İtalyan
sosyalizminin tarihi, teori ve pratik düzleminde, Avrupa sosyalizminin
tarihiyle bağlantılıdır. Bu tarih, iki döneme ayrılır: savaş öncesi dönem,
savaş sonrası dönem. Burada biz, incelememize, Rus devriminin ülkede devrimci
durumun oluşmasını sağladığı, savaşın ekonomik ve psikolojik sonuçlarının
hissedildiği 1919 yılından başlayacağız.
Bu
döneme girerken sosyalist güçler, henüz bir aradaydı ve birlikte hareket
ediyorlardı. İçte süren polemiklerle ve krizlerle geçen yirmi yıla rağmen
İtalyan Sosyalist Partisi, birliğini muhafaza etmeyi bildi. Sonrasında tasfiye
edilen Galleani’deki Bakuninciliğin, Enrique Leone’deki Sorelci sendikalizmin,
Bissolati ve Bonomi’deki işbirlikçi reformizmin parti dışına düşmesi, ne işçi
hareketine ne de genel politik harekete bir zarar verdi. Kendi öğretisiyle
kitleleri etkilemeye çalışan ve resmi sosyalizm tanımının dışında hareket eden
küçük örgütlerin partiyle rekabet edebilecek gücü yoktu.
Bissolati
ve Bonomi gibi reformistler, sosyalist bir hareket meydana getirmeyi
başaramadılar. Zamanla burjuva demokrasisi, bu isimleri yuttu. İki milyon
işçiyi bir araya getiren Genel İşçi Konfederasyonu, Sosyalist Parti’nin
hâkimiyeti altındaydı. İşçi hareketindeki gelişim, bu dönemde zirveye
ulaşmıştı.
Ne
var ki mevcut birlik hâli, alabildiğine biçimseldi. Tüm Avrupa sosyalizminde
olduğu gibi İtalyan sosyalizminde de yeni bir bilinç ve yeni bir ruh
olgunlaşmaktaydı. Bu yeni bilinç ve yeni ruh, sosyalizmi devrimci yola sokmak
için mücadele ediyordu. Oportünist ve demokratik taktiklere alışmış olan eski
sosyalist ekip, inatla geleneksel politik hattı savunuyordu.
Turati,
Treves, Modigliani ve D'Aragona gibi eski kuşaktan liderler, devrim anının
nihayet yakınlaştığına inanmıyorlardı. O güne dek İtalyan sosyalizminin
başvurduğu yöntem, teoride devrimci, ama pratikte reformistti. Sosyalist
Partililer, hiçbir bakanlıkla ilişki kuramadılar, ama mecliste aktif bir
muhalif güç olarak, bakanlık düzeyinde yürütülen politikaya etki etmeyi
bildiler. Partinin meclisteki ve sendikalardaki kadroları bu yönde çalışmalar
yürüttüler. Bu sebeple de devrimci taktiğe uygun adım atamadılar.
Sosyalist
Parti içerisinde iki tür fikri yapı, iki farklı ruh mevcuttu. Farklılaşma ve
ayrışma eğilimindeki bu iki akım arasındaki fikri tartışma, Ekim 1919’da
Bolonya’da düzenlenen parti kongresinde hararetlendi. Buna karşın ayrışma
ihtimali, bir şekilde ortadan kaldırıldı. Kongrede devrimci eğilim zafer
kazandı. Reformist eğilimse teslim oldu ve disiplin gereği, çoğunluğun dediğini
yaptı.
Kasım
1919’daki seçimler sayesinde Bolonya’da zafer elde etmiş olan hizip, sahip
olduğu otoriteyi ve nüfuzu artırdı. Bu seçimde Sosyalist Parti, üç milyon oy
aldı, meclise yüz elli altı sosyalist vekil girdi. Bu başarının teşvikiyle, tüm
ülke genelinde devrimci saldırı iyice yoğunlaştırıldı.
Sosyalistler,
bulundukları her ortamda, çıktıkları her kürsüde devrim vaaz ettiler. Liberal
krallık rejimi ve burjuva devleti çöküşün eşiğindeydi. Bu koşullarda
kitlelerdeki ayaklanmacı ruh hâli güçlendi ve reformist hizbin nüfuzunu iyiden
iyiye kırdı. Fakat sendikalarda ve parti bürokrasisi içerisinde hâlen belirli
bir güce sahip olan reformist hat, harekete geçmek için fırsat kolluyordu.
Bu
fırsatı Ağustos 1920’de elde etti. Metal işçilerinin fabrikaları işgal etmeleri
üzerine reformist hareket, hamle yaptı. Ayaklanmanın ilk günlerinde, o dönem
hükümetin başındaki isim olan Giolitti, tehlikeyi gördü. Metal işçilerinin,
işçilerin fabrikaları kontrol altına almasıyla ilgili taleplerini alelacele
kabul etti. Genel İşçi Konfederasyonu ve Sosyalist Parti, son kavgayı vermek
için uygun fırsatın oluşup oluşmadığı konusunda yoğun bir tartışma içerisine
girdi. İtalyan proletaryasına liderlik eden isimler ve parti görevlileri
içerisinde baskın olan, bilhassa Avanti [“İleri”] gazetesinden beslenen
reformistler, söz konusu tartışmada sürekli kendilerinin ateşli birer devrimci
olduklarını söylüyorlardı.
Devrimi
bu liderler sabote ettiler. Çoğunluk, taviz ve uzlaşma politikasından yana saf
tuttu. Bu geri çekilme hamlesi, kitlelerdeki mücadele etmeye dair iradeyi doğal
olarak kırdı. Böylece sosyalist hareket içerisindeki derin yarık büyüdü.
21
Ocak 1921’de düzenlenen Livorno Kongresi, birlik için harcanmış beyhude bir
çaba olarak tarihe geçti. Sosyalistlerin birliğini muhafaza etmeye dönük tüm
romantik gayretler, korkunç bir sonuç verdi. Livorno Kongresi’nin sonunda
parti, üç hizbe bölündü: Başını Bordiga, Terracini, Gennari ve Graziadei’nin
çektiği, reformistlerden kopup Üçüncü Enternasyonal’in programının benimsenmesini
isteyen komünist hizip; başını Üçüncü Enternasyonal’e bağlı olduğunu söyleyen,
ancak ne pahasına olursa olsun “birlik” diyen, Avanti yayın yönetmeni
Serrati’nin çektiği merkezci hizip ve İtalyan sosyalizminin Turati, Treves ve
Prampolini gibi eski kuşak isimlerinden oluşan reformist hizip.
Oylamada
Serrati’nin merkezci tezi zafer kazandı. Serrati, kongrede kendisinden en uzak
olan isimlerden kopmamak adına, kendisine en yakın isimlerle bağını kesmek
zorunda kaldı. Neticede, kongre sonrası komünist hizip, yeni bir parti kurdu.
Hareket içerisinde, bir yandan da ileride açığa çıkacak ikinci ayrışmanın
ortamı oluşmaktaydı.
Komünistlerin,
gençliğin ve öncü unsurların bulunmadığı Sosyalist Parti, eski kuşağın
ideolojik nüfuzu altına girdi. Serrati’nin merkezci hizbi ise entelektüel
isimlerden mahrumdu. Öte yandan reformistlerse birçok ünlü vekile ve yazara
sahipti. Ayrıca Genel İşçi Konfederasyonu’nun en güçlü isimleri de onun
safındaydı.
Serrati
ve ona bağlı kadrolar, parti yönetimini ele geçirdiler. Buna karşılık
reformistler, parti yönetimini aşamalı olarak, kurnaz kimi hamlelerle ele
geçirmek için hazırlık yürütüyorlardı. 1921 seçimlerine bu bölünmüş hâliyle
hazırlıksız yakalanan parti, seçim sonrasında dağıldı. Fabrika işgalleriyle
birlikte durağanlaşıp enerjisini tüketmiş olan devrimci saldırıyı, gerici
güçlerin saldırısı takip etti.
Plütokrasinin
silâhlandırdığı, hükümetin hoş gördüğü, burjuva basın eliyle şişirilmiş olan
faşizm, sosyalistlerin geri çekildikleri ve bölündükleri fiili durumu işçi sendikalarına,
kooperatiflere ve belediyelere saldırmak için kullandı.
Komünistler
ve sosyalistler, seçime ayrı ayrı girmişlerdi. Burjuvazi ise onların karşısına
birleşik cephe ile çıkmıştı. Ama gene de seçimlerde sosyalist hareketin hâlen
daha zinde ve güçlü bir hareket olduğu görüldü. Sosyalistler, meclise yüz yirmi
iki vekil, komünistlerse on dört vekil sokabildiler. Bu anlamda 1919’da elde
ettikleri sonucu bir biçimde muhafaza ettiler.
Ama
öte yandan gerici güçler boş durmuyor, yürüyüşüne devam ediyordu. Sosyalistlerin
mecliste güçlü olmalarının tek başına bir önemi yoktu. Acilen devrimci yöntem
ile reformist yöntem arasında bir tercihte bulunması gerekiyordu.
Komünistler,
devrimci yöntemi seçerken, sosyalistler, herhangi bir tercihte bulunmadılar.
Mecliste yüz yirmi küsur vekile sahip olan sosyalistler, olumsuz addedilecek,
kalıcı olarak kendilerinin bu şekilde görünmelerine neden olacak bir adım atmak
istemiyorlardı. Ama ya devrimin ya da reformun yoluna revan olunulmalıydı.
Reformistler,
reform yolunu seçtiler. Faşizme karşı sol liberallerle birlikte yürümeyi
savundular. Faşistlerin yolunu ancak bu türden bir blok kesebilirdi.
Fakat
o dönemde Serrati’nin etrafında toplaşmış olan ekip, baştan beri savundukları
uzlaşmaz tutumlarını terk etmeyeceklerini söyledi. İşbirlikçi fikirlere açık
olmayan kitle, Serrati’ye destek sunuyor, her gün büyümeye dair vaazlarını
dinliyordu.
Reformizm,
henüz partide çoğunluğu ele geçirememişti. Sol bloğa dâhil olmaya dönük
adımlar, henüz daha olgunlaşmamıştı. Bu ekip, kimilerine sert, kimilerine
yumuşak davranıyordu. Zamanla Sosyalist Parti içerisinde yeni bir çatışma açığa
çıktı. Reformistlerin bir programı varken, merkezcilerde program namına hiçbir
şey yoktu. Parti, bu süreci Bizans’ta sıkça görülen fikir kavgalarıyla heba etti.
İlgili süreç de en nihayetinde faşist darbe ile neticelendi.
Yaşanan
yenilginin ardından parti yeniden bölündü. Bu sefer merkezciler reformistlerden
koptular. Merkezciler, gidip Maksimalist Sosyalist Parti’yi, reformistlerse
Birleşik Sosyalist Parti’yi kurdular.
Anti-faşist
mücadele, ülkedeki sosyalist güçleri birleştiremedi. Son seçime üç parti ayrı
ayrı girdi. Ellerinden geleni yapmalarına rağmen, üç parti, toplamda meclise
altmışın üzerinde vekil sokabildi. Sandıktan çıkan en çarpıcı sonuçsa demokrat
ve liberal örgütlerin isimlerinin tümüyle silinmesiydi.
Bugün
Birleşik Sosyalist Parti ve Maksimalist Sosyalist Parti, Aventine muhalefeti
denilen masanın bir parçası. İlk parti, bakanlıklarda başkalarıyla
çalışabileceğini açıkladı. Liderleri Filippo Turati, Aventincilerin kurduğu
masaya başkanlık ediyor.
Yürütülen
antifaşist mücadele sayesinde Birleşik Sosyalist Parti saflarına liberal
örgütlerin politikalarından memnun olmayan, demokrasi yanlısı ideolojiye bağlı
birçok küçük burjuva dâhil oldu. Böylelikle reformizmin toplumsal içeriği,
küçük burjuva biçimine kavuşmuş oldu.
Öte
yandan Birleşik Sosyalist Partili sosyalistler, faşist teröre tanık olunan onca
yıl boyunca saldırıya uğramış, ama gene de dağılmamış olan Genel İşçi
Konfederasyonu içerisindeki kimi sendikalarda hâkimiyeti ellerinde
bulunduruyorlar. Son yaşanan, Matteotti’nin katledilmesi de partinin daha da
popüler olmasını sağladı.
Maksimalist
Sosyalist Parti ise bazı isimlerin partiden ayrılmasıyla sarsıldı. Şu an
Serrati ve Maffi, komünist hareket adına çalışma yürütüyor. İtalyan sosyalist
geleneği içerisinde işçi damarını temsil eden Lazzari ise Maksimalistleri
Üçüncü Enternasyonal çizgisine çekmek için uğraşıyor. Yürüttükleri propaganda
faaliyetlerinde partililer, eski günlerden yadigâr diye, İtalyan Sosyalist
Partisi’nin o gayet prestijli ismini kullanıyorlar. Günlük yayımlanan ve
eskiden beri sosyalistlerin yayın organı olarak çıkartılmış olan Avanti gazetesi,
Maksimalistlere miras kaldı. Artık kitlelerle temas kurarken, eskinin o demagojik
diline başvurmuyorlar. Buna karşın, hâlen daha belirli bir programdan
yoksunlar. Geçici bir süre Aventine’de kurulmuş olan sol bloğa onay verdiler.
Bu bloğun programı ise olumsuz yönler barındırıyor, zira program, gerçekte yeni
bir hükümet kurmayı önermiyor, sadece faşist hükümetin yıkılmasını istiyor.
Gözlemleyebildiğim kadarıyla, Maksimalistler de entelektüel unsurlardan
mahrumlar.
Proleter
gençlik içerisinden birçok ismi örgütlemiş olan komünistlerse Üçüncü
Enternasyonal’in siyaseti uyarınca hareket ediyorlar. Bu sebeple devrimci
çizgiye çekmeye çalıştıkları Aventine bloğu içerisinde yer almıyorlar, ama onu
faşist meclise muhalif olan insanların meclisi olarak faaliyet yürütmeye, bu
yönde çalışma yürütmeye davet ediyorlar.
Komünist
Parti’nin merkez kadrosu, mühendis Bordiga, avukat Terracini, profesör
Graziadei ve yazar Gramsci’den oluşuyor. Parti, son seçimde üç yüz binin
üzerinde oy aldı. Milano’da çıkarttığı, Unitá [“Birlik”] adında bir
gazetesi var. Parti, işçilerin ve köylülerin birleşik cephesinin kurulmasını
savunuyor.
İtalya’da
yaşanan ayrışma, sosyalist hareketi zayıflattı. Fakat üç yılı aşkın bir
zamandır faşist şiddete güçlü bir biçimde karşı koymayı bilmiş olan bu hareket,
kendisine can veren köklerinin kesilmesine hiç izin vermedi. Bir yıl önce, kara
gömleklilerin oluşturdukları tugayların saldırılarına rağmen, İtalya’da bir
milyondan fazla insan (Maksimalist Sosyalist Parti, Birleşik Sosyalist Parti ve
Komünist Parti üzerinden) sosyalizme oy verdi. İtalyan siyaseti dâhilinde açığa
çıkan alametler, gelecekte faşizmin karşısına demokratik-liberal değil,
sosyalist fikrin dikileceğini söylüyor.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder