Ömer Adil, Göreve Koş, 1924.
Kanvas üzerine yağlı boya, 91.5 × 125 cm. İstanbul Resim Heykel Müzesi
Sarah-Neel Smith Söyleşisi
Cedeliye
29 Ağustos 2022
Size bu kitabı yazdıran nedir?
O dönemde böyle bir şey yaptığımı bilmesem de bu
kitabı aslında Eylül 2001’de yazmaya başladım. 15 yaşındaydım ve değişim
öğrencisi olarak Ankara’ya yeni gelmiştim. George W. Bush, ABD başkanıydı.
Türkiye ekonomisi, kısa süre önce iflas etmişti. Bir hafta sonra 11 Eylül
saldırısı gerçekleşti. Ertesi yıl, tam da ülke içerisinde oluşan, Ortadoğu’ya
yönelik korkuyu temel alan yeni politik düzenin oluştuğu dönemde, İslam
kültürüne daldım.
Bu deneyim, bir dizi önemli soruyu gündeme getirdi ve
bu sorular, bir sanat tarihçisi olarak sonraki kariyerimi biçimlendirdiler: görsel
medya, kültürler arasında işleyen politik dinamikleri nasıl biçimlendiriyor?
Sanatçılar, eleştirmenler ve küratörler gibi yaratıcı kişiler, galeride ve
eleştiri düzleminde dünya ölçeğinde meydana gelen değişimleri nasıl ele
alıyorlar? Modernitenin Ölçütleri kitabı, benim bu sorulara cevap verme
çabamın ürünü.
Kitap, sanatsal olanla ekonomik olan, kamusal olanla
özel olan, siyasetle piyasa arasındaki duvarlar yüzünden birbirinden kopuk olan
konu başlıkları ile literatürleri bir araya getiriyor.
Kitap özelde hangi konu başlıklarını, meseleleri ve
literatürleri ele alıyor?
Modernitenin Ölçütleri, elliler Türkiye’sinde sanat dünyasının genel
portresini sunuyor. Çalışma, İkinci Dünya Savaşı sonrası Ankara ve İstanbul’da
yeni sanat dünyasını inşa eden etkili Türk modernistler çevresine odaklanıyor.
Bu isimler arasında, sonrasında başbakanlık yapacak olan sanat eleştirmeni
Bülent Ecevit, girişimci kadın galeri sahibi Adalet Cimcöz, Aliye Berger,
Füreya Koral ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi önde gelen bir dizi sanatçı yer
alıyor.
Arşivlere dalıp sanat çalışmalarının izini sürdükçe ve
ilgili kişilerle röportajlar gerçekleştirdikçe, bu kültür öncülerinin sadece
estetik meselesiyle ilgilenmediklerini görüp çok şaşırdım. Bu insanlar, aynı
zamanda ekonomik meselelerle de ilgileniyor, ülkelerini kalkınmakta olan ulus
mertebesinden savaş sonrası dönemin küresel piyasaları içerisinde önemli bir
oyuncu mertebesine çıkartmak için çalışıyorlardı.
Kitabını kimlerin okumasını umut ediyorsun, ne tür bir
etki yaratmasını bekliyorsun?
Bu kitap, bölgedeki politik ve ekonomik gelişimin
tarihi içerisinde sanat ve kültürün oynadığı merkezî role dair bir şeyler
öğrenmekle ilgilenen, Ortadoğu tarihi çalışan akademisyenler ve öğrenciler için
kaleme alındı. Kitap, ayrıca sanat tarihçilerinin önceden ele almadıkları
modern sanat pratiklerine ve o pratiklerin sergilendiği ülkeye dair bir şeyler
öğrenmek isteyen sanat tarihi hocaları ve öğrencileri için yazıldı.
Şimdi başka hangi projeler üzerine çalışma
yürütüyorsun?
Şuan ikinci kitabımı yazıyorum. Amerika’da
1952-1979 Arası Dönemde Gerçekleşen Sanatsal Değiş Tokuşların Kayıp Tarihi ismini
taşıyan çalışmada, aralarında Robert Rauschenberg, Helen Frankenthaler ve Andy
Warhol’un bulunduğu, Soğuk Savaş döneminin ilk otuz yıllık kesitinde Kuzey
Afrika ve Ortadoğu’yu ziyaret etmiş yedi Amerikalı sanatçının eserlerine dair,
eski değerlendirmeleri belli ölçüde tashih eden bir değerlendirmeye yer
veriliyor. Kitabın amacı, politik yayılmacılık ve kültürel çatışmanın kültürler
ötesi dinamiklerini yeniden merkeze oturtmak suretiyle, “Amerikan sanatı”na
dair dışa kapalı, milliyetçi anlayışlara itiraz etmek. Bu çalışmanın içinde yer
alan ve Frank Stella’nın 1963’te İran’a yaptığı seyahati ele alan makale, daha
önce “New York’taki Resim Pratiğinde İslam Mimarisi: 1965-1967 Arası Dönemde Frank
Stella’nın Çizdiği Düzensiz Çokgenler” başlığıyla American Art
dergisinde yayımlanmıştı.
Kitapta en çok sevdiğiniz sanat çalışmalarından birini
örnekleyebilir misiniz?
Ömer Adil’in Göreve Koş (1924) ismini resmini
çok seviyorum, çünkü bu çalışma, modern Türk sanatında en çok ele alınan,
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş konusunu gayet güzel resmediyor.
Resimde, yaşlı bir baba, ailesine duvardaki Türkiye
haritasını gösteriyor. Beyaz sakallı, başında fes bulunan baba, esasen eski
düzenin cisimleşmiş hâli. Gözleri genç oğluna kilitlenmiş. Oğul da milletin
geleceğini temsil ediyor. Genç adamın eşi ve kızı, bu görüş alışverişine
tanıklık ediyorlar. Kısa saçları ve kısa kollu elbiseleriyle bu iki kadın,
modern ulusun yurttaşları olduklarını ortaya koyuyorlar.
Baba, parmağıyla ailesine (duvardaki Türkiye
haritasıyla sembolize edilen) yeni ulusun davasını benimsemelerini ve (arkadaki
Boğaz manzarasına yer veren resimde ifade edilen) Osmanlı’yı geride
bırakmalarını emrediyor. Bu Boğaz manzaraları, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve
yirminci yüzyıl başında Osmanlı ressamlarında sıklıkla gördüğümüz şeyler.
Resimde seçilen konu olarak Osmanlı’daki kültürel düzene ait kabul edilen bu
manzara resimleri, önemli bir yere sahip. Modernist açıdan yorumladığımızda ise
duvardaki resim, hem Ömer Adil’in resmine dair yorumda bulunuyor hem de ulus
devletin toprak temelli milliyetçiliğiyle diyaloga giriyor.
Kitaptan Alıntı
Sanat ve Kalkınma: Savaş Sonrası Dönemde Sanatın Yeni
Çerçevesi
Nisan 1964’te Fransız şair, sanat eleştirmeni ve
çevirmen Edouard Roditi’nin “Çağdaş Türk Resmine Giriş” başlıklı kısa makalesi,
Portekiz’de yayınlanan Colóquio isimli sanat dergisinde yayımlandı.
Paris’te doğup Oxford’da eğitim görmüş, birçok dile hâkim olan Roditi,
otuzlarda Fransa’daki sürrealist çevrelerde sıkça bulunmuş, kırklarda Nüremberg
mahkemelerinde çevirmen olarak çalışmış, 1951’de BM için çevirmenlik yapmak
üzere Ankara’ya gittiğinde ilk modern Türk sanatı örnekleriyle karşılaşmış.
1964’te kaleme aldığı makalede Roditi, Avrupa
Konseyi’ndeki diğer ülkelerden gelen sanat eserleri yanında Türk sanat
ürünlerine yeterince değer göstermeyen Avrupa müzelerini eleştiriyor ve
Avrupa’nın geleceğinin giderek daha fazla Türkiye’ye bağlı hâle geldiğini
söylüyor. Argümanını izah etmek adına Roditi, bugün Türkiye’de modernizmin
öncüleri olarak kabul edilen Yüksel Arslan, Aliye Berger ve Bedri Rahmi
Eyüboğlu’na ait bir dizi sanat eserini paylaşıyor. Makalesinin başına da,
neredeyse bir sayfanın yarısını kaplayacak şekilde, İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra gerçekleştirilen ilk uluslararası fuar olan, Brüksel’deki Expo 58’de
Eyüpoğlu’nun yaklaşık 5 metre uzunluğundaki mozaik duvarının fotoğrafına yer
veriyor.
SALT Araştırmalarının (Utarit İzgi arşivi) ve Rahmi Eyüboğlu’nun izniyle.
Bekleneceği üzere, Roditi, modern Türk sanatını
estetik açıdan savunmak yerine politik-ekonomik bir kavrama başvuruyor:
ekonomik kalkınma. Roditi, okurlarını Türkiye’nin “azgelişmiş ekonomisi”nin
aynı ölçüde azgelişmiş bir sanat ortamı meydana getirdiğini söyleyen yaygın
kanaati terk etmelerini söylüyor. “Bir ülkenin ekonomik veya teknik gelişim
düzeyi ile sanatının niteliği arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisi kurulamayacağını”
söyleyen yazar, aslında tersinin geçerli olduğunu iddia ediyor.
Çıkarımına göre, “Türkiye’de ekonomik azgelişmişlik
boş zamanı bollaştırdığı için modern sanat epey canlı.” Ekonomik
azgelişmişliğin yol açtığı kötülüğü bir faziletmiş gibi sunan Roditi, modern
Türk sanatını Batılı eleştirmenler dünyasının öne çıkarttığı Avrupalı pratikler
kadar önemli görüyor.
1964’te Roditi’nin yayımlandığı dönemde sanat,
modernite ve ekonomik kalkınma ile ilgili bu türden iddialara sıklıkla
rastlamak mümkün. Kırklı yılların ortalarından beri UNESCO, Rockefeller Vakfı,
New York’taki Modern Sanatlar Müzesi gibi savaş sonrasında etkili olan
Avrupalı-Amerikalı örgütlerin bir kısmında çalışan yetkili isimler, sanatsal
derinlikle ekonomik kalkınma arasındaki bağı tartışıyorlar. Roditi’den yaklaşık
yirmi yıl sonra UNESCO yetkilileri, “teknik medeniyet düzeyi yüksek olmayan ülkelerin
bazı sanat kollarında ileri örnekler ortaya koydukları” sonucuna ulaşıyorlar.
Birleşmiş Milletler’de kendi ülkelerinin diplomatik tutumuyla ilgili olan,
siyasete karar veren isimler ve kültür konusunda yetkili kişiler, ekonomik
açıdan azgelişmiş olan uluslardaki sanatsal gelişmeleri kabullenmenin, eşit
ölçüde ekonomik güce sahip olmayan ülkelerle ilişkileri yumuşatma konusunda
önemli bir araç olabileceğini söylüyorlar. Aynı zamanda etkili bir isim olan
diplomat George F. Kennan gibi birçok Amerikalı yetkili, Amerikan sanatındaki
düşük kalite ile ekonomik kalkınmadaki gelişkinlik arasındaki tutarsızlığın
ABD’nin uluslararası toplumdaki meşruiyetini azaltacağından endişelendiğini
belirtiyor.
Fakat tabii ki bu süreçte bu isimlerin hiçbirisi,
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kültür sahasının seçkin isimleriyle
sanat ve kalkınma bağlamında karşılıklı bir ilişki içine girmeyi düşünmüyor. Türkiye’de
sanat çevresi ise, yirmilerden beri estetik modernizmi ve sosyo-ekonomik
modernleşme sürecini hep ileri giden ve her zamankinden daha hızlı bir biçimde
geleceğe doğru yürüyen ulus-devlet çerçevesi dâhilinde paralel yoldan
ilerlemesi gereken şeyler olarak anlıyor.
Peki ekonomik kalkınma ile ilgili söylemler,
gelişmekte olan ülkelerdeki sanatsal modernizm pratiklerini nasıl etkiledi?
Modern Türk sanat dünyasına odaklanan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası sanatın ve
kalkınma anlayışının buluştuğu momentlere ışık tutmak isteyen bu kitabın
üzerinde durduğu asıl soru bu.
Soğuk Savaş döneminin ilk yıllarını süper güçler
arasında cereyan eden askeri gerilimler değil, ABD tarzı kapitalizmle Sovyet
tarzı, devlet güdümlü sanayileşme arasında yaşanan, tarihçi David Engerman’ın
“ekonomik Soğuk Savaş” adını verdiği süreç dâhilinde, ekonomik kalkınma
meselesine yönelik yaklaşımlar arası çelişkiler tanımladı.
Türkiye gibi güç açısından küçük ülkeler, uluslararası
toplum içerisindeki yerlerini ekonomik tercihleri kadar politik ideoloji
tercihleri üzerinden müzakere ettiler.
Örneğin Türkiye, ekonomik Soğuk Savaş süreci
içerisinde önemli bir tercihte bulunarak, Sovyetler’den ilham alarak uyguladığı
politikaları terk etti ve Birleşmiş Milletler ile sonradan Dünya Bankası adını
alacak olan Uluslararası Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası gibi Batı bloğuna ait
örgütlerin belirlediği kalkınma rejimine bağlandı. Türkiye’nin ABD’yle ittifak
güçlendi, öyle ki ülke, 1948’de Avrupa’nın Islahı Programı olarak bilinen
Marshall Planı üzerinden Amerika’dan para alan on beş Avrupa ülkesinden biri
hâline geldi. Öncülüğünü ABD’nin yaptığı Marshall Planı, İkinci Dünya Savaşı
sonrası harap olmuş Avrupa’nın yeniden ayakları üzerinde durmasını sağlamasına
yardım etmek amacıyla hazırlanmıştı, fakat planın diğer bir amacı da
antikomünist müttefiklerin ABD ile birlikte kurduğu bloğun güvenliğini
sağlamaktı.
Akademisyenler, uzun zamandır sanatın Soğuk Savaş’ta
ideolojik bir silâh olarak iş gördüğünü söylüyorlar. Bu akademisyenler, sanatın
nüfuz alanlarını genişletmek adına Amerika, Avrupa ve Sovyetler tarafından
kullanılmasına odaklanıyorlar. Modernitenin Ölçütleri isimli bu çalışma
ise gelişmekte olan ülkelerde sanatçıların, eleştirmenlerin ve izleyici
kitlesinin sadece estetiğe kafa yormakla kalmadığını, ayrıca dünyada yeniden
tesis edilen düzenin ekonomik boyutlarıyla da somutta ilişki kurduklarını
söylüyor ki bu, bu zamana dek önem arz eden, ama hep görmezden gelinmiş bir
husus ve kitap bu hususu ilk kez ele alıyor.
Modernitenin Ölçütleri, modern Türk sanat âleminin üyelerinin, sanatçıların,
eleştirmenlerin ve galeri sahiplerinin, modern sanat ortamında savaş sonrasında
ortaya çıkan ekonomik kalkınma temelli ideolojileri ele alış biçimlerini keşfe
çıkıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Marshall Planı, Avrupa
Ekonomi Komisyonu, NATO ve BM gibi yeni oluşturulan programlar ve örgütler,
ulusların performansını ölçecek ve artıracak bir dizi ekonomi ölçütü
geliştirdi. Özelleştirme, bireysel tüketim ve uluslararası piyasaya entegre
olma düzeyi, kapitalist serbest piyasaya Türkiye gibi yeni gelişen ülkelerin
giriş süreçlerini düzene sokmak için kullanılan en önemli ölçütler hâline
geldi.
Ekonomi sahasının ürünü olan bu modernite ölçütleri,
aynı zamanda sanat sahasında ilgi gördü. Türkiye’de aydınlar, bu türden
kavramları kendi ülkelerinin politik ve ekonomik moderniteyle ilişkisi dâhilinde
ulaştığı “kültür seviyesi”ni değerlendirip yukarı çekmek için birer mihenk
olarak kullandı. Bazen sanat ve ekonomi arasındaki diyalog, tuvalde karşılık
buldu. Bazen de modernitenin ölçütleri, sanatın sergilenmesinde, tüketilmesinde
ve dolaşıma sokulmasında kullanılan yol ve yöntemleri biçimlendirdi.
Bu bağlamda kitap, dönemin önemli sanat eserlerini,
sergi efemeralarını, Türkçe, Fransızca ve İngilizce olarak dile getirilmiş
sanat eleştirilerinden ve politik yorumlardan oluşan zengin arşivi keşfe
çıkıyor. Söz konusu malzeme birikimini çapraz okumaya tutmak suretiyle ben,
Türkiye’nin ilk modern sanat galerileri Galeri Maya ile Helikon Derneği’nde özelleştirme
süreçlerinin dönüştürücü gücüne yönelik inancın nasıl arttığını ortaya koyuyorum.
Kitapta bu galerilerde zenginleşen Türk sanat eleştirisi içerisinde bireysel
tüketim denilen ölçütün bir değerlendirme ölçütü hâline gelişinin izlerini sürüyorum.
Çalışma, ayrıca resim ve seramik yoluyla “gelişen Türkiye”nin nasıl görsel
olarak sunulabileceğine dair tartışmalarda, Türkiye’nin ekonomik programının
verimliliğine dair şüphelerin nasıl karşılık bulduğundan bahsediyor.
Modernitenin Ölçütleri kitabının incelediği dönem 1960 yılında, yani yeni rejimin
İkinci Dünya Savaşı öncesine ait olan, devletin hâkim olduğu modellere geri dönmek
suretiyle ekonomik süreci terse çevirdiği tarihte sona eriyor.
Modernitenin Ölçütleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmekte olan dünya
genelinde tecrübe edilen ekonomi politikalarıyla sanatın ilişkisini anlatıyor.
Bu süreçte serbestîleşme ve uluslararası piyasalara
entegrasyon hedeflerine odaklanan hükümetler, güçsüz durumdaki yeni ekonomilere
yüzlerce milyon doları akıtmak, ülkedeki piyasayı yeniden düzene sokmak ve
tüketici alışkanlıklarını kütlesel ölçekte dönüştürmek amacıyla ABD’yle
ortaklık kurdular.
Türkiye’nin 1830’larda Tanzimat (1839-1871) olarak
bilinen bir dizi modernleşme amaçlı reformla birlikte başlayan uzun soluklu
modernleşme deneyimi diğer gelişmekte olan ülkelerin deneyimine benziyordu. Fakat
ellilerde yapılan o on yıllık deney, farklı bir nitelik arz ediyordu. Zira bu
deneyin arkasında ABD sermayesi ve gerçekleştirilen yapısal reformlar vardı. Böylece
Türkiye ekonomisi, hızla kapalılıktan kurtulup, uluslararası piyasalara entegre
oldu.
Türkiye örneğinde savaş sonrası dönemdeki ekonomik
kalkınma ve modern sanat karşılıklı bir ilişkiye sahipti. Bu hâliyle ülke,
gelişmekte olan ülkelerde sanat ve modernleşme arasındaki karşılıklı ilişki
konusunda kapsamlı bir değerlendirmeye ulaşabilmek için ihtiyaç duyduğumuz
çıkış noktası olarak görülmeli.
“Modernitenin ölçütleri” anlayışı, sanatla ekonomi
arasına suni bir biçimde konulan ve sanatçıların Soğuk Savaş’ın ekonomik
meselelerine yönelik ilgisine akademyanın körleşmesine sebep olan ayrım
çizgilerini dikine kesen bir yaklaşımı öne çıkartıyor.
Kitabın çıkarımına göre, sanatçılar kapalı bir estetik
alanı içerisinde çalışma ortaya koyup bunları ekonomik piyasalarda dolaşıma sokmak
için dağıtıyor değiller. Bilâkis, benim kanaatimce, sanatçıların eserlerini ta
başından itibaren küresel ekonominin sürekli değişken koşullarına, en genel
manada sanatın ne olduğu ile ilgili sorunun sınırlarını çizen, eleştirel
söyleme rengini veren meselelere dair bilinç biçimlendiriyor.
Sanat tarihinde gördüğümüz, biçimsel analizin tarihine
ve toplum tarihi ile düşünce tarihine dair geleneksel analiz temelli
yaklaşımları ekonomi tarihine ait görüşlerle ve Soğuk Savaş incelemeleriyle
birleştiren Modernitenin Ölçütleri çalışması, savaş sonrası dönemin ulusötesi
modernizm pratiklerini anlamamızı sağlayacak yeni bir bakış açısı sunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder