Pages

13 Ocak 2023

Mülksüzleştirenlerin Mülksüzleştirilmesi

Marx, çalışmaları boyunca kapitalizmin üstesinden nasıl gelineceği konusunda oldukça nettir.[1] 

Aslında kolay olmasa da temel bir numara vardır ve her şeyi, bu numarayı nasıl gerçekleştireceğimiz tayin eder. İşçi sınıfının kendi kendini özgürleştirmesinden veya proletaryanın kendi kendini ortadan kaldırmasından bahsetmiyorum. 

Bu türden klasik devrimci formüller, devrimin failinin (işçi sınıfının) ve devrimin amacının (sınıfın ücretli emeğin boyunduruğundan kurtulması veya ortadan kaldırılması) adını koyar, ancak devrimin içeriğini tanımlamazlar. 

Bunun yerine Marx’ın çalışmalarının kilit noktalarında tekrarladığı tek bir ifade, daha sıradan daha somut bir şey hakkında konuşmak istiyorum. Bu ifade şudur: mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi. Kapital’in birinci cildinin sonunda, kapitalist birikimin tarihsel eğilimini anlatırken, Marx şöyle yazar:

“Üretim araçlarının merkezîleşmesi ve emeğin toplumsallaşması, kapitalist kabuklarına sığmadıkları bir noktaya ulaşır. Bu kabuk paramparça oldu. Kapitalist özel mülkiyetin cenaze çanı çalıyor. Mülksüzleştirenler mülksüzleştiriliyor.”[2]

Ve Fransa’da İç Savaş’ta Paris Komünü’nü analiz ederken şöyle yazar:

“[…] ‘Komün’, diye haykırıyorlar, ‘tüm medeniyetin temeli olan mülkiyeti ortadan kaldırmayı amaçlıyor!’ Evet baylar, Komün, çoğunluğun emeğini azınlığın zenginliği hâline getiren sınıf-mülkiyetini ortadan kaldırmayı amaçladı. Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini hedefledi. Üretim araçlarını, toprağı ve sermayeyi, şimdi esas olarak köleleştirme ve sömürme araçları olan araçları, yalnızca özgür ve ortak emeğin araçlarına dönüştürerek bireysel mülkiyeti gerçek kılmak istiyordu. Ancak bu Komünizm, ‘imkânsız’ Komünizm!”[3]

“Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi”, Hegel’in adı kötüye çıkmış “olumsuzlamanın olumsuzlaması” ifadesi ile karşılaştırılabilecek kadar leziz bir ifade tarzıdır.[4] Ancak “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” ifadesi ne anlama geliyor ve bugün hâlâ güncelliğini koruyor mu? Marx’ın ifadesinin içeriğini analiz etmeye başlamadan önce mülksüzleştirmeye ilişkin çağdaş hukukî anlayışları ve bunun bazı örneklerini kısaca ele almak istiyorum. Bu yazının geri kalanında Marx’ta görülen farklı türden mülksüzleştirme türlerini açıklayacağım ve “mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme” kavramının özündeki bir belirsizliğe, yani ister kapitalist üretim tarzının gelişimi içerisindeki içkin ve nesnel bir eğilimi betimlesin, ister işçi sınıfı adına bir tür devrimci politik praksis biçimini bilfiil bildirsin, aynı şekilde odaklanacağım. Benim cevabım bu iki anlamı da içerdiği şeklindedir. Son olarak “mülksüzleştirme” kavramının bugün, örneğin konut, iklim ve iş etrafında dönen mücadelelerde nasıl kullanılabileceğini göstererek, bu tefekkürlerin bazı çıkarımlarını geliştireceğim.

Hukukî Mülksüzleştirme

Hukukî olarak mülksüzleştirme [kamulaştırma], mülk sahibinin mülkiyetinin kendi isteği dışında, genellikle bir devlet otoritesi tarafından, çoğunlukla tazminat karşılığında ve görünüşte kamu yararı adına elinden alınması eylemine denir.[5] Bir başkasının mülk veya varlıklarını (örneğin bir ev, demiryolu şirketi veya banka) kamulaştırmak; mülkiyetine son vermek ve bunlara tek taraflı olarak ancak hukuken el koymaktır. Kamulaştırma pek çok biçimde olabilir: istimlak hakkı, millileştirme, zorunlu satın alma, toplumsallaştırma vb. Örneğin istimlak hakkı, özel mülkiyete ait binalar üzerindeki mülkiyetin bir belediye idari teşkilâtına devredilmesini; millileştirme, bir enerji şirketinin bir federal hükümetin mülkiyet ve kontrolü altına girmesini, böylece özel mülkiyeti kamu mülküne dönüştürmeyi; ve toplumsallaştırma, bir işyerinin mülkiyet ve kontrolünü işçilere geçirmeyi içerebilir.[6]

Çoğu devlet, yerli ve yabancı mülk sahiplerinin mülklerini kamulaştırma hakkını belirli ve çok katı koşullar altında, sınırlı bir şekilde tanıdı. Şu anda kabul edilebilir kamulaştırma koşullarını açıklayan çok sayıda iki taraflı yatırım anlaşması bulunmaktadır.[7] Bu gibi koşullar, genellikle kamulaştırmanın açık amacının “kamu yararı” olması gerektiğini şart koşar ve aynı zamanda el konulan varlıklar için mülk sahiplerine hakkaniyetli ve adil bir tazminat ödenmesini emrederler. Bununla birlikte bu tür eylemler; demokratik hükümetler, iş toplulukları, bireysel konut sahipleri ve zenginler tarafından, en önemlisi de piyasa serbestisi, sözleşme hukukunun kutsallığı ve özel mülkiyetin güvenliği gibi liberal toplumun temel ilkelerine aykırı olduğu için güçlü bir şekilde reddedilmektedir. Bu nedenle özel mülkiyetin kamulaştırılması hakkı, yasalaştırılmış ve son birkaç on yılda yerel ve uluslararası hukuka dâhil edilmiş olsa da büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Kamulaştırmanın bahsini açmak bile demokrasinin ve serbest piyasanın sonu hususundaki Soğuk Savaş paniğini uyandırmaya yeter.

Yine de geçen yüzyılda, özellikle enerji şirketleri, kömür madenleri, savaş zamanı üretim, altyapı tesisleri, finans kurumları, telefon şirketleri ve daha fazlasıyla ilgili olarak tüm dünyada kamulaştırmalar ve millileştirmeler gerçekleşti.[8] Yukarıda bahsedildiği gibi hukukî gerekçeler, özel mülkiyeti hak sahibinin elinden almak için kabul edilebilir tek zemin olan “kamu yararı” kavramına dayandırılmıştır. “Kamu yararı” elbette tartışmalı bir kavramdır ve kullanımı iktidardakilerin çıkarlarına göre değişen bir kavramdır. “Kamu yararı”, enerji sağlamaktan otoyollar inşa etmeye, silâh yapımından mahalleleri nezih bir hâle getirmeye, tekelleri sona erdirmeye, serveti yeniden dağıtmaya ve azınlıkları tahliye etmeye kadar her şeyi ifade etmiştir. Yirminci yüzyılda büyük ölçekli kamulaştırmaların yaygın örnekleri, Latin Amerika’daki petrol şirketlerinin millileştirilmesi, İran’daki Amerika Birleşik Devletleri işletmelerinin kamulaştırılması, Bolşevik devriminin ardından büyük toprak sahiplerinin topraklarının kamulaştırılması, Amerika’da demiryollarının ve kömür madenlerinin kamulaştırılması, İspanya İç Savaşı esnasında Katolik Kilisesi’nin kamulaştırılması, Nazilerin Yahudilerin mallarını kamulaştırması ve Zimbabwe, Güney Afrika ve Venezuela’daki arazi kamulaştırmalarıdır.

Bu örnekler göz önüne alındığında, kamulaştırmanın siyasi ve normatif olarak belirsiz olduğu, savunmasız topluluklara, varlıklı bireylere, ırksal azınlıklara, hükümet görevlilerine vb. yardım edebilecek veya zarar verebilecek hukukî bir araç olduğu açıktır. Marksist bir perspektiften, belirli bir kamulaştırmanın haklı olup olmadığı, yalnızca hukukî mevzuat ve ekonomik etkiler sorunu olamaz; aynı zamanda emek gücünden başka hiçbir şeye sahip olmayanlar sınıfına maddi olarak fayda sağlayıp sağlamadığı ve bu sınıfı politik açıdan güçlendirip güçlendirmediği meselesi de bir ölçüt hâline gelmelidir. Diğer bir deyişle, belirli bir kamulaştırmanın meşruiyeti önsel olarak belirlenemez; ancak kimin kamulaştırıldığı, kimin kamulaştırdığı, neyin kamulaştırıldığı ve kamulaştırmanın neden yapıldığı dâhil olmak üzere, mülk transferinin spesifik koşullarına atıfta bulunarak belirlenebilir.

Bu “doğrudan kamulaştırmalar” yanında, bir şirketin içinde bulunduğu finansal çevreyi değiştirmek gibi mülkün kendisini etkilemeden bir kişinin mülkünü veya varlıklarını az çok değersiz kılan başka eylemler de söz konusudur. Endüstriyel düzenlemeler bile “dolaylı kamulaştırma” olarak kabul edilebilir. Bu dolaylı kamulaştırma suçlaması, esasında çok uluslu şirketler tarafından çevresel önlemler ve sağlık politikalarını uygulamaya yönelik ılımlı girişimlere karşı bile defalarca yöneltildi. En azından yetmişlerden beri devletler piyasayı hukuken tümüyle halk kontörlüne kapatmak için daha agresif bir şekilde hareket ettikçe[9] ve doğrudan kamulaştırmalar daha seyrek hâle geldikçe, dolaylı kamulaştırma korkusu burjuvaziyi, doğrudan kamulaştırma korkusundan daha fazla rahatsız etmeye başladı. Yine de konut stokunun, enerji şirketlerinin ve iş yerlerinin kamulaştırılmasına yönelik daha radikal toplumsal taleplerin geri dönüşüyle beraber mülk sahibi sınıfın biraz erken yersiz bir telaşa kapıldığını söyleyebiliriz.

Marx’ta Mülksüzleştirme

Şimdi, mülksüzleştirmenin oldukça farklı bir şey ifade ettiği Marx’a dönelim.

1. Marx için mülksüzleştirme herhangi bir hukukî hakkı gerektirmez. Başka bir deyişle Marx, mülksüzleştirmenin hukuken gerekçelendirildiğine veya hukuken gerekçelendirilmesi gerektiğine inanmaz. Örneğin, tarihi umumi arazi kamulaştırmaları, bu tür kazançlar, hukukî ilkelere göre yetkilendiren hukukî bir çerçeve içerisinde gerçekleşmiş olabilir veya olmayabilir -ancak mesele bu değildir. Önemli olan, kamulaştırmaları herhangi bir tekil failin herhangi bir tekil eyleminin hukukî geçerliliğine bakılmaksızın, bir sınıf tarafından diğerine karşı bir ekonomi-politik mülksüzleştirme sürecinin bir parçası olarak anlamaktır.

2. Mülksüzleştirme parasal tazminat gerektirmez. Toprağın, servetin ve emeğin kamulaştırılması, kamulaştırma olarak değerlendirilmeleri için tazmin edilmemiştir ve edilmesine de gerek yoktur. Marx daha ziyade, mülksüzleştirmeleri kapitalist hukukî ilişkiler altında eşit mübadele kisvesi altında gerçekleştirilen eşitsiz el koyma biçimleri olarak nitelendirir.

3. Mülksüzleştirmenin bir devlet otoritesi tarafından desteklenmesine gerek yoktur. Sadece devletin mülk sahiplerini hukuken mülksüzleştirme yetkisine sahip olduğu fikri, özel aktörlerin ve kolektif faillerin devleti kendi kazançlarını geriye dönük bir şekilde geçerli olarak tanımaya nasıl zorladıklarını görmezden gelir. Marx’a göre mülksüzleştirmenin failleri ve özneleri -mülksüzleştirenler ve mülksüzleştirilenler- sadece devletler ve bireyler değil, devletler ve bireyler aracılığıyla dolayımlanan sınıflardır. Kısacası Marx’a göre mülksüzleştirme, hukuka karşı kayıtsızdır, tazmin edilmeden gerçekleştirilebilir ve devletlerin veya bireylerin ayrık eylemlerinden ziyade sınıflar üzerinden zamanla meydana gelen bir süreci tanımlar.

Marx’ın bir tür devrimci praksis olarak mülksüzleştirme anlayışına dönmeden önce farklı üretim tarzları arasında ayrım yapmak için farklı mülksüzleştirme biçimlerinin nasıl kullanılabileceğini göstermek istiyorum.

Kapital’de, Marx çoğunlukla “expropriate” [mülksüzleştirmek] (expropriiert) için İngilizce kökenli bir terim kullanır. Ancak Grundrisse’de, aynı kavramı daha kesin bir anlamı olan “karşılıksız” veya “mübadelesiz sahiplenme” formülleri altında tartışır.[10] Bu ifadeyi açmak için çeşitli “mübadelesiz sahiplenme” nesnelerini ayırt etmede yardımcı olur. Benim görüşüme göre, genelleştirilmiş mülksüzleştirme biçimini, tarihsel bir üretim tarzını veya geçiş aşamasını karakterize eden üç önemli nesne vardır. Bu nesneler; emek, toprak ve emeğin veya kişinin tek emeğine dayalı özel mülkiyetin koşullarıdır.[11] Bunları bir araya getirirsek, Marx’ta en az üç farklı mülksüzleştirme biçiminin var olduğu söylenebilir:

1. Artı emeğin, kölelik veya feodalizm gibi pre-kapitalist ekonomik oluşumlarda artı ürünün sahiplenilmesini karakterize eden doğrudan (ekstra-ekonomik) baskı yoluyla kamulaştırılması[12];

2. Toprağın, sözüm ona “ilkel birikim” aşamasını işaret eden ve kapitalist özel mülkiyetin temel ön koşulunu oluşturan, doğrudan üreticilerden kamulaştırılması, başka bir deyişle üreticinin üretim araçlarından ayrılması ve;

3. Karşılığı ödenmemiş emeğin, kapitalist toplumlarda artı değere el konulmasını karakterize eden “ekonomik ilişkilerin ruhsuz baskısı”[13] yoluyla yasal olarak özgür işçilerden kamulaştırılması.

Mülksüzleştirmenin ilk biçimi bugün hâlâ gerçekleşiyorsa da Marx için anahtar olan ikinci ve üçüncü biçimleridir: doğrudan üreticinin topraktan mülksüzleştirilmesi ve yabancı emek zamanının çalınması anlamında mülksüzleştirme. Her üçü de “karşılıksız el koyma” anlamındaki mülksüzleştirmedir, ancak yalnızca sonuncusu eşit mübadele kisvesine sahiptir. İkinci biçim -el koyma olarak mülksüzleştirme- Marx’ın “kapitalist özel mülkiyet” olarak adlandırdığı sermaye birikiminin temel koşulunu oluşturur.[14] Bu temel koşul, hem doğrudan üreticilerin üretim koşullarından ayrılması hem de üreticinin emeğin ürününden ayrılması anlamında emeğin mülkiyetten ayrılmasıdır.[15]

Çarpıcı bir şekilde Marx, tüm bu mülksüzleştirme süreçlerini “soygun, yağma, hırsızlık, çapulculuk, gasp, asalaklık, talan, tasfiye, müsadere, köleleştirme, kolonyalizm, ataerkil tahakküm, israf, kan emicilik” gibi oldukça normatif terimlerle tanımlar.[16] Mülksüzleştirme, hem soygun (arazi, mülkiyet, ürün soygunu) hem de ayırmadır (üreticinin üretim koşullarından ayırılması). Ama mülksüzleştirme, negatif ve kapitalist toplumsal ilişkiler için bu derece temelse, kapitalizmi aşmanın ve ortaklaşa üreten özgür insanlardan oluşan bir toplum yaratmanın yolu neyden geçer? Bu, çözülmesi gereken bir bulmacadır.

Bir bakıma karşı mülksüzleştirme ya da kişinin kendi varoluş koşullarına yeniden el koyması mümkün müdür? Öyle olsaydı bu, Marx’ın komünizmi özel mülkiyetin ortadan kaldırılması değil, özel mülkiyetin olumsuzlanmasının olumsuzlanması olarak tanımlamasına yol açardı.[17] Kapitalist mülksüzleştirme, doğrudan üreticinin kişisel mülkiyetini yadsıdığından, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi, kapitalist özel mülkiyeti yadsıyacak ve bireysel, gerçek mülkiyeti herkes için gerçekleştirecektir -bu, bazı pre-kapitalist koşullara geri dönerek değil, günümüzde kapitalist mülkiyet ilişkilerinin altında yatan hâlihazırda toplumsallaştırılmış üretim ilişkilerine kolektif bir biçimde yeniden el koymakla ve bu ilişkileri dönüştürmekle gerçekleşecektir.[18]

Yine de, proleterlerin -topraktan, emeğin ahvalinden ve ürünlerinden, kendi zamanlarından- sürekli mülksüzleştirilme koşullarında yaşadıkları göz önüne alındığında, bu nesnelere el koymaya yönelik herhangi bir girişim, onları hâlihazırda mülksüzleştirenler açısından adil olmayan bir mülksüzleştirme olarak görülecektir. Yine de bu, bir yandan egemen sınıf tarafından gerçekleştirilen mülksüzleştirmeler ile diğer yandan devrimci nitelikteki karşı-mülksüzleştirmeler arasındaki temel farkı örtmemelidir: ilki, doğrudan üreticiler sınıfına karşı yapılırken, ikincisi, sahipler sınıfına karşı yapılır. Birinci tür mülksüzleştirmenin durdurulamaz görünen gücüne karşı Marx’ın savunmaya çalıştığı ikinci tür mülksüzleştirmedir. Dolayısıyla, önceki biçimlerden farklı olarak, Marx’ta dördüncü tür bir mülksüzleştirme olmalıdır:

4. Kapitalist özel mülkiyetin, üretici sınıfın “toprağın ve emeğin kendisi tarafından üretilen üretim araçlarının ortak mülkiyetine ulaşma” süreci olarak mülksüzleştirilmesi, onları sömürü ve köleleştirme araçlarından “özgür ve ortak emeğin araçlarına” dönüştürür.[19]

Marx’a göre, bu mülksüzleştirme süreci, sermayeyi merkezîleştiren ve emeği toplumsallaştıran, böylece kapitalist özel mülkiyeti toplumsal refahın üretim ve dağıtımına pranga vurur kılan “kapitalist üretimin içkin yasaları” tarafından mümkün kılınmıştır.[20] Yani, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi”, şu anda sermaye yasalarının bir eğilimi olarak gerçekleşmektedir, ancak henüz tamamlanmamış, proletarya tarafından nihayete erdirilmemiş bir süreçtir. Bunu sonuna kadar götürmek ve kapitalist sınıfın ötenazisini hızlandırmak için, toplumsallaşmış emeğin uluslararası düzeyde koordine edilmiş gücünün, sermayenin devrelerini kapatması ve üretim koşullarını kendilerine uygun hâle getirmesi gerekir. Marx’a göre, “işçi sınıfının bu isyanı” bizzat kapitalist üretimin geliştirdiği koşullardan doğar ve onun üzerine inşa edilir, yani:

“emek sürecinin birlikte çalışan biçimi, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın düzenli bir şekilde işlenmesi, emek araçlarının yalnızca ortak olarak kullanılabilen emek araçlarına dönüştürülmesi, tüm üretim araçlarının birleşik ve toplumsallaştırılmış emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla idareli kullanılması, tüm halkların dünya pazarının ağına ve bununla birlikte kapitalist rejimin uluslararası karakterine dolanması.”[21]

Hedef, çelişkili bir biçimde, özel mülkiyeti ortadan kaldırmak değil, “bireysel özel mülkiyeti bir hakikat hâline getirmektir” -yabancı emek zamanının mülksüzleştirilmesine dayanan “sınıfsal mülkiyeti” olumsuzlamak ve bunu, toplumsal olarak tanınan bütün emeğe dayalı bireysel mülkiyete dönüştürmektir.[22]

Üretim Araçlarının Tüm Bireylerden Kamulaştırılması

Kapital’in üçüncü cildi hâline gelen (ve 1863 ile 1867 yılları arasından yazılmış) el yazmalarında, Marx özellikle anonim şirketlere, kredi sistemine ve kooperatif fabrikalarına atıfta bulunarak, kapitalist üretimin mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesine yönelik içkin eğilimini genişletir. Şöyle yazar:

“Hem başarı hem de başarısızlık, sermayenin merkezîleşmesine ve dolayısıyla en büyük ölçekte mülksüzleştirmeye götürür. Bu durumda mülksüzleştirme, doğrudan üreticilerden, daha küçük ve orta ölçekli kapitalistlerin kendilerine kadar uzanır. Bu, kapitalist üretim tarzının kalkış noktasıdır; başarısı, bu üretimin hedefidir. Son tahlilde, üretim araçlarının tüm bireylerden kamulaştırılmasını amaçlar. Toplumsal üretimin gelişmesiyle birlikte üretim araçları, özel üretim araçları ve özel üretim ürünleri olmaktan çıkar ve bundan sonra yalnızca ortak üreticilerin elindeki üretim araçları, başka bir deyişle onların toplumsal üretimi olduğu kadar toplumsal mülkiyet, olacaktır. Bununla birlikte, bu kamulaştırma, kapitalist sistem içerisinde çelişkili bir biçimde, toplumsal mülkiyetin birkaç kişi tarafından sahiplenilmesi olarak görünür; ve kredi, ikincisine gittikçe daha fazla saf maceracı görünüşünü ödünç veriyor. Bu noktada söz konusu olan mülkiyet, hisse senedi biçiminde var olduğundan, hareketi ve transferi tamamen küçük balıkların köpekbalıkları ve kuzuların borsa kurtları tarafından yutulduğu borsa üzerine oynanan kumarın bir sonucu hâline gelir. Toplumsal üretim araçlarının bireysel mülkiyet olarak göründüğü anonim şirketlerde eski biçime karşı bir husumet vardır; ancak hisse senedi biçimine geçiş, kapitalizmin engellerinde tuzağa düşmüş bir durumdadır; bunun sonucu olarak, servetin; sosyal ve özel servet olarak karakterleri arasındaki zıtlığın üstesinden gelmek yerine anonim şirketler, bu zıtlığı yalnızca yeni bir biçimde geliştirirler.”[23]

Marx, yukarıdaki alıntıda iki şeyi açıklıyor: bir yanda giderek daha az sayıda bireyin gittikçe daha fazla toplumsal servete el koymasıyla sonuçlanan sermayeler arasındaki rekabet (bunu bir tür mülksüzleştirme olarak tanımlıyor) ve diğer yanda, özel mülkiyetin ve özel üretimin görüldüğü kapitalist toplumdan üreticilerin toplumsal servete ortak bir şekilde sahip olduğu komünist topluma geçişi kolaylaştırabilecek yeni toplumsal üretim ve mülkiyet biçimlerinin yaratılması. Ancak mesele şu ki, bu ancak mülksüzleştirilen sınıfın sermayenin başlattığı mülksüzleştirme projesini bitirebilmesi, başka bir deyişle, üretim araçlarının herhangi birinin mülkiyetinden koparabilirse, mümkündür. Bu, kapitalist mülksüzleştirme sürecini radikal bir şekilde kapitalist sınıfa genişletmek anlamına gelir, bu sayede hiçbir birey, bir daha asla üretim araçlarının mülkiyeti üzerinden insanlar üzerinde böylesine büyük bir gücü kullanamaz. Toplumsal üretim araçlarının ve toplumsallaştırılmış servetin ortak mülkiyetine üreticiler tarafından sahip olunması kapitalist mülkiyet ilişkilerini yeniden üretmeyecektir, çünkü bundan böyle karşılığı ödenmemiş emeğin hukukî bir biçimde kamulaştırılması yoluyla artı değere el koyabilecek ayrı bir sahipler sınıfı olmayacaktır. Aynı şekilde bundan böyle kendi ihtiyaçlarını karşılayacak ücretler kazanmak için işverenlere emek güçlerini satmaya ekonomik olarak zorlanan, şeklen serbest işçiler sınıfı da olmayacaktır, çünkü artık bu ihtiyaçları kâr elde etmek için meta biçiminde işçilere tekrardan satan ve üretim araçlarını tekelleştiren bir işverenler sınıfı da olmayacaktır. Aksine; ücretler, fiyatlar ve kâr yerine “herkesten kabiliyetine göre, herkese ihtiyacına göre” ilkesine dayalı toplumsal mülkiyet ilişkileri belirlenerek ihtiyaçlar karşılanacaktır.

Mülksüzleştirenlerin, mülksüzleştirilenler tarafından bu şekilde mülksüzleştirilmesi tam da anonim şirketler, kredi sistemi ve kooperatif fabrikaları aracılığıyla mülkiyeti ve emeği benzeri görülmemiş ölçüde toplumsallaştıran kapitalist mülkiyet ve üretim biçimleriyle mümkün kılınmıştır. Yine de bu gelişmelerin kökenleri kapitalist sisteme dayandığından bu tür post-kapitalist olasılıklar, özünde onu yavaşça aşındırsa da toplumsal servet ile özel servet arasındaki kapitalist ayrımı biçimsel olarak yeniden üretir ve çelişkili bir biçimde kalmaya devam eder. Marx devam eder:

“Emekçilerin kooperatif fabrikalarının, mevcut sistemin tüm eksikliklerini doğal olarak aktüel oldukları her yerde üretmeleri ve yeniden üretmeleri gerekmesine rağmen, bu fabrikalar, eski biçim içerisinde yeninin ilk filizlerini temsil ederler. Ancak sermaye ile emek arasındaki zıtlık, önce, ancak bir araya gelmiş emekçileri kendi kendilerinin kapitalistleri hâline getirmek, yani bunlara, üretim araçlarını kendi emeklerinden yararlanmak için kullanma olanağını vermek yoluyla aşılır. Maddi üretim güçlerinin ve buna tekabül eden toplumsal üretim biçimlerinin gelişimi belirli bir aşamaya ulaştığında, yeni üretim tarzının nasıl doğal olarak eskisinden doğduğunu gösterirler. Kapitalist üretim tarzından doğan fabrika sistemi olmasaydı, kooperatif fabrikaları olamazdı. Aynı üretim tarzından doğan kredi sistemi olmadan bunlar da gelişemezdi. Kredi sistemi yalnızca, kapitalist özel teşebbüslerin kademeli olarak kapitalist anonim şirketlere dönüşmesinin temel sebebi değildir, aynı zamanda kooperatif teşebbüslerinin aşağı yukarı ulusal ölçekte kademeli genişlemesi için de araçlar sunar. Kapitalist anonim şirketler, kooperatif fabrikalar kadar, kapitalist üretim tarzından ortak olana geçiş biçimleri olarak düşünülmelidir; tek fark, antagonizma birinde olumsuz diğerinde olumlu olarak çözülür.”[24]

Burada Marx, her ikisi de kapitalist üretime içkin olan ve yine de yeni bir “ortak” üretim tarzının unsurlarını yansıtan iki geçişken toplumsal refah üretme ve bu refaha el koyma biçimi belirtir: sermaye ile emek arasındaki uzlaşmazlığı özel teşebbüslere hisse senedi ve kredi yoluyla sosyalleştirerek, “negatif bir biçimde” çözen anonim şirket ve birleşik işçileri kendi kapitalistlerine dönüştürerek “pozitif bir biçimde” çözen kooperatif fabrikaları. Elbette, bu “geçişken biçimler” bizi mevcut üretim tarzımızın ötesine taşımadı. Benim Marx okumama göre, bu tür biçimler, yalnızca kapitalist mülkiyet ilişkilerinden koptukları ölçüde, başka bir deyişle, mülksüzleştirenleri mülksüzleştirdikleri ve dolayısıyla da bütün olarak değere, ücretli emeğe ve paraya dayalı mübadeleyle sonuçlanan üretim sistemini ortadan kaldırdıkları ölçüde alternatif bir “ortak” üretim tarzının unsurlarını inşa ederler. Bu, hukukî anlamda kamulaştırma ve mülkiyet hakkının devri anlamında değil, sınıfsal mülkiyetin toplumsal ve hukukî temelini reddeden devrimci bir anlamda mülksüzleştirme olacaktır. Kapitalist özel mülkiyetin ana temeli, üreticinin üretim koşullarından ayrılması ve ikincisinin, artı değere el koyan bireylerden oluşan farklı bir sınıf tarafından sahiplenilmesi olduğu için bu ayırımın mülksüzleştirme yoluyla olumsuzlanması, toplumsal varoluşun artık bilinçsizce değer aracılığıyla değil, bilinçli bir şekilde insanların birlikte hareket eden koordineli faaliyeti aracılığıyla dolayımlandığı sınıfsız bir toplumdaki insan topluluğunun birleştirilmesinden başka bir şey değildir.[25] Marx ve Engels’in Manifesto’da belirttiği gibi, “Sınıfları ve sınıf çelişkileri ile birlikte eski burjuva toplumunun yerine, her birinin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birliğe sahip olacağız.”[26]

Marx’a göre bu dönüştürücü potansiyel, çelişkili bir şekilde de olsa, kredi sisteminde zaten gizlidir. Marx, kredi sistemine içkin olan “kapitalist mülkiyetin kendisine içkin örtülü bir biçimde ortadan kaldırılmasını (Aufhebung)”[27] şu şekilde tanımlar:

“Kredi sistemi, yalnızca, doğası gereği esnek olan yeniden üretim süreci burada uç sınırlarına zorlandığı için ve sosyal sermayenin büyük bir kısmının ona sahip olmayan ve sonuç olarak şeyleri sahibinden oldukça farklı bir şekilde ele alan, özel sermayesinin sınırlamalarını kendi başına hallettiği ölçüde endişeyle tartan insanlar tarafından kullanılmasından ötürü bu denli zorlandığı için ticarette aşırı üretim ve spekülasyonun ana kaldıracı olarak görünür. Bu basitçe, kapitalist üretimin çelişkili doğasına dayalı olarak sermayenin kendi kendine genişlemesinin, fiili bir özgür gelişime ancak belirli bir noktaya kadar izin verdiğini, öyle ki esasında üretim için kredi sistemi aracılığıyla sürekli olarak kırılan içkin bir pranga ve bariyer oluşturduğunu gösterir. Bunun sonucu olarak kredi sistemi, üretici güçlerin maddi gelişimini ve dünya pazarının kurulmasını hızlandırmaktadır. Yeni üretim biçiminin bu maddi temellerini belirli bir mükemmellik derecesine yükseltmek, kapitalist üretim tarzının tarihsel misyonudur. Aynı zamanda kredi, bu çelişkinin şiddetli patlamalarını -krizler- ve dolayısıyla eski üretim tarzının çözülme unsurlarını hızlandırır.”[28]

Bu paragraf, kapitalist üretim tarzının “tarihsel misyonu”, kredinin üretimin prangalarından kendini kurtarması, kredinin imkân verdiği maddi gelişimler ve bunun sonucunda ortaya çıkan şiddetli krizler ve kapitalizmin kendi kendini yok etme eğilimleri gibi yaratıcı ifadelerle doludur. Şimdi bu, yeni bir üretim tarzının temellerini inşa etmek için sermayeyi kendi sınırlarının ötesine iten kredi sistemi ile birlikte, teleolojik bir hikâye gibi görünebilir. Ancak tam bu noktada dikkatli olmalıyız. Belirleyici bir teleolojiden ziyade, aynı sosyal gelişim içerisinde yer alan sayısız çelişkili eğilimi belgeleyen bir araştırma metodunu kolaylıkla gözlemleyebilirsiniz. Böyle bir eğilim, emeğin aşırı sömürülmesine, ekonomik krize, finansal dolandırıcılığa ve sosyal servetin giderek daha az kişi tarafından özel olarak kamulaştırılmasına yöneliktir; bu tür bir başka eğilim, emeğin ve mülkiyetin toplumsallaştırılmasına, üretici gücün muazzam yükselişine, emek zamanının asgariye indirilmesine ve toplum çapında “sınıfsal mülkiyetin” toplumsal kamusallaştırılması için artan potansiyele yöneliktir. Her iki eğilim de, gelecek kararsız, insanların kolektif eylemine bağlıyken bir gerginlik hâli olan Spannungsverhältnis’te aynı anda bir arada var olur. Buna göre, Marx, kapitalist üretim tarzının kendi kendini mülksüzleştirmeye yönelik içkin eğilimine ilişkin bu incelemeyi kredi sisteminin muğlak doğası üzerine bir düşünceyle sonuçlandırır:

“Kredi sistemine içkin olan iki özellik, bir yandan kapitalist üretimi teşvik etmek, başkalarının emeğini sömürerek zenginleştirmek, en saf ve muazzam kumar ve dolandırıcılık biçimini geliştirmek ve sosyal serveti sömüren az sayıdaki insanın sayısını daha da azaltmaktır; öte yandan, yeni bir üretim tarzına geçiş biçimini inşa etmektir. Hukuktan Isaac Péreire’e kadar kredinin başlıca sözcülerine dolandırıcı ile peygamberin hoş karakter karışımını bahşeden bu muğlak doğadır (Mischcharakter).”[29]

Marx’ta bulunan çeşitli tarihsel mülksüzleştirme biçimlerinin önceki tipolojisi ve kapitalizmin kendisinin bir tür kendi kendini mülksüzleştirme eğiliminde olduğuna ilişkin bu yeni açıklama göz önüne alındığında Marx’ın mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme çağrısını nihai olarak nasıl yorumlamalıyız? Marx, hem hevesli bir şekilde mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme çağrısı yapar hem de aklı başında bir şekilde mülksüzleştirenlerin aslında hâlihazırda mülksüzleştirildiğini ilân eder. Bu ikisi aynı şey midir? Mülksüzleştirme olgusunun beyanı, sermayenin örtük uzun vadeli eğilimleri göz önüne alındığında, ne olacağına ilişkin bir tasvir mi? Öyleyse, neden mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi çağrısı yapılıyor? Zaten gerçekleşmesi eli kulağındaysa, o zaman sadece onu çağırmak, kâr oranının düşmesi için yapılan çağrı kadar yararlı görünür. Ancak Marx bu derece determinist değildir. Aksine, daha materyalist bir çizgide, Marx’ın mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme çağrısı, bu tür önlemlerin adaletine ilişkin bağımsız bir ahlaki iddiadan değil, kapitalist toplumsal ilişkilerin gelişiminde rol oynayan çelişkili eğilimlere ilişkin izahtan kaynaklanır.

Bir yandan, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi”, mülksüzleştirilen üretici sınıfının, emek araçlarını ele geçirmek ve bunları herkes tarafından sahip olunan özgürlük araçlarına dönüştürmek için kolektif gücünün kullandığı politik etkinliğe denir. Öte yandan, bizzat kapitalist üretim tarzının bilinçsiz bir eğilimini ve hatta “amacını” tanımlar: toplam toplumsal servetin giderek daha az sayıda birey tarafından konsolide edilmesi ve nihayetinde hiç kimse tarafından konsolide edilememesi.[30] Bu iki anlamı uyumlu hâle getirmek mümkün müdür? Sınıfsal mülkiyetin eşdeğeri olmaksızın toplumsal temellükü olarak mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi ve toplumsal servetin eşdeğeri olmaksızın özel temellükü olarak mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi şeklindeki bu iki anlam uyumlu kılınabilir mi? İlki devrimci bir proleter faaliyet biçimini adlandırırken, ikincisi kapitalist birikimin tarihsel bir eğilimini tanımlar. Marx, biçimi kapitalist toplumsal ilişkilerde zaten zımni olarak var olan, ancak onun olumsuzlanması perspektifinden görülebilen devrimci bir önlemi savunarak, mülksüzleştirme savunmasını hem toplumsal ilişkilere ilişkin materyalist bir açıklamasına hem de toplumsal dönüşüme ilişkin politik kuramına dayandırılabilir.

Sonuç

Sonuç bölümünde bazı görüşlerimi aktarmama izin verin. Öncelikle, mülksüzleştirme olgusu, Marksistler, siyaset teorisyenleri, hukuk teorisyenleri ve radikal ekonomistler tarafından büyük ölçüde yeterince takdir edilmemiştir.[31] Artık kamulaştırmayı/ mülksüzleştirmeyi hem hukukî bir mücadele ölçüsü hem de siyasi bir özgürleşme stratejisi olarak yeniden düşünmenin vakti geldi. Bunun gerçekleştiği yerlerden biri, toplumsallaştırma amacıyla büyük konut mülk sahiplerini mülksüzleştirmeye yönelik kampanyanın yürütüldüğü Berlin şehridir.[32]

Bu hareket, Alman anayasasının 14. ve 15. maddelerinden hukukî gerekçelendirmeyi ele alır. “Kamulaştırmaya yalnızca kamu yararı için izin verilebilir (Madde 14); ve “toprak, doğal kaynaklar ve üretim araçları, tazminatın niteliğini ve kapsamını belirleyen bir yasayla toplumsallaştırma amacıyla kamu mülkiyetine ve diğer kamu teşebbüslerine devredilebilir” (Madde 15). Bu kampanya, on binlerce kiracıyı ve mahalleliyi şehirdeki özel mülkiyet, sahiplik ve konut arasındaki sağduyu ilişkisini dönüştürmek için harekete geçirmede olağanüstü başarılı oldu. Özel konutların mega sahiplerinden toplumsal kamulaştırılmasını talep ederek, Deutsche Wohnen & Co Enteignen kampanyası, temel ihtiyaçların özel mülkiyeti sorununu kamuoyunda ön plana çıkardı ve merkeze koydu. Bu olay neredeyse hiç gerçekleşmez ya da olur da gerçekleşirse, bu hareketin elde ettiği hukukî, sosyal, politik ve ekonomik desteğe nadiren sahip olur.

Kuşkusuz, Marx’ın mülksüzleştirmeye ilişkin izahı, zenginlerin evlerine hukuken el koymak, mal sahiplerine piyasa faiz oranına göre tazminat ödemek ve ardından mülkiyeti devlete devretmekle ilgili değildi (her ne kadar Engels konut krizini çözmek için kamulaştırmadan yana olsa da).[33] Daha ziyade, üretim koşullarının üreticilerin kendileri tarafından yeniden sahiplenilmesi ve onların sömürenlerin mülkiyetine bağımlılıktan kurtulmaları ile ilgiliydi. Yine de konut, işçilerin ödemek zorunda olduğu muazzam bir maliyet olmasının yanı sıra emek gücünün yeniden üretimi için de temel bir koşuldur. Böylece, mülkiyeti konut biçiminde kamulaştırmak, işçileri kısmen patronlara, mal sahiplerine, toprak ağalarına -kısacası sermayeye köleliklerinden kurtarır.

Mülkiyetin kamu yararı için kamulaştırılması bir şeydir, peki ya diğer her şey? Kamulaştırma hususundaki argümanı ne kadar ileri götürebiliriz? Örneğin, neden arazideki özel mülkiyeti kamulaştırmayalım ve konutları herkes için bedava yapmayalım?[34] Neden özel sektöre ait doğal kaynakları kamulaştırıp fosil yakıtları yakmayı bırakmayalım? Ve neden emek araçlarını kamulaştırmayalım ve kâr peşindeki meta üretimine bir son vermeyelim? Her şeyi kamulaştırmak için üç neden sunarak bitirmeme izin verin.

1. Kamulaştırma, her zaman kamu yararı ve altyapı hizmetleri (örneğin yollar, elektrik hatları) için durmadan, ancak çoğu zaman bir şehri veya bölgeyi daha verimli kılmak (örneğin bir stadyum inşa etmek) için kamulaştırılır. 2. Kamu yararı için araziyi kamulaştırma hakkı, binlerce yıl öncesine uzanan ve neredeyse evrensel olarak dünyanın dört bir yanındaki toplumlarda bulunan bir normdur.[35] Nispeten yakın bir tarihe kadar, bu gerçek o zamanlar kamulaştırmanın hukukî dokümanlarda gerekçelendirilmesi zorunluluğu olmadığı için doğal karşılanmıştı. Ancak artık mülkiyet ilişkilerimiz bu denli özelleştiğine göre, mülksüzleştirilenlere değil, mülksüzleştirene gerekçelendirme yükü yüklenmiştir.

3. Konutta, çevrede ve işyerinde kapitalizmin çeşitli krizleriyle mücadelede efektif bir şekilde kullanılabilir. Yani, konut hususunda yaşanan krizin üstesinden gelmek için, neden büyük toprak ağalarını kamulaştırmayalım, kira ödemeyi bırakıp neden konutları herkes için bedava yapmaya başlamayalım? İklim değişikliğinin önünü biraz olsun almak ve fosil yakıtları yakmayı durdurmak için neden enerji şirketlerini yatırımcılarından kamulaştırıp ekonomiyi karbondan arındırmaya başlamayalım? Ve işçilerin iktidarını yeniden inşa etmek için neden işyerlerini sahiplerinden kamulaştırıp, ihtiyaçların karşılanması için ortak üretime geçmeyelim?

Bununla birlikte özel mülkiyeti kamulaştırmak yalnızca ilk adımdır. Sadece sahiplik yapısını değiştirmek, bunların altında yatan toplumsal ilişkileri değiştirmez. Çünkü değer ve mübadele ilişkisi hâlâ toplumsal aktiviteyi dolayımlıyorsa, o zaman kamulaştırılan evlerin, enerji şirketlerinin veya iş yerlerinin özel mülkiyetten daha az sömürücü, daha az yabancılaştırıcı veya insanlara ve gezegene daha faydalı olması için hiçbir neden yoktur. Değişmesi gereken şey yalnızca mülkiyet biçimi -özel mülkiyetten kamusal ya da ortak mülkiyete geçilmesi- değil, sahipliğin içeriğidir. Mülkiyetin işlevini ayrılıktan dayanışmaya, kârdan ihtiyaca, mübadeleden kullanıma, tüketimden yenilenmeye, sömürüden bakıma kaydırmak ne anlama gelir? Bu soruların yanıtları, Marx’ta veya hukukta değil, daha ziyade, bugün dünyanın dört bir yanında -iyi ya da kötü- gerçekleşmekte olan toplumsal mücadelelerin içeriğinde bulunmalıdır.

Jacob Blumenfeld
30 Nisan 2020
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Elbette Marx gelecek için tarif kitapları yazmaz ve gayet iyi bilinen bir şekilde post-kapitalist bir toplumu detaylı bir şekilde tanımlamaktan kaçınır. Ancak benim açımdan Marx’ta kapitalizmin üstesinden gelmeye ilişkin teorinin olumlu bir içeriği olmadığı fikrine meydan okunmalıdır. Bu sosyalizm ya da komünizmin neye benzediğiyle ilgili değil, kapitalizmin üstesinden gelmenin neye benzediğiyle ilgilidir. Ve Marx için bu, mülk sahiplerini mülksüzleştirmek gibi görünüyor ya da ben böyle göründüğünü iddia ediyorum.

[2] Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Volume I (Harmondsworth: Penguin, 1976 [1867]), MIA s. 929 [Kapital Cilt 1, Çev. Mehmet Selik — Nail Satlıgan, Yordam Kitap, 2015] (vurgu Jacob Blumenfeld’a ait).

[3] Karl Marx, The Civil War in France [1871], MECW 22: s. 335 [Fransa’da İç Savaş, çev. Zeynep Kafkas, Köz Yay., 1970] (vurgu Jacob Blumenfeld’a ait). MIA.

[4] Marx, Capital I [Kapital 1. Cilt], s. 929.

[5] “İngilizcede ‘mülksüzleştirme’ terimi başlangıçta, mülkiyete karşılığı verilmeksizin el konulması ve dolayısıyla insanların topraktan ayrılması, çıkarılması ve toprağa yabancılaştırılmasını anlamına geliyordu. Daha genel olarak mülksüzleştirme, ‘(bir kişiyi) mülkiyetten’ ya da mülkiyet hakkından ‘mahrum bırakma’ idi. Terim, aynı zamanda daha genel olan müsadere ve soygun çağrışımlarını da üstlendi.” John Bellamy Foster ve Brett Clark, “The Expropriation of Nature“, 69 (2018) Monthly Review 1.

[6] Farklı türdeki kamulaştırmalar için bkz. August Reinisch, “Expropriation”, Yayına Hazırlayanlar: Peter Muchlinksi, Federico Ortino, ve Christoph Schreuer, The Oxford Handbook on International Investment Law içinde (Oxford: Oxford University Press, 2008) s. 407; ve Alice Ruzza, “Expropriation and Nationalization”, Yayına Hazırlayan: Rüdiger Wolfrum, Max Planck Encyclopedia of Public International Law içinde (Oxford: Oxford University Press, 2013) içinde.

[7] Bkz. Expropriation–UNCTAD Series on International Investment Agreements II; J. A. M. A. Sluysmans ve E. J. L. Waring, “Core Principles of European Expropriation Law”, 2016 (2016) European Property Law Journal s. 142. Unctad.

[8] Bkz. örneğin Thomas Hanna, “A History of Nationalization in the United States: 1917–2009“, The Next System Project (4 Kasım 2019). NSP.

[9] Piyasanın etrafının sarılması hakkında daha fazla bilgi için bkz.: Quinn Slobodian, Globalists: The End of Empire and the Birth of Neoliberalism (Cambridge: Harvard University Press, 2018).

[10] Bkz. Marx, Grundrisse [1858], MECW 38 [Grundrisse, çev. Sevan Nişanyan, Birikim Yay., 1979]: Eşdeğerlerin bir değiş tokuşu meydana gelir, [ama bu] yabancı emeğin mübadele olmaksızın ama mübadele kisvesi altında el konulmasına dayanan bir [üretim sisteminin] yüzey tabakasıdır. Bu mübadele sisteminin temelinde sermaye vardır.” (s. 433); “Bu nedenle mübadele değerleri sisteminin -emek tarafından ölçülen eşdeğerlerin mübadelesi- yabancı emeğin mübadele olmaksızın el konulmasına, emeğin ve mülkün bütünüyle ayrılmasına dönüştüğünü ya da daha doğrusu saklı arka planı olarak ortaya çıkardığını bulmak artık şaşırtıcı değildir.” (s. 433); “Kişinin kendi emeğinin ürününde mülkiyeti ima ediyor gibi görünen eşdeğerlerin mübadelesi […] tersine çevrilir, kendini emeğin ve mülkün mutlak ayrımı ve yabancı emeğin mübadele olmaksızın, eşdeğeri olmaksızın el konulması olarak elzem bir diyalektik ile gösterir.” (s. 438); “[sermaye] yabancı emeği değişim olmaksızın, eşdeğeri olmaksızın ancak mübadele kisvesi altında sahiplenmenin gücüdür”. (s. 474).

[11] Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], MECW 35, s. 748: “İlkel sermaye birikimi, başka bir deyişle tarihsel oluşumu, kendini neye dönüştürüyor? Kölelerin ve serflerin hemen ücretli emekçilere dönüşmesi ve dolayısıyla salt bir biçim değişikliği olmadığı sürece bu yalnızca doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmesi, başka bir deyişle özel mülkiyetin sahibinin emeğine dayalı olarak feshi anlamına gelir.”

[12] Köle emeği bütün olarak mülksüzleştirilirken, köylü emeğinin mülksüzleştirilmesi kısmidir.

[13] Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], MECW 35, s. 736: “Ekonomik ilişkilerin ruhsuz baskısı, emekçinin kapitaliste boyun eğmesini tamamlar. Ekonomik koşulların dışındaki dolaysız zor elbette hâlâ kullanılmaktadır, ancak yalnızca istisnai olarak. Olağan gidişatta emekçi ‘üretimin doğal yasalarına’, başka bir deyişle sermayeye bağımlılığına, üretim koşullarının kendisinden doğan ve süreklilik ile garanti altına alınan bir bağımlılığa terk edilebilir.”

[14] Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], MECW 35, s. 751.

[15] Bkz.: Marx, Capital III [Kapital Cilt 3, Çev. Mehmet Selik — Erkin Özalp, Yordam Kitap, 2017], MECW 37, s. 608: “Tıpkı genel olarak kapitalist üretim tarzı, emek koşullarının emekçilerden mülksüzleştirilmesine dayandığı gibi, tarımda da kır emekçilerinin topraktan mülksüzleştirilmesi ve kar uğruna tarıma devam eden bir kapitaliste tabi kılınmasını varsayar.”

[16] Bkz. Foster and Clark, “The Expropriation of Nature”, 30. dipnot.

[17] Özel mülkiyetin olumsuzlanmasının olumsuzlanması üzerine bkz. Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], MECW 35, 751: “Kapitalist üretim tarzının sonucu olan kapitalist el koyma tarzı kapitalist özel mülkiyet üretir. Bu mülk sahibinin emeği üzerine kurulu olan bireysel özel mülkiyetin ilk olumsuzlanmasıdır. Ancak kapitalist üretim, bir Doğa yasasının acımasızlığı ile kendi olumsuzlanmasına sebep olur. Bu, olumsuzlanmanın olumsuzlanmasıdır. Bu, üretici için özel mülkiyeti yeniden tesis etmez ancak ona kapitalist çağın edinimlerine dayalı bireysel mülkiyet bahşeder: başka bir deyişle iş birliği ile toprak ve üretim araçlarının ortak mülkiyetini.”

[18] Marx, kapitalist özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasının ve toplumsallaştırılmış mülkiyete dönüştürülmesinin, doğrudan üreticilerin kişisel mülkiyetinin tarihsel olarak ortadan kaldırılması ve kapitalist özel mülkiyete dönüştürülmesinden daha kolay, daha hızlı ve daha az şiddetli olacağına inanmaktadır: “Bireysel emekten doğan dağınık özel mülkiyetin kapitalist özel mülkiyete dönüşümü, doğal olarak, hâlihazırda pratik olarak toplumsallaştırılmış üretime dayanan kapitalist özel mülkiyetin toplumsallaştırılmış mülkiyete dönüşmesiyle kıyaslanamayacak kadar uzun süreli, şiddetli ve zor bir süreçtir. İlk durumda, halk kitlelerinin birkaç gaspçı tarafından mülksüzleştirilmesi ile karşı karşıyaydık; ikincisinde ise birkaç gaspçının halk kitleleri tarafından mülksüzleştirilmesi ile karşı karşıyayız.” Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], MECW 35, s. 751.

[19] Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], s. 929; Marx, Civil War in France [Fransa’da İç Savaş, Çev. Erkin Özalp, Yordam Kitap, 2016], MECW 22, s. 335.

[20] Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], MECW 35, s. 750: “Bundan böyle mülksüzleştirilecek olan şey, artık kendisi için çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir. Bu mülksüzleştirme, bizzat kapitalist üretimin içkin yasalarından kaynaklanan olay ile, sermayenin merkezîleşmesi ile başarılır. Bir kapitalist, her zaman birçok kapitalisti öldürür […] Sermaye tekeli, onunla birlikte ve onun altında ortaya çıkan ve gelişen üretim tarzının önündeki bir engel hâline gelir.”

[21] Marx, Capital I [Kapital Cilt 1], MECW 35, s. 750.

[22] Marx, Civil War in France [Fransa’da İç Savaş], s. 335. Marx’ın özel mülkiyetin olumsuzlanmasının olumsuzlanması görüşüne ilişkin Stirnerci okumam için All Things are Nothing to Me: The Unique Philosophy of Max Stirner (New York: Zero Books, 2018) isimli çalışmamın sonuç bölümüne bakınız.

[23] Marx, Capital III [Kapital Cilt 3], MECW 37, s. 437 (vurgular bana ait). Almanca dilinde okumak için bkz.: MEGA II/4.2, Ökonomische Manuskripte 1863–1867, pt. 2, s. 503–55.

[24] Marx, Capital III[Kapital Cilt 3], MECW 37, s. 438.

[25] Komünizmi insan türünün bir olma hâli olarak gören yaklaşım konusunda bkz.: Jacques Camatte, “The Wandering of Humanity” [1973], This World We Must Leave and Other Essays içinde (New York: Autonomedia, 1995) , s. 39. MIA.

[26] Bkz. Karl Marx ve Friedrich Engels, Manifesto of the Communist Party [1848] [Komünist Manifesto, Çev. Tanıl Bora, İletişim Yay., 2020], MECW 6, s. 497–506. MIA.

[27] Marx ve Engels, Communist Manifesto [Komünist Manifesto], s. 497–506.

[28] Marx, Capital III [Kapital Cilt 3], MECW 37, s. 438–39.

[29] Marx, a.g.e., s. 438–39.

[30] “Giderek daha az sayıda birey”den “hiç kimse”ye geçiş nasıl gerçekleşmektedir? Bu, sadece soyutlamaya doğru bir sıçrama değil midir? Kulağa ne kadar soyut gelse de, yukarıda belirtildiği gibi, esasında Marx, bunu Kapital’in 3. cildinde açıkça ifade eder. Buradaki fikir, kapitalizmin emeği ve mülkiyeti çeşitli geçişken biçimlerle (kooperatifler, anonim şirketler, kredi sistemi vb.) giderek daha fazla toplumsallaştırmasıdır, böylece içsel eğilim, sonuçta daha verimli, dinamik ve rasyonel olacak olan, üretim araçlarının bireysel mülkiyetini tamamen ortadan kaldırmaya yöneliktir.

[31] Marksistler, genellikle mülksüzleştirmeyi iki yoldan biriyle ele alırlar: (a) negatif olarak, tarihsel (veya devam eden) “ilkel birikim” sürecinin bir parçası olarak, kapitalist birikimin temel bir koşulu olarak veya (b) pozitif olarak, Marxist-Leninist bir tarzda, sosyalist bir devletin veya komünist partinin burjuvaziye karşı uygulayacağı devrimci bir politika olarak. Marx’ın kapitalist birikimin tarihsel eğilimine ilişkin açıklamasını determinizme veya gönüllüğe boyun eğmeden hesaba katan bir “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” analizi, bu metinde yapmak istediğim şey, nadiren söz konusudur.

[32] Bkz. Jacob Blumenfeld, “Expropriate Everything“, (2019) Brooklyn Rail.

[33] Bkz. Friedrich Engels, The Housing Question [1872] [Konut Sorunu, Çev. Erkin Özalp, Yordam Kitap, 2020], MECW 23, s. 317–91. MIA.

[34] Marx, Capital III [Kapital], s. 910–11: “Daha yüksek bir sosyo-ekonomik oluşum açısından, yeryüzündeki belirli bireylerin özel mülkiyeti, tıpkı bir kişinin diğer kişiler üzerindeki özel mülkiyeti kadar saçma görünecektir. Bütün bir toplum, bir ulus ya da aynı anda var olan tüm toplumlar bile dünyanın sahibi değildir. Onlar sadece onu ellerinde tutarlar, ondan yararlanırlar ve en iyi ihtimalle boni patres familialar olarak onları sonraki nesillere miras bırakmaları gerekir.”

[35] Susan Reynolds’a göre “kamu yararı için kamulaştırma”, dünyanın dört bir yanında binlerce yıldır var olan bir normdur, modern bir icat değildir. Susan Reynolds, Before Eminent Domain: Toward a History of Expropriation of Land for the Common Good (Chapel Hill: University of North Carolina Press, 2010). Muse.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder