Hıristiyanlık
ile Marksizm arasında kurulacak diyalog açısından Fidel and Religion [“Fidel
ve Din”] önemli ve etkileyici bir çalışma. Fidel Castro ile Dominikan Tarikatı
mensubu Keşiş Betto [Carlos Alberto Libâno Christo] arasında gerçekleşen
sohbetleri bir araya getiren çalışma, birçok başlığı içeriyor. Kitapta Hıristiyanlık
ve Marksizm konusunda her zaman sorulan “Ateizm ve materyalizm meselesi ne
olacak? Komünizm dini ezmek zorunda mı, o da kendi tarihsel hatalarını
kabullenebilecek mi? Hıristiyanlar Marksist olabilirler mi? Hıristiyanlarla
Marksistler arasında kurulacak hakiki bir işbirliği ne tür bir niteliğe sahip olacak?”
gibi sorular gündeme getiriliyor.
Bu tür
sorular Küba’nın devrimci tarihi bağlamında yeni bir anlama kavuştular. Castro,
budünyayı terk etti, ama Betto, Küba’daki o kırılgan, ama cesur sosyalizm
deneyimini savunmaya devam ediyor. Bu deneyim, üstelik dünyadaki en büyük
kapitalist ekonominin yüz küsur kilometre ötesinde gerçekleşiyor. Adanın pandemi
ve yasa dışı yaptırımların hâlen daha yol açtığı şiddet ortamında bir dizi yeni
güçlükle boğuştuğu bir dönemde Fidel ve Din isimli bu klasikleşmiş
çalışmayı yeniden okumak gerekiyor. Kitabın iki ayrı baskısı mevcut. Eski baskıda
takdim yazısını Harvey Cox, yeni baskıda da Betto’nun kendisi kaleme almış. Yeni
baskıda önsözü Armando Hart yazmış. Her ne kadar iki takdim yazısı da okumaya
değer olsa da Cox’un yazısının daha kapsamlı bir analiz sunduğunu söylemek
gerekiyor.
Kitap, sadece
içeriği değil, sohbetin tarafları açısından da ilgi çekici. Brezilya’da
yürüttüğü politik mücadelesinin yanında, gazeteci ve yazar olarak önemli bir
deneyime sahip olan Betto’nun, söyleşiyi gerçekleştiren kişi olarak Castro’ya
hayran olduğu görülüyor, ama öte yandan o, komutana zor sorular yöneltmeyi de
biliyor. Görebildiğimiz kadarıyla Castro da Betto’dan, kurtuluş teolojisini
geliştiren katkılarından, her şeyin ötesinde elde ettiği devrimci başarılardan
etkilenmiş. Betto, dünyaya dair merakı, yeni gelişmelere açıklığı ve çok kitap
okuyan biri olarak öne çıkıyor.
Burada kitapla
ilgili tüm fikirlerimi aktarmayacağım. Sadece sohbet boyunca Castro’nun dile
döktüğü, benim not aldığım sözleri aktaracağım.
Hıristiyanların
komünist partiye üye olmalarına izin verilmemesi hakkında
“Kiliseyi tekellerine almış olan tüm
imtiyazlı toplumsal sınıflar devrime karşılardı, dolayısıyla biz partiyi organize
ederken, Tanrı’ya inananları partinin dışında tuttuk. Bu insanları parti dışında
tutmamızın sebebi, Katolik olmaları değil, karşı-devrimci olma potansiyeline
sahip olmalarıydı. Burada tabii ki tüm Katoliklerin karşı-devrimci olduklarını
düşünmüyorduk. […] O dönemin şartları neticesinde bu kural belirlendi. Bugün bana
‘böyle olmak zorunda mıydı?’ diye sorsanız, ‘hayır değildi’ cevabını veririm. Böyle
olmak zorunda değildi. Tarihsel açıdan böyle bir zorunluluk yoktu.”
Hıristiyanlarla
Komünistler arasında kurulacak işbirliği hakkında
“Daha önce dediğim gibi, Hıristiyanlar
ve komünistler barış içerisinde bir arada olmanın ötesine geçmeli. Aramızda
daha sıkı ve daha iyi ilişkiler kurulmalı. Hatta devrimle kiliseler işbirliği
içine girebilmeli, çünkü kiliseler, toprak sahiplerini, burjuvaları ve
zenginleri artık temsil edemezler. […] Bu işbirliği kurulmadı diye kendimi eleştirebilirim,
ama aynı şekilde kiliseler de eleştirilmeli. Geçmişte bu yönde bir çalışma
içine girmediğimiz, sadece birlikte varolma ve karşılıklı saygı ile yetindiğimiz
için kendimizi eleştirmeliyiz.”
“Devrimlerle dinî inançlar ne vakit
karşı karşıya gelseler, gericilik ve emperyalizm, bu dinî inançları devrimlere
karşı bir silâh olarak kullanabiliyor. Bir işçinin, köylünün, yoksulun dinî
inançlarının devrime karşı bir silâh olarak kullanılmasını kolay kılacak
adımları biz niye atalım? Bu, politik açıdan yanlış bir yaklaşım. […] Burada
mesele, sadece politik taktikler değil. Ben, her bir yurttaşın sağlık, hayat ve
özgürlük gibi kendi dinine inanma hakkına da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum.
Yani ben, bireyin kendi felsefi düşüncelerine ve dinî inançlarına sahip olma
veya olmamasının devredilemez bir hak olduğuna inanıyorum.”
“Kişisel olarak Keşiş Betto’ya saygı
duymama en çok sebep olan şey, sizdeki o derin muhakeme ve dinî inançtı. Bu tür
meseleleri dert edinmiş olan diğer kilise mensuplarının da sizin gibi olduğuna
eminim. Eğer biz devrimciler, sizin samimi olduğunuzu düşünmeseydik, örneğin Nikaragua’da
belirttiğim gibi, Hıristiyanlarla Marksistler arasında kurulacak ittifak, hatta
birlikle ilgili görüşümüzü dillendirmenin de tartışmanın da bir anlamı
kalmazdı. Çünkü gerçek bir Marksist, sahte bir Hıristiyan’a güvenemeyeceği gibi
gerçek bir Hıristiyan da sahte bir Marksiste güvenemez. Sağlam ve kalıcı bir
ilişki, ancak iki tarafın birbirine duyduğu inanç üzerine kurulabilir.”
Hıristiyanlara
Yönelik Ayrımcılık Hakkında
“İlkesel düzeyde hiçbir ayrımcılık
biçimi kabul edilemez. Bunu açık yüreklilikle ifade ediyorum. Bana
Hıristiyanlara karşı ayrımcılık yapıldı mı diye sorarsanız, samimi cevabım şu
şekilde olacak: ‘Evet.’ Bu ayrımcılık meselesi, henüz aşılabilmiş değil. Bu belirli
bir programa ve niyete bağlı olarak yürütülen, kasti bir uygulama değil. Bu
ayrımcılık vaki ve ben, bu aşamanın üstesinden gelmek zorunda olduğumuza
inanıyorum. Bu konuda gerekli koşullar oluşturulmalı, emperyalizm bizi hâlen
daha tehdit ediyor olsa da, dini karşı-devrimci bir ideolojiye dönüştüren
imtiyazlı sınıfların mensupları, o eski burjuvalar, toprak sahipleri varlıklarını
koruyor olsalar da aradaki güven bir biçimde tesis edilmelidir.”
Son olarak
da Fidel’in politik teolojisine dair bir pasaj aktaralım:
“Zaman zaman İsa Mesih’in mucizelerinden
ben de bahseder, şu türden sözler dile getirirdim: ‘İsa, halkın karnını
doyurmak için balıkları ve ekmek somunlarını çoğaltandı. Biz de tam olarak O’nun
yaptığını devrim ve sosyalizmle yapmak istiyoruz. Halkın karnını doyurmak için
balıkları ve ekmek somunlarını, okulları, öğretmenleri, hastaneleri ve
doktorları, fabrikaları, ekilebilir tarlaları, iş imkânlarını, sanayi ve
tarımdaki üretkenliği, araştırma merkezlerini ve aynı amaç doğrultusunda
çalışan bilimsel araştırma projelerinin sayısını artırmak istiyoruz.’ Bazen ben
de birkaç işçi çalıştıran zengin adamla ilgili meseli anlatıyorum: Adam, tam
gün çalışan işçilere bir lira, yarım gün çalışanlara bir lira, öğleden sonra
birkaç saat çalışana da bir lira vermiş. Bu mesel, paranın bu şekilde dağıtılmasına
karşı çıkanları eleştiriyor. Ben, bunun komünist bir formül olduğuna inanıyorum.
Burada sosyalizmin ötesine geçen bir uygulama var, çünkü sosyalizmde her bir
kişiye kapasitesine ve yaptığı işe göre ödeme yapılması gerekiyor, komünist
formül ise herkese kendi ihtiyaçlarına göre ödeme yapılmasını öngörüyor. Gün içerisinde
çalışan işçilere bir lira ödenmesi, komünist bir formül üzerinden ihtiyaçları
göz önüne alan bir dağıtıma işaret ediyor.”
Burada sadece
yüzeysel bazı alıntılar yaptım. Kitap bir altın madeni gibi. Üstelik kitapta
sadece Castro’nun görüşlerine yer verilmiyor. Betto da sosyalizm ve kurtuluş
teolojisi konusunda önemli kimi görüşler aktarıyor. İki isim, kilisenin tarih
boyunca yaptığı zulümler, sosyalizmin yüzleştiği güçlükler ve sunduğu vaatler
konusunda görüş alışverişinde bulunuyor. Castro’nun sevgiden, nefretten ve
sınıf mücadelesinden söz ettiği yerler çok önemli.
Düşünsel ve
teolojik söylemin yanında, kitabın yaptığı diğer önemli bir katkı da Küba’daki devrimci
toplumun dine yönelim açısından yaşadığı hikâyeyi ele alan kısmı. 26 Temmuz
Hareketi’ne buradan bakmak, gerçekten heyecan verici. Kitapta yeni gelişen hareketin
ayakları üzerinde nasıl doğrulduğuna, nasıl kitleselleştiğine dair çok önemli
tespitlere yer veriliyor.
Ama öte
yandan kişisel bir değerlendirmeyi içerdiği için kitap bazı eksiklerle malul. Örneğin
Castro, devrimci hareketin kiliseye yönelik yaklaşım konusunda yanlışlar
yaptığını kabul ediyor, ama belirli noktalarda devletin Katoliklere karşı
aldığı disipline etme amaçlı tedbirleri görmezden geliyor.
Ülke içerisinde
ve dışında birçok Katolik, hem dinle hem de devrimle bağ kurdu. Bu konuda
Dorothy Day, ilginç ve şaşırtıcı bir isim. Küba ziyareti sonrası Catholic Worker
gazetesine yazılar yazan Day, devrimci süreçte disipline etme amacı güden
tedbirleri aktarıyor. Aynı zamanda kilisenin burjuvaziden yana saf tutma
kararına dair yazılar yazıyor. Bu karar, Castro’nun Betto ile gerçekleştirdiği
sohbette üzerinde durduğu bir konu. Ama Castro, bazen hafızadan silinmesi
sebebiyle, bazen devrim nostaljisi neticesinde, bazen de politik açıdan örtbas etme
girişimine bağlı olarak, bu tür meselelere değinmiyor. Ama neticede kitap bir
sohbetin kaydı, araştırma üzerine kurulu bir çalışma veya arşivden beslenen bir
proje çalışması değil. Kitapta Castro’nun açıklamaları, bu gerçeklik göz önünde
bulundurularak yorumlanmalı.
Ben,
kitabı Marksizm ve Hıristiyanlık adını taşıyan bir derste öğrencilere
okutuyorum. Kitabı okuyanların dile getirdiği fikirlerin beni hep büyülediğini
söylemeliyim. Bazıları, sahnenin özgüllüğüne bakıyor, Brezilya’daki askeri
diktatörlüğün hapiste çürüttüğü rahibe ve kendi ülkesindeki diktatöre karşı yürüyen
devrimci mücadeleyi zafere taşıyan devrimciye odaklanıyorlar. Metin, herkesi
kucaklayan, kendisine bağlayan bir dile sahip. Okurken, iki devrimcinin ilk
dönem Hıristiyanlıktaki ilkel komünizmi veya Küba Devrimi’nin sancılı günlerini
tartışırken içtikleri puroların kokusunu duyuyorsunuz.
Bazı öğrencilerse
kitapta kendi hayatını ve inancını paylaşan bir komünist lider buluyorlar. Bir öğrencinin
çıkıp sınıfta kitabın gözlerindeki perdeyi yırttığını söylediği an, beni çok
etkilemişti. Birçok öğrenci, kitap sayesinde Castro, Küba ve sosyalizm konusunda
daha derinlikli bir bilgiye sahip olduklarını söylediler. Castro’nun zekâsıyla
ve duruşuyla ilk kez tanışma imkânı buldular.
Fidel ve
Din, özel bir kitap. Öyle ki kitabın ardından Küba Komünist
Partisi sonrasında dindar insanları partiye üye olarak kaydetmeye başladı. Kitabın
yirmi yıl sonra yapılan yeni baskısına yazdığı yazıda Betto, Regis Debray’nin
Küba Devrimi ile ilgili o ünlü kitabına atıfta bulunarak, kitaplarının “devrim
içerisinde hakiki bir devrime sebep olduğunu” söylüyor.
Kitap,
zamanla Latin Amerika genelinde önemli bir vaka hâlini aldı. Çok satan kitabın
binlerce korsanı basıldı. Betto’nun da dile getirdiği biçimiyle, “tarihte ilk
kez görevi başında bulunan bir komünist lider, dine dair olumlu laflar etti ve dinin
de gerçekliğin değiştirilmesine katkıda bulunabileceğini, bir ülkeyi
devrimcileştirebileceğini, zulmün kalelerini yıkıp adaleti tesis edebileceğini
kabul etti.”
İsviçre’de
Castro ile Betto arasında gerçekleşen bu sohbetten yola çıkarak bir tiyatro oyunu
kaleme alındı. Kitabın hazırlık süreciyle ilgili bir belgesel çekildi.
Betto’nun
da dile getirdiği biçimiyle, kitap sayesinde bazı komünist hükümetler, Betto’yu
ülkelerine davet edip kendi toplumlarını din üzerinden düşünme konusunda ona danıştılar.
Castro ve Küba Komünist Partisi kitabı, politika ve uygulamadaki önemli
değişikliklerin girizgâhı olarak değerlendirdi. Bunun yanında, devletle Katolik
Kilisesi içerisindeki kimi yetkili isimler arasında sıcak ilişkiler kuruldu.
Fidel ve
Din, sadece iki insan arasında cereyan eden özgün bir
ideoloji alışverişi veya tarihsel anlatıya dair ilginç yorumları içeren bir
çalışma değil, ayrıca Hıristiyan toplumu ile komünist cenah içerisinde gerçek
değişimleri tetikleyen bir kitap olduğu için de okunmalı. Herhangi bir dine
inansın ya da inanmasın, tüm komünistler açısından kitap, bugün solun belirli
kesimlerinde mevcut olan kâmil bir ateizmin örneğini içeriyor, aynı zamanda
devrim açısından dinin yol açtığı tehlikelere ve sunduğu fırsatlara dair özel
bir pencere açıyor.
Hıristiyanlar
açısından kitap, dinin politik boyutlarını ve işbirliği imkânlarını yeniden
düşünmeye davet ediyor. Sohbet boyunca Castro samimi Marksistlerin, Betto da
samimi Hıristiyanların temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor, ama aynı zamanda bu
insanlar, samimiyetin aradaki sınırları silikleştirdiği mücadele dâhilinde
birliğe doğru uzanan yola işaret ediyorlar.
Dean Dettloff
18
Şubat 2021
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder