8
Aralık 1995 KESK’in kuruluş tarihidir. Bu yazıda KESK’in tarihinden ve nasıl
kurulduğundan öte, 27 yıllık süreç içindeki serüveni ele alınacaktır.
“Yenilgi, Kurban, Çürüme” başlıklı yazımızda
sendikalara ve sola yaptığımız genel eleştiriler mevcuttur. İlgili yazıda
belirtilen genel eleştirilerin bir bölümü, bu yazıda KESK ve ona bağlı
sendikalar özelinde somutlanacaktır.
Eğitimsen
İstanbul şubelerinden birinin KESK’in 27. yılını kutlamak için hazırladığı
sosyal medya görsellerinde dikkat çeken noktalar tartışmaya açıktır. Bu yazı da
fenomenolojik bir çalışma olup söylem analizine dayanmaktadır. Görüngülerin
teorik tartışması, planlanan başka bir yazının konusudur. Yazının en başında
yazıya okuyanlar şu soruyu sorabilirler: Görsellerden KESK logosunu ve yazısını
kaldırınca görsellere yazılan söylemlerin sadece KESK değil, herhangi bir
sendikaya ilişkin olup olmadığı anlaşılabilir mi? Bu sorunun cevabı “Evet,
anlaşılabilir” ise KESK doğru yolda demektir ve KESK’in büyüyüp güçlenmesinin
önünde engel yok demektir. Cevap “Hayır, anlaşılmaz” ise…
İlk
görsel şu şekilde[1]:
Bu
görselde meydanlarda 27 yıl geçtiği iddia edilmektedir. Bu iddia, tamamen doğru
değildir. Gerek sendikalar yasasından kaynaklı gerek KESK’in sendikal
politikası dolayısıyla son 10 yılda meydanlardan çekilme süreci yaşanmaktadır. Özellikle
Cov-19 küresel salgın/kapanma döneminde KESK, TTB, TMMOB, DİSK balkonlarda 1
Mayıs kutlama kararı alarak bunu emekçilere dayatmıştır. Öyle ki genel olarak ülke
çapında özel olarak nüfusun ağırlıklı bölümünün yaşamını sürdürmeye çalıştığı
İstanbul’da balkonlu evler bulunmamakta, insanlar depreme dayanıksız binalarda,
kotlarda, mülteci işçiler dönüşümlü kullandığı bodrum katlarda ikamet
etmektedir. KESK bu gerçeğe uzaktır. KESK’in 1 Mayıs meydanı olarak önerdiği ve
1 Mayıs’ı kutladığı yer bir meydan değildir, 1 Mayıs tertip komitesinde yer
alan TMMOB’un şehir suçu saydığı dolgu alanıdır. Problem, basit bir meydan
tartışması olmaktan öte emek hareketlerinin düştüğü açmaz ve çıkmazdan
ibarettir. İlgili alan 1 Mayıs alanıysa Taksim nedir? Taksim’in KESK için ne
olduğunu anlamak istiyorsak, aşağıdaki görsele bakmak yeterli olacaktır.[2]
Görselde 1 Mayıs 77’de katledilen işçiler kadın erkek olarak ayrılmakta,
kadınları anmak için KESK kadın meclisi kadınlara çağrı yapmaktadır. Emek
hareketini kadın-erkek emekçi tarihi diye bölmek, sınıf dışı bir harekettir.
77’de o meydana giden işçiler-emekçiler kadın erkek ayrımı yapılarak
katledilmemiştir. Tarihi bölmek, kadın tarihi olarak ataerkil yapıyı bozuma
uğratmak burjuvaziye koltuk değneği olmaktır. Aynı şekilde 8 Mart, 25 Kasım,
LGBT’nin onur yürüyüşleri için de aynı meydana çıkmak bir irade dayatması
olarak tezahür etmektedir. Bu noktada cevaplanması gereken soru şudur: KESK,
TTB, TMMOB, DİSK neden 1 Mayıs’a yeni alanlar aramaktadır? Madem böyle bir
irade dayatması yapılabiliyorken neden aynı irade 1 Mayıs’ta
gösterilememektedir? Sorunun cevabı uzun bir yazının konusu olsa da kısaca
cevaplamakta fayda var. Aşağıdaki görselde yer alan çağrı sürecin son
noktasıdır.
1
Mayıs, sendikalar eliyle tarihten silinmeye çalışılmaktadır. Sorun, işçi
sınıfının temsilcisi olduğunu iddia eden hareket/lerin dediği “alan fetişizmi”
değildir (“fetişizm” sözcüğünün nasıl bir arzunun göstergesi olduğu da ayrı problem).
1 Mayıs, alan üzerinden tarihten koparılarak meydan postmodernizmi esas alan
kimlikçi anlayışlarla doldurulmak istenmektedir. Kazancı’ya kadınları çağırıp 1
Mayıs’ta aynı yerden kadınları ve LGBT’yi çekmek de bir yanılsamayı açığa
çıkarmaktadır: Yıllardır kimlikçiliğe karşı ideolojik mücadeleyi veremeyen ve
sendikaları elinde tutan sol çevrelerin kimlikleri sınıf hareketinde
birleştirme propagandasının kofluğu ortadadır, çünkü kimlikçiler, onları
postmodern liberallikte birleştirmiştir.
Tekrar
aynı tartışmaya dönersek Gezi’deki 3 akımı incelemek gerekir: Sol, ulusalcılar
ve postmodern kimlikçiler. Süreçten “kazanımla” çıkan kimlikçiler olmuştur ki 1
Mayıs alanında kendi tarihlerini yazıp emek mücadelesini dolgu alana
göndermişlerdir. “Nereden nasıl fon alınır?” diye yüzlerce sayfalık kitap
hazırlayanların bu ülkenin işçi-emekçi ve halk gerçeğiyle uzaktan yakından
ilişkisi olamadığı gibi bu kitleyle yürüyenlerin de onlarla ideolojik bir
farklılığı bulunmamaktadır. Türkçeye “STK” olarak çevrilen oluşumların yabancı
dildeki açılımında “hükümetlerden ve yönetimlerden bağımsız hareket eder” yazsa
da fon alınacağı belirtilen yerler, emperyalist ülkelerin büyükelçilikleridir!
Kendini
68’in devamı sayanların kimlerle yürüyüp hangi manşetleri kullandığını görmek
istersek Pride’da kimin kimle hangi alanda yan yana geldiğine bakmamız gerekir.[3]
Kimlik eleştirisi yaptığını iddia edenler de bu yan yana gelişte ne kadar halk
değerlerine, antiemperyalizme uzak; kimlikçiliğe ve liberalliğe ne kadar yakın
olduklarına bakabilirler. Yapı bozuma uğrattıkları şeyin ne olduğunu
anladıklarında aynaya bakıp liberallikten ve kitle kuyrukçuluğundan başka bir
şey göremeyeceklerdir. Görselle ilgili denecek bir şey daha var: 80 öncesi 1
Mayıs videolarına bakmaları hatırlatılır ki orada görecekleri şey ataerki
değildir. Orada katledilen işçi-emekçi kadınların ardıllarının aşağıdaki
görseli hazırlayanlar olmadığı da anlaşılacaktır.
Aşağıdaki
görsellerde “patriyarka ve nefretin karşısında 27 yıl” şeklindeki yazı
bulunmaktadır. Diyelim ki bu konuda KESK’in mücadelesini eleştirisiz haklı
kabul edelim. Bu, bir gerçeği yansıtmamaktadır. Eğitimsen’in ve KESK’in LGBT
komisyonları kurması bile son 10 yılda gerçekleşmiştir. Bütün KESK tarihini bu
şekilde göstermek doğru olmamakla birlikte, böyle bir tarihi olduğunu iddia
etmek KESK için değil insan hakları savunusu yapan çevrelerin ve İHD’nin yerine
geçmektir. KESK bir sendika gibi değil İHD gibi hareket etmektedir. Sorun da
burada aranmalıdır. KESK neden İHD gibi hareket etmektedir?
Yazının
sonunda tüm görsellerde yer alan ifadelerin ortak noktası kısaca
açıklanacaktır. KESK kadın meclislerinin sosyal medya paylaşımlarına
bakıldığında, kadınlara özel tiyatro ve sinema gösterimleri, kitap okuma
grupları, söyleşiler, atölyeler, tanışma kahvaltıları, basın açıklamaları
olduğu görülecektir (Yoga ve dans atölyeleri ayrı yazının konusu). Kaldı ki
postmodern ya da bugünkü feminizm toplumsal cinsiyetin biyolojik olmadığını ve
cinsiyetin bedenle değil, kişinin “kendisi” tarafından belirleneceği (yönelim)
iddia etmektedir ki KESK bu konuda da çelişkiye düşmektedir çünkü kadınlara
özel yapılan etkinliklere erkek emekçinin girebilmesi için erkek olmadığını
söylemesi gerekir, yoksa onun biyolojik fiziki görünümünden dolayı kadın
meclisi cinsiyeti hakkında karar vermek durumunda kalacaktır! Nasıl bir ironi
değil mi? Kişiye kimliğini söyletmek nasıl bir kafanın dışavurumudur, nasıl bir
kendiyle çelişmedir. KESK’in patriyarkaya karşı diye yazdığı tarih, erkek
emekçilere karşı yazılmaya çalışılan bir tarihtir. Yayımladığı Kadın Bülteni
de önerilen filmlerden kullanılan dile kadar ne bir emek hareketinin profili
yansıtılmakta ne de kadın emekçilerin sınıfsal sorununa değinilmektedir. Erkek
emekçiye kapatılan alan Kaos GL’ye açılmakta ve eğitimci vasfına sahip olmayan
Kaos GL trans çocuk dosyasında 5-6 sayfa bu bültende yazı yazarak kendi
lügatindeki kavramları boca etmektedir. Çocukların iyi şartlarda hayata
başlayamamasına, tarım işçiliğine (o sırada yönetimler tatildedir, sendika
eylemlerine bile gelmezler), sömürülmesine, açlığına, kahvaltısız okula
gelişine, iyi bir eğitim alamamasına kısaca çocukların çalıştırılarak sömürünün
onlar üzerinde yoğunlaştırılmasına değil kimliksel meselelere kafa
yorulmaktadır. KESK ve Eğitimsen’in bu konuda göstermelik gündelik açıklamaları
dışında bir mücadelesi yoktur. Çocukların dinsel “tercihlerini” şekillendiren
ebeveynin hayat bakışıyla bu çevrelerin çocuklar üzerinden geliştirdiği kimlik
politikaları aynı anlayışın tezahürüdür. KESK yönetimini eleştirmeyen yayınlar
ve çevreler ya da “dostları trans çocuklukta korkutan nedir?” başlıklı yazılar
yayımlamaktadır. Hepsinin buluştuğu yer aynıdır. Öte yandan, KESK’in
politikalarını ve yönetimini belirleyen hâkim anlayış, yekpare bir yönetimle
sendikacılık yaptığı bölge illerinde ne Pride düzenlenmesine öncülük
edebilmekte ne de bu teorileri “kendi” halkının “değerleri”ne ters (!)
düşebilme pahasına savunabilmektedir. Bu anlayışın çıkmazı ve çarpıklığı bu
alanda da boy göstermekten geri kalmamaktadır. Aşağıdaki görselde geçen “nefretin
karşısında” ifadesi de ayrı sorunludur. Sınıf kini yerine her eylemde gülerek
toplu fotoğraf çektiren yönetimlerin hazırlayacağı afişlerde başka cümle
yazması da beklenemezdi. Buradan çıkan bir sonuç da patriyarka denen şeyin
erkek işçi ve emekçiler olduğu gerçeğidir, çünkü onlar geridir, erildir,
kabadır(!).
KESK’e
bağlı sendikalarda üye olarak kalıp kongrede dağıtılan broşürden dolayı
Eğitimsen’den ayrılıp Eğitimiş’e iltica eden çevrenin de esasında karşı
çıktığını iddia ettiği broşürden farkı yoktur. Bu çevre de parti bayraklarına
gökkuşağı rengini eklemekte, açtığı bar-kafe-kültür merkezinde kendi
partilisini garson olarak çalıştırmaktadır. Sunduğu menüdeki fiyatlarla bir
işçinin orada arkadaşı ya da ailesiyle yemek yemesi mümkün değildir.
Görsellerden
hareketle belirtilmesi gereken bir diğer husus da KESK’te ve bağlı birkaç
sendikada eşbaşkanlık uygulamasının olması ve Eğitimsen’de yönetim belirlerken
anlayışların güya eşbaşkanlığın getirilmesinde anlaşamadıkları için kongreyi
terk etmeleridir ki bu da ilkesizliktir. Bölge illerindeki Eğitimsen
şubelerinde tüzükte yer almadığı hâlde eşbaşkanlık uygulaması fiili olarak
sürdürülmüştür ve bunu sürdüren anlayış, bu uygulamanın kırmızı çizgisi
olduğunu savunmaktadır.
Burada
konu “eşbaşkanlık olmalı mı?” tartışması değildir. Eşbaşkanlık pazarlık
konusudur ve kongrede değil, kongre öncesinde adına “pazarlık” denen mutabakat
sürecinde emekçiden gizli saklı ticarileştirilerek yapılmıştır. Eğer taraflar
samimiyse ve tutarlıysa, neden kendi anlayışlarını savunan üyelerin genel
başkanlığı sürdürürken, eşbaşkanlığı uygulayan şubelere sessiz kalmışlardır?
Hani sendika hukuku ve tüzüğü vardı! Taraflar anlaşsaydı, kongredeki tek
listeli seçimde el kaldır indir pasifizmiyle eşbaşkanlık kabul edilecekti. Aynı
şekilde, eşbaşkanlığa karşı çıktığını iddia eden anlayıştan kişiler, neden
KESK’te eşbaşkanlığı yürütmeyi kabul etmişlerdir? Demokratik değil, bürokratik
merkeziyetçiliğin emekçiye bakışı da bu tartışmalarda aranmalıdır.
(Görsellerden hareketle tartışmanın muhatabı LGBT değildir. Eristik
diyalektikle tartışmanın çarpıtılıp yazının erillik tuzağına çekilmesi en kolay
yöntemdir ki KESK eleştiriden çok ad hominem ilkesince söze değil,
aidiyete bakmaktadır.)
KESK
ve “dostları” kendilerine “uzak” olan çevreleri kadın ve cinsiyet bağlamında
amasız fakatsız eleştirip, hatta kınayıp propaganda yaparken, “mutabakat”
dedikleri anlayışların yakın olduğu çevrelerde geçtiğimiz yıl iddia edilen
taciz ve şiddet söylemleri karşısında sessiz kalmayı tercih ederek kol kırılsın
yen içinde kalsın politikasını savunmuştur.
Konumuz
bu iddialar değildir. Konumuz, KESK’in kadın ve LGBT politikasının tutarsızlığı
ve bu politikanın sadece kitle kuyrukçuluğu düzeyinde kalması ve
samimiyetsizliğidir. KESK’in asıl sorunu, savunduğunu iddia ettiği bu
politikalar üzerinden sınıf mücadelesinden “arınmaya” çalışmasıdır. Kuşak
çatışmasında gençlerin, yaşını almışların tecrübesini hiçe sayıp sohbetten sıkılması
gibi KESK de sınıf mücadelesini savunan üyelerini gördüğünde aynı tepkiyi
vermektedir.
KESK
turuncu sendikacılığı (sarı değil) sınıf sendikacılığına yeğ tutmaktadır ve bu
görseller de bu yeğlemenin ürünüdür. O yüzden eleştiri, KESK’e üye emekçilere
değil, yönetimleri oluşturan anlayışlaradır.
KESK’te
aidiyetsiz bir üyenin yönetime gelmesi neredeyse imkânsızdır. Yönetimin tek
listesi şubelerden genel merkeze kadar ki buna üst delegeler de dâhil,
“pazarlıkla” belirlenmektedir. Dört üye, seçtiği bir delegeyi seçip şube
kongresine gönderir, seçilen delege de orada önüne konan tek listeyi onaylar (burada
oylama söz konusu değil). Bu yüzyılda böyle bir yöntemle yönetim oluşturan
hangi sendikanın üyesi, sendikal mücadelenin içinde fiilen var olabilir! Anti
tez: Her üyenin yönetim seçimine girme hakkı vardır! Bunun doğru olduğunu düşünen
varsa, şube seçim süreçlerini yakından takip etmesi gerekir. Örneğin Eğitimsen
şube yöneticilerinin bir gün işe gitmeyip sendikal mücadele yürütme hakkı
varken birçok branş öğretmeninin işyeri gezisi yapacak öyle bir günü olmadığı
gibi sendika yönetiminin bu konuda elinde bulundurduğu koşulları da bilmelidir.
Aday olmak isteyen şube kongresinde gidip hemen orada kendini tanıtır, üye de
oy verir ve seçer! Bir saatlik seçim çalışması, yani eşit yürümeyen bir seçim
süreci.
Aşağıdaki
görsellerde direnişle dolu, hiç durmadan, baş eğmeden geçen bir 27 yıl olduğu
iddia edilmektedir. KESK, 150 yıllık emek mücadelesinde kamu emekçileri
alanında kuruluşu ve kurulduğu tarih açısından çok önemli bir yere sahiptir ki
sendikaların kurulamayacağının söylendiği dönemde zorlu bir mücadele sürecinde
söz, karar, yetki emekçiye anlayışını savunmuş; kapıları mühürlenmiş,
yasaklarla mücadele ederek kurulmuştur.
KESK’i
kuran emekçilerin alın teri ve mücadelesi sayesinde KESK 27 yıl boyunca emek
tarihindeki yerini almıştır. KESK, sivil toplumculuğu, liberalizmi, radikal
demokrasiyi savunduğu; adına “seçim” denen tek listenin onaylanmasını emekçiye
dayattığı, emek-sermaye çelişkini reddedip yerine sivil toplumu bayraklaştırdığı,
emekçileri cinsiyetleri ve kimlikleri üzerinden ayrıştırdığı, bir sendika değil
meslek odası gibi hareket edip kendisini “aktivizm” hülyasına kaptırdığı için
kendi tarihine yabancılaşıp kimlikçi başka bir tarih yazmaya çalışmaktadır.
KESK’i savuran şey, sınıf mücadelesinden uzaklaşıp sınıfı inkâr etmesidir.
27
yılın direnişle geçtiğini iddia edenler, iki üyeden birinin istifasının
nedenlerini bir bilanço olarak sendika üyesi emekçilere ve sendikal mücadeleye
özeleştiri olarak vermek zorundadır. Özeleştiri vermek, yenilmek değil, aynı
hatayı bir daha yapmamayı güvence altına alıp emekçiyle arasındaki güven bağını
sağlamlaştırmak ve mücadeleyi yeniden tesis etmektir.
27
yılın direnişle geçtiğini iddia edenler, 6 yıl önceye gidip üyesi olduğu
emekçiye sahip çıkmamasına bakmalıdır. 27 yılın direnişle geçtiğini iddia
edenler, hiçbir bölgesel ve merkezî mitingin 5-10 bin kişiyi bulamadığına
bakabilirler.
Vegan
Kortej’in sendika şubelerinde yaptığı 1 Mayıs açıklamaları da vardır. Onlar da
patronsuz ve pezevenksiz (Eğitim sendikasında bu açıklamanın yapılmasına dikkat
ediniz) dünya talebini dile getirmektedir. Sendika üyesi çıkıp “bir eğitim
sendikasının Vegan Kortej’in 1 Mayıs’la ne ilişkisi var?” diye sormaya kalkarsa,
alacağı tepkiye karşı ve kendinin de bilmediği kimliğinin “açıklanarak
suçlanması”na da hazırlıklı olmalıdır. Vegan Kortej kusura bakmasın, sizle
ilgili bir afiş hazırlanmamış, sizin biraz daha genişleyip kitleselleşmenizi
bekliyor KESK(!) ama üzülmeyiniz KESK’i o noktaya “dostları” getirecek, çünkü 7
yıl önce kurban derisi toplayanlar şimdi vegan oldular, onlar, KESK’i ikna
ederler. Görsellerde inekten insan eylemlerine kadar iklim krizinden dolayı
proleterlerin bilinçsizliğini gerekçe gösteren iklim aktivistlerinin söylemleri
yoktur, ama onlar da bir yıl sonraki görsellere girme yolundalar, çünkü KESK’e
bağlı sendikalar, bu konuya da ilgi duyup paneller düzenlemeye başlamıştır. Dikkatle
incelenirse KESK her alanda söz sahibidir, ama sadece sınıf mücadelesinde söz
sahibi değildir.
Yukarıdaki
görsellerle ilgili asıl soru şudur: Bu görsellerde ne yoktur?
Bu
görsellerde sınıf mücadelesiyle geçen 27 yıl diye bir söylem yoktur. Bu da tarihi
tahrif etmektir, çünkü KESK’in sınıf mücadelesiyle geçen tarihi vardır, ama 27
yıl değildir, tam olarak kuruluşu ve 27 yılın ilk dönemleri bu şekildedir.
Bugün sınıf mücadelesi yürütmediği gibi sınıf mücadelesiyle geçen tarihini de
inkâr etmektedir, çünkü KESK’in ana gövdesini oluşturan Eğitimsen’in son genel
kongresinde emek-sermaye çelişkisini reddedip yerine şu broşürde yazan -aşağıda
alıntılanan- politikayı koyan sendikal anlayış yıllardır fiili olarak
devrededir. Aşağıdaki anlayışı bir sendika değil, ancak bir parti savunabilir.
KESK’in sorunu da budur çünkü bir sendika mı meslek odası mı İHD mi siyasi
parti mi olduğuna karar vermek zorundadır.
Bu
broşür zaten 10 yıldır uygulanmaktadır ki broşürün kongreye sunulması son
aşamadır, ilânıdır. Eğer ki anlayışlar arası “pazarlık” kârlı sonuçlansaydı,
dağıtılan bu broşürden de ne emekçinin ne de emek mücadelesinin haberi olacaktı
[Broşürün daha önce de dağıtıldığı iddia edilmektedir(?)].
“Ekonomik bazda kâr-ücret,
sosyal bazda burjuva-proleter kavramlaştırmaları, kapitalizm tarafından
paramparça edilen insanlığın tüm tarihsel birikimini en acımasız ve ince
yöntemlerle asimile eden ve sonunda soykırım ve nükleer dehşetle gezegene salan
bir sistemi pozitivist tarz bilimselleştirmenin ilk adımlarıdır. Proleter denen
unsurun tek başına emeğiyle değer yarattığını, daha sonra bir nevi sahibi olan
sermayedarın para ve diğer araçlarının karşılığını bu değerden kâr olarak
kopardığını bilimsel bir tespitmiş gibi ileri sürmek, ekonomizm yaklaşımının
temelidir. Ekonomik indirgemecilik denen anlayış bu olsa gerekir. […] Temel
Çelişki; Devletli Uygarlıkla Demokratik Uygarlık Arasındadır”[3]
Bu
görsellerde boykot, grev, kazanım gibi sınıfsal hiçbir kavram bulunmamaktadır. “Meydanlarda”
ve “direniş” gibi ifadelerle bu kavramların üzeri örtülmektedir, çünkü
meydanlara futbol tarafları da çıkmaktadır, farklı kesimler de geri talepler
için direnebilmektedir. Meydanlara ne için çıkıldığı ve ne için direnildiği
kasıtlı şekilde bulanıklaştırılmaktadır. Hatırlatılmamak istenen şey neyse
görsellere yazılmayan şey de odur.
Sonuç
KESK’in
27. yılı için hazırlanan görsellerden hareketle yapılan söylem analizinde ortak
olan nokta sınıftan kaçış, radikal demokrasi çizgisi çerçevesinde üretilen
kimlikçi ve sendikal mücadele hattından uzak üretilmiş söylemlerdir.
Görsellerde öne çıkan söylemler ise fiili olarak hayatta karşılığı olan sürecin
yansıması ve sonucudur. KESK’in 28. yılı için hazırlanacak görsellerde sınıf ve
emek mücadelesi görülmek isteniyorsa sendika üyelerinin kuruluş sürecinde
olduğu gibi sendikal mücadeleye doğrudan katılıp etkili olması gerekmektedir.
KESK ve Eğitimsen yönetimlerinin tüzük kongresi yapıp sendikal mücadeleyi sınıf
mücadelesine dâhil edip yönetim belirleme yöntemini üyenin doğrudan katılımına
dönüştürmesi bugün için acil çözümlerdir. Ancak bu şekilde üyeler, sendikal
sürece müdahil olabilecek koşullara sahip olabileceklerdir.
Görselleri
üreten sendikal hattın başarısızlığı gün gibi ortaya çıkmışken yanlışta ısrar
etmek hem sendika üyelerine hem de bütünsel olarak işçi ve emekçilerin
mücadelesine zarar verip yenilgiyi pekiştirmektedir. Aksi taktirde KESK kuruluş
sürecinden dolayı emek mücadelesi tarihinde değerli bir anı olarak kalmaktan
öteye gidemeyecektir.
Yazı
boyunca tüm eleştiriler KESK’i yöneten sendikal anlayış/laradır, KESK’in üye
profili önemli bir dönüşüm yaşasa da hâlen sınıf mücadelesinin tek geçer
sendikal hat olduğunun bilincinde olan üye sayısı az değildir. KESK, sınıf
mücadelesini savunan anlayışı bastırdığından, oluşan üye profili de
sendikacılığı KESK’in yürüttüğü mücadeleyi doğru sanıp sendikal mücadeleyi bu
çarpıklık sanmaktadır. Kitleyi böyle oluşturup sonra da “kitle böyle istiyor”
demek, gerçeği ters yüz etmekten başka bir şey değildir.
Sınıflar
mücadelesinde durma/yerinde sayıp bekleme yoktur, ya ileri gidilir ya da
gerileme yaşanır. Tarihin yasalarıyla mücadele etmek, metafizik bataklıkta
tepinmekten başka bir şey değildir.
Notlar
1. Yazıda savunulan tüm düşüncelerin yanlışlanması isteniyorsa grevi bile anket
aracılığıyla üyelerine soran KESK, üyelerin isimlerini yazmadığı bir ankette bu
düşünceleri test edebilir fakat anket sonucunu paylaşmak koşuluyla.
2.
Üçüncü dipnotun bağlı olduğu söz konusu broşürde savunulan düşünceler, yeni
icat edilmiş değildir, Laclau ve Mouffe adlı postmarksist yazarlara aittir.
Açıköğretim ders kitaplarında bile iki yazarın görüşleri bu broşürle aynı
içerikle, “postmarksizm” ünitesinde madde madde bulunabilir.
3.
KESK, ülke solunun yansıması olduğundan, asıl ideolojik mücadele, solun
açmazıyla teorik düzeyde verilmelidir.
S. Adalı
9 Aralık 2022
Kaynaklar:
[1] Eğitimsen İstanbul 3 Nolu Şube Twitter hesabı, Twitter.
[2]
“1 Mayıs’ta Katledilen Kadınlar Kazancı Yokuşu’nda Anıldı”, 29 Nisan 2017, Evrensel.
[3]
Cansu Pişkin ve Ezgi Görgü, “Onur Yürüyüşü Ramazan Yasağını Deldi”, 28 Haziran
2015, Evrensel.
[4] Ertuğrul Bilir, “Eğitim Sen Kongresi ve Tartışmalar Üzerine”, 4 Aralık 2020, Sendika.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder