Stalin’le Niyaz Etmek:
Sovyetler’in II. Dünya Savaşı’nda Yürüttüğü İslamî Propaganda
Başkurtların anlattıkları bir
hikâyeye göre Stalin, bir tasavvuf tarikatı şeyhini Moskova’ya davet ediyor ve
kendisine İkinci Dünya Savaşı’nı kimin kazanacağını soruyor. Şeyh, “durun, ben
önce gidip namaz kılayım” diyor. Namazı bittikten sonra dönüyor ve “biz
kazanacağız” diyor. “Ama” diyor şeyh, “kazanmamız için Stalin’in iki şey
yapması gerekiyor: ilki Allah'a niyaz etmek, ikincisi de askerlere geri çekilmemeleri
emrini vermek!”
Bu hikâyeye göre şeyh, sonrasında
Stalin’in abdest almasına ve şehadet getirmesine yardımcı oluyor. Müslüman olan
Stalin, Allah’a Kızıl Ordu’nun savaştan muzaffer çıkması için niyaz ediyor.
Birkaç yıl sonra şeyhin öngörüsü gerçekleşiyor, kendisine şükranlarını sunmak
için konutuna davet ediyor. Görüşmede Stalin şeyhe, “sana nasıl bir ödül vereyim?”
diye sorunca şeyh, “ihtiyacım yok, ne verseniz ziyan olur” cevabını veriyor.
Onun yerine şeyh, Stalin’den kendi toplumu adına bir talepte bulunuyor: “Din
güçlendirilmeli. Müslümanların Hac vazifelerini yerine getirmek üzere Mekke’ye
gitmelerine izin verin!”[1]
Bu ilginç hikâyede az da olsa bir
gerçeklik payı var. Bahsi edilen şeyh, gerçek. Kendisiyle tanıştım: ismi
Abdurrahman Resulev. Stalin, savaşın kazanılması için kendisinden yardım talep
etmek amacıyla Moskova’ya davet ediyor. Bu anlatılan kısım da doğru. Stalin,
tabii Müslüman olmuyor, ama şeyhten yardım istediğini ve o yardımı aldığını
söyleyebiliyoruz.
Resulev, sadece Kızıl Ordu için
niyaz ederek değil, savaşa yönelik çabalar konusunda kendi toplumunu harekete
geçirerek yardım ediyor Stalin’e. Bunun karşılığında Resulev’e ve diğer dinî
liderlere Sovyet rejimiyle müzakere etme imkânı veriliyor. Bu isimler, ayrıca
Sovyet Müslümanları içerisinde belirli bir mevkiye ve güce sahip oluyorlar.
Savaş döneminde Resulev yanında,
Orta Asya’da İshan Babahanov gibi isimler de toplumlarını harekete
geçiriyorlar. Bu kişiler, Hitler’e karşı mücadeleye İslamî bir içerik
kazandırıyorlar. Sovyet devletiyle ortak değerler ve ortak çıkarlardan oluşan
bir zemin meydana getiriyorlar. Birkaç sene evvel toplama kampına gönderilmesi
veya kafasına kurşun yemesi muhtemel olan bu kişiler, cemaatlerine hitap etme
imkânı buluyorlar.
Aşağıda Özbekçeden, Başkurtçadan,
Farsçadan ve Rusçadan tercüme edilmiş önemli bir dizi konuşmaya yer veriliyor.
Bu konuşmaların hepsi de müftülerin Sovyetler’in savaş döneminde yürüttükleri
propaganda ile İslam’ın başvurduğu cihad söylemi arasında köprü kuran bir dille
kaleme aldıkları Hitler karşıtı bildirilerden oluşuyor.[2]
Resulev’in Yükselişi
Abdurrahman Resulev, Volga Ural
bölgesinde yaşayan, içinden önemli din âlimleri çıkartmış, saygın bir ailenin
mensubu. Babası Şeyh Zeybullah Resuli, Nakşibendi tarikatının Halidi kolundan.
Medrese eğitiminin revize edilmesini ve okuryazar oranının artırılmasını
öngören Cedidîlik hareketiyle bağlantılı bir isim.[3]
Zeynullah’ın birkaç ünlü öğrencisi
toplama kamplarında ölüyor. 1917’de, İslam karşıtı tasfiye hareketinin
başlamasından önce öldüğü için kendisi öğrencileriyle aynı kaderi yaşamıyor.
Abdurrahman, Zeynullah’ın yedi oğlundan biri ve tarikatta onun yerine geçecek
isim olarak görülüyor. Müslüman cemaat lideri olarak öne çıkmasına rağmen[4]
Resulev’in kendisiyle aynı dönemde yaşamış ve hapse düşmüş isimlerle aynı
kaderi neden paylaşmadığı bugün hâlâ bilinmiyor.
Bunun sebebi, muhtemelen
Resulev’in Bolşeviklerle işbirliği içinde hareket etmesi, hatta Müslüman
cemaatin önde gelen isimlerini ihbar etmesi. Hatta bu isimlerden biri,
Resulev’in ağır eleştirilerinin doğrudan bir sonucu olarak, hayatını
kaybediyor. 1937’de, bu tür faaliyetlerinin ardından, Resulev, Rusya
Müslümanları Merkezi Diyanet İşleri İdaresi’nde üst düzey müftü olarak atanıyor.
Resulev’in Stalin’le ilk ne zaman
bir araya geldiğini, ilk teması müftünün kurup kurmadığını bilmiyoruz,
bildiğimiz bir şey var, o da Alman işgalinden kısa bir süre sonra temasın
kurulduğu. Rus Ortodoks Kilisesi başkanı Patrik Sergi, Haziran 1941’in
sonlarında Barbarossa Operasyonu’nun başlamasından hemen sonra Stalin’le bir
araya geliyor. Patrik, kendisine bağlı Hristiyanları savaş için harekete
geçirme vaadinde bulunuyor. Muhtemelen Resulev de Stalin’le patrikten hemen
sonra görüşüyor. Zira 18 Temmuz 1941’de Smolensk Nazilerin eline geçince,
Resulev, Sovyet Müslümanlarını mücadeleye çağıran ilk çağrısını kaleme
alıyor.[5] Ertesi ay Resulev’i biri ziyaret ediyor ve kendisine şaşırtıcı bir
mesaj iletiyor.[6] (Sovyetler dağıldıktan sonra ailenin hikâyesini müftünün
kızı kaleme alıyor. Olaylar bu çalışmada etkileyici, ama biraz da müftüyü yere
göğe sığdıramayan bir üslupla aktarılıyor.)
“Ağustos 1941’de Başkurt hükümetinin baş temsilcisi (rukovoditel)
evimize geldi ve uzun süre babamla sohbet etti. Misafir, Sovyet hükümetinin
İslam dinine özgürlük vermeyi, dinî cemaatin faaliyetlerine mani olmamayı ve
eskiden kapalı olan camilerin açılmasını kararlaştırdığını bildirdi. Böylelikle
SSCB Müslümanları Merkezi Diyanet İşleri Müdürlüğü’nde yeni bir aşamaya geçildi.
Müdürlük, Sovyet hükümetinin ihtiyaç duymadığı bir kurum olmakta çıkıp, oldukça
faydalı bir yapı hâle geldi.”
Diğer yandan, kapalı kapılar
ardında dine karşı mücadelenin ön cephesinde bulunan bürokratlar, bu
yaklaşımlarını dile dökmeseler de ateizmin uygulamaya konulması konusunda
nispeten daha nazik bir yaklaşımı savunmaya başladılar. 27 Haziran 1941 gibi
erken bir tarihte, yani Nazi işgalinin başlamasından beş gün sonra, Militan
Ateistler Birliği’nin merkez konseyine antifaşist propagandaya yoğunlaşmalarını,
cephe hattına yardım etmelerini isteyen bir talimat iletildi. Bu yardım, savaş
sanayiinin ihtiyaç duyduğu metal hurdaların toplanmasını, Kızıl Ordu için
kıyafet toplanmasını, hastanelere yardım toplanmasını, para yardımı
sağlanmasını içeriyordu. Başka bir ifadeyle, Militan Ateistler, artık döneme
uygun olarak açıktan ateist olan içerikten yoksun bir faaliyet içerisine
gireceklerdi.[7]
Ama bu, tabii birliğin bir “kitle
örgütü” olarak faaliyetlerine son vereceği anlamına gelmiyordu. 26 Mart 1942
günü bir parti yetkilisine gönderilen mektupta birliğin müdürü olan E. M.
Yaroslavski, örgütün yönelimdeki farklılaşmanın birliğin dağıldığı anlamına
gelmediğini, politika değişimine de işaret etmediğini, sadece savaş dönemine
özgü bir stratejinin devreye sokulduğunu net bir dille ortaya koyuyordu.[8]
Dinin kökünün kazınması görevi, uzun vadede ulaşılacak bir hedefe sahipti. Dolayısıyla
Militan Ateistlerin ideolojisinde köklü bir değişikliğe ihtiyaç yoktu.
2 Eylül 1941 günü, Nazi
işgalinden yaklaşık üç ay sonra, Resulev oldukça coşkulu bir çağrı kaleme
aldı[9]:
“Değerli Müslüman kardeşlerim!
Sizin de bildiğiniz gibi, kurnaz, acımasız ve merhameti
olmayan düşman savaş başlattı, ikazda dahi bulunmadan sevgili vatanımıza (rodina)
saldırdı, insanlık, böylesi bir öfkenin eşi benzerini daha önce hiç görmemiştir.
Vatanımız bugün ızdırap içinde, dostlarımız, kardeşlerimiz cephelerde ölüyor,
eşleri ve çocukları yaslı. Tüm bu olup bitenlerin suçlusu, ülkemize
saldıranlardır. Vatanımıza düzenledikleri saldırıyla birlikte kız
kardeşlerimiz, çocuklarımız felâkete mahkûm oldu. Bu sebeple bu dinî meclis (duhovnoe
sobranie) sizden vatanınızı din adına (vo imia religii) savunmanızı,
ayrıca Müslüman kardeşlerinden vatanı savunmalarını talep etmenizi istiyor.
Bugün camilerimizde, mescidlerimizde, Allah’tan Kızıl Ordu’nun düşmanı yenmesi
konusunda ona yardım etmesini istememiz gerekiyor.
Değer Müslümanlar! Sizin de bildiğiniz üzere bu, gerçek bir
savaş, vatan için verilen bir savaş. Bu sebeple tüm cephelerde ve ülke
içerisinde Müslümanlar, dinleri gereği düşman imha edilene dek dövüşmeye
mecburdurlar (s tochki zreniia religii obiazany). Kur’an, ‘Allah adına
öldürün, düşmandan önce geri çekilmeyin, çünkü Allah geri çekileni sevmez. Size
ne yaptılarsa siz de onlara aynısını yapın, sizi köylerinizden, şehirlerinizden
kovdularsa siz de kovun. İntikam ölümden daha kötüdür. Bizi intikam almaya
düşman zorluyor, Allah düşmanı yok edenleri bağışlayacaktır.’[10] buyuruyor.
Bıkmadan usanmadan mücadele edin. Yüz kişiyseniz, iki yüz düşmanı yere çalın.
Bin kişiyseniz, Allah’ın inayetiyle iki binini dize getirin. Allah,
mücadelelerine azim ve kararlılıkla devam edenlere yardımını esirgemez. Bugün
siz, savaş ilânı yapma gereği bile duymadan sizinle savaşa girenlerle
savaşıyorsunuz. Allah, barış içinde yaşayanlarla savaşanları sevmez. Sizinle
savaşanları bulduğunuz yerde yok edin, onları sizi kovdukları yerlerden
çıkartıp atın. Savaştan kötü bir şey varsa o da onların yol açtıkları
huzursuzluk, kadınlarımıza ve çocuklarımıza yönelik hakaretleridir. Hz.
Muhammed, ‘ülke sevgisi imandandır’ buyuruyor.”
Resulev’in kızının dediğine göre
bu çağrı, sadece camilerde değil, fabrikalarda ve sendika toplantılarında
yüksek sesle okundu. Müftü, şükranlarını sunan binlerce mektup aldı. İnsanlar,
bu mektuplarda kendisine sadece savaşa yönelik çabalarından dolayı değil,
çağrının alt metni için de teşekkür ediyorlardı. Resulev’in kızı dâhil birçok
insan, o alt metni “İslam dini artık ezilemez” olarak okuyordu.[11]
Esasında çağrıya kulak verenler,
Sovyetler’in yürüttüğü bu “resmi” İslamî propagandayı biraz şaşkınlık biraz da
şüpheyle karşıladılar. Asıl çarpıcı olansa Resulev’in seslendiği camilerin ve
mescidlerin önemli bir kısmının son yirmi yıl içerisinde kapatılmış veya
yıkılmış olmasıydı. Başka bir dönemde kaleme alınsa, çağrı metninde yer alan
ayetler ve yüksek perdeden ifade edilen cümleler polis soruşturmasını gerekli
kılardı. İlhamını dinden ve savaşın niteliğine dair geleneksel tespitlerden
alan, vatan için mücadele çağrısında dile getirilen fikirler, resmiyette
cahillik ve gericilik olarak kodlanıyordu.
Bu çağrı, söylemedikleriyle de
önemli ve çarpıcı bir metin. Nazilerin korkakça bir hamleyle
gerçekleştirdikleri baskın taarruzu, ihaneti ve sivillere yönelik zulümleri ele
alan çağrı metni, o dönemde tüm ülke genelinde çoğunlukla Rusça olarak dağıtıma
sokulan seküler propaganda metinlerinde de karşımıza çıkan hususlar. Ama bir
yandan da metin, önemli propaganda unsurlarını es geçiyor. Örneğin sosyalizm ve
faşizm arasındaki açık veya örtük karşıtlık üzerinde durulmuyor. Emekçilerden,
sömürgecilikten, sömürgecilikle mücadeleden, ulusa ait olan olmayan
kahramanlardan veya halkın dostlarından bahsetmiyor. Bolşeviklerin muhtelif
Avrasya halklarını sömürgeci saldırısına karşı koruduğu ve özgürleştirdiği
üzerinde duran, savaş dönemine ait propaganda dilinde sürekli yinelenen özel
Sovyet tarzı tarih anlayışının yerine, “daha derin” ve daha genel bir tarih
anlayışına yer veriliyor: Naziler, Kur’an’da adı belirtilmeyen “düşmanlar”
derekesinde ele alınıyor, dindarları yok edecek büyük kötülük olarak
resmediliyor. Savaş ilerledikçe, Sovyet Müslümanları’nı hedef alan propaganda,
“genel” kitleye seslenen Sovyet propagandasının olağan özelliklerini içermeye,
bilhassa o propagandanın politik içeriğini kapsamaya başlıyor. Savaşın ilk
günlerinde ise belirgin bir çekimserlikle sürekli “vatan” kelimesine
başvuruluyor ki Sovyetler Birliği’ni ifade eden bu kelime, Müslüman cemaat
dışında başka bir toplumun da varolduğunun kabul edildiğini söylüyor.
Savaşın ilk aylarında Resulev’in
sınırlı, ama büyük bir coşkuyla ortaya koyduğu propaganda faaliyetleri ile
İslam’a yönelik olarak devlet katında (din karşıtı tasfiye hareketinin devre
dışı bırakmak suretiyle) verilen destek, birlikte Müslüman askerlerin savaşta
ihtiyaç duydukları moral üzerinde pek bir etkiye yol açmıyor. Kızıl Ordu Ana
Politika İdaresi’nin hazırladığı bir rapora göre, Şubat-Nisan 1942 arası
dönemde görev yerlerini terk eden askerlerin yüzde 80’i Slav dışı milletlere
mensup.[12]
Bu dönemde Slav olmayan askerleri
küçümsemek, alaya almak için Müslümanlar arasında yaygın olan Yusuf ismi veya
Türkçe “yoldaş” kelimesi kullanılıyor.[13] Bazı komutanlarsa Slav olmayan
milletlere mensup askerlerle dalga geçmek için hep “Korsak boli”
(“Karnım ağrıyor”) ifadesine başvuruyorlar.[14]
Farklı milletlerden askerleri
içeren taburlarda çoğunluğu Rus olmayan askerler teşkil etse de başlarına
illaki bir Slav komutan veriliyor. Bu durum, Rus olmayan askerlerdeki vatan
hasretini ve yabancılık hissini besliyor.
Bir raporda aktarıldığına göre,
kendi ana dilinin konuşulduğunu işiten bir Özbek asker oturup ağlıyor.[15]
Moskova savunması sonrası kahramanlık madalyası almış bir Kazak asker,
şikâyetini şu şekilde dile getiriyor: “Cephede Kazak savaşçıların kendi ana dillerinden,
milli edebiyatlarından ve müziklerinden istifade edememesi büyük bir suç.”[16]
Öte yandan Slav komutanlar da Rusça
bilmeyen Orta Asyalı ve Kafkasyalı Müslüman askerlerle iletişim kurmak
istediklerinde, hayal kırıklığı yaşıyorlar. Bir raporda bir komutanın
“bırakalım tankların altında ezilsinler, düşman gelip vursun bunları. Bu sayede
bize yeni asker gönderirler. Bizim Kazakları ve Rusları kurtarmamız lazım,
onlar faydalı” dediğinden bahsediliyor.[17]
Moskova’dakiler içinse mesele çok
basit: Slav olmayan milletler arasında yürütülen propaganda faaliyetleri çok
sınırlı. Bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanıyor, çünkü savaşın ilk aşamalarında
bu faaliyetlerin büyük bir kısmı, hâlen daha Rusça olarak yürütülüyor ve sadece
“Rusya”yı ilgilendiren meselelerden bahsediliyor. Sovyetler Birliği’ndeki
farklı halklardan söz etse de bu propaganda çalışmalarında genelde Rus
şovenizminin dili konuşuyor ve genelde Slavların o “büyük ağabey” konumu
üzerinde duruluyor. Bu anlayışa göre, İvan önde yürüyor, Yusuf’sa onu takip
ediyor. Sovyet hükümetinin Slav olmayan halklara mensup askerlere yeterince
propaganda faaliyeti yürütmezken, Naziler kendi “kurtuluş” mücadelelerine
katılma çağrısı yaptıkları Sovyet Müslümanlarıyla doğrudan temas kuruyorlar.
Dönemin içişleri bakanı L. P.
Beria, bu gerçeği herkesten daha iyi görüyor. 1942 yılının Mart ayının
başlarında, dinî bilince sahip Müslüman tutsaklarla dolu toplama kamplarını
inceleyen Beria, Nazilerin Müslümanların zihinlerinde yer etmek için
yürüttükleri propaganda faaliyetlerinde Nazilerin epey yol aldığını
görüyor.[18] Buna karşı kimi tedbirlerin alınması gerektiğini düşünüyor. Aslında
Resulev’in Sovyet Müslümanlarına yaptığı çağrı, tam da Beria’nın aradığı çözüm
yolu.
1942 yılının güz ve kış ayları
boyunca savaş dönemi yürütülen propaganda faaliyetlerinin ana kaynağı olan
Kızıl Ordu Politik İdaresi (PURKKA) bir eylem planı hazırlıyor. Raporda, Slav
olmayan askerlerin sıkıntıları konusunda gerekli hassasiyeti göstermedikleri
için subaylar ağır bir dille eleştiriliyor, öte yandan bu askerlerin morallerinin düşmesi ise büyük ölçüde parti
saflarında parmak sallayan kişilerle ve özeleştiri pratikleriyle
ilişkilendiriliyor. Rapor, Rus olmayan milletlere mensup Kızıl Ordu
askerlerinin önemli bir kısmında görülen itaatsizlik, kendini yaralama
pratikleri, asker kaçaklığı ve ihanetin ana sebebinin, partinin politik ve
eğitsel çalışmalarındaki zayıflık olduğunu söylüyor.[19]
Müslüman askerlerin moralini
yükseltme amacı güden bu propagandacıların yaklaşımlarındaki kibir hemen
hissediliyor. Bu kişiler, meseleyi reklâm kampanyasını daha iyi yürütmek olarak
anlıyorlar. Ama gene de yetkililerin ortada bir sıkıntı olduğunu düşündüklerine
hiç şüphe yok. Bu nedenle söz konusu kişiler, “Müslümanlar Stalin’in emriyle neden
savaşsınlar ki?” gibi sorular soruyorlar. Muhtemelen bu türden sorular, Orta Asya’da
savaşın ilk yılında kurulan akşam sofralarında gündeme geliyorlar. Bu soruya şu
türden sorular da ekleniyor: “Hitler Sovyet yurttaşlarından mı yoksa sadece
Sovyet rejiminden mi nefret ediyor? Hitler İslam’dan nefret ediyor mu? Bize
neden zulmetsin ki? Onun bize yönelik nefreti Stalin’in bize yönelik
nefretinden büyük mü?”
Bunlar, esasında yerinde sorular.
Motadel’in de gösterdiği biçimiyle, Hitler, İslam’ı diğer dünya dinleri
karşısında saygın bir yere yerleştiriyormuş gibi görünüyor[20]. Zaten henüz
Orta Asya’daki Müslüman halklarla ilgili uzun vadeli planlarını hazırlamış
(veya onları ele alan ırk teorisini geliştirmiş) değil.
Hitler’in planlarından bağımsız
olarak, Sovyet propagandacılar, Müslümanları Kızıl Ordu’nun aynı zamanda kendi
orduları, Sovyetler Birliği’nin kendi vatanları olduğuna ikna etmek için
uğraşıyorlar. Müslümanların da mücadele içerisinde kahramanlık madalyası
alabileceklerini, almaları gerektiğini söylüyorlar. 17 Eylül 1942 günü Şerbekov’dan
gelen emir, Rus olmayan halklara yönelik uygulamaya konulacak yeni propaganda
faaliyetlerinin merkezinde duracak sekiz maddeye de yer veriyor[21]:
1. Kızıl Ordu, ülkemizde yaşayan
halklar arasındaki kardeşliğin üzerine bina edilmiş bir ordudur;
2. Sovyetler, iktidarı SSCB
halklarına vermiştir;
3. Hitlerciler, Sovyet halklarına
bir şey veremezler;
4. Büyük Vatanseverlik Savaşı’nın
devam ettiği cephelerde tüm milli cumhuriyetlerin bağımsızlığı savunulmaktadır;
5. Sovyet savaşçılarındaki demir
disiplin ve azim, zaferin güvencesidir;
6. Milzikov, Kurban Derbi gibi
isimler, Sovyetler Birliği’nin kahramanlarıdır;
7. Büyük Rus halkı, SSCB
halklarının özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele etmek, kardeş sovyet
cumhuriyetlerinde sosyalizmi inşa etmek gibi bir göreve sahiptir;
8. Sovyetler Birliği halklarının Hitlerci
Almanya’ya karşı vatan için yürüttüğü savaşta Büyük Rus halkı önemli role
sahiptir.
Bu maddelerin büyük bir kısmı
Resulev’i ilgilendirmektedir. Bu maddelerin yanında kendi özgün mesajlarını da
içeren yazılarını Mayıs 1942’den itibaren Moskova’da çıkan Trud [“Emek”]
gazetesinde yayımlamaya başlıyor. Merkezi Diyanet İşleri İdaresi için yazıldığı belli
olan yazılar, kısa süre içerisinde Tatarcaya, Başkurtçaya, Özbekçeye, Arapçaya,
Türkçeye, Farsçaya ve Hintçeye çevrilir, ülke içinde ve dışında yaygın biçimde
dağıtılıyor.[22]
“Değerli Müslüman Kardeşlerim!
Allah’ın kelâmı, Hz. Muhammed’in sözleri, siz Müslümanları büyük
vatanın, tüm insanlığın ve Müslüman dünyasının faşist zorbaların
boyunduruğundan kurtarılması için verilen savaşta mücadele etmenizi
öğütlemektedir. Ülke içerisinde mücadele veren kadın ve erkeklere sesleniyorum:
korkuya kapılmayın, telâşa mahal vermeyin. Tüm gücünüzü vatan, halkın güvenliği
ve canı için yürütülen savaşta başarılı olmak için gerekli işlere teksif edin.
Faşist Almanya ve uşaklarına karşı, vatan için
gerçekleştirilen bu cihatta vatana sadık olduğunuzu tüm dünyaya gösterin,
haklılığınızı cümle âleme kanıtlayın. Kızıl Ordu için camilerde ve mescidlerde
niyaz edin.
Sovyetler Birliği’nde yaşayan İslam âlimleri ve ruhani
liderler olarak biz, tüm Müslümanlara sevgili vatanımızı, aynı zamanda Müslüman
dünyayı Alman faşistlerine ve uşaklarına karşı hep birlikte savunmaya
çağırıyoruz. İnsanlıktan nefret eden faşistlerin zulmünden tüm insanlığın ve
Müslüman dünyanın kurtulması için rahman ve rahim olan Allah’a niyaz edin.
Ortak vatanımız için ele silâh almaktan imtina eden, Almanlara
karşı bugün oğlu, kardeşi veya babası mücadele etmeyen tek bir gerçek mümin
yoktur. Aynı şekilde, bugün ülke içerisinde, cephe gerisinde fabrikalarda ve
tesislerde harcadığı emekle zafere katkı sunmayan tek bir kişi bile bulamayız.
Müslümanız, dolayısıyla hep birlikte Hz. Muhammed’in şu sözünü anımsamalıyız: ‘Vatan
sevgisi imandandır.’ […]”
Tıpkı savaşın başlamasından
birkaç gün sonra yayımlanan çağrısında olduğu gibi bu çağrıda da Resulev,
sadece Sovyet hükümetinin değil, Allah’ın ve peygamberinin de Müslümanları
savaşa çağırdığını söylüyor. Burada da “vatan için savaş”, tüm Sovyet Müslümanlarının
ortak meselesi olarak takdim ediliyor. Bu metin de Müslümanları camilerde Kızıl
Ordu için niyaz etmeye çağırıyor. Bu çağrısında da Resulev, ülkeyi, milleti,
yurdu ifade eden Arapça “vatan” kelimesini Rusça “rodina” kelimesinin
yerine kullanıyor (rodina, tüm Sovyetler Birliği’ni ifade ediyor.)
Ama bu son çağrıda yeni ve
oldukça çarpıcı başka bir yön var: 1941 yazında yaptığı çağrıdan farklı olarak,
Trud gazetesinde yer alan mesajında Resulev, yaşanan savaşı beynelmilel
bir Müslüman mücadelesi olarak takdim ediyor. Üstelik bu hususu ısrarla dile
getiriyor. İlk çağrı metninin merkezinde Sovyet Müslümanları dururken, bu son
çağrıda en az üç kez sadece “vatan”ın değil, “tüm Müslüman âleminin”
kurtarılması gerektiğinden söz ediliyor. Sovyetler’deki seküler propaganda dili
Sovyet halklarının kardeşliğine odaklanırken, Resulev yaptığı çağrıda dünya
toplumunun parçası olarak gördüğü Müslümanlara sesleniyor. Oysa dört beş yıl
önce bu türden bir “burjuva enternasyonalizmi”ni üstelik dinî ambalaj içerisinde
savunan biri, ya toplama kampına ya da mezara gönderilirdi. Şimdi bu türden bir
dil, partinin zımni onayı ile birlikte, devletin elindeki en önemli gazetelerden
biri aracılığıyla dolaşıma sokuluyor.
Şehter gibi Sovyet propaganda
ustaları, belirli toplulukların ihtiyaçlarına uygun düşen mesajlar formüle etme
becerisine sahip kişiler olarak, bu mesajları efsane olan kahramanların
milliyetlerini, hikâyelerini ve Kızıl Ordu’yla ilişkilerini anlatarak
aktarıyorlardı. Buna karşılık, Kızıl Ordu Politik İdaresi (PURKKA)
kalabalıklara hitap eden mesajlar ortaya koyuyordu.
Mayıs 1942’de Resulev, Müslüman liderlerin
katıldığı kurultayda, “Müslümanlara çağrı” metnini okudu.[23] Burada Resulev,
bir yandan Trud’da aktardığı “enternasyonalist” mesajı yineledi, bir
yandan da Müslümanların ortak tarihi üzerinde durdu. Volga Ural Müslümanları
arasında yer alan, kendisinin de ait olduğu Başkurtların diliyle konuşan
Resulev, savaş için ortaya konulan çabaların her şeyden önce dünya Müslümanlarının
emperyalizme karşı verdiği mücadelenin parçası olduğunu söyledi. Ona göre
Sovyet halklarının kardeşliği, hatta Sovyet “vatanı” tali meselelerdi.
Ufa’da yaptığı çağrıda Resulev,
Nazileri ve müttefikleri, Ortaçağ’da güney İspanya’da (Endülüs’te) gelişkin
İslam kültürünü yok etmiş olan, Almanya, İtalya ve Fransa’daki “İslam düşmanı”
emperyalist hükümetlerin, aynı zamanda Ortadoğu’ya saldıran Alman, İtalyan ve
Fransız emperyalistlerinin, yani tüm o “emperyalist” haçlı ordularının soyundan
gelen güçler olarak tasvir ediyordu. Resulev’e göre bu “Alman faşistler ve Avrupalı
kuklaları”, sonraki dönemde tüm dünyayı fethetmek, dinleri, kültürleri,
gelenekleri ve âdetleri yok etmek, böylelikle “saf Alman hukuku”nu ve “Protestan”
dinini yüceye yerleştirmek için harekete geçmişlerdi.[24] Süreç içerisinde bu
güçler, mektepleri ve camileri de yıkacaklardı.
Resulev’in aynı metinde aktardığı
biçimiyle, kısa süre önce Almanlar ve İtalyanlar İslam yurdu olan Trablus’taki
Müslüman kültürünü yok etmiş, kadın, çocuk, yaşlı demeden tüm halka zulmetmişlerdi.[25]
Habeşistan ve Arnavutluk’taki yıkım süreçlerinden bahsettikten sonra müftü,
Almanların ve kuklalarının yüzlerini Tatar yurduna çevirdiklerini, burada
mektepleri yıkıp halka zulmettiklerini söylüyordu. Resulev çağrı metninde, bir
de Alman faşistlerinin birçok camiyi yıktığı, camilerin tepesindeki alemlerin
yerine faşist sembolleri, kara haçı astıkları Kırım’a da değinmekteydi.[26] Ona
göre burada faşistler, namazı yasaklamış, İslamî geleneklerle ve uygulamalarla
alay etmiş, genç kızlara tecavüz etmiş, mektepleri kapatmış, Tatar-Türk âdetlerinin
kökünü kurutmak için sayısız binayı ve iş sahasını yok etmişti. Resulev’in
iddiasına göre, burada Müslüman çocukların geleneksel Tatar kıyafetlerini giymelerine
yasak getirilmiş, İslamî isimler almalarına izin verilmemiş, çocuklar, Alman
rahiplerin huzuruna çıkartılıp, burada kendilerine Alman isimleri verilmişti. Müftü’nün
aktardığına göre, Kırım caddeleri açlıktan kıvranan, yoksul Müslümanlarla dolup
taşmıştı.[27]
Kur’an’dan bazı ayetleri
aktardıktan sonra[28] Resulev, sadece Sovyet Müslümanlarına değil, tüm dünya
Müslümanlarına Almanlara ve müttefiklerine karşı verilen “mukaddes mücadele”ye
katılmaya davet ediyor. Camilerde ve ibadet edilen her yerde Kızıl Ordu için
niyaz edilmesi çağrısında bulunan Resulev, düşmanın ülkeyi yıkıma sürüklemekle, Müslümanların
dinlerini öğrenme imkânlarını ve sahip oldukları kültürleri, dilleri ve âdetleri
toprağa gömmekle tehdit ettiği uyarısında bulunuyor. Konuşmasının sonunda tüm Müslümanları
mücadeleye katılmaya çağıran Resulev, Allah’ın merhameti ve inayetiyle düşmanla
savaş alanında cenk edeceklere kuvvet vermesi için niyaz ediyor.[29]
Resulev, Kırım’da Almanların düzenledikleri
saldırılara dair olumsuz şeyler söylese de gerçekte Naziler, Motadel’in tabiriyle,
“radikal anlamda Müslüman yanlısı bir politika” yürürlüğe koyuyorlar.[30]
Camiler yeniden açılıyor, medreselerin mülkiyeti ve kontrolü Müslümanlara
bırakılıyor, önceden yasaklanmış olan İslamî ibadetlere ve uygulamalara izin
veriliyor, hatta bunlar teşvik ediliyor. Bu süreçte Kırım’da Müslümanlarla
ilgili işlerin denetimi için Almanların başını çektiği bürokratik bir yapı
meydana getiriliyor. Aynı yapının Kafkasya’da da kurulması planlanıyor. Kafkasyalı
bir muhabir, o günlerde şunu söylüyor: “Nazilerin bayrağının yanında, bir
zamanlar Muhammed’in Yahudileri altında topladığı ay yıldızlı yeşil bayrak
dalgalanıyordu.”[31]
Resulev’in yorumlarında enternasyonalist
ve sömürgecilik karşıtı yaklaşım hemen göze çarpıyor: Onun değerlendirmelerinde
Sovyetler öncesi dünya, Avrupalı emperyalistlerden ve kurbanlarından, özellikle
dünya Müslümanlarından oluşan bir yer olarak takdim ediliyor.[32] O dönemde
Avrasya’da, bilhassa Sovyetler Birliği’nde sömürgecilik karşıtı direniş gösterilerde
başvurulan dilin aşina olduğu bir husus bu. Fakat bu dili Almanlar da kullanıyor.
Kuzey Afrika ve Doğu Cephesi’nde Müslümanlar Nazilerin safında cihada girsinler
diye Naziler de aynı dile başvuruyor.[33]
Bu arada belirtmek gerek ki
Resulev’in yazı ve konuşmalarında Kızıl Ordu’dan bahsedip Sovyetler’in adını
pek anmaması, Sovyet propagandasının genel bağlamı içerisinde şaşırtıcı ve
tümüyle yeni bir unsur olarak çıkıyor karşımıza. Resulev vatandan bahsediyor,
Müslümanlarla diğer Sovyet yurttaşlarının ortak bir amaç doğrultusunda mücadele
ettiğini söylüyor, Nazilerin Müslüman olmayan kesimleri de tehdit ettiği
üzerinde duruyor. Özetle Resulev, esasında Müslümanları Kızıl Ordu’yla birlikte,
ama tüm Müslüman dünya için savaşmaya çağırıyor.
Bu sayede Resulev, Volga Ural
Müslümanları ve kendisi için özel bir alan açma imkânı buluyor. Trud
gazetesi aracılığıyla Sovyet kamuoyu, Resulev’in ağzından, tüm Müslümanlara yapılmış
bir çağrı dâhilinde sunulan mesajı alıyor. Oysa aslında Resulev, Müslümanlara sesleniyor
ve onlara tümüyle farklı bir mesaj iletiyor. Kendi toplumuna seslenen Resulev, beynelmilel
bir Müslüman kimliği olduğunu söylüyor ve bu kimliği Müslüman olmayan sovyet halklarıyla
kurulan dayanışma ilişkisinin de Sovyet kimliğinin de üzerinde tutuyor. Örneğin
Barbarossa Operasyonu’nu özetleyerek aktaran Resulev, Nazilerin sadece Sovyet yurttaşlarına
değil Müslümanlara, hatta sadece Müslümanlara saldırdığını söylüyor. Özetle, Müslüman
bir lider, bu süreçte Sovyet öncesi dönemde akla hayale bile gelmeyecek bir
gelişme dâhilinde, kendi toplumunun kolektif manada ayrıksı ve özel olduğunu güvenle
dillendirme imkânı buluyor. Çünkü yirmili yıllardan beri Müslüman kitle, bu tür
duygu ve düşüncelerini ancak kapalı kapılar ardında dile getirebildiğinden, bu
kesim, Resulev’in konuşması karşısında epey şaşırıyor.
Bu tür konuşmaların bir yandan da
kafa karışıklığına yol açtığını söylemek lazım. Müslümanlar, “peki şimdi bu
partinin resmi çizgisi mi?” türünden sorular sorma ihtiyacı duyuyorlar. Bir
şekilde partinin yeni çizgisinin bu olduğunu söylemek mümkün. Neticede Resulev,
o minbere partinin inayetiyle çıkabiliyor. Ait olduğu Rusya Müslümanları
Merkezi Diyanet İşleri İdaresi, Müslümanların dertlerini ve sıkıntılarını dinleyen, bunlara
çözüm bulmaya çalışan bir örgüt, ama neticede devlete ait bir organ, dolayısıyla
Stalinist bürokrasinin belirlediği çizgiden uzaklaşması pek mümkün değil.
Gene de gerçeklik şunu söylüyor:
Resulev’in mesajı, seküler kurumların mesajından çok farklı. Bu seküler
kurumlar Müslümanları ülkeleri, Resulev ise dinleri için mücadele etmeye
çağırıyor. Seküler çevreler, Müslümanların Sovyetler’deki kardeşleri, Resulev
ise tüm Müslüman dünya için savaşmasını istiyor. İki ayrı düzlemde de mesajlar
arasında belirli bir çelişki söz konusu. İlk düzlemde seküler mesaj birlikçi
iken, Resulev’in mesajı düpedüz enternasyonalist. İkinci düzlemde ise seküler
mesaj, Müslüman kültürün köşe taşlarını teşkil eden (kâfir öldüren efsanevi
kahramanlar ve İslamî mimarinin anıtları türünden) dinî öneme sahip unsurlara
başvururken, Resulev’in mesajı, kutsallığın genel alanını ve tarihini yeniden
belirleyici kılmaya çalışıyor. Neticede otorite sahibi bir isim, birden çıkıp,
üstelik kendi dili olan Başkurtça dilinde cesurca konuşma imkânı buluyor. Bu,
hiç de az bir şey değil.
Bunun zemini, muhtemelen Sovyet
merkezî hükümetinin Resulev’in radikal diliyle gerçekleştirdiği kopuş pratiğiyle
uzlaşması ve işbirliği içine girmesi sayesinde oluştu. Bu uzlaşma ve işbirliğinin
varlığını ispatlayan üç delil var elimizde.
1. Bugün parti arşivleri, Resulev’in
konuşmalarına ait taslakları muhafaza ediyor, bu da bize Sovyet yetkililerinin
onun önemli konuşmalarını izlediğini ve onayladığını söylüyor. Neticede o
konuşmaların çevirilerini, yeniden basım sürecini ve dağıtımını bizzat parti
denetliyor.
2. Resulev’in üyesi olduğu Merkezi Diyanet İşleri İdaresi, hem sansüre hem de Resulev’in tutuklanmasına mani oluyor. Parti
yetkilileri, müftülüğün kapısına kilit vurmak yerine, bu kurumun Sovyetler
Birliği’nin başka bölgelerinde de açılması için uğraşıyor.
3. Parti yetkililerinin dinî
propaganda sürecinde Resulev’le işbirliğine girmesi, devletin güvenlik
aygıtının onun faaliyetlerine göz yumduğu anlamına gelmiyor. Bilâkis, Stalin’e
bağlı olan Devlet Güvenliği Bakanlığı (NKGB) (sonrasında İçişleri Bakanlığı)
Resulev’in düzenlediği toplantılarda varlığını güçlü bir biçimde hissettiriyor.
Jeff Eden
[Kaynak: God Save The
USSR: Soviet Muslims and The Second World War, Oxford University Press,
2021, s. 63-74.]
Dipnotlar:
[1] Yayına hazırlayanlar: S. A. Kildin, S. Sh. Yarmullin ve F.F. Ghaysina, Bashkortostan—
aulialar ile (Ufa: Kitap, 2012), s. 225. “Geri çekilmeme emri” muhtemelen
Stalin’in 27 Temmuz 1942’de verdiği o ünlü 27 sayılı emre atıfta bulunuyor. Bu emirde
Stalin askerlerin ne koşul altında olurlarsa olsunlar, geri çekilmelerini
yasaklıyor ve Kızıl Ordu’ya “tek bir geri adım” atmama emrini veriyor. Bu
anlatılan hikâyede geri çekilmeme kararının Stalin’e değil tarikat şeyhine ait olduğu
söyleniyor. Sovyet ordusunun o trajik sonuçlara yol açmış, ünü dünyaya yayılmış
olan azmi şeyhle ilişkilendiriliyor. Muhtemelen burada bir yandan da savaşta
azimli olmayı emreden Kur’an ayetine atıfta bulunuluyor. Ortodoks Hristiyanlar
da benzer hikâyeler anlatıyorlar. Bu tür hikâyeler de savaş yıllarından miras
kalmış. Bu türden bir hikâyede Moskova’nın kuşatma altında olduğu günlerden
bahsediliyor ve orada Stalin vaiz eğitimini yarıda bıraktığını söyledikten
sonra din adamlarını Kremlin’e topluyor, ardından da zafer için niyaz ediliyor. Aynı
anda mucizevi ikonayı taşıyan bir uçak Moskova’nın üzerinde daireler çizerek
dolaşıyor, böylelikle şehir Nazilerden kurtarılıyor. (M. V. Shkarovskii, Russkaia
Pravoslavnaia Tserkov’ pri Staline i Khrushcheve -Gosudarstvenno-tserkovnye
otnosheniia v SSSR v 1939-1964 godakh, Moskova,Krutitskoe Patriarshee
Podvor’e; Obschchestvo liubitelei tserkovnoi istorii, 1999, s. 125– 126.)
[2] Dinî propaganda
çalışmalarının hedefinde sadece Müslüman ve Hristiyan toplumları yoktu. Bu kitabın
ek bölümünde Buryatça konuşan Budistlere ve Sovyet Yahudilerine yönelik
çağrılara ait örnekler sunuluyor.
[3] Bkz.: Hamid Algar, “Shaykh
Zaynullah Rasulev: The Last Great Naqshbandi Shaykh of the Volga- Urals
Region,” Jo- Ann Gross, Muslims in Central Asia: Expressions of Identity and
Change içinde (Durham, NC: Duke University Press, 1992), s. 112– 133.
[4] Tarikat silsilesi
içerisindeki yeri sayesinde Resulev, Volga Ural Müslümanları ile Çarlık Rus
devleti arasında aracılık ediyor. 1906’da düzenlenen Üçüncü Tüm Rusya
Müslümanları Kongresi’nin üyesi olarak Resulev, Müslüman İşleri Çarlık İdaresi’nin
yeniden düzene sokulmasına katkıda bulunuyor.
[5] Yaacov Ro’i, Islam in the
Soviet Union: From the Second World War to Gorbachev, New York: Columbia
University Press, 2000, s. 103, 15. dipnot; Eren Tasar, “Soviet and Muslim,” s.
101– 105; M. Kolarz, Religion in the Soviet Union, s. 426.
[6] S. G. Rakhmankulova, Muftii
Gabdrakhman Rasulev— starshii syn Ishan Khazrata Rasuleva (Cheliabinsk,
2000), s. 121.
[7] R. Sh. Khakimov,
“Musul’manskie obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvenno-
religioznoi politiki v SSSR,” Vestnik Cheliabinskogo Gosudarstvennogo
Universiteta 22/ 237 (2011), s. 94. Savaş yılları boyunca Sovyet basınında
din karşıtı propagandanın yürütüldüğüne dair elimizde sınırlı miktarda kanıt
var. Bu örneklerden biri, Mayıs 1944’te Özbekçe yayımlanan Kızıl Asker Hakikati
isimli dergide çıkan ve Özbek bir subay tarafından kaleme alınmış olan
propaganda amaçlı makale. Bu makalede geçerken, İslam’ın Orta Asyalılara bir
tür zulüm aracı olarak Araplar tarafından zorla dayatıldığı iddia ediliyor:
“O’zbek xalqining qahramonona o’tmishi,” Ikkinchi jahon urushi va front
gazetalari. Birinci Kitap, Yayına hazırlayan: Rustam Shamsutdinov (Taşkent: Akademnashr,
2017), s. 438.
[8] R. Sh. Khakimov, “Musul’manskie
obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvennoreligioznoi politiki v
SSSR,” Vestnik Cheliabinskogo Gosudarstvennogo Universiteta 22/237, 2011, s. 94.
[9] Yayına hazırlayanlar: R. A.
Raev ve R.I. Iaqubov, Islam iuldarynda: Sufyisylyk ḣabaqtary ḣăm shăiekh Zăinulla Răsulev shăzhărăne.
Islam dine tarikhy, ăthărthăr ḣăm khalyq
izhady (Ufa: MÜDN RF, 2011), s. 65– 68. Bu çağrı konusunda ayrıca
bkz.: Rakhmankulova, Muftii Gabdrakhman Rasulev— starshii syn Ishan Khazrata
Rasuleva, s. 122; S. Evans, The Churches of the USSR (Londra:
Cobbett, 1943), s. 158– 159; David Motadel, Islam and Nazi Germany’s War, Cambridge: Harvard University Press, 2014, s. 174;
Koroleva ve Korolev, Islam v Srednem Povolzh’ e. 1940- e gg., s. 33.
[10] Almanların “intikam” aldıklarını
söyleyenler, esasen Sovyetler’in savaş döneminde yürüttüğü propaganda
faaliyetlerinde sıklıkla karşımıza çıkan, Sovyet halklarının Almanların sömürgeci
hâkimiyete yönelik çabalarını boşa düşürdüğüne dair yaygın olarak başvurulan
tespite atıfta bulunuyorlar.
[11] S. G. Rakhmankulova, Muftii
Gabdrakhman Rasulev— starshii syn Ishan Khazrata Rasuleva, Çelyabinsk, 2000, s. 122.
[12] Boram Shin, “Red Army
Propaganda for Uzbek Soldiers and Localised Soviet Internationalism during
World War II,” The Soviet and Post-Soviet Review Sayı 42/1, 2015, s. 46.
[13] Brandon M. Schechter, “ ‘The
People’s Instructions: Indigenizing the Great Patriotic War Among 'Non-Russians' ”, Ab Imperio Sayı 3 (2012), s. 112.
[14] Shin, a.g.e., s. 46.
[15] Shin, a.g.e., s.
46.
[16] Schechter, “ ‘The People’s
Instructions,’ ” s. 116.
[17] Shechter, a.g.e., s.
112.
[18] Khakimov, “Musul’manskie
obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvennoreligioznoi politiki v
SSSR,” s. 93.
[19] Schechter, “ ‘The People’s
Instructions,’ ” s. 114.
[20] Motadel, Islam and Nazi
Germany’s War, s. 25– 28.
[21] Schechter, “ ‘The People’s
Instructions,’ ” s. 115 27. dipnot.
[22] Yayına hazırlayanlar R. A. Raev
ve R. I. Iaqubov, Islam yuldarynda: Sufiysilik habaqtari ham shayekh Zaynulla Rasulev shajarahe. Islam dine tarikhi, athardhar ham khaliq izhadi. Ufa, MÜDN RF, 2011, s. 65– 68. Ayrıca bkz.: R. Sh. Khakimov,
“Musul’manskie obshchiny na Urale v gody liberalizatsii gosudarstvenno-
religioznoi politiki v SSSR,” s. 94; Iu. N. Guseva, Rossiiskii musulmanin v
XX veke (na materialakh Srednego Povolzh’ia), 153; yayına hazırlayan: A. B.
Iunusova, 225 let Tsentral’nomu dukhovnomu upravleniiu musul’man rossii:
Istoricheskie ocherki, Ufa, 2013, s. 262; L.A. Koroleva ve A. A. Korolev, Islam v
Srednem Povolzh’e. 1940- e gg., Penza: Penzenskii gosudarstvennyi universtet arkhitektury i stroitel'stva, 2015, s. 34.
[23] The Academy of Sciences of the Republic of Tataristan (AkadNkTat) Kazan, MS 4046: fol. 1. Bu
konferanstan şu çalışmalarda söz ediliyor: Yaacov Ro’i, Islam in the Soviet Union,
s. 103 ve T. S. Saidbaev, Islam i obshchestvo (Moskova: Nauka, 1984), s.
188. Ayrıca bkz.: Walter Kolarz, Religion in the Soviet Union (New York:
St. Martin’s, 1961), s. 427; V.A. Akhmadullin, “Deiatel’nost’ organov
gosudarstvennogo upravleniia SSSR i rukovoditelei dukhovnykh upravlenii musul’man
po sozdaniiu vsesoiuznogo musul’manskogo tsentra,” Vlast’ 8 (2015), s. 2– 3.
[24] AkadNkTat MS 4046: fol. 2.
[25] AkadNkTat MS 4046: fol. 3.
[26] AkadNkTat MS 4046: fol. 4. Metindeki
bu satırı benim için çözen Alfrid K. Bustanov’a teşekkür ediyorum.
[27] AkadNkTat MS 4046, fol. 4.
[28] AkadNkTat MS 4046, fol. 5-6.
Resulev şu ayetleri aktarıyor: “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın.
Ancak aşırıya gitmeyin. Çünkü Allah aşırıya gidenleri sevmez.” [Bakara:190]; “Onları
nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları
çıkarın. Zulüm ve baskı insan öldürmekten daha kötüdür.” [Bakara:191]; “Şimdi ise
Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde
sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer içinde sabırlı bin
kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah sabredenlerle beraberdir.”
[Enfal:66]; “İnkâr eden, Allah yolundan alıkoyan, sonra da inkârcılar olarak ölenler
var ya, Allah onları asla bağışlamayacaktır.” [Muhammed:34]; “Onlara karşı
gücünüz yettiği kadar kuvvetinizi ve savaş atlarınızı hazırlayın. Onlarla Allah’ın
düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve bunlardan gayrı, sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın
bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı
size tam olarak ödenir. Size asla zulmedilmez.” [Enfal:60]; “Gerek yaya olarak
gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla ve canlarınızla
Allah yolunda cihad edin. Biliniz ki bu sizin için daha hayırlıdır.” [Tevbe:41]
[29] AkadNkTat MS 4046, fol. 7–8.
[30] Motadel, Islam and Nazi
Germany’s War, s. 52.
[31] Motadel, a.g.e., s. 139–140;
149– 150. Resulev, Nazilere destek veren Müslüman liderlere yönelik nefretini açıktan,
hiç tereddüt dahi yaşamadan dile getiriyor. Araplara Hitler’den yana saf
tutmalarını söyleyen Kudüs Başmüftüsü Emin Hüseyin konusunda şunu söylüyor: “Gerçek
şu ki Alman ve İtalyan faşistleri, Yakın Doğu’yu olabildiğince güvence altına
almak için ellerinden geleni yapıyorlar, bu konuda önemli bir stratejik zemine
kavuşuyorlar. ‘Başmüftü’ alçak bir hain ve Gestapo ajanıdır. O, sadece efendilerine
hizmet ediyor.” (M. Dolgopolov, “Soviet Mufti Exposes Hitler Mufti,” Soviet
War News, 24 Ekim 1942).
[32] Sömürgeciliği İslam’a karşı
yürütülen haçlı seferi olarak gören anlayışın bölgedeki sömürgecilik karşıtı
gelenekteki geçmişi epey gerilere uzanıyor. Resulev’in İtalyanların Libya’da
yapıp ettikleriyle ilgili yorumları akla Buhara’nın ünlü kadısı Sadr-i Ziya’nın
günlüklerinde aynı konuyu ele alan görüşleri getiriyor. Burada Ziya Trablus’a doğru
ilerleyen İtalyan askerleri konusunda şu yorumu yapıyor: “Of anam of… Bu savaş
İslam’a karşı bir savaştır. Kur’an’ı yok edecek bu savaşta yer alıp vatanım
için insan öldüreceğim.” Ṣadr- i Ẕiya, The Personal History of a Bukharan
Intellectual: The Diary of Muḥammad
Sharīf- i Ṣadr- i Ẕiyā, yayına
hazırlayanlar: Edward A. Allworth vd. (Leiden: Brill, 2003), s. 289. Kitaptaki
bu bölüme dikkat çeken Paolo Sartori’ye teşekkür ederim.
[33] Bkz.: David Motadel, Islam and Nazi Germany’s War, s. 83, 157– 158.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder