Lenin,
1917 Haziran’ında yazdığı bir yazıda, “Zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür”
diyor.[1] Hükümete, savaşa ve burjuvalara destek çıkan bir örgütle ilişki
kurulduğu vakit, o çok güçlü zannedilen zincirin kopacağını söylüyor.
Nereye
örgütleniyorsan, orayı örgütlüyorsun. Tersi de geçerli: nereyi örgütlüyorsan,
oraya örgütleniyorsun.
11
Eylül sonrası Afganistan ve Irak gibi ülkelere saldıran emperyalizm, yanına, kendine
örgütlediği feminizmi aldı. Kadınları özgürleştirmek için namluya mermi süren
Amerikan askerleri, ellerindeki kilden, piyasa adına bir put imal ettiler. O gün
bugündür feminizm, emperyalisttir.[2] Kadın hareketi, bu emperyalist pratiğe kul
edilmiştir. Artık başka türlüsü mümkün değildir. Onca fon, bunun içindir.
11
Eylül ile birlikte “Terörle Mücadele” konsepti belirlendi. Ebu Gureyb zulmü,
zihne ve tene kazındı. Halk, “Kardeşinin kanlı bedenini eski püskü bir paspas
gibi sürükleyenler”e bilendi.[3] Halkın mücadelesi, başka bir içerik ve biçim
kazandı. Arap Müslüman erkeğe yönelik saldırı, kendi ideolojisini üretti.
O
feminizm, Müslüman’ın nasıl terörize edildiğini, nasıl terörist olarak
yaftalandığını, terörizmle mücadelenin açtığı kazanç kapılarını gördü. O gördüğü
şeye örgütlendi. Zamanla “Müslüman”ın yerini “Erkek” aldı. Bugün feminist
literatürde “Erkek”, terörist Müslüman yerine kullanılıyor. Bazen imgesel ve
simgesel düzeylerde birbirini ikame ediyor. “Toksik erkek” yaftası, topyekün
bir terörle mücadele kapsamında ele alınıyor. Emperyalizme örgütlenen feminizm,
kurbanlarını arıyor. Yürüttüğü savaşta, zaten köle ve esir olan erkek emekçiyle
mücadele ediyor, efendilere bu şekilde hizmet sunuyor.
Gerçek
manada güçlenmeyen, araya tahtadan, kilden ve kâğıttan halkalarla örülen
zincir, ilk darbede kırılıyor.
Ebu
Gureyb’i, Ortadoğu’nun yarasını, halkların kavgasını basit bir
kültürel-sanatsal öğe olarak gören Yorum, 2010’da İnönü’nün stadında konser
veriyor. Örgütlediği yere örgütleniyor. Örgütün var ettiği müzik grubu, örgütü
kendisine örgütlüyor. “Aslında dinlenilmeyen bir grup” olarak Grup Yorum’a ait
bir şarkı[4], Göztepe tribününün diline dolanıyor. Takımlarının bir şirkete
satılmasına ses etmeyenler, “isyan marşları” güfteliyorlar. Konya tribününe “laik
Türkiye” diye bağıran ilerici tribün, kalecinin kafasına korner direğini
geçiriyor, öbür Sabetayist mahsulü takım ise Göztepe tribününe işaret fişeği
gönderiyor. Bunlar, hep ilerici orduların tank paletlerinin açtığı yarıkta gerçekleşiyor.
Solcu
kafası, 12 Eylül ve Özal sonrası taraftar topluluklarına duhul ediyor. Beşiktaş
Çarşı gibi gruplar içerisinde çalışma yürüten eski solcular, örgütleri
kendisine çekiyorlar. Zamanla solculuk, yanı başındaki işçi takımını görmeyen Tanıl
Bora[5] öncülüğünde, tribün kültürünün parçası hâline geliyor. Siniyor. Sindikçe
silikleşiyor.
O
İnönü konseri, belki de bu sürecin neticesinde yapılıyor. Zira “Amerikan
karşıtlığı, birkaç bölük gerilla ile değil, elli bin kişilik bir stad konseri
ile sonuçlanabiliyor.”[6] Stat konserleri, statlara şirketlerin isimlerinin
verildiği döneme denk düşüyor. Bugün Kovid sonrası dağılan bireylerin
uyuşturulduğu, ışık gösterileriyle süslenmiş stat konserleriyle kitleler
avutuluyor. Stat kültürü, tüketim kültürüyle birlikte, dönüşüyor. Burjuvazi, devletle korkuttuğu kitleleri solcu sopalarla yönetiyor. Sol, tribün kültürüne ona ayar vermek, terbiye kazandırmak, bu kültürü burjuvazi ve ticareti için uygun kıvama getirmek için yöneliyor.
Athena,
devletin talimatı ve siparişiyle basketbol ve futbol milli takımlarına beste
yapmaktan başka bir meziyeti olmayan, ancak Acunn’a jürilik ve şovmenlik
yapabilecek bir grup. Solistinin hangi tarikatla ilişkili olduğunun bir önemi yok. Bu tür
isimler, gelir kapılarının kesildiğini düşündüğü yerde, nasıl olduysa
politikleştiler. AKP’ye “atarlanma”nın kârlı olduğunu gördüler. Devlete ait cast ajansının üyeleri olarak kendilerine verilen rolü oynuyorlar.
Bugün Athena’nın Grup Yorum’un şarkısını cover’ladığını söyleyen basın
kuruluşları, karşı-devrimci, bu görülmeli. Çünkü grup, aslında Göztepe ve
sonrasında Adana Demir taraftarına ait bir tribün şarkısını yorumluyor. Yorum ile ilgili yorum kasti.
Ama
öte yandan, Tatlıses’in şarkısında dendiği gibi, Yorum’un da “o eski hâlinden
eser yok şimdi.” Detone şarkıcılarla, hiphop kültürüyle, kötü şarkılarla yol
almaya çalışıyor. Eski arkadaşları Barış Yıldırım, ancak çocuk tiyatrosu şarkıları
besteleyebiliyor. Kitabına önsözü Livaneli yazıyor. Kapılar böylelerine açılıyor. Alman vakıflarının çeviri işleri de bu tür kişilere veriliyor.
Esasında Grup Yorum, en azından bir veçhesiyle, üyesi Hilmi Yarayıcı’nın CHP milletvekili olmasıyla bitti. Gerçekten politik ve devrimci olabildiği dönemin simgeselliği içerisinde sahip olduğu anlam yitip gitti. Belki de o İnönü konseri, grubun cenaze töreniydi. Halktan alınan ruh, gerisin geri ona döndü.
Bugün o örgütlenilen yer olarak CHP, Amerika’dan
danışman getiriyor. Jeremy Rifkin, ulusötesi finans çetelerinin yönettiği “postkapitalist
küresel düzen”den yana duran bir isim.[7] O, bir başka ifadeyle, “yeni-feodalizm”in
aparatı. Toplamda CHP danışmanları, IMF ve Dünya Bankası’nın adamları. Çünkü
artık Gaye Yılmaz gibi sosyalist iktisatçıların IMF’i savunduğu devirdeyiz.
Athena,
tam da bu bağlamda suyunun suyu çıkartılmış devrimci marşı spotifaylaştırıyor. Ruhundan
arındırıyor. Reklamcı bir yönetmenin çektiği, başrolünü üstlendiği filme o marşı malzeme kılıyor. Yırtma derdindeki Wanlının
dizisine, oraya giden laik otobüs firmasına, aynı dertten muzdarip Adanalı
ekleniyor. Kapitalizmin herkese tercihte bulunma ve karar alma konusunda verilmiş
olan özgür irade olduğu söyleniyor. Kapitalizm, kendi reklâmını yapıyor. O
reklâm, 12 Eylül sonrası mahkemede yazılmış savunmanın başlığını bile slogan olarak
kullanılabiliyor. O savunma en çok da faşist zindanların tektipleştiriciliğine karşı direnişti. Bugünün liberal dünyası, herkesi ve her şeyi tektipleştiriyor.
Oysa
eskiden çürüme mekânları olarak barlarda “benim şarkılarım çalınmasın” diyen,
çalınmasına yasak koyan bir Grup Yorum vardı. Bugün Twitter âleminde, iyi huylu,
müşfik kapitalizmi savunan Athena’ya ses çıkartamıyor. Onu gayrı liberal ve
totaliter olarak damgalanmaktan korkar kılmak için çok uğraştılar, artık o liberaller, zaferleriyle övünebilirler.
Kavganın
imbiğinden geçmiş, örsünde dövülmüş bir albümdü Cemo. “Haklıyız
Kazanacağız” marşı, ilkin o albümdeki Mehmet şarkısı içerisinde yer aldı. “Beşbin
Mehmet koşuyor güneşe” diyor şarkı. Mehmet’in kavgayı öğrettiğini söylüyordu.
Çünkü o gün bir deri işçisinden kavga öğrenen, kucağına topladığı taşlara
örgütlenmeyi bilen bir örgüt vardı.
O Mehmet, Akif Dalcı’ydı. On yedisinde bir işçiydi. 1 Mayıs 1989 günü katledildi. Örgütlü değildi, ama Yorum ve örgütü onu sahiplendi, ona örgütlendi, örgütlenmeyi bildi, Cemo ve ardındaki birikim, bu şekilde ortaya çıktı. Bugünse o işçiden ve taştan tiksinen, nefret eden bir solculuk hâkim. Şimdi o şarkı, AKP’nin has adamı Ethem Sancak ailesinin malı olan takımın şampiyonluk özlemini dile döken bir tribün şarkısına dönüştü. Anlatılan, hüzünlü, ama hüznü ardında öfke bileyleyen, hepimize ait hikâyedir. Unutulmasın diye anlatılmıştır. Neticede “kavga, nisyanla hafıza arasındadır.”
Eren Balkır
2
Kasım 2022
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “The Chain Is No Stronger Than Its Weakest Link”, 9 Haziran 1917,
MIA.
[2]
Deepa Kumar, “Emperyalist Feminizm ve Liberalizm”, 5 Aralık 2014, İştiraki.
[3]
Lale Halili, “Cennetin Lanetlileri”, 2013, İştiraki.
[4]
Kavel Alpaslan, “Acıların Arasından Söyle İsyan Marşımızı”, 23 Mayıs 2022, 1+1.
[5]
Eren Balkır, “R-TKP’nin Cephe Taktiği”, 24 Aralık 2010, İştiraki.
[6] Eren Balkır, “Grup Yorum vs. Kardeş Türküler”, 18 Haziran 2010, İştiraki.
[7] Gearóid Ó Colmáin, “The Return of German Question”, 31 Ocak 2016, DV.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder