkılmadı. Aksine, küresel komünizme karşı verdiği
mücadelede burjuvazinin en üst kademeleri, alttaki, burjuvazinin alt kademelerindeki
ortakları, küçük burjuva ve kimi feodal kalıntılar üzerinde radikal, eşi
benzeri görülmemiş bir kontrol tesis ettiler. Marx’ın ve Lenin’in analiz
ettikleri finansallaşma ve kartelleşme gündeme geldi ve kapitalizmin işleyişi
için gerekli koşulları ortadan kaldırarak, tüm aleniliğiyle büyüdü.
Bahsini
ettiğim makalede de dile getirdiğim biçimiyle, materyalist analiz, bizi bu
türden bir emperyalist-tekelci kliğin kapitalist ekonomiyi tahrif ettiği çıkarımında
bulunmaya, bu bağlamda, niteliksel açıdan farklı bir üretim tarzını tartışmaya itiyor.
Herkes,
bu makalede dile getirilen hipoteze ve oradan ulaşılan radikal çıkarımlara onay
vermek zorunda değil. Burada söylenen şu: bugünkü topluma damga varan şey,
servet ve güçteki yoğunlaşmadır. Bu sürecin dizginleri, istihbarat örgütlerini
ve dünyanın en güçlü politik ve askeri aktörlerini içeren, gizli ağların
elindedir. Bu ağın bilimin gelişmesi önünde engel teşkil ettiğini, bilimin
gelişmesine asla sebep olamayacağını görmek gerekmektedir.
Servetteki
yoğunlaşma sebebiyle, bilim kurumları ve kuruluşları çöküyor, tahrip oluyor,
yozlaşıyor. Bilim, ancak ambalaj olarak varolabiliyor. Gerçek bilimsel pratik,
bu kurumlardan uzaklaşıyor. Bilim, “bilimsel” kurumların ve yapıların içindeki
unvan peşinde koşan üyelerin hâkim olduğu özel bir saha olarak tarif ediliyor. Oysa
bu saha, tümüyle egemen sınıfın kontrolü ve hâkimiyeti altında. Feynman, 1966
gibi erken bir tarihte bu eğilimi doğru bir biçimde tanımlamış ve ona karşı
mücadele yürütmüş bir isimdi. Bir kısmı yukarıda aktarılan, bilim hocalarına
yaptığı konuşmadan daha uzun bir alıntı yapmakta fayda var:
“Bilimin diğer bir vasfı
da hem rasyonel düşünceyi hem de düşünce özgürlüğünün önemini öğretmesidir; verilen
tüm derslerin doğru olduğuyla ilgili şüphe, ortaya olumlu sonuçlar çıkartıyor. Burada,
bilhassa öğretim pratiği dâhilinde, bilimi, bazen bilimi geliştirmek için
kullanılan biçimlerden veya usullerden ayrıştırmak zorundasınız. ‘Şunu yazalım,
deney ve gözlem yapalım’ demek kolay. Bu biçimi tam olarak kopyalayabilirsiniz
tabii. Ama büyük dinlerin o büyük liderlerinin öğretilerinin içeriğini unutup
sadece biçimi uyguladıkları için yok olduklarını hatırda tutmak gerek. Aynı
şekilde, biçimi uygulayıp buna bilim diyebilirsiniz, ama bunun sahte bilim
olduğunu bilmelisiniz. Bugün sahte bilimden beslenen danışmanların etkisi altına
girmiş olan birçok kurumda yüzleşilen baskının çilesini çekmemizin sebebini
burada aramak gerekiyor.
Bugün öğretim alanına dair
birçok çalışma yürütüyoruz. Bu çalışmalarda gözlem yapıyoruz, listeler hazırlıyoruz,
istatistik çalışmalarına imza atıyoruz. Ama bunlar, gene de yerleşik bilim,
yerleşik bilgi hâline gelmiyorlar. Bunlar, sadece Güney Denizi Adaları’nda
yaşayanların tahtadan imal ettikleri uçak pistlerine ve radyo kulelerine
benzeyen taklit amaçlı bilim pratikleri. Adalılar, büyük bir uçağın adaya gelmesini
bekliyorlar. Yabancılara ait uçak pistlerinde gördükleri uçaklarla aynı şekle
sahip ahşaptan uçaklar imal ediyorlar, ama ilginçtir, bu ahşap uçaklar uçmuyorlar.
Bu sahte bilimin belirli ürünleri taklit etmeyi amaç edinmiş pratiği, sizin
gibi bazı uzmanların ortaya çıkmasını sağlıyor. Ama toplumun en alt kesiminde çocuklara
bir şeyler öğreten sizin gibi hocalar, uzmanlardan şüphe edebiliyorlar.
Bilim,
uzmanlardaki cehalete imandır.
Biri
çıkıp ‘bilim şunu bunu öğretiyor’ derse bilin ki yanlış konuşuyor. Bilim hiçbir
şey öğretmez, öğreten, deneyimdir. Eğer biri gelip ‘bilim şunu bunu gösteriyor’
derse ona bilimin nasıl gösterdiğini, bilim insanlarının bir şeyleri nasıl
tespit ettiklerini, neyi nasıl ve nerede bulduklarını sorun.
Gösteren
‘bilim’ değil, deney denilen sonuçtur. Anlamlı bir sonucun ortaya çıkıp
çıkmadığı konusunda bir hükümde bulunmak için tüm deneyleri öğrenecek kadar
sabırlı olmalı, tüm kanıtları dinleyebilmelisiniz, bu sizin hakkınız.”[29]
Son
üç yıldır “uzmanlara güvenme”yi abartılı bir biçimde talep edenlerde bu eğilim,
artık iyice tuhaf bir hâl aldı ve komediye dönüştü. Bundan sonraki bölümlerde
ana akım virolojinin bu türden bir sahte bilime örnek olarak gösterilebileceğini
ortaya koyacağız. Son olarak da kendisine “Marksistim” diyen birçok insanın
Marx’ın bilimsel sorguya olan bağlılığını çöpe atıp, kaba bilimciliğe nasıl kul
olduğundan bahsedeceğiz.
Marx’ın
gerçek bilimin ne olduğunu belirlemek için kullandığı ölçüt şuydu: bilim
zordur, çok çaba harcamayı talep eder. Oysa egemen sınıfın ideolojisini köle
gibi uygulamak, çok kolay bir iştir.
Kapital’in 1872
tarihli Fransızca baskısına yazdığı önsözde dile getirdiği biçimiyle, “bilime
uzanan düz ve kolay bir yol yoktur, sadece bilimin dik ve yorucu patikalarına tırmanmayı
göze alanlar, onun aydınlık doruklarına ulaşma imkânı bulurlar.”[30]
T. Mohr
16 Ocak 2023
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Tim Hains, “Fauci:
Attacking Me Is Attacking Science”, Real Clear Politics, 9 Haziran 2021,
RCP.
[2] Torsten Engelbrecht vd., Virus Mania: How the
Medical Industry Continually Invents Epidemics, Making Billion-Dollar Profits
At Our Expense, 3. Baskı. (Books on Demand, 2021), Giriş. (Bundan sonra şu
şekilde anılacak: Engelbrecht vd., Virus Mania).
[3] T. Mohr, “Imperialism Today is Conspiracy Praxis”,
Magma- Magazin Der Masse, 24 Eylül, Magma. Türkçesi: İştiraki.
[4] Richard Feynman, “What is Science?” (1966 yılında
New York’ta Ulusal Bilim Öğretmenleri Derneği’nin düzenlediği on beşinci yıllık
toplantıda sunulan tebliğ: şurada yeniden yayımlandı: The Physics Teacher Cilt.
7, Sayı 6, 1969, s. 313 – 320, Feyn man. (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Feynman, “What is
Science?”)
[5] Richard Levins, “The Two Faces of Science” (Konuşma,
HealthRoots Sağlığın Politik Ekonomisi Seminer Dizisi, Harvard Halk Sağlığı
Okulu, 17 Ekim | 12: 30). (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Levins, “The Two
Faces of Science”). Youtube.
[6] Karl Marx, Capital: A Critique of Political
Economy, Çev. David Fernbach, Cilt. 2 (Londra: Penguin, 1993), Önsöz.
[7] Richard Lewontin, “Biology as Ideology” (Radyo Semineri,
CBC Massey Dersleri, Kasım 1990). (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Lewontin, “Biology
as Ideology”)
[8] Klein, bilhassa Tufts Üniversitesi’nde Michael
Levin’in DARPA için yaptığı, Sovyet bilimini temel alan kapsamlı çalışma
üzerinde duruyor.
[9] Lewontin, “Biology as Ideology.”
[10] Catherine Austin Fitts, “The Injection Fraud –
It’s Not a Vaccine”, Solari Report, 27 Mayıs 2020, Solari.
[11] Jim West, “Everything You Learned About the Cause
of Polio is Wrong”, GreenMedInfo, 21 Ağustos 2015, Green.
[12] Bu hamleye dair kapsamlı bir analiz için Red
Kahina’nın bilgiseline bakılabilir: Twitter, Substack adresi: Substack ve dersler Youtube.
[13] Lewontin, “Biology as Ideology”, Ders 4.
[14] Bu makalenin İkinci Bölüm’üne bakınız.
[15] Harriet A. Washington, Medical Apartheid: The
Dark History of Medical Experimentation on Black Americans from Colonial Times
to the Present (Knopf Doubleday, 2008), s. 42. (Bundan sonra şu şekilde
anılacak: Washington, Medical Apartheid).
[16] Washington, Medical Apartheid, s. 32.
[17] A.g.e., s. 36.
[18] A.g.e.
[19] Yayına Hz.: Arthur L. Caplan, James J. McCartney,
Dominic A. Sisti, Health, Disease, and Illness: Concepts in Medicine (Washington,
D.C.: Georgetown University Press, 2004) s. 37.
[20] Washington, Medical Apartheid, p.36
[21] Washington, Medical Apartheid, s. 39 – 41
[22] Michael Moore’la Söyleşi, Sicko (The
Weinstein Company, 2007).
[23] Walter Benjamin, “On the Concept of History”, Çev.
2005 Gesammelten Schriften’dan Dennis Redmond I:2. (Suhrkamp Verlag:
Frankfurt am Main, 1974). MIA.
[24] John Desmond Bernal, “The Social Function of
Science”, Modern Quarterly (1938) MIA.
[25] Bilhassa Marx’ın Kapital’de tarif ettiği,
Nispi Artı-Değer Arayışı olgusu.
[26] Bu külliyata eklenen son önemli çalışmalardan
biri, Ishay Landa’nın The Apprentice’s Sorcerer (2009) ve Domenico
Losurdo’nun Liberalism: A Counter-History (2005) çalışmalarıdır.
[27] T. Mohr, “Imperialism Today is Conspiracy Praxis”,
Magma- Magazin Der Masse, 24 Eylül 2022, Magma.
[28] Vladimir Lenin, Imperialism, The Highest Stage
of Capitalism (Moskova: Progress Publishers, 1963), MIA, 1. Bölüm.
[29] Feynman, “What is Science?”
[30] Karl Marx, Capital, Cilt. 1, Çev. Samuel
Moore ve Edward Aveling (Moskova: Progress Publishers, 1954) MIA, Önsöz.
Kaynakça:
Benjamin, Walter. Gesammelten Schriften I:2. Suhrkamp Verlag: Frankfurt
am Main, 1974.
Bernal, John Desmond. “The Social Function of Science”,
Modern Quarterly (1938). MIA.
Yayına Hz.: Caplan, Arthur L., James J. McCartney,
Dominic A. Sisti, Health, Disease, and Illness: Concepts in Medicine. Washington,
D.C.: Georgetown University Press, 2004.
Engelbrecht, Torsten, Köhnlein Claus, Samatha Bailey
ve Stefano Scoglio. Virus Mania: How the Medical Industry Continually
Invents Epidemics, Making Billion-Dollar Profits At Our Expense. 3. Baskı.
Books on Demand, 2021
Richard Feynman, “What is Science?” (1966 yılında New
York’ta Ulusal Bilim Öğretmenleri Derneği’nin düzenlediği on beşinci yıllık
toplantıda sunulan tebliğ: şurada yeniden yayımlandı: The Physics Teacher Cilt.
7, Sayı 6, 1969, s. 313 – 320. Feynman.
Fitts, Catherine Austin. “The Injection Fraud – It’s
Not a Vaccine.” Solari Report, 27 Mayıs 2020. Solari.
Hains, Tim. “Fauci: Attacking Me Is Attacking Science”
Real Clear Politics , Haziran 2021. RCP.
Lenin, Vladimir. Imperialism, The Highest Stage of
Capitalism. Moskova: Progress Publishers, 1963. MIA.
Richard Levins, “The Two Faces of Science” (Konuşma,
HealthRoots Sağlığın Politik Ekonomisi Seminer Dizisi, Harvard Halk Sağlığı
Okulu, 17 Ekim | 12: 30). (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Levins, “The Two
Faces of Science”). Youtube.
Richard Lewontin, “Biology as Ideology” (Radyo Semineri,
CBC Massey Dersleri, Kasım 1990). CBC.
Marx, Karl. Capital: A Critique of Political
Economy. Çev. Samuel Moore ve Edward Aveling Cilt. 1. Moskova: Progress
Publishers, 1954.
— — –Capital: A Critique of Political Economy. Çev. David Fernbach. Cilt. 2. Londra: Penguin, 1993.
Mohr, T. “Imperialism Today is Conspiracy Praxis.” Magma
– Magazin Der Masse, 24 Eylül 2022. Magma.
Moore, Michael ve Meghan O’Hara. Sicko. Film.
United States: The Weinstein Company, 2007.
Washington, Harriet A., Medical Apartheid: The Dark
History of Medical Experimentation on Black Americans from Colonial Times to
the Present. Knopf Doubleday, 2008.
West, Jim. “Everything You Learned About the Cause of
Polio is Wrong”, GreenMedInfo, 21 Ağustos 2015. Green.
Wikisource contributors. “Page: Congressional Record Cilt 81 Bölüm 3.djvu/154.« Wikisource. Wiki (erişim tarihi: 13 Ocak 2023).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder