Günümüz
dünyasında “en fazla öne çıkan aydınlar” listesinde hep başa oynayan isimlerden
biri, 2012’de Foreign Policy dergisinin hazırladığı “Dünyanın En İyi 100
Düşünürü” listesine girdi.[1] Bu kişi, söz konusu ayrıksı konumu Dick Cheney,
Recep Tayyip Erdoğan, Benjamin Netanyahu ve eski Mossad direktörü Meir Dagan
gibi isimlerle paylaşıyordu. ABD dışişleri bakanlığının uzantısı olan bu çok
ünlü dergiye göre, teorisyenin en iyi fikri şuydu:
“Solun beklediği o büyük devrim, hiçbir zaman
gerçekleşmeyecek.”[2]
Bu
kişinin diğer fikirlerine güçlü itirazlar gerçekleştirildi. İtirazlarla
karşılanan konumlarına başka örnekleri eklemek mümkün. Dünyanın en iyi
düşünürleri arasına giren bu kişinin yaklaşımlarına birkaç örnek verilebilir.
Bu kişiye göre, yirminci yüzyıl komünizmi, daha da özelde, Stalinizm, “insanlık
tarihinin tanık olduğu en kötü ideolojik, politik, ahlakî ve toplumsal felâket”ti.[3]
Sözünün ağırlığını artırmak için bu kişi, sonrasında şunu söyledi: “Soyut
düzeyde yol açtığı acılar üzerinden ölçüldüğünde Stalinizm, Nazizmden daha
kötüydü.” Bu sözlerde, Stalin komutasında hareket eden Kızıl Ordu’nun Nazilere
ait savaş mekanizmasını mağlup etmesi karşısında duyulan pişmanlık vardı.[4]
Bu
ünlü isme göre, Nazi iktidarı, uyguladığı şiddet konusunda komünizm kadar
“radikal” değildi. “Hitler’in asıl sorunu, yeterince şiddet uygulamamış
olmasıydı.”[5] Teori âleminin bu asilzadesine göre Stalin, muhtemelen on
milyonlarca insanı açlığa mahkûm edip acımasızca öldüren Mao Zedung’dan kimi
ipuçları almıştı.[6]
Bu
tür iddialarıyla söz konusu yazar, aslında Mao’nun kendi yurttaşlarını öldürmek
niyetinde olmadığını söyleyen antikomünist Komünizmin Kara Kitabı’nın
bile sağında konumlanıyordu.[7] Tabii teorisyenimiz, bu tür bir bilgiyi
paylaşma gereği duymuyordu, çünkü o, modern dünyada insanlığa karşı işlenmiş en
ağır suçun altında Nazizmin veya faşizmin değil, komünizmin imzası olduğu tespiti
üzerinden hareket ediyordu.
Düşünürümüz,
aynı zamanda Avrupa’nın politik, ahlakî ve düşünsel açıdan gezegenin diğer tüm
bölgelerinden üstün olduğunu, imalı olarak dile getiren, Avrupamerkezci
olduğunu söyleyen bir isim.[8] Tüm Akdeniz bölgesinde Batı’nın sert askerî
müdahaleleri sebebiyle Avrupa’da mülteci krizinin yoğunlaştığı süreçte bu
düşünürümüz, “mültecilerin büyük bir kısmı, Batı Avrupa’ya ait insan hakları
anlayışıyla uyumsuz olan bir kültürden geliyor” diyerek, Samuel Huntington’ın
“medeniyetler çatışması” ezberini papağan gibi yineleme gereği duydu.[9]
Dünyanın
en iyi âlimleri listesinde üst sıralara adını yazdırmayı bilmiş olan bu
düşünür, 2016 seçiminde Trump’a destek verdi.[10] Kısa süre önce ise
“Avrupa’nın birliğini savunmak için güçlü bir NATO’ya ihtiyacımız var” dedi,
Ukrayna’da ABD’nin yürüttüğü vekâlet savaşına desteğini açıkladı, ayrıca
sürekli savaş propagandası yapan Henry Kissinger’ı bile “pasifizm”le
suçlayarak, onun sağında konumlandı.[11]
Ulusal
güvenlik devletinin muhafazakâr ajanı Huntington’ın kurduğu derginin sürekli
övdüğü bu küresel süperstar, uluslararası planda üniversite hocalarının nadiren
kavuştukları bir şöhrete sahip oldu.[12] Kapitalist dünyada önde gelen
kurumlarda prestijli işler kapan, uluslararası gezilerde kendisine sürekli yer
bulan, akademi âleminin ünlülerinden olan bu düşünür, medyada muazzam bir yere
sahip oldu ve bu yerini sürekli pekiştirdi. En önemli yayınevlerinde kitapları,
en önemli dergilerde makaleleri çıkan bu düşünür, birçok filme katkıda bulundu,
televizyon yüzü hâline geldi, büyük medya kuruluşlarında arz-ı endam etmeyi
bildi.
Aldığı
politik konumların niteliği üzerinden burjuva kültür aygıtınca bir balon misali
sürekli şişirilen bu isim, ABD ulusal güvenlik bakanlığının ve emperyalist
düşünce kuruluşlarının beslediği sağcı bir ideolog değil. Bilâkis, bu isim,
solu temsil ettiği düşünülen, en fazla göz önünde olan aydın olması sebebiyle,
radikal teori, hatta Marksizm ile ilgili internet sitelerini takip eden
herkesin her an yüzleştikleri bir kişi: Slavoj Žižek.
Donald
Trump, bir seferinde ABD’nin elindeki propaganda mekanizmasının gücüne olan
inancını anlatmak için şu tür bir ifadede bulunmuştu:
“New York’un ünlü Beşinci
Caddesi’nin ortasında durup birini vurayım, seçimde tek bir oy bile
kaybetmem.”[13]
Emperyalizmin
merkezinde duran, yoldan çıkmış ve çürümekte olan bu gösteri toplumunda aynı
durum, küresel teori endüstrisinin poster çocuğu için de geçerli. Akla hayale
gelebilecek en gerici politik konumları alabilecek bir isim olarak Žižek,
kapitalist kültür aygıtı eliyle tüm dünyaya görüşlerini yayabiliyor ve hâlen
daha solun en büyük aydını olarak takdim edilebiliyor. Aslında bu, onun
bizatihi yaptıklarının bir sonucu.
Eğitimsizler
İçin Hazırlanmış Bir Söylem Çorbası
Kabul
etmeliyim ki bu madrabaz ve onun reklâmını yapan sistem, doksanların başında
ABD’de felsefe okuyan bir gençken benim de gözümü boyamıştı. Üniversite
öğrencisiydim ve bu adam, sahneye teori endüstrisinin Evel Knievel’ı (Amerikalı
şovmen) gibi fırlamıştı. Hakkında hiçbir şey bilmediğim Avrupa felsefesi
tarihine dair bitmek bilmez nutuklar atmak yerine, karşımızda bu felsefe
tarihini 19 yaşındaki, başkalarına özenip duran, yeterince eğitimden geçmemiş
kişilere anlatırmış gibi anlatmıştı. O gün Hollywood filmlerinden, bilim kurgu
hikâyelerinden, tüketim toplumundan, internet kültüründen, Avrupa kaynaklı
havalı teorilerden, pornodan, seksten, evet, fazlasıyla seksten bahsetmişti.
Kapitalist ideolojik aygıtın cahil bıraktığı, farklı bir şeymiş gibi pazarlanan
şeylere aç olan insanları okumaya teşvik ediyordu.
Doksanlarda
ve yirmi birinci yüzyılın başlarında çıkan tüm kitaplarını bir çırpıda okudum.
Ayrıca onun adımlarını izledim. Gidip, o günlerde Paris’te olan, düşünsel baba
figürü Alain Badiou yönetiminde doktoramı tamamladım. Ama sonra kendimi
eğittikçe, onun kimi hususları tekrarlıyor oluşundan, teorik yüzeyselliğinden
ve alışıldık retoriksel hamlelerinden bıkıp usanmaya başladım. Giderek, onun
insanları kışkırtmak için başvurduğu maskaralıkların tarihsel ve materyalist
analizin eksikliğinin bir dışavurumu olduğunu gördüm. 11 Eylül olaylarını Matrix
filmine dair Lakancı yorum üzerinden açıkladığı 2001 yılında bu kanaatim daha
da pekişti. Bir yandan kışkırtıcı yorumlar dile getiriyor, ama bu yorumları bir
tür kek gibi satmaya çalışıyor, bu çabası dâhilinde, ABD emperyalizminin ve
ulusal güvenlik devletinin başvurduğu mekanizmaların tarihini materyalist
açıdan analiz etme gereği duymuyor, bu açıdan, Noam Chomsky, hatta Michael
Parenti’nin bile gerisine düşüyordu.[14]
Sonra,
lisansüstü öğrencisiyken Jacques Rancière’nin kitabını çevirdiğimde, Žižek’in
söylem çorbasının nasıl yapıldığını görme fırsatı buldum. O dönemde İngilizce
konuşulan ülkelerde pek bilinmediği için yayıncılar, Rancière’nin kitaplarına
pek yüz vermiyorlardı. Nihayet bir yayınevi, kitaplardan birini dikkate almayı
kabul etti. İlk başta itiraz ettikten sonra, bugün artık piyasada olmayan bu
yayınevinin tedarik bölümü yayın yönetmeni bana şu koşulu sundu: “Kitabın
satışının çok olabilmesi için Žižek gibi radikal teori alanının önde gelen
isimlerinden birinden bir önsöz koparmalısın.” Žižek öneriyi kabul etti ve
sonrasında Gıdıklanan Özne adıyla yayımlanan kitabında Rancière’ye
ayırdığı bölüme fazlasıyla benzeyen, karmakarışık bir metin gönderdi.[15] Bu
metne kitabında Rancière’nin sinema ile ilgili kitaplarından birine dair, derin
tefekkür üzerine kurulu, takdim amaçlı kimi yorumlar ekledi. Buradan da
görülüyordu ki aslında Žižek, ne benim çevirdiğim Estetik ve Politika
Üzerine isimli kitabı ne de estetikle ilgili çalışmaları hakkında bir şey
biliyordu. Akademik ihtimam konusunda utanmak nedir bilmeyen bir tutumla
sergilenen bu saygısızlık mide bulandırıcıydı, ama sonuçta kurumsal bir gücüm
yoktu, derin bir politik analizden de yoksundum, elim kolum bağlıydı, zira
yaptığım çevirinin yayımlanmasını istiyorsam, teori endüstrisinin bu şarlatanı
ürünü pazarlamak için kullanmasına ses çıkartmamam gerekiyordu. Önsöz olarak
gönderilen yazıyı ek yazı hâline getirmeye ve Rancière’nin çalışmalarına dair
akademi kaynaklı değerlendirmelerle boğmaya çalıştım. Bugün geriye dönüp
baktığımda, projeyi sonlandırmam gerektiğini düşünüyorum.
Emperyalizmin
merkezinde, yıldızı parlayan, yanlış bir eğitimden geçmiş profesyonel yönetici
sınıfı, kültür teorisi’nin “Elvis”i olarak görülen bu kişinin maskaralıklarının
ana hedef kitlesiydi. 1989’da Berlin Duvarı yıkıldı. O günlerde Žižek’in ilk
önemli kitabı, İngilizcede Verso yayınlarından çıktı: İdeolojinin Yüce
Nesnesi. Çalışmanın önsözünü anti-Marksist radikal demokrat Ernesto Laclau
kaleme aldı. Kitap, Chantal Mouffe’un hazırladığı yeni dizinin en iyi kitabı olarak
takdim edildi. Söz konusu dizide yer alan ve ilhamını Heidegger’den alan,
Fransa’da ortaya çıkmış “özcülük karşıtı” teorik eğilimlerden beslenen bu
çalışmalar, sosyalizme destek sunmak yerine, radikal ve çoğulcu demokrasi
üzerinden algılanmış yeni bir sol anlayışını öne çıkartmak için kaleme
alınmışlardı.[16] “Demokrasi yanlısı” olarak takdim edilen ve sosyalist
ülkeleri parçalamak için kullanılan antikomünist hareketlere benzer bir politik
yönelime sahip olan bu iki radikal demokrat, Žižek’in reklâm edilmesi konusunda
önemli bir rol üstlendi. Laclau ve Mouffe, kitabını İngilizce konuşulan dünyada
takdim etmesi için Žižek’e davetiye gönderdi ve prestijli yayınevlerinin
kapısını kendisine açtı. Buna karşılık Žižek, ilk kitabının çerçevesini, Laclau
ve Mouffe’un postmarksist çalışmaları Hegemonya ve Sosyalist Strateji (1985)
kitabı üzerinden çizdi ve çalışmasını ikilinin geleneksel Marksizmin “küresel
sorunlara çözüm olarak sunulan devrim” anlayışına karşı geliştirdiği görüşü
üzerine kurdu.[17]
1991’de
SSCB dağıldı. Batı’nın ihtiyacını karşılamak için can atan postmarksist
teorisyen, iki kitap daha yazdı. Bunlardan biri, Laclau-Mouffe’un hazırladığı
dizi içerisinde çıktı, diğeri de Ekim Devrimi ile ilgiliydi.[18] Böylelikle
Žižek, emperyalist devletlerin destekledikleri demokrasi yanlısı muhalif
hareketler gibi radikal demokrasinin yükselmekte olan teorik dalgasına binmeyi
bildi. Bu dönem, emperyalist devletlerin ve istihbarat kuruluşlarının servetin
yukarıya doğru akıtılması, bu amaç doğrultusunda işçi sınıfının elindeki
kazanımların alınması için uğraşıyorlardı.
Sovyet
tarzı sosyalizmin parçalanması ile birlikte bu Doğu Avrupalı yerli muhbir,
kendi postmarksizmini Marksizmin en radikal biçiminden mahrum olmayan bir
fikirmiş gibi takdim etti. Gerçek mücadelelerden kök alan, Siyahlara ait müziği
temellük edip, evcilleştiren ve ana akımın parçası kılan Elvis gibi, Žižek de
en önemli görüşlerini Marksist gelenekten ödünç alıp onların özünü ortadan
kaldırmak adına, eğlenceli postmodern bir kültürel aşureye malzeme kılmak
suretiyle, ilgili görüşleri neoliberalizmin komünizmden intikam aldığı dönemde
birer tüketim nesnesine dönüştürerek meta hâline getirdi.
Burada
şu önemli notu düşmek gerekiyor: doksanlarda sözde “tarihin sonu” fikrinin
keyfini çıkartan kapitalist müesses nizam, bir yandan da radikal liberal
aydınlar için kapitalizmin estirdiği rüzgârla sağa sola savrulan bir tür
kırmızı balon misali, özünden arındırılmış sembolik bir Marksizm imal etti.
Žižek, işte bu sürecin parçasıydı. O, neoliberalizmin giderek yoğunlaştırdığı
antikomünist faaliyetlere tanıklık eden dönemin en ünlü Marksisti hâline geldi.
“Felsefenin Borat’ı” olarak anılan, “deli Marksist” olarak karikatürize edilen,
Doğu’nun bu gizemli adamı, Sovyet tarzı sosyalizmi yok etmiş olan alevlerin
üzerinde, herkesin içerisinde mastürbasyon yapan sapık bir anka kuşu gibi kanat
çırpıyordu.
Diyalektik
Safsata
Kendisi
kadar üçkâğıtçı olan radikal düşünürler gibi Žižek de anlaşılması zor yazıları
ve hatalarla yüklü davranışları ile övünen bir isim. Onu okuyan kişi, her
sayfayı çevirirken “ha anladıım!” diyor, ama sonra anlıyoruz ki o, aslında bir
önceki sayfada inanmamızı istediği şeyin tam tersini söylüyor. Saklanmayı bir
türlü beceremeyen, ama saklambaç oynamaktan da hiç bıkmayan çocuk gibi bu
Sloven harika çocuk da anlaşılmamak ve yürüdüğü yolu sürekli gizlemek umuduyla,
her şeyi ve karşıtını söylemek için sürekli yan çiziyor, yoldan çıkıyor.
Aslında kendisi gibi bukalemun karakterli olan aydınlarda aleni ve tutarlı bir
ideolojinin iş başında olduğu gerçeğinden habersizmiş gibi görünüyor. Bu
ideolojiye “oportünizm” deniliyor.
Abercrombie
& Fitch katalogu için verdiği röportajda kendisiyle röportaj yapan kişi,
Žižek’e yayınlanmadan önce metni kendisiyle paylaşabileceğini söylüyor. Kadını
tersleyen Žižek, ona şunu söylüyor: “A hayır, buna gerek yok. Sözlerimi,
söylediklerimin tam tersini söylemiş gibi aktarabilirsin.”[19] Bir oportünist
için bir şeyi söylemek, tam aksini söylemek kadar iyi bir şeydir. Çünkü bir
oportünistin ana amacı, ismini yaldızlamaktır.
Žižek,
yorucu söylemsel hamlesini kurnaz bir tutumla, “diyalektik” olarak pazarlıyor,
bunu da kendisindeki hilekârlığı gizlemek için sözde bir entelektüel kılıf
temin etmek amacıyla yapıyor. Mekânsal alanını her daim genişletiyor, zamansal
varlığını hep uzatıyor, böylelikle gerçekten de söyleyecekleri olanlara alan ve
vakit bırakmıyor. Burjuva kültür aygıtı, kendisine muazzam bir alan açıyor.
Bunun nedeni, Žižek’in gerçekten de radikal olan analiz biçimlerini ahmaklıkla
örtbas etme, etkisiz kılma eğilimi içerisinde olması. Ondaki her şeyi alıp
süpüren diyalektik, sınır mınır tanımıyor. Bu sebeple, onun ağzından şöyle bir
sözü hiç işitmiyoruz: “Hâkim ideoloji, sürekli reel sosyalizmin tümüyle korkunç
olduğunu söylüyor, oysa o öyle değil!”
Kendinden
menkul bir Marksistin kendisinin reklâmını yapıp duran kültür endüstrisinin en
yavan unsurlarını hiç eleştirmeden neden benimsediği merak konusu. 2010’da
düzenlenen Uluslararası İşçi Hakları Forumu’nun hazırladığı utanç listesine
şirket yanlısı çizgisi sebebiyle girdi. Bu, tüketimci kapitalizmin genel
endüstrisi ile küresel teori endüstrisi arasındaki samimi ilişkinin somut
tezahürlerinden biri yalnızca.
Žižek,
sadece kitap satmıyor, o aynı zamanda işporta tezgâhında sinema, sanat,
edebiyat, dergi, gazete, gözlük, A&F şirketinin CEO’sunun sözüyle, “havalı
ve iyi görünümlü insanlar için” Amerikan tarzı kıyafetler satıyor.[20]
Batı
Yanlısı Antikomünist Muhalif
Bahsini
ettiğimiz bu üçkâğıtçı, her konuda konuşuyor ve hep söylediklerinin tersini de
dile getiriyor. Bu sebeple, esas onun pratikte yaptıklarına ve teorik
pratiğinin niteliğine odaklanmak gerekiyor. Teorik pratiğinin niteliğini tam
anlamıyla kavrayabilmemiz için onu ve yaptığı hilekârlığı, düşünce üretiminde
kurulan toplumsal ilişkiler bağlamına oturmalıyız. Başka bir ifadeyle ben,
burada “teorik pratik” derken, sadece Žižek’in bir entelektüel olarak ortaya
koyduğu öznel faaliyetleri değil, ayrıca içinde faaliyet yürüttüğü, onu
uluslararası süperstar olarak öne çıkartan nesnel toplumsal bütünlüğü
kastediyorum. Burada kısmen şunu söylüyorum: Žižek, nevi şahsına münhasır bir
özne olarak değil, küresel teori endüstrisinin kültürel bir ürünü olarak anlaşılmalı.
Žižek,
1949 yılında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nde doğup büyüdü.
Elimizde “komünist bir devlette yaşamak, kapitalist devlette yaşamaktan daha
kötüydü” tespitini doğrulayacak herhangi bir kanıt yok.[21] Oysa biz,
Yugoslavya’nın kitlelere kaliteli bir hayat sunduğunu biliyoruz.
“1960-1980 arası dönemde
Yugoslavya, büyüme oranın oldukça yüksek olduğu ülkelerden biriydi. Sağlık
hizmetlerinin ve eğitimin ücretsiz olduğu ülkede herkesin bir geliri vardı,
ayda bir tatil için ödeme yapılıyordu, okuma-yazma oranı yüzde 90’ın
üzerindeydi, ortalama insan ömrü yetmiş ikiydi. Ekonominin büyük bir kısmının
kamunun elinde olduğu, piyasa sosyalizmi ile yönetilen Yugoslavya, aynı zamanda
birçok farklı etnisiteye mensup yurttaşlarına ulaşım hizmetlerini, barınma
imkânını ve elektrik-su gibi hizmetleri makul fiyata sunuyordu.”[22]
Hayat
hikâyesini kaleme alan Tony Myers’in aktardığına göre, Žižek kendi ülkesindeki
komünist kültürden haz etmeyen bir isimdi. Kapitalist dünyada sosyo-ekonomik
açıdan, kişisel düzlemde ilerlemek isteyen, karşısına çıkan fırsatları
değerlendiren, bu paraya tamah eden genç entelektüel, kendisini Batı’nın pop
kültürünü özümsemeye vakfetmişti. Mayers’ın aktardığına göre, “öğrenciyken
Žižek, resmi komünist görüşler yerine Fransız felsefesine ilgi duydu ve bu
konuda yazmaya başladı.”[23] Fransız teorisi üzerine hazırladığı yüksek lisans
tezi, politik açıdan şüpheyle yaklaşılması gereken bir çalışmaydı. Zira
arkadaşı Sloven felsefeci Mladen Dolar’ın ifadesiyle, “okul yetkilileri,
Žižek’in karizmatik tespitlerinin muhalif düşünce yapısıyla öğrencileri
uygunsuz bir biçimde etkileyebileceğini düşündüler.”[24]
İlk
kitabı, Nazi geçmişi konusunda nedamet getirmemiş bir isim olan Martin
Heidegger ile ilgiliydi. Heidegger, Žižek’e göre, Slovenya’daki antikomünist
muhalefetin baktığı en önemli isim, en temel referans noktası idi. Žižek,
ayrıca İkinci Dünya Savaşı sonrasında Heidegger’in yeniden muteber olmasına
katkıda bulunmuş olan Fransız felsefeci Jacques Derrida’nın bir çalışmasını
Slovenceye çevirip yayımladı.[25] Yapısöküm dininin ünlü Fransız rahibinin asıl
derdi, Çekoslovakya’daki hükümete karşı yürütülen antikomünist faaliyetlere
katkıda bulunmaktı.[26] Derrida, şirketlerden ve Batılı hükümetlerden önemli
destekler alacak olan Jan Hus Eğitim Vakfı’nın Fransız şubesini kurdu. Vakıf,
aralarında Margaret Thatcher Vakfı, Açık Toplum Fonu (Soros), Ford Vakfı, ABD
Enformasyon Dairesi ve CIA’in uzantısı olan Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) gibi
kuruluşların yürüttüğü antikomünist faaliyetlere destek sunma konusunda önemli
bir sicile sahipti.[27]
İkinci
doktora tezini tamamlamak üzere Paris’e giden Žižek, bir süre bu şehirde
kaldıktan sonra, 1985’te ülkesine döndü. Kamuoyunun dikkatini ilk kez Batı’nın
yönlendirdiği, Fransız teorisinden beslenen muhalefetin parçası olan
antikomünist bir muhalif olarak çekti.[28] Kendi ifadesiyle, “seksenlerin
sonunda Yugoslavya’daki sosyalist düzenin altını oyacak çalışmalarda yer
aldı.”[29] Komünist hükümete karşı faaliyet yürüten muhalif hareketin parçası
olarak yayın yapan haftalık dergi Mladina’da politika yazıları
yazdı.[30] Her hafta Žižek’in yazılarına yer veren dergi, Yugoslavya Komünist
Partisi’nin hazırladığı o uzun ve detaylı raporda CIA destekli olmakla
suçlanıyordu. Raporda aynı zamanda ülkedeki sosyalist hükümetin bekasını ve
varlığını tehdit eden karşı-devrimcilerin sayısının hızla arttığından söz
edilmekteydi. [31]
Sonrasında
Žižek, birkaç kez komünizmin çöküşüne katkıda bulunan bir muhalif olarak
çalıştığını ikrar etti.[32] Başka çalışmaların yanında, Dört Suçlu İçin İnsan
Haklarının Korunması Komitesi’nde yer aldı. 1988’de kurulan bu komite, Žižek’in
ifadesiyle, “mevcuttaki sosyalist sistemin yıkılmasını ve sosyalist rejimin tüm
dünyada ortadan kalkmasını talep etmekteydi.”[33] Bu talep, ABD Başkanı Ronald
Reagan’ın imzaladığı 133 sayılı Ulusal Güvenlik Kararnamesi ile uyumluydu. 1984
tarihli kararnamede, “Yugoslavya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde komünist
hükümetlerin yıkılması için ‘sessiz devrim’ fikrinin güçlendirilmesine dönük
çabaların artırılması” görüşü savunulmaktaydı.[34]
Sonrasında
Žižek, Liberal Demokrat Parti’nin kurucuları arasında yer aldı ve partinin
sözcülerinden biri olarak hizmet verdi.[35] “Çoğulculuk” fikrini savunan
liberal gelenekten kök alan parti, sosyalizm döneminin sona ermesini müteakip
on yıl boyunca Slovenya’ya hâkim oldu.[36] Žižek, Slovenya’nın ayrılıp bağımsız
olduğu dönemde yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde seçmenin karşısına çıkan
dört adaydan biriydi. Bu seçim süreci, Slovenya’nın Yugoslavya’dan tümüyle
kopması noktasında bir tür kama görevi gördü.
Žižek,
1990’da televizyonda yayınlanan tartışmada şu vaadini dillendiriyordu:
“Cumhurbaşkanlığı makamının parçası olarak, devlete ait reel sosyalizmin imal
ettiği ideolojik aygıtın sökülüp atılmasına katkıda bulunacağım.”[37] Seçim
süresince işçiler açısından felâketle sonuçlanacak olan liberal ekonomik
yeniden yapılanma önerisi üzerine kurulu politikaları uygulamak istediğini dile
getirip duran Žižek, bir yandan da bu konuda “pragmatist” olduğunu söylüyor,
“madem işe yarıyor, bu ilâçtan biz niye almayalım?” diyordu.[38]
“Planlı
özelleştirmeler” fikrini açıktan savunan Žižek, her iyi kapitalist ideolog
gibi, görüşünü çekincesiz dile getiriyordu: “Bizde kapitalizmin ağırlığı
arttıkça toplumsal güvenlik de artacaktır.”[39] Bu görüş de Reagan’ın
imzaladığı 133 sayılı ulusal güvenlik kararnamesiyle uyumluydu. Orada
“Yugoslavya’nın uzun vadede içerideki zincirlerden kurtulmasından ve ülkedeki
ekonomik yapının piyasa güdümlü hâle getirilmesinden” söz edilmekteydi.[40]
Doğulu
liberalimiz, antikomünist felsefeci Karl Popper’nın “açık toplum” dediği düzen
adına kısa vadede sosyalizmin yıkılmasına dönük çalışmalara desteğini her daim
dile getirdi. İddiasına göre, Açık Toplum Fonu’nun kurucusu (Popper’nın eski
öğrencisi) George Soros, “eğitim, mülteciler gibi alanlarda iyi işler yapıyor,
teorinin ve sosyal bilimlerin ruhunu diri tutuyor”du.[41]
Popper,
Yugoslavya’ya yönelik NATO müdahalesine destek sundu. Kültürel Özgürlük
Kongresi denilen, CIA’e bağlı o ünlü örgüt eserlerinin reklâmını yaptı. Soros,
Doğu Avrupa’da yürütülen antisosyalist rejim değişikliği ile alakalı
operasyonlara büyük miktarlarda para akıttı. Yugoslavya’da “Açık Toplum
Enstitüsü, Miloseviç karşıtı muhalefetin cebine 100 milyon dolardan fazla para
koydu, bunun yanında, politik partileri, yayınevlerini ve ‘bağımsız’ medyayı
besledi.”[42] Dahası, Soros’un da açıktan kabul ettiği biçimiyle, kendisi,
vakfının antikomünist örgütlere ve faaliyetlere akıttığı paralarla, Sovyet
sisteminin dağılmasını sağladı.”[43]
Her
ne kadar Žižek, küçük bir oy farkıyla cumhurbaşkanlığı yarışında ipi
göğüsleyemese de sonrasında yeni kurulan cumhuriyette bilim elçisi olarak görev
üstlendi ve hükümete resmi olmayan yollardan sunduğu tavsiyelerini aktarmaya
devam etti.[44] Kendi ifadesiyle, “doksanlarda kapitalizmin yeniden tesis
edilmesi sonrası Sloven devletine açıktan destek sundu” ve antikomünist
liberalizme bağlı kaldı.
“Uğruna tüm dostlarımı
yitirdiğim, hiçbir iyi solcunun yapmayacağı bir şey yaptım: Slovenya’daki
iktidar partisine tam destek verdim.”[45]
Sermayenin
partisi olarak LDP, milletin elindeki malları ve hizmetleri milletin olmaktan
çıkarttı ve yoğun bir özelleştirme politikası uyguladı. Bu süreç, IMF ve Dünya
Bankası’nın ağır ekonomik reformları dayattığı koşullarda işletildi. Reformlar,
sanayi sektörünü yok etti, refah devletini parçaladı, reel ücretleri düşürdü,
çok sayıda işçinin korkunç bir hızda işten çıkartılmasına neden oldu (ülkede
sanayide çalışan toplam 2,7 milyon işçinin 614.000’i 1989-1990’da işten
çıkartıldı.)[46] Žižek’in açıktan destek sunduğu, özelleştirme yanlısı parti,
“dünya nüfusunun önemli bir kısmının yaşam standartlarının iyice kötüleştiği
dönem”de bir yandan da ülkesini emperyalist kampın küçük ortağı hâline getirmek
için çabaladı. Parti, bu süreçte AB ve NATO üyeliği için uğraştı.[47]
Doksanlarda başlayan bu süreçte Slovenya, 2003’te AB’ye, ertesi yıl da NATO’ya
girdi.[48]
Şu
husus atlanmamalı: bu müteşebbis yanlısı aydınımız, devleti sosyalistken Batı
yanlısı sivil toplumdan yana saf tutup devlete karşı çıktı, devlet kapitalist
olunca, sivil topluma karşı çıkıp devletten yana saf tuttu. Bu süreçte
kapitalist ve emperyalist ulusötesi örgütlere üye olmak için uğraştı.[49]
Aslında
o, yürüttüğü cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasında devlet aygıtının
sosyalistlerden arındırılması fikrini savunmuş, içişlerinin idaresi ve polis
kurumu gibi yapılar konusunda katı bir tutum içerisinde olacağını, bunları
tepeden tırnağa değiştireceğini vaat etmişti.[50]
Žižek,
ilgili süreçte tüm sosyalist unsurların kökten tasfiye edilmesini sağlayacak
bir istihbarat kurumunun kurulması fikrini de savundu. Ayrıca CIA’in
Yugoslavya’dan ilk kopan cumhuriyetle ilgili temennisini dillendirdi. Bu da
onun CIA ile ilişkilerinin sorgulanmasına neden oldu. Zira dünya genelinde
sosyalist hükümetlerin yıkılmasında önemli bir rol üstlenmiş olan CIA,
çoğunlukla o hükümetleri bulunduğu ülkelerdeki antisosyalist politik
partilerle, istihbarat kurumlarıyla, yayınevleriyle ve aydınlarla kurduğu
işbirliği üzerinden hareket ediyordu:
“İçişlerinde ve poliste
yürütülecek çalışmalar konusunda en uygun isim benim. Hatta daha fenasını
söyleyeyim. Bu çalkantılı dönemde Slovenya, yeni bir istihbarat kurumuna
ihtiyaç duyuyor, çünkü egemenlik konusunda verilen bu mücadelede ülkeyi
istikrarsızlaştıracak eylemlere tanık olunacaktır. Fakat bu noktada ilgili
kurumun mevcutta varolan (yani sosyalist olan) içişlerinin devamı olmaması
gerekmektedir. Ben, bu noktada bir kopuşun şart olduğunu düşünüyorum.”[51]
Bu
Batı yalakasına göre komünistler kendisinden nefret ediyorlardı. Komünistler,
esasen onun kariyer basamaklarını tırmanmak için oldukça tehlikeli bir oyun
oynayan bir oportünist olarak görüyorlardı. Bu oyun tehlikeliydi, çünkü işçi
kitleleri aleyhine işleyecek, özelleştirme programları ve emperyalizmin
alanının genişlemesini sağlayacak adımlarla tanımlı bir süreci savunuyordu.
Bizim Lakancı soytarımız, Slovenya’da nasıl göründüğü konusunda şunu
söylüyordu:
“Karanlık, netameli,
fesatçı bir politik manipülatör olarak algılanıyordum. Bu, benim epey haz
duyduğum, fazlasıyla hoşuma giden bir roldü.”[52]
Her
ne kadar Yugoslavya’nın dağılmasının ana sebebinin etnik nefret olduğuna dair
Batı propagandasına ait anlatıya hafiften karşı çıksa da bu duruşunun
arkasındaki gerekçe, esasında aldığı diğer politik konumların önemli bir
kısmında olduğu gibi, Ruder & Finn gibi kapitalizm yanlısı halkla ilişkiler
şirketlerinin ve CIA’e bağlı medya kuruluşlarının beslediği propagandayla
uyumluydu. Žižek, “NATO: Tanrı’nın Sol Eli” başlıklı yazısında açıktan şunu
söylemekteydi: “Savaşın çıkmasına neden olan, etnik çatışma değil, Sırbistan’ın
gerçekleştirdiği saldırıydı.”[53] Bu açıklamasının sebebini Parenti’nin
tespitinde bulmak mümkün: “Sırplar, komünist parti içerisinde diğer
milliyetlere nazaran daha fazla üyeye sahiplerdi.”[54] Bu anlamda Žižek,
aslında kendisine çalışan kalemşorların Yugoslavya için bir “iyi insanlar-kötü
insanlar” hikâyesi kaleme alma becerisiyle övünen Ruder & Finn halkla
ilişkiler şirketinin direktörü James Harff’la aynı şeyi söylüyordu.[55]
Bizim
doğulu liberalimiz, bu süreçte daha da ileri gitti ve çok etnisiteli bir
devleti onlarca yıl yönetmeyi bilmiş olan komünistleri, milliyetçilik üretmekle
ve “insanları zorla milli davaya bağlamak”la suçladı.[56] Žižek, ayrıca liberal
at nalı teorisine sırtını yaslamak suretiyle, sosyalist cumhurbaşkanı Slobodan
Miloseviç’e yönelik Batı kaynaklı karalama kampanyasına ortak oldu ve bu
süreçte Miloseviç’in “faşizmle Stalinizmi akla hayale gelmeyecek bir tarzda
birleştirmeyi başardığını” söyledi.[57] Oysa konuya dair, gerçeklerden beslenen
kitabında Michael Parenti’nin izah ettiği biçimiyle, “sosyalistler, ne tür
yanlışlar yapmış olurlarsa olsunlar, ne tür kabahatler işlemiş olurlarsa
olsunlar, “ülke, ne bir iç savaşa, ne herkesin birbirini boğazladığı sahnelere,
ne de etnik temizliğe tanık oldu, ta ki Batılı güçler, Yugoslavya’nın
içişlerine müdahale edip ayrılıkçı örgütleri paraya boğana ve politik çatışmayı
tetikleyen politik-ekonomik krize sebep olana dek.”[58]
NATO’nun
“insani yardım” olarak nitelediği, sivil halkın ve sosyalist altyapının üzerine
yağdırdığı bombaların gerçek amacı, sosyalizm döneminden kalanlardan kurtulma
fikrine karşı çıkan, bölgedeki tek ulusun üçüncü dünyalılaştırılması ve
pratikte sömürgeleştirilmesiydi. O dönemde Žižek, imzasını ve adını provokasyon
için kullanarak şunu söyledi:
“Bir solcu olarak ben,
‘bombalansın mı bombalanmasın mı?’ sorusuna şu cevabı veriyorum: Yeterince
bomba atılmadı, üstelik bombardıman için çok geç kalındı.”[59]
İnternette
dolaşıma sokulan bir metinde, sivillerin kanunlara aykırı bir biçimde toplu
kıyımdan geçirilmesi fikrine açıktan destek sunan Žižek’in bu sözleri
yayınlanınca metinden çıkartıldı. Oysa o, başka mülâkatlarında da bu fikrini
lafı dolaştırmadan dile döktü ve şunu söyledi: “Ben, hep Batı’nın
gerçekleştirdiği askerî müdahalelerden yana oldum.”[60]
Dünyada
en fazla göz önünde olan aydınlardan biri olarak önemli bir kariyere sahip olan
Žižek, reel sosyalizme hep karşı durdu. O, “Küba’nın tembellere sürekli geçmişi
anımsatan nostaljik bir hikâye” olduğunu, “bu hikâyenin geleceğe dair zerre
ümit vermediğini” ifade ediyor, Küba’nın “ihtiyatlı bir desteği bile hak etmediğini”
söylüyordu.[61]
Bugün
Çin konusunda da kapitalist propagandaya uygun bir tavır alan Žižek, bu ülkeyi
varoluşsal bir tehdit olarak görüyor, ayrıca Çin’in başındaki komünist lider Xi
Jinping’i Trump, Putin, Modi ve Erdoğan’ın yer aldığı ahlaksızlar çetesinin bir
üyesi olan otoriter bir kapitalist olarak değerlendiriyor.[62] Radikal
yazılarında yaptığı onca hokkabazlığa rağmen, Margaret Thatcher’ın o ünlü
neoliberal sloganı “başka alternatif yok”u diline doluyor.
Žižek,
gerçekte şunu söyleyen biri: “Ortada insanı ikna edebilecek herhangi bir
radikal sol alternatifin bulunmadığını düşünüyorum. Sosyalist devrim gibi bir
şeyden de umudum yok.”[63]
1990’da
yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi televizyonda katıldığı tartışmada Žižek,
karşımıza Winston Churchill’in görüşlerini benimseyen biri olarak çıkıyor.
Bilindiği üzere Churchill, “kapitalizm tüm sistemlerin en kötüsü, ama elimizde
de daha iyi olabilecek başka bir sistem yok”[64] diyen, İngiliz emperyalizminin
en acımasız ve en gaddar ismi olarak sömürgelerde halkı kıyımdan geçirme
fikrini savunan bir devlet adamı.
Žižek,
aynı zamanda sık sık kamusal alanda süren tartışmalara dâhil oluyor ve Avrupa
Birliği’ne desteğini her fırsatta dile getiriyor. Aslında Avrupa Birliği,
ABD’deki ulusal güvenlik devletinin komünizme karşı bir kale olarak görüp uzun
zamandır desteklediği kapitalist bir proje. Bu tartışmalarda Žižek, ayrıca Batı
emperyalizminin eylemleri arasında ayrıma gidiyor, örneğin Avrupa içinde veya
yakınlarında NATO eliyle gerçekleştirilen askeri müdahaleler konusunda farklı
konumlar alıyor.[65]
Žižek,
insanlığın geleceğinin emperyalizme karşı başarılı sömürgecilik karşıtı
mücadeleler vermiş güneyin yoksul ülkelerindeki sosyalist devletlerinde
olmadığını düşünüyor. Onun yerine, tarihin merkezine sömürgeciliği ve
emperyalizmi koyuyor.
“Bugünün küresel
kapitalist dünyasında, ulusların egemenliğini sınırlama yetkisine bir tek
Avrupa denilen fikir sahip. Ekolojik ve toplumsal esenlikle ilgili normları
asgari düzeyde güvence altına alma görevini bir tek o üstleniyor. Bu fikirde
mevcut olan hususlar, Avrupa Aydınlanması’na ait en iyi geleneklerin doğrudan
ürünü.”[66]
Aslında
ondaki Avrupamerkezli, oradan çıkış alan tarih anlatısına göre, üçüncü
dünyadaki sömürgecilik karşıtı mücadeleler de Batı’dan ithal edilmiş
anlayışlara tabi. “Avrupa’nın üçüncü dünyadaki şiddetini ve sömürüsünü
eleştirel açıdan incelemeye tabi tuttuğunu” söyleyen Žižek[67] bu incelemeye
zemin sunan fikrin de Batı’ya ait olduğu üzerinde duruyor.
Avrupa’nın
dünyadaki gelişmenin doğal lideri olduğuna tüm kalbiyle inanan bir sosyal
şovenist olarak Žižek, nihayetinde Bruno Latour’nun “bizi ancak Avrupa
kurtarabilir” ifadesinde dil bulan gericiliği kabul ediyor.[68]
Komünist
Maskesi
Sosyalizmin
kapitalizm lehine yıkılışına destek çıkan Žižek, Batı yanlısı antikomünist bir
yönelim içerisinde olsa da bu nevi şahsına münhasır adam, o tuhaf hâliyle bir
komünist olduğunu söylemekten hiç bıkıp usanmadı. Hatta Žižek, kendisini
Doğu’nun “muzır komünisti” olarak takdim etmeye çalışıyor. O sakalı ve
darmadağınık görünümüyle Žižek, muhataplarıyla sert bir dille konuşuyor, fazla
hızlı ve çok konuşan bu sözde aydın, demode olmayayım diye sürekli o beş para
etmez, solcu provokatif laflarını kusuyor. Aslında Žižek, on dokuzuncu yüzyılın
çöküş döneminin sanat pratiği Dekadans hareketine mensup sanatçılara benzer bir
performans ortaya koyuyor.
Žižek,
neoliberal kapitalizmin saray soytarısıdır. Marksistmiş gibi görünen antisosyal
bağnaz tiplemesini taklit edip duran Žižek, bir yandan gerçek dünyaya dair
sosyalizm projesini hor görüyor, bir yandan da pop kültürü ürünleriyle yapılmış
çorbası üzerinden, Batı’nın tüketim toplumuna ait malları işporta tezgâhında
satmaya çalışıyor. Bu afacan bebenin ortaya koyduğu, kural tanımaz tiyatro
performansının, nihayetinde kapitalizme ait sahnede sergilendiği
unutulmamalıdır. Sahnedeki kişi, düzenbaz paragöz herifin tekidir,
neoliberalizme ait kültürel aygıta ait çarpıcı bir semptomdur. Sırf rolünü
gayet iyi oynadı diye onu saray soytarısı olmaktan çıkartıp bir süperstara
dönüştüren, kapitalist sarayın ta kendisidir. Tüm iyi saray soytarıları gibi
Žižek de sarayda sergilenen oyunun kurallarının mevcut sınırlarını zorlar ve o
histerik eleştiri gösterisinde en öfkeli lafları sıralar, ama bir yandan da
kuklanın sahibine (sermaye denilen krala) sadakatini göstermek suretiyle,
önünde uzanan o en önemli çizginin üzerinde büyük bir temkinlilikle yürümeyi
ihmal etmez.
Kışkırtıcılık
rolünü, izleyeni ikna eden bir üslupla oynayabilmek için bu palyaço, Marksist
olduğunu söylemekle kalmaz, ayrıca ısrarla bir Leninistten geri kalır yanı
olmadığını iddia eder. Şimdi olağan ve sıradan pratiğinin parçası olan,
dolayısıyla, birçok metinde tekrarladığı, gevezeliklerinden birine kulak
verelim:
“Ben Leninistim. Lenin,
ellerini kirletmekten korkmazdı. […] Mümkün olduğu vakit iktidara geldiğinizde,
onu bırakmayın. Mümkün olan her şeyi yapın.”[69]
Komünist
maskesi takan Žižek, bu lafıyla aslında Leninizmin ellerini kirletmekten ve
sürekli iktidar peşinde koşmaktan ibaret bir şey olduğunu söylüyor. Bu anlamda
Žižek, özelde Lenin’i, genelde Marksizm-Leninizmi samimiyetsiz bir üslupla,
başka bir şey olarak takdim ediyor. Bu takdimin, ideolojinin o uzun tarihiyle
uyum içerisinde olduğunu görmek gerekiyor.
Bir
vakitler İtalyalı liberal ve faşizm sempatizanı Benedetto Croce, Marx konusunda
birebir aynı şeyi söylemişti: Ona göre Marx, “proletaryanın Makyavelli’siydi,
çünkü Marx, gücü başa yazmış, sürekli iktidarı ele geçirmek için uğraşmıştı.”[70]
Leninizmi
kaba iktidar temelli siyasetle ilişkilendiren anlayıştan beslenen Steve Bannon
da Žižek gibi kendinden menkul bir “Leninist.[71] Neonazi liderlerinden Richard
Spencer’ın şu lafı etmesinin bir sebebi de bu: “Slavoj Žižek, benim en çok
sevdiğim solcu. Onun alternatif sağcılara öğretecekleri, bir milyon Amerikalı
gerzeğin öğreteceklerinden çok daha fazla.”[72]
Bu
saray soytarısının her konuya dair bir lafı var. Şimdi 2009’da Leninist olmanın
anlamına dair sözlerine kulak verelim. Orada yukarıda aktardığımız “Ben
Leninistim” lafını ediyor, devamında da “Obama’ya işte bu yüzden destek verdim”
diyor.[73] Muhtemelen bu, tüm zamanların en iyi esprilerinden biri. Suratında
hiçbir ifade belirmeksizin esprisini yapan kişi katildir, çünkü o, aslında
bahsini ettiği şeyi öldürme niyetindedir.
Bu
anlamda Žižek, neoliberal düzenin başında olan kişiyle Leninizmini
ilişkilendirir. Dünya genelinde emperyalist mekanizmaya ait motorun üzerini
çeşitlilik örtüsüyle örten kişiye destek sunar, Obama’nın “insanları öldürmekte
gayet iyi olan” programına arka çıkar.[74]
Žižek,
eski başkanın sağlıkla ilgili “devrimci yaklaşım”ını destekler, ama bu
yaklaşımın Cumhuriyetçi Mitt Romney’nin planını model alan, herkese dayatılmış
zorunlu özel sigorta anlayışını ifade ettiğini görmek istemez. Žižek, Obama’nın
sağlık hizmetleri konusunda verdiği mücadelenin çok önemli olduğunu, çünkü
egemen ideolojinin tam da özünü hedef aldığını” söyler.[75] Buna karşılık,
herkesin hatırlayacağı üzere, Obama, sosyalizmden kök alan herkese sağlık
hizmeti sunulmasını öngören sistemin tartışılmasına hiçbir şekilde izin
vermemiş bir isimdir.
Žižek
gibi idealist bir şakacı iseniz, Leninizm, sizin için sadece basit bir
kelimeden, ikide bir kurcalayabileceğiniz, yüzergezer bir göstergeden, aksesuar
veya süs niyetine kullanabileceğiniz bir eşyadan başka bir şey değildir. Bu
anlayışın tüm çıplaklığıyla görüldüğü çalışma ise, bir mizah kitabı olarak
kaleme aldığı Repeating Lenin’dir (“Lenin’i Tekrarlamak”).
Kitabın
başlığı, konuya yabancı olanlar için meramını doğrudan söylüyormuş gibi görünse
de Žižek, esasında şunu söylemektedir:
“Ben, Lenin’i
tekrarlamaktan söz etmiyorum. Bu konuda dikkatli davranıyorum. Neticede bugün
Lenin’i tekrarlamak, Leninist işçi sınıfı partisine geri dönmek demek değil.”[76]
Onun
Lenin’de en çok sevdiği şeyse insanların ondan korkmasına neden olan, tüm
önyargıları çöpe atma iradesidir.
“Peki ondaki şiddeti neden
sevmiyorum? Kulağa ne kadar korkunç bir şeymiş gibi gelirse gelsin, kanaatimce
şiddet, elini kire bulaştırmayan, beyhude, politik açıdan hep doğruları söyleyen
her türden pasifizmin karşısında işe yarayacak bir panzehirdir.”[77]
Žižek,
hep o dizginsiz ölüm dürtüsüne geri döner. Ona göre Lenin’i tekrarlamak,
Lenin’e geri dönmek demek değildir.
“Lenin’i tekrarlamak,
Lenin’in öldüğünü, kendince sunduğu çözümün başarısız olduğunu, ama öte yandan,
o çözümün içerisinde kurtarılmayı hak eden ütopik bir kıvılcım bulunduğunu
kabul etmek demektir. […] Lenin’i tekrarlamak, Lenin’in yaptıklarını
tekrarlamak değil, yapamadıklarını yapmak, kaçırdığı fırsatları yakalamaktır.”[78]
Herkesin
gözü önünde bulunan bu “Leninist”imiz, komünizmin eskiden olduğu gibi bugün de
dehşet verici bir hata olduğunu, bıkıp usanmadan yineleyip duruyor. Neden bu
fikri tekrarlamak zorunda hissettiğinin izahını ise Beckett’in “Olsun. Gene
dene. Gene yenil. Daha iyi yenil” dizesini aktararak veriyor. Akıntıya kürek
çeken bu isyancıya göre gelecek, hep daha iyi bir hâl alan bir hatadan başka
bir şey sunmuyor:
“Komünizmin kazanmasının
imkânsız olduğu gerçeğini kabullenmek zorundayız […] yani bu anlamda komünizm,
akıntıya karşı boşa çekilen kürektir, boş hayaldir.”[79]
Yüzüne
komünist maskesi geçiren saray soytarısının ödülü de aşırı zenginlerin
ellerindeki içki kadehleriyle kendisine gülümseyip, ondan reklâmlarını
yazmalarını istemeleri oluyor. Profesyonel yönetici sınıfa mensup kimi kişiler
ve bazı öğrencilerse Marksizm hakkında bir şeyler öğreneceğim diye gidip
Žižek’in popüler felsefesini satın alıyorlar. Oysa bu insanlar, Marksizmin ne
kadar saçma olduğunu ortaya koyan, bir yandan da Hollywood’un gişe rekorları
kıran filmlerinin, TV şovlarının, bilim kurgu romanlarının ve küresel teori
endüstrisinin muhtelif tüketici ürünlerinin reklâmının yapıldığı o teorik
âlemin sihirli halısına biniyorlar.
Küçük
Burjuvazinin Silik Cazibesi
Žižek,
tıpkı Badiou gibi, tarihsel materyalist değil.[80] Bu iki felsefeci de
kapitalizmin somut, maddi tarihini ve dünya sosyalist hareketini yoğun bir
analize tabi tutmadığı gibi, burjuva kültür aygıtına ait üstyapısal unsurları
ve ürünleri tartışmak adına ciddi bir politik ekonomi çalışması da ortaya
koymuyor. Her iki isim de açıktan, fikirlere ve söylemlere imtiyaz bahşeden
idealist felsefe temelli bir yaklaşımı dillendirmekten keyif alıyor. Bu
anlamda, Žižek ve Badiou, batıl inanca yönelik bilim karşıtı bağlılığı savunan
birer metafizikçi.
Kendilerine
has sözcükleri paranteze alıp kültürel meta fetişizminin ideolojik sınırları
dışında ortaya koydukları teorik pratikleri incelediğimizde, bu isimlerdeki
idealizm tarzını en iyi hâliyle aşkın idealizm olarak tanımlayabiliriz.
Žižek ve Badiou, (büyük ölçüde Jacques Lacan ve G. W. F. Hegel’in söylemleri türünden,
Marksist olmayan söylemlere dönük kişisel yorumlarını temel alan) marka
yönetimi üzerinden oluşturulmuş kavramsal çerçevelerini gerçekliğin aşkın
yapısı olarak takdim ediyor. Ardından bu iki isim, fiiliyatta yaşanan olay, bir
metin, yeni piyasaya çıkan bir Hollywood filmi, bir şeker ambalajı, mısır
gevreği kutusunun sırtı, bir Starbucks bardağı, porno sitesi gibi herhangi bir
şeyi, herhangi bir empirik unsuru seçiyor, bunlar, bir biçimde önceden
belirledikleri teorik modeli teyit ediyor, böylelikle modelin doğru olduğunun
ispatlandığına dair bir yanılsamaya yol açıyor. Oysa bu türden bir iddiayı
kolektif düzlemde sınamak mümkün değil, çünkü teorik varsayımlarını hangi
empirik verilerin doğrulayacağı (dolayısıyla, hangi bilgilerin göz ardı
edileceği) spekülasyon sevdalısı hokkabazın yüce gönlüne kalmış.
Bu
anlayışları, en net biçimde, komünizme yönelik yaklaşımlarında ortaya çıkıyor.
Komünizmin mevcut ahvali ortadan kaldıracak gerçek hareket olduğunu söyleyen
Marx ve Engels’ten farklı olarak, Žižek ve Badiou, komünizmin bir “Fikir” ve
“arzu” olduğunu söylüyor.[81] Aynı zamanda, kana susamış terörizme, şiddet
araçlarını kullanan diktatörlüğe ve soykırıma başvurduğu iddiasıyla komünizmin
gerçek hareketini mahkûm etmek suretiyle kapitalist propagandaya uygun düşen bir
hattı takip ediyor. Ama bir yandan da bu iki isim, Açık Toplum Fonu ve ABD
dışişleri bakanlığının para temin ettiği gerici antikomünistlerin veya
kaynakların çalışmalarını birer kanıtmış gibi öne sürüyor ve kendi iddialarını
ispatlayacak kanıtları sunma ihtiyacını duymuyor.[82] Badiou’nün Çin Kültür
Devrimi’ne dair yorumunda görüldüğü üzere[83], sosyalist devletler de dâhil tüm
devletlere ve partilere karşı gerçekleştirilen isyanları yücelttikleri için,
daha çok birer anarşist gibi hareket ediyorlar. Buna karşılık, reel sosyalizme
destek sunanları geçmiş dönemin kalıntıları veya ideolojilerine kanmış,
kapitalist ideolojinin tuzağına düşmüş olanlar gibi muhayyel bir dünyanın
tuzağına düşmüş ahmaklar olarak görüyorlar. Onlara göre, “reel sosyalizm”den yana
saf tutan sol, yok olmuş veya tarihsel bir merak konusuna dönüşmüştür.” İşte Komünizm
Fikri isimli, o çok övülen kitabın girişinde bize bu söylenmektedir.[84]
2010’de
bu kitap Verso’dan çıktığında, 80 milyon üyesi bulunan Çin Komünist Partisi,
Fransa’nın ve Slovenya’nın toplam nüfusundan 16 milyon daha fazla üyeye sahip
olmakla övünüyordu. Dolayısıyla, bu sosyal şovenistlerin dünyanın mevcut hâline
dair bilgileri nereden aldıkları merak konusu. Bu idealist felsefecilerin
nereden beslendikleri sorusunun cevabı aslında çok basit: Jacques Lacan ve
Louis Althusser’in kitaplarındaki Lakancı öğeler. Bu noktada Lacan’ın ayna
aşaması ve o ünlü çağırma sahnesi dâhilinde tasvir ettiği ideolojiye dair
anlayıştan besleniyorlar.[85]
Önceki
analiziyle çelişen pasajında Althusser, bireyin sokakta bir polis tarafından
çağrılıp kabul gördüğünde ideolojik bir özne hâline geldiğini söylüyor. Yani
ona göre birey, başkasının sunduğu imajla birlikte tanımlanıyor, mevcut
sembolik düzende belirli bir yere sahip oluyor.
Oysa
bir de Lacan’ın yedinci seminerinde kişinin kendi arzusuna ödün vermeme, ona
teslim olmama zorunluluğu olarak ifade ettiği başka bir olasılık daha var.
Žižek, bunu “ahlaki eylem” düzleminde teorize ediyor. Sembolik düzen içerisinde
toplumsal üretim ilişkileriyle kurduğu muhayyel ilişkinin tuzağına düşmüş
ideolojik bir özne olarak kalmak yerine kişi, gerçeğin peşinden korkusuzca
gitmek suretiyle, Badiou’nün ifadesiyle, Özne hâline geliyor. Bu kişi,
bilmezliğiyle sembolik düzene karşı koyuyor (aynı zamanda Gerçek olan, Sembolik
olanın eksik sebebi olduğu ölçüde tam da o sembolik biçim içerisinde kalıyor.[86]
Lacan’ın küçük a nesnesi (objet petit a), Žižek’in “Gerçek olandaki
boşluk dediği arzunun nesnesi-sebebi, yaratıcı bir sembolik kurguyla
dolduruluyor.”[87] Bu da bizdeki hazza yön veriyor, öyle ki biz, aslında o şeyi
tam da imkânsız olduğu için arzuluyoruz. Gerçek olan, dikişsiz bir biçimde,
sembolik düzenle bütünleştirilemiyor, Lacan’ın “gerçeklik” dediği şeye tercüme
edilemiyor.[88]
Badiou,
dağınık bir isim olan Žižek’e göre daha sistemli ve daha özenli bir isim,
ayrıca Žižek, yaşayan Platon olarak gördüğü idealist düşünürün fikirlerini bol
miktarda kullanıyor. Bu açıdan, Badiou'nün “komünizm fikri”nin temel Lakancı
yapısına bakmak gerekiyor: “Komünizm fikri, hayali bir işlemdir. Bu işlem
aracılığıyla bireyin özneleştiği süreç, politik gerçek olana ait bir parçayı
Tarih’e dair sembolik anlatıya katar.”[89] Az çok dolaysız bir ifadeyle, burada
komünizm fikrinin bireyin kendisini açıklanamayan bir politik olaya ideolojik
düzeyde (hayali düzlemde) sebep olduğu bir işlem olduğundan söz ediliyor.
Burada Badiou’nün aklında Mayıs 1968 vardır. Bireyler, belirli bir tarihsel
durum dâhilinde (sembolik düzeyde) bu olayın sonuçlarını belirlemeye, izini
sürmeye çalışırlar. Fransız metafizikçiye (Badiou’ye) göre bu, gerçekte
yapılabilecek bir iş değildir, çünkü gerçek olan olarak Olay, Tarih ve Devlet
denilen sembolik alana ayak direr. O, ancak birey denilen Özne eliyle, o da
hayal âleminde gerçekleştirilebilir.[90]
Badiou’nün
“komünist”in gerçekte bir parti veya devleti tarif etmek için kullanılabilecek
bir sıfat olmadığını, tartışma kabul etmez bir üslupla dile getirmesinin sebebi
budur.[91] Kolektif arzuların ve korkuların biçimlendirdiği yüzyıllık sürecin
de ortaya koyduğu biçimiyle, “sosyalist Devlet gibi Parti denilen biçim de
bundan sonra Fikrin gerçek manada desteklenmesini güvence altına alma konusunda
yeterli olmayacaktır.”[92] Aslında komünist Fikir, ancak “onların komünist
olduğunu söylemenin kesin olarak saçma olduğunu görmek suretiyle” siyaseti
sürdürebilir.[93]
Burada
aslında en yavan hâliyle anarşizm vardır. İsyancı anarşizm, bu tür kişiler
şahsında bünyeye fazla gelen metafizik ve ütopik sosyalizmle cem olur. Her
şeyden önce bu tür bir siyasette birey, tarihe müdahil olan, anlaşılması güç
Olay’a sadık olmak suretiyle Özne olur ve İsa’nın takipçileri gibi, o Olay’ın
sonuçları üzerinden hareket eder.
Bu
anlamda, “Gerçek komünizm”, Lakancı Gerçek olanın metafizik komünizmidir.
Burada bize söylenen şudur: dünyayı maddi düzeyde dönüştürme denilen kolektif
proje, esasında parti veya devlet biçimi aldığı takdirde yenilmeye mahkûmdur,
çünkü parti ve devlet, ötedünyaya ait Gerçek olana somut bir biçim verir ya da
onu “sembolize eder”. Bu anlayış uyarınca komünizm, sosyalist devlet inşa etme
amacı güden projelere yönelik kolektif eylem alanından çekip alınır. İlgili
anlayışa göre, emperyalizme ait zinciri kırmanın ilk ve zaruri aşaması olan
sosyalist devlet inşası fikri, yerini bireyin bilincine, Nietzsche’nin “özgür
ruhlar” dediği bir avuç imtiyazlı kişinin öznel deneyimine bırakmalıdır.
Dünyada
faal olan ve büyük düşünürlerle sanatçılardan oluşan bu küçük grubu özel bir
yere yerleştiren Žižek, bir yandan da işçi sınıfını hor görür, “somut insanlar”dan
oluşan yüzde 99’u “sıkıcı aptallar” olarak değerlendirir.[94] Zira bu bahtsız
işçiler ve köylüler, küresel teori endüstrisinin küçük burjuva aydınları ile
birlikte Paris’te okuyamamışlardır, dolayısıyla bunlar, en zaruri unsurlar
olarak görülmemelidirler: komünizmse mevcuttaki toplumlara ait sembolik düzene
öznel olarak direnme süreci, imkânsızın arzulanması, hatta bu arzu üzerinden
bireysel olarak hareket etme olarak anlaşılmalıdır.[95]
İdealistler,
materyalistler hakkında küçümseyici bir ifadeyle konuşmayı severler. Onları
kaba indirgemeci ve “felsefe dışı” olmakla suçlarlar. İdealistlerin
materyalistleri hor görmelerinin bir sebebi de materyalistlerin idealistlerin
oynadıkları kavramsal oyunların arkasında işleyen ve onları tayin eden maddi
yapıları açığa çıkartmalarıdır.
Gerçek
olan fikri üzerine kurulu idealist komünizmi sınıf analizine tabi tuttuğumuzda,
bu anlayışın, “reel sosyalizm” başlığı altında, kitleleri, o arzularına ait
Gerçeği tarihsel gerçekliğe dönüştürebileceklerini hayal eden alt insanları
temel alan projeye karşı çıktıkları açık biçimde görülür.
Bu
radikal aristokratlardaki Niçeci yönelim, en yalın biçimde, ayaktakımındaki
cehaleti alaya aldıkları vakit görünür hâle gelir. O kaba materyalizmleri
üzerinden, onunla çelişecek bir biçimde, bu Hakiki komünistlerin herkesin
içilebilir su, gıda, barınma, sağlık hizmeti gibi başlıklara somutta kurulacak
antiemperyalist devletler üzerinden erişmesi gibi bir dertleri yoktur (tüm bu
başlıklar, Lacan’ın “arzuyla çelişen ihtiyaçlar” dediği alanda ele alınırlar.)
Lakancı
anlamda Hakiki komünistler, şimdi burada kitlelerin hayatlarının iyileşmesine
katkıda bulunabilecek şeyleri değil, imkânsızı bireysel olarak talep etmeyi en
yüce öznel onur meselesi olarak görürler.[96]
Bu
kendinden menkul radikal düşünürler, yapılamayacak şeyleri talep ederler. Bu
tutum, esasında küçük burjuva radikalizminin özünü verir. Onlardaki sözde
entelektüel narsistik vurdumduymazlığı materyalist açıdan ele aldığımızda,
onların aslında gerçekte hem en radikal taleplerin görünür olmalarını
istediklerini hem de emperyalizmin merkezinde önde gelen aydınlar olarak bu
isimleri belirli bir mertebeye kavuşturan, toplumsal hiyerarşilerden oluşan
maddi sistemin tehditlerinden de uzak durmaya çalıştıkları görülür. Bu radikal
düşünürler imkânsızı arzularlar, hatta bu arzu üzerinden “hareket ederler”,
çünkü aslında bu isimler, somutta hiçbir şeyin değişmesini istemezler. O büyük
Komünizm Fikri, esasen imkânsız bir şeydir.[97]
Lenin,
Lakancı-Altuzerci kesimdeki liberal eğilimleri önceden ortaya koyan bir
pasajında bize şunu söyler:
“Marksistlerin işi zordur,
fakat onları liberallerden farklı kılan, Marksistlerin imkânsız olanda neyin
zor olduğunu herkese söylemiyor oluşlarıdır. Liberaller, zor gördükleri işi
‘imkânsız’ olarak nitelerler, böylelikle o işe sırtlarını döneceği gerçeğini
gizlemek isterler.”[98]
Marx
da bu konuda öngörülü bir değerlendirmede bulunur ve kapitalizmle uzlaşmayı
savunanlara dair teşhisini çok önceden dile getirir. Anarşizmle ilgili
eleştirisinde Marx, küçük burjuvanın diline doladığı safsataların özünü inceler
ve bunları temel noktalarda liberal ideolojiyle ilişkilendirir. Bu eleştiri
dâhilinde Marx, o safsataların maddi köklerini kapitalizmin merkezinde faal
olan oportünist kariyerizmde bulur. Marx’ın Proudhon konusunda söyledikleri,
esasen Badiou’deki idealist safsataları ve Žižek’in sırf havalı görünmek adına
dile getirdikleri çelişkileri, net bir biçimde tarif etmektedir.
“Proudhon’da diyalektik
konusunda doğal bir eğilim söz konusuydu. Fakat Proudhon, gerçekte bilimsel
diyalektiği hiçbir vakit kavrayamadığından, safsatalar dile getiren pratiğinin
ötesine geçemedi. Bu, esasında ondaki küçük burjuva bakış açısıyla alakalı bir
durumdu. Tarihçi Raumer gibi küçük burjuvaların zikri de fikri de hep iki
tarafa vurguyla maluldür. Ekonomiyle de politikayla da dinle de bilimle de
sanatla da bu anlayış üzerinden ilişki kurar. Ahlak da dâhil her konuda iki
tarafa bakarlar. Küçük burjuva, yaşayan çelişkidir. Proudhon gibi küçük burjuva
da kendine samimi bir insansa eğer, kendi çelişkileriyle yaşamayı kısa süre
içerisinde öğrenecek, onları içinde bulunduğu koşullar uyarınca, çarpıcı,
gösterişli, artık bir biçimde lekeleyici ve ışıltılı olan paradokslara
dönüştürebilecektir. Bilimde üçkâğıtçılık, siyasette uzlaşmacılık, bu tür bir
bakış açısı dâhilinde asla ayrıştırılamayacak şeylerdir. Küçük burjuvayı tek
bir dürtü harekete geçirir: kibir. Tüm kibirli insanlar gibi onun için de tek
mesele, o an başarılı olmak, gün içerisinde alkışlanıp övülmektir. Dolayısıyla,
misal, Rousseau’nun iktidarlarla uzlaşmanın kıyısından bile geçmemesini
sağlayan ahlak anlayışı, küçük burjuvada birdenbire gözden kaybolur.”[99]
Radikal
Şifacı
Biyosferde
yaşanan yıkım, faşizmin yükselmesi, “yeni” Soğuk Savaş’ın Üçüncü Dünya
Savaşı’na evrilmesi denilen tehdit gibi günümüzde sınıf mücadelesinin dert
edineceği konular, hiçbir şekilde yüceye yerleştirilmemelidir. Zira, kendi
türünden diğer aydınlar gibi kapitalizmin saray soytarısı da egemen sınıfa
bağlı seçkin yöneticilerce alkışlanmakta, uluslararası planda “Gerçek olan”ın
felâketine korkusuzca koşmamız konusunda bizim teşvik edilmemiz için sürekli
beslenmektedir. Bir yandan da bu egemenler, bizim onun sıcağı sıcağına dile
getirdiği kışkırtıcı görüşlerini alelacele yutmamızı, onun reklâmını yaptığı,
gişe rekorları kıran filmleri ve dizileri oturup aralıksız izlememizi
istemektedir.
Neoliberalizmin
başımıza belâ ettiği bu soytarı, esasında radikal şifacılığın somut örneğidir.
Žižek’in asıl derdi, o emperyalizm yanlısı antikomünizm kılıfı içerisinde,
bilhassa gençler ve öğrenciler gibi, radikal olma potansiyeli bulunan toplumsal
unsurları ıslah etmek, zararsız kılmak, böylelikle “topluma şifa sunmak” amacıyla
radikallik denilen imajı üretip pazarlamaktır. Onun kapitalist dünyadaki en
ünlü Marksist olmasının, ABD emperyalizminin ana merkeziyle bağlantılı bir
dergi tarafından allanıp pullanmasının ana sebebi budur. O, tam da bu sebeple Komünist
Manifesto’nun son cümlesini oportünist bir üslupla çarpıtmaktadır: “Batı
yanlısı dünyanın kültürel tüketicileri, birleşin, gidip yeni kitabımı satın
alın, film izleyin, falan filan!”
Gabriel Rockhill
2
Ocak 2023
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Burada bu makaleyi yazma konusunda beni teşvik edip, yazıya dair
fikirlerini sunan Jennifer Ponce de León, Eduardo Rodríguez ve Marcela Romero
Rivera’ya, bu isimlerin yanında, Helmut-Harry Loewen ve Julian Sempill’e
teşekkürlerimi sunmak isterim. Tüm hataların ve uygunsuz ifadelerin sorumluluğu
bana aittir.
[2]
Bkz.: Foreign Policy (Aralık 2012): Archive (erişim tarihi: 22 Kasım 2022).
[3]
Bkz.: 4 Kasım 2009’da BBC’de yayınlanan “Hardtalk” programına verdiği röportaj:
Youtube.
[4]
A.g.e. Ayrıca bkz.: Slavoj Žižek. Did Somebody Say Totalitarianism?
Five Interventions in the (Mis)use of a Notion (Londra: Verso, 2001), s. 127-129.
[5]
Slavoj Žižek, In Defense of Lost Causes (Londra: Verso, 2009), s. 151
(vurgu Žižek’e ait).
[6]
A.g.e., s. 169.
[7]
Domenico Losurdo’nun Žižek’le ilgili fikir açıcı eleştirileri için şu eserine
bakılabilir: Western Marxism. Çeviri: Steven Colatrella (New York: 1804
Books, yakında çıkacak).
[8]
Örneğin bkz.: Slavoj Žižek. “A Leftist Plea for ‘Eurocentrism.’” Critical
Inquiry 24:4 (Yaz 1998): s. 998-1009; Slavoj Žižek. “Nous pouvons encore
être fiers de l’Europe!” Le Figaro (31 Ekim 2022); ve Avrupa’nın
geleceğine dair, sözlü olarak ilettiği yorumlar: Youtube.
[9]
Aktaran: Thomas Moller-Nielsen. “What Is Žižek For?” Current Affairs (Eylül-Ekim
2019): CA.
[10]
Örneğin 2016’da Channel 4’e verdiği röportajdaki ifadelerine bakılabilir: Facebook.
[11]
Bkz.: Slavoj Žižek. “Pacifism Is the Wrong Response to the War in Ukraine.” (21
Haziran 2022): Guardian.
[12]
Huntington, Ulusal Güvenlik Konseyi için yürütülen güvenlik planlaması ile
ilgili çalışmada Beyaz Saray koordinatörü olarak görev aldı. Ayrıca, ırk
ayrımcısı Güney Afrika’da P.W. Botha’nın güvenlik hizmetlerine danışmanlık
hizmeti verdi (Botha, açıktan Siyahların politik iktidarına ve uluslararası
komünizme karşı çıkan, aynı zamanda ırk ayrımcılığını zerre pişmanlık duymadan
savunan bir isimdi.)
[13]
Reena Flores. “Donald Trump: I could ‘shoot somebody and I wouldn’t lose any
voters.’” CBS News (23 Ocak 2016): CBS.
[14]
Örneğin bkz.: Noam Chomsky. 9/11: Was There an Alternative? (New York:
Seven Stories Press, 2001) ve Michael Parenti. The Terrorism Trap: September
11 and Beyond (San Francisco: City Lights Books, 2002).
[15]
Žižek’in çalışmaları konusunda intihal ve kendi yazılarını yeniden yayınlama
vakalarına sıklıkla şahit olundu, hatta Wikipedia’da konuyla alakalı birçok
makaleye bağlantı veren bir sayfa bile var. Bkz.: Jay Pinho. “A Year of Writing
Dangerously: Žižek’s Serial Self-Plagiarism.” The First Casualty (22
Eylül 2012): Jay.
[16]
Fronez isimli kitap dizisi konusunda ikilinin yaptığı tanım için bkz.:
Slavoj Žižek. The Sublime Object of Ideology (Londra: Verso, 1989).
Radikal demokrasi anlayışının fikir açıcı bir eleştirisi için bkz.: Larry Alan
Busk. Democracy in Spite of the Demos: From Arendt to the Frankfurt School
(Londra: Rowman & Littlefield International, 2020).
[17]
Žižek, The Sublime Object of Ideology, s. 6 (Žižek’in Laclau-Mouffe’un
teorik matriksini benimseyip benimsemediğini anlamak için xvi. sayfadaki
teşekkür bölümüne bakılabilir.) Ayrıca okur, Žižek ve Laclau’nun Fronez
dizisi için “totalitarizm karşıtı” radikal demokrat Judith Butler ile birlikte
kaleme aldıkları kitaba bakabilir. Birlikte yazdıkları giriş bölümünde kitap, Hegemonya
ve Sosyalist Strateji çalışmasını temel alan bir eser olarak takdim
ediliyor ve onun totalitarizm karşıtı radikal demokrasi projesinin oluşumu
için önemli olan dil sorununu ele alan, Marksizm içinde postyapısalcı teoriye
sapan bir yol olduğu söyleniyor.” (Contingency, Hegemony, Universality:
Contemporary Dialogues on the Left. Londra: Verso, 2000, s. 1, vurgu bana
ait).
[18]
Žižek, Fronez dizisi için yazdığı ikinci kitabın Slovenya’da verilmiş,
“demokrasi hareketinin itici gücü olan aydınlar kitlesini hedef alan ders
dizisini temel aldığını” söylüyor. (For They Know Not What They Do:
Enjoyment as a Political Factor. Londra: Verso, 1991, 3). Žižek’in
İngilizce konuşulan ülkelerde yıldızının parlamasına katkıda bulunan Laclau ve
Mouffe’un yanında, bir de Lakancı Joan Copjec’in adını da anmak gerekiyor.
Copjec, Fransız teorisinin yön verdiği, New York’ta çıkan October (“Ekim”)
isimli derginin etrafında toplaşmış insanlara Žižek’in çalışmalarının reklâmını
yapıyor. 1991’de çıkan, MIT Press’in bastığı, October dergisinin bir
yayını olarak yayımlanan Looking Awry (“Yamuk Bakmak”) kitabı için
yazdığı teşekkür bölümünde Copjec, projenin doğuşundan itibaren işin içinde
olan, kitabı yazmaya kendisini teşvik eden ve ilk matbu olmayan metnin
düzeltilmesi için vakit harcayan kişi olarak takdim ediliyor (Looking Awry:
An Introduction to Jacques Lacan through Popular Culture. Cambridge,
Massachusetts: The MIT Press, 1991, s. xi).
[19]
Jodi Dean. Žižek’s Politics (New York: Routledge, 2006), s. xi.
[20]
Benoit Denezit-Lewis. “The Man Behind Abercrombie and Fitch. (24 Ocak 2006): Salon.
[21]
Slavoj Žižek. “The Communist Desire.” Los Angeles Review of Books. “The
Philosophical Salon” (25 Temmuz 2022): Salon.
[22]
Michael Parenti. To Kill a Nation: The Attack on Yugoslavia (Londra:
Verso, 2000), s. 17. Sosyalizm yanlısı olmadığı açık olan Dünya Bankası’na ait
verilerden istifade eden Michel Chossudovsky The Globalization of Poverty
and the New World Order (“Yoksulluğun Küreselleşmesi ve Yeni Dünya
Düzeni” -Pincourt, Canada: Global Research, 2003) isimli çalışmasında, 1980
öncesi Yugoslavya konusunda benzer bir portre sunuyor (s. 259).
[23]
Tony Myers. Slavoj Žižek (New York: Routledge, 2003), s. 10.
[24]
A.g.e., s. 7.
[25]
Haydegerci “muhalefet” ve Žižek’in ilk kitabı konusunda bkz.: Christopher
Hanlon ve Slavoj Žižek. “Psychoanalysis and the Post-Political: An Interview
with Slavoj Žižek.” New Literary History 32:1 (Kış 2001): s. 1-21.
[26]
Örneğin bkz.: Barbara Day. The Velvet Philosophers (Londra: The Claridge
Press, 1999).
[27]
NED konusunda bkz.: William Blum. Rogue State: A Guide to the World’s Only
Superpower (Londra: Zed Books, 2014), s. 238-243. NED’in kurulmasını sağlayan
kanun tasarısının hazırlanmasına katkıda bulunan Allen Weinstein’in de açıktan
kabul ettiği biçimiyle, “Bugün yaptığımız işlerin büyük bir kısmını 25 yıl önce
CIA gizlice yapıyordu” (A.g.e., s. 239).
[28]
Örneğin bkz.: Ian Parker. Slavoj Žižek: A Critical Introduction (Londra:
Pluto Press, 2004). CIA’in Fransız teorisine ve düşünce dünyasındaki
antikomünizme sunduğu destek konusunda bkz.: Gabriel Rockhill. “The CIA Reads
French Theory: On the Intellectual Labor of Dismantling the Cultural Left.” Los
Angeles Review of Books. (28 Şubat 2017): Salon. Türkçesi: İştiraki.
[29]
Thomas Moller Nielsen. “Unrepentant Charlatanism (Slavoj Žižek’in cevabı ile
birlikte).” Los Angeles Review of Books. (25 Kasım 2019): Salon.
[30]
Ernesto Laclau. “Preface.” Žižek, The Sublime Object of Ideology, s. xi.
[31]
Bkz.: BBC’nin “Yugoslavya’nın Ölümü” belgeseli: Youtube).
Žižek’in her hafta yazı yazdığı köşe konusunda Encyclopedia Britannica’da
kendisiyle ilgili maddeye bakılabilir: Britannica.
[32]
Diğer kaynakların yanında 4 Kasım 2009’da Hardtalk programına verdiği
röportaja bakılabilir: Youtube.
[33]
Žižek, “A Leftist Plea for ‘Eurocentrism,’” s. 990.
[34]
Akt.: F. William Engdahl. Manifest Destiny: Democracy as Cognitive
Dissonance (Wiesbaden: mine.Books, 2018), s. 101.
[35]
Matthew Sharpe’ın aktardığına göre Žižek’in adı, Felsefenin İnternet Ansiklopedisi’nde
Sloven felsefeciyle ilgili bölümde LDP’nin kurucularından biri olarak anılıyor:
IEP. Her ne kadar başka kaynakların bu
bilgiyi teyit ettiğini doğrulayamamış olsam da şurası açık ki Žižek, partinin
önemli sözcülerinden biri.
[36]
Örneğin bkz.: “Lacan in Slovenia: An Interview with Slavoj Žižek and Renata
Salecl.” Radical Philosophy 58 (Yaz 1991). Michael Parenti’nin
Yugoslavya’nın dağılmasına dair o muhteşem analizinin açtığı yoldan ilerleyip,
bu partinin finans kaynaklarının hikâyesini ortaya koymak ilginç olacaktır. “Bu
süreçte ABD’li liderler, Ulusal Demokrasi Vakfı’nı ve CIA gibi kurumlara bağlı
muhtelif yapıları kullanarak, ABD medyasında ‘Batı yanlısı’ ve ‘demokratik
muhalefet’ olarak tarif edilen, muhafazakâr ve ayrılıkçı politik örgütlere
yürütecekleri kampanyalara destek olacak paraları ve faaliyetlerle ilgili
tavsiyeleri aktarıyorlar.” (To Kill a Nation, s. 26).
[37]
1990’da televizyonda yayınlanan seçim tartışması için bkz: Youtube.
[38]
“Lacan in Slovenia,” s. 30.
[39]
1990’daki seçim tartışmanın diğer kısmı için bkz.: Youtube.
[40]
133 sayılı kararname için bkz.: IRP.
[41]
Geert Lovink. “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality: A Conversation
with Slavoj Žižek.” Ctheory (21 Şubat 1996): Uvic.
[42]
Neil Clark. “NS Profile—George Soros.” New Statesman (2 Haziran 2003): Slobodan. Clark’ın tespitine göre, 1979
yılından itibaren Soros Sovyetler Birliği’nde faaliyet yürüten Andrey
Saharov’a, Çekoslovakya’da faaliyet yürüten Charter 77 isimli örgüte ve
Polonya’da faal olan Dayanışma hareketi gibi muhaliflere 3 milyon dolar
dağıtıyor. 1984’te aynı Soros, ilk Açık Toplum Enstitüsü’nü Macaristan’da
kuruyor ve muhalif hareketlerle bağımsız medya kuruluşlarına milyonlarca dolar
akıtıyor. Görünüşte ‘sivil toplum’ inşa etme amacı güden bu girişimlerin amacı,
mevcut politik yapıları zayıflatıp, Doğu Avrupa’nın küresel sermaye eliyle
sömürgeleştirilmesi için yol açmak.”
[43]
Akt.: Néstor Kohan. Hegemonía y cultura en tiempos de contrainsurgencia
“soft” (Ocean Sur, 2021), s. 63.
[44]
Bkz.: Myers, Slavoj Žižek, s. 9.
[45]
Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”
[46]
Örneğin bkz.: Chossudovsky, The Globalization of Poverty, s. 267:
“Hırvatistan, Slovenya ve Makedonya, Yugoslavya’nın borcu içerisindeki
paylarını ödeyebilmek için kredi almayı kabul etti […]. Üç ülke de 1996’dan
sonra [yani Kasım 1995’teki Dayton Anlaşması sonrası] fabrikaların kapandığı,
bankaların iflas ettiği, yoksullaşmanın yoğun bir biçimde yaşandığı bir sürece
tanıklık etti. Peki bu IMF emirlerini kim uyguladı? Yeni kurulan egemen
devletlerin liderleri kredi kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde hareket
ettiler.”
[47]
Minqi Li’nin tespitiyle, “Berlin Duvarı’nın yıkılışını dünya nüfusunun büyük
bir kısmının yaşam standartlarının iyice kötüleştiği süreç takip etti.
Sosyalist ekonomilerin dağılması, tüm dünya işçi sınıfının gücünün kırıldığı
sürece katkıda bulundu. Dünyanın neredeyse her yerinde ulusal gelir emeğin
elinden alınıp sermayeye dağıtıldı.” (“The 21st Century: Is There an
Alternative (to Socialism)?” Science & Society 77:1 (Ocak 2013): s.
11). Ayrıca bkz.: Božo Repe. “Slovenia”, Günther Heydemann ve Karel Vodicka. From
Eastern Bloc to European Union: Comparative Processes of Transformation since
1990 içinde (New York: Berhahn Books, 2017) ve Leopoldina Plut-Pregelj ve
Carole Rogel. The A to Z of Slovenia (Lanham, Maryland: Scarecrow Press.
2010), s. 241. Yugoslavya, emperyalizm tarafından parçalandı. Bu gelişme,
halkın büyük bir kısmı için korkunç sonuçlara yol açtı. Buna karşılık,
kapitalist yönetici sınıf kârlarını artırdı. Ayrıca bkz.: Boris Malagurski’nin
“Weight of Chains”(“Zincirlerin Ağırlığı” -2010) isimli belgesel filmi ve
Michael Parenti’nin 1999’da verdiği “ABD’nin Yugoslavya’ya Açtığı Savaş”
başlıklı dersi: Youtube ve Youtube.
[48]
Bkz.: Matjaž Klemenčič ve Mitja Žagar. The Former Yugoslavia’s Diverse
Peoples (Santa Barbara, California: ABC-CLIO, Inc., 2004), s. 300-301.
[49]
Örneğin bkz.: Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”
[50]
Yukarıda bahsi edilen, 1990 tarihli cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde
gerçekleşen tartışmanın ikinci bölümü: Youtube.
[51]
A.g.e.
[52]
Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”
[53]
Slavoj Žižek. “NATO, the Left Hand of God.” Nettime (29 Haziran 1999): Lacan.
[54]
Parenti, To Kill a Nation, s. 81.
[55]
Akt.: A:g.e., s. 92.
[56]
Slavoj Žižek. “Eastern Europe’s Republics of Gilead.” New Left Review I/183
(Eylül-Ekim 1990): s. 58.
[57]
Žižek, “Lacan in Slovenia,” s. 29. Denildiğine göre, Miloseviç, 1989’da yaptığı
konuşmada, Kosova’ya karşı bir “etnik temizlik” harekâtı düzenledi. Žižek’in
birçok konuda olduğu gibi bu konuda da dile getirdiği, bilgiye ve gerçeğe
dayanmayan görüşüyle çelişen bir bağlamdan söz eden Michael Parenti,
Miloseviç’in sözünün bir kısmını aktarıyor: “Farklı milliyetlere, dinlere ve
ırklara mensup yurttaşlar daha fazla bir arada yaşadılar ve daha fazla başarılı
oldular. İlerici ve adil bir demokratik toplum olarak sosyalizm, insanların
ulus ve din temelinde bölünmesine, ayrışmasına asla izin vermemelidir.” (To
Kill a Nation, s. 188).
[58]
Žižek, “NATO, the Left Hand of God.”
[59]
Akt.: Parker, Slavoj Žižek, s. 35.
[60]
Lovink, “Civil Society, Fanaticism, and Digital Reality.”
[61]
“Slavoj Žižek on Cuba and Yugoslavia” (1 Aralık 2016): Zizek. Ayrıca bkz.: Žižek, “The Communist
Desire.”
[62]
Žižek, “Nous pouvons encore être fiers de l’Europe!”
[63]
Hardtalk’a verdiği röportaja ayrıca Lovink’in “Civil Society,
Fanaticism, and Digital Reality” isimli makalesine bakılabilir.
[64]
Televizyonda yayınlanan tartışmadan bir bölüm şurada mevcut: Youtube. Churchill’in üç milyon insanın ölümüne
sebep olan, 1943 tarihinde Bengal’de yaşanan kıtlık gibi emperyalizmin
gerçekleştirdiği zulümlere sunduğu katkıların kısa bir özeti için bkz.: Johann
Hari. “Not His Finest Hour: The Dark Side of Winston Churchill.” Independent
(28 Ekim 2010).
[65]
Avrupa konusunda bkz.: Steve Weissman, Phil Kelly ve Mark Hosenball. “The CIA
Backs the Common Market.” Dirty Work: The CIA in Western Europe içinde.
Yayına hazırlayanlar: Philip Agee ve Louis Wolf (New York: Dorset Press, 1978).
Burada şu husus not edilmeli: Avrupa Birliği önemi bir antikomünist güç olarak
faaliyet yürüttü. Avrupa Parlamentosu komünizmle faşizmi eşitleyen bir karar
aldı ve “Nazizm ve komünizm gibi totaliter ideolojilerin her türden
dışavurumunu ve bu ideolojilerin propagandasına dönük her türden çalışmayı
mahkûm ettiğini dile getirdi. EP.
[66]
Žižek, “Nous pouvons encore être fiers de l’Europe!”
[67]
Slavoj Žižek. First as Tragedy, then as Farce (Londra: Verso, 2009), s.
115.
[68]
Žižek, “Nous pouvons encore être fiers de l’Europe!”
[69]
Slavoj Žižek. “New Statesman Interview, with Jonathan Derbyshire.” New Statesman
(29 Ekim 2009): Zizek.
[70]
Örneğin Domenico Losurdo’nun Croce’yle ilgili fikir açıcı eleştirileri için
bkz.: Antonio Gramsci: Del liberalismo al comunismo crítico (Madrid:
disenso, 1997).
[71]
Ronald Radosh. “Steve Bannon, Trump’s Top Guy, told Me He Was ‘a Leninist.’” Daily
Beast (13 Nisan 2017): DB.
[72]
Spencer’ın tweet’i şurada kayıtlı: Archive.
[73]
Slavoj Žižek. “New Statesman Interview.”
[74]
Michael B Kelley. “Last Year President Obama Reportedly Told His Aides that
He’s ‘Really Good at Killing People.’” Business Insider (2 Kasım 2013): BI.
[75]
Žižek, “New Statesman Interview.”
[76]
“Doug Henwood Interviews Slavoj Žižek.” No Subject – Encyclopedia of
Psychoanalysis (27 Şubat 2002): No.
[77]
A.g.e.
[78]
Slavoj Žižek. Repeating Lenin (Zagreb: bastard books, 2001), s. 137.
[79]
Žižek, “The Communist Desire.”
[80]
Örnek olarak şu hususa işaret edilebilir: Žižek büyük bir cüretle şunu söyleyen
kişidir: “Sınıf mücadelesi nesnel toplumsal gerçekliğin parçası değildir. O, Lakancı
manada Gerçek olandır. Yani sınıf mücadelesi, toplumsal bütünlük içerisinde
konumlanmış, nesneleştirilemeyen, akıl sır ermeyen o sınıra verilen isimden
başka bir şey değildir.” (Yayına hazırlayan: Slavoj Žižek. Mapping Ideology.
Londra: Verso, 2000, s. 25, 22).
[81]
Karl Marx ve Friedrich Engels. Collected Works. Cilt. 5 (Moskova:
Progress Publishers, 1976), s. 49.
[82]
Badiou, Hienrich Böll ve onun Almanya’da parçası olduğu CIA şebekelerinin büyük
bir sevgiyle kucakladığı sağcı muhalif Aleksandr Soljenitsin’in kitaplarının
üzerinde özel olarak duruyor (Bkz.: Hans-Rüdiger Minow’un 2006 tarihinde ARTE
televizyonu için çektiği Quand la CIA infiltrait la culture [“CIA Kültür
Sahasına Sızdığında”] isimli belgesel: Youtube.
Metafizikçimiz, aynı zamanda J. Arch Getty’nin “muhteşem kitabı” The Road to
Terror: Stalin and the Self-Destruction of the Bolsheviks 1932-1939 [“Teröre
Uzanan Yol: 1932-1939 Arası Dönemde Bolşeviklerin Kendilerini Yok Etmesi”]
isimli, temelde Stalinist terörü ve tepedeki isimlerin aldığı konumları ele
alan, “yadsınması mümkün olmayan önemli çalışmaya da atıfta bulunuyor (Yayına
hazırlayan: Slavoj Žižek, The Idea of Communism. Cilt. 2. Londra: Verso,
2013, s. 6). Badiou, bu çalışmasının ABD dışişleri bakanlığı, Ulusal Beşeri
Bilimler Vakfı ve Açık Toplum Fonu tarafından fonlandığını söylemekten imtina
ediyor. O, ayrıca kitabın danışma kurulunda ABD dışişleri bakanlığı ajanı
Strobe Talbott ve antikomünist Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew
Brzezinski’nin bulunduğu kitap dizi içerisinde yayımlandığından da hiç
bahsetmiyor. Bilindiği üzere, Brzezinski, başka çalışmalar yanında, CIA’in
Afganistan’da Sovyetler Birliği’yle mücadele etsinler diye Usame bin Ladin gibi
Mücahidlere para ve silâh desteği sunduğu gizli operasyonlara katılmış bir isim
(bkz.: Chomsky, 9/11, s. 82).
[83]
Bu anlayışa uygun olarak kaleme alınmış, mükemmel bir Badiou eleştirisi için
bkz.: Losurdo, Western Marxism.
[84]
Yayına hazırlayanlar: Costas Douzinas ve Slavoj Žižek, The Idea of Communism
(Londra: Verso Books, 2010), s. viii.
[85]
Bkz.: Gabriel Rockhill ve Jennifer Ponce de León. “Toward a Compositional Model
of Ideology: Materialism, Aesthetics and Social Imaginaries.” Philosophy
Today 64:1 (Kış 2020).
[86]
Žižek, Looking Awry, s. 39; Slavoj Žižek. Metastases of Enjoyment:
Six Essays on Woman and Causality (Londra: Verso, 1994), s. 30. Žižek’in
ifadesiyle, “Gerçek olan, esasında Sembolik olanın kendisini ele geçirmesi
ihtimalinden hep kaçınan, bu duruma karşı koyan, neticede Sembolik olanın maruz
kaldığı arızaların sunduğu kılıf altında, ancak o durumda Sembolik olanın
içerisinde tespit edilebilen bir şeydir.” (Metastases of Enjoyment, s.
30).
[87]
A.g.e., s. 76.
[88]
Žižek, Looking Awry, s. 12. Bence Žižek, politik konum konusunda gayet
istikrarlı. Lacan gibi konu başlıkları konusunda da aynı durum geçerli. Bir
oportünist olduğu için farklı konumlar alıyor, hatta bazen bu konumlar
birbirleriyle çelişebiliyor. Ben, burada daha çok eserlerinde karşımıza çıkan
ve gayet tutarlı ilerleyen hatlardan biri üzerinde duruyor, ondaki ahlaki eylem
denilen, Badiou’nün özne teorisiyle de kesişen anlayışını ele alıyorum.
[89]
Alain Badiou. L’hypothèse communiste (Paris: Nouvelles Éditions Lignes,
2009), s. 189. Birçok yerde Žižek, Badiou’nün Komünizm Fikri’ni benimsediğini
ortaya koyuyor. Žižek, bu fikrin, kendisinin ahlaki eylemle ilgili yazılarıyla
uyuştuğunu düşünüyor. Bunun bir örneği şu: “Dolayısıyla komünizm Fikri ayak
diriyor: tekrar tekrar ortaya çıkan bir hayalet olarak, gerçekleşmesindeki
hatalar karşısında yaşama tutunuyor, Beckett’in ‘Olsun. Gene dene. Gene yenil.
Daha iyi yenil’ dizesinde en iyi şekilde yinelenen o bitimsiz ısrar dâhilinde
varlığını sürdürüyor.” (Yayına hazırlayanlar: Douzinas ve Žižek, The Idea of
Communism, s. 217).
[90]
Badiou, L’hypothèse communiste, s. 188.
[91]
A.g.e., s. 189.
[92]
A.g.e., s. 202. Žižek, Badiou’nün konumunu benimsiyor, hatta onu daha da
ileri götürüyor: “Hayatta kalmak istiyorsa, radikal sol, faaliyetlerinin temel
öncüllerini yeniden gözden geçirmelidir. Bu noktada yirminci yüzyılda görülen
devlet sosyalizminin iki biçimini de (sosyal demokrat refah devleti ve
Stalinist parti diktatörlüğünü) bunun yanında, radikal solun genelde ilk
ikisinin hatalarını ölçmek için kullandığı, birlik, çokluk, temsiliyet karşıtı,
yurttaşların daimi katılımı üzerine kurulu doğrudan demokrasi fikrini esas alan
liberter komünizm anlayışını da çöpe atmalıdır.” (Taek-Gwang Lee ve Slavoj
Žižek. The Idea of Communism. Cilt 3. The Seoul Conference. Londra:
Verso, 2016).
[93]
Badiou, L’hypothèse communiste, s. 190. Badiou, şu türden örneklere
atıfta bulunuyor: 1980-1981’de Polonya’da faal olan Dayanışma hareketi, İran
Devrimi’nin ilk kesiti, Fransa’da Badiou’nün de içinde yer aldığı Politik
Örgüt, Meksika’daki Zapatist hareket, Nepal’daki Maoistler.” (a.g.e., s.
203.) Kapitalist bir devlet ve fiili olarak ordunun işgali altında bulunan bir
ABD sömürgesi olan Güney Kore’de verdiği konferansta Badiou, konuşmasının
başlarında konferansa katılanların Kuzey Kore’nin milliyetçiliği ve askerî
devletiyle bir alakası bulunmadığını söylüyor ve devamında “en genel manada
şurada veya burada geçen yüzyılın eski tarzını sürdüren komünist partilerle
(yani reel sosyalizmle) bir alakamız yok” diyor.
[94]
“Slavoj Žižek: ‘Humanity Is OK, but 99% of People Are Boring Idiots.” (10
Haziran 2012): Guardian.
[95]
Žižek, sanki kendisi devlete başkaldırıyormuş ve arzusuna tavizsiz bir biçimde
bağlı olmak adına “gerçeklik ilkesi”nin hükümranlığına itiraz ediyormuş gibi
sürekli (kendi kardeşini toprağa vererek tanrıların yüce kanununa riayet eden)
Antigon’dan bahsedip duruyor. Antigon’un bireysel arzusunu yücelten tespitinde
Žižek şunu söylüyor: “Bir eylem, imkânsızı yapan bir hareket olmanın ötesinde,
‘mümkün’müş gibi görünenin koordinatlarını değiştiren toplumsal gerçekliğe
yönelik bir müdahaledir.” (Did Somebody Say Totalitarianism?, s. 167).
[96]
Badiou ve Žižek, ara sıra işçi sınıfına destek çıkan politik konumlar
alıyorlar. Fakat benim eleştirdiğim konu bu değil. Ben, daha çok ufak kimi ve
belirli sebeplere dayanan istisnalar haricinde, SSCB’den Vietnam, Çin ve Küba
gibi örneklere uzanan hat boyunca antiemperyalist bir devlet inşa etme amacı
güden projelerde karşılık bulan ve 1917’den bugüne dek uzanan beynelmilel
sosyalist harekete yönelik coşkulu itirazlarını eleştiriyorum.
[97]
Bkz.: Radhika Desai. “The New Communists of the Commons: Twenty-First-Century
Proudhonists.” International Critical Thought 1:2 (1 Ağustos 2011):
s. 204-223.
[98]
V.I. Lenin. Collected Works. Cilt. 19 (Moskova: Progress Publishers,
1977), s. 396.
[99]
Karl Marx ve Friedrich Engels. Collected Works. Cilt. 20 (Moskova:
Progress Publishers, 1976), s. 33.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder