Pages

30 Ekim 2022

Modernitenin Ölçütleri: Türkiye’de Sanat ve Kalkınma

Ömer Adil, Göreve Koş, 1924. Kanvas üzerine yağlı boya, 91.5 × 125 cm. İstanbul Resim Heykel Müzesi


Sarah-Neel Smith Söyleşisi

Cedeliye

29 Ağustos 2022


Size bu kitabı yazdıran nedir?

O dönemde böyle bir şey yaptığımı bilmesem de bu kitabı aslında Eylül 2001’de yazmaya başladım. 15 yaşındaydım ve değişim öğrencisi olarak Ankara’ya yeni gelmiştim. George W. Bush, ABD başkanıydı. Türkiye ekonomisi, kısa süre önce iflas etmişti. Bir hafta sonra 11 Eylül saldırısı gerçekleşti. Ertesi yıl, tam da ülke içerisinde oluşan, Ortadoğu’ya yönelik korkuyu temel alan yeni politik düzenin oluştuğu dönemde, İslam kültürüne daldım.

Bu deneyim, bir dizi önemli soruyu gündeme getirdi ve bu sorular, bir sanat tarihçisi olarak sonraki kariyerimi biçimlendirdiler: görsel medya, kültürler arasında işleyen politik dinamikleri nasıl biçimlendiriyor? Sanatçılar, eleştirmenler ve küratörler gibi yaratıcı kişiler, galeride ve eleştiri düzleminde dünya ölçeğinde meydana gelen değişimleri nasıl ele alıyorlar? Modernitenin Ölçütleri kitabı, benim bu sorulara cevap verme çabamın ürünü.

Kitap, sanatsal olanla ekonomik olan, kamusal olanla özel olan, siyasetle piyasa arasındaki duvarlar yüzünden birbirinden kopuk olan konu başlıkları ile literatürleri bir araya getiriyor.

Kitap özelde hangi konu başlıklarını, meseleleri ve literatürleri ele alıyor?

Modernitenin Ölçütleri, elliler Türkiye’sinde sanat dünyasının genel portresini sunuyor. Çalışma, İkinci Dünya Savaşı sonrası Ankara ve İstanbul’da yeni sanat dünyasını inşa eden etkili Türk modernistler çevresine odaklanıyor. Bu isimler arasında, sonrasında başbakanlık yapacak olan sanat eleştirmeni Bülent Ecevit, girişimci kadın galeri sahibi Adalet Cimcöz, Aliye Berger, Füreya Koral ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi önde gelen bir dizi sanatçı yer alıyor.

Arşivlere dalıp sanat çalışmalarının izini sürdükçe ve ilgili kişilerle röportajlar gerçekleştirdikçe, bu kültür öncülerinin sadece estetik meselesiyle ilgilenmediklerini görüp çok şaşırdım. Bu insanlar, aynı zamanda ekonomik meselelerle de ilgileniyor, ülkelerini kalkınmakta olan ulus mertebesinden savaş sonrası dönemin küresel piyasaları içerisinde önemli bir oyuncu mertebesine çıkartmak için çalışıyorlardı.

Kitabını kimlerin okumasını umut ediyorsun, ne tür bir etki yaratmasını bekliyorsun?

Bu kitap, bölgedeki politik ve ekonomik gelişimin tarihi içerisinde sanat ve kültürün oynadığı merkezî role dair bir şeyler öğrenmekle ilgilenen, Ortadoğu tarihi çalışan akademisyenler ve öğrenciler için kaleme alındı. Kitap, ayrıca sanat tarihçilerinin önceden ele almadıkları modern sanat pratiklerine ve o pratiklerin sergilendiği ülkeye dair bir şeyler öğrenmek isteyen sanat tarihi hocaları ve öğrencileri için yazıldı.

Şimdi başka hangi projeler üzerine çalışma yürütüyorsun?

Şuan ikinci kitabımı yazıyorum. Amerika’da 1952-1979 Arası Dönemde Gerçekleşen Sanatsal Değiş Tokuşların Kayıp Tarihi ismini taşıyan çalışmada, aralarında Robert Rauschenberg, Helen Frankenthaler ve Andy Warhol’un bulunduğu, Soğuk Savaş döneminin ilk otuz yıllık kesitinde Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu ziyaret etmiş yedi Amerikalı sanatçının eserlerine dair, eski değerlendirmeleri belli ölçüde tashih eden bir değerlendirmeye yer veriliyor. Kitabın amacı, politik yayılmacılık ve kültürel çatışmanın kültürler ötesi dinamiklerini yeniden merkeze oturtmak suretiyle, “Amerikan sanatı”na dair dışa kapalı, milliyetçi anlayışlara itiraz etmek. Bu çalışmanın içinde yer alan ve Frank Stella’nın 1963’te İran’a yaptığı seyahati ele alan makale, daha önce “New York’taki Resim Pratiğinde İslam Mimarisi: 1965-1967 Arası Dönemde Frank Stella’nın Çizdiği Düzensiz Çokgenler” başlığıyla American Art dergisinde yayımlanmıştı.

Kitapta en çok sevdiğiniz sanat çalışmalarından birini örnekleyebilir misiniz?

Ömer Adil’in Göreve Koş (1924) ismini resmini çok seviyorum, çünkü bu çalışma, modern Türk sanatında en çok ele alınan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş konusunu gayet güzel resmediyor.

Resimde, yaşlı bir baba, ailesine duvardaki Türkiye haritasını gösteriyor. Beyaz sakallı, başında fes bulunan baba, esasen eski düzenin cisimleşmiş hâli. Gözleri genç oğluna kilitlenmiş. Oğul da milletin geleceğini temsil ediyor. Genç adamın eşi ve kızı, bu görüş alışverişine tanıklık ediyorlar. Kısa saçları ve kısa kollu elbiseleriyle bu iki kadın, modern ulusun yurttaşları olduklarını ortaya koyuyorlar.

Baba, parmağıyla ailesine (duvardaki Türkiye haritasıyla sembolize edilen) yeni ulusun davasını benimsemelerini ve (arkadaki Boğaz manzarasına yer veren resimde ifade edilen) Osmanlı’yı geride bırakmalarını emrediyor. Bu Boğaz manzaraları, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başında Osmanlı ressamlarında sıklıkla gördüğümüz şeyler. Resimde seçilen konu olarak Osmanlı’daki kültürel düzene ait kabul edilen bu manzara resimleri, önemli bir yere sahip. Modernist açıdan yorumladığımızda ise duvardaki resim, hem Ömer Adil’in resmine dair yorumda bulunuyor hem de ulus devletin toprak temelli milliyetçiliğiyle diyaloga giriyor.

Kitaptan Alıntı

Sanat ve Kalkınma: Savaş Sonrası Dönemde Sanatın Yeni Çerçevesi

Nisan 1964’te Fransız şair, sanat eleştirmeni ve çevirmen Edouard Roditi’nin “Çağdaş Türk Resmine Giriş” başlıklı kısa makalesi, Portekiz’de yayınlanan Colóquio isimli sanat dergisinde yayımlandı. Paris’te doğup Oxford’da eğitim görmüş, birçok dile hâkim olan Roditi, otuzlarda Fransa’daki sürrealist çevrelerde sıkça bulunmuş, kırklarda Nüremberg mahkemelerinde çevirmen olarak çalışmış, 1951’de BM için çevirmenlik yapmak üzere Ankara’ya gittiğinde ilk modern Türk sanatı örnekleriyle karşılaşmış.

1964’te kaleme aldığı makalede Roditi, Avrupa Konseyi’ndeki diğer ülkelerden gelen sanat eserleri yanında Türk sanat ürünlerine yeterince değer göstermeyen Avrupa müzelerini eleştiriyor ve Avrupa’nın geleceğinin giderek daha fazla Türkiye’ye bağlı hâle geldiğini söylüyor. Argümanını izah etmek adına Roditi, bugün Türkiye’de modernizmin öncüleri olarak kabul edilen Yüksel Arslan, Aliye Berger ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’na ait bir dizi sanat eserini paylaşıyor. Makalesinin başına da, neredeyse bir sayfanın yarısını kaplayacak şekilde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirilen ilk uluslararası fuar olan, Brüksel’deki Expo 58’de Eyüpoğlu’nun yaklaşık 5 metre uzunluğundaki mozaik duvarının fotoğrafına yer veriyor.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1958’de Brüksel’de düzenlenen Expo 58’de sergilenen mozaik duvar.
SALT Araştırmalarının (Utarit İzgi arşivi) ve Rahmi Eyüboğlu’nun izniyle.

Bekleneceği üzere, Roditi, modern Türk sanatını estetik açıdan savunmak yerine politik-ekonomik bir kavrama başvuruyor: ekonomik kalkınma. Roditi, okurlarını Türkiye’nin “azgelişmiş ekonomisi”nin aynı ölçüde azgelişmiş bir sanat ortamı meydana getirdiğini söyleyen yaygın kanaati terk etmelerini söylüyor. “Bir ülkenin ekonomik veya teknik gelişim düzeyi ile sanatının niteliği arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisi kurulamayacağını” söyleyen yazar, aslında tersinin geçerli olduğunu iddia ediyor.

Çıkarımına göre, “Türkiye’de ekonomik azgelişmişlik boş zamanı bollaştırdığı için modern sanat epey canlı.” Ekonomik azgelişmişliğin yol açtığı kötülüğü bir faziletmiş gibi sunan Roditi, modern Türk sanatını Batılı eleştirmenler dünyasının öne çıkarttığı Avrupalı pratikler kadar önemli görüyor.

1964’te Roditi’nin yayımlandığı dönemde sanat, modernite ve ekonomik kalkınma ile ilgili bu türden iddialara sıklıkla rastlamak mümkün. Kırklı yılların ortalarından beri UNESCO, Rockefeller Vakfı, New York’taki Modern Sanatlar Müzesi gibi savaş sonrasında etkili olan Avrupalı-Amerikalı örgütlerin bir kısmında çalışan yetkili isimler, sanatsal derinlikle ekonomik kalkınma arasındaki bağı tartışıyorlar. Roditi’den yaklaşık yirmi yıl sonra UNESCO yetkilileri, “teknik medeniyet düzeyi yüksek olmayan ülkelerin bazı sanat kollarında ileri örnekler ortaya koydukları” sonucuna ulaşıyorlar. Birleşmiş Milletler’de kendi ülkelerinin diplomatik tutumuyla ilgili olan, siyasete karar veren isimler ve kültür konusunda yetkili kişiler, ekonomik açıdan azgelişmiş olan uluslardaki sanatsal gelişmeleri kabullenmenin, eşit ölçüde ekonomik güce sahip olmayan ülkelerle ilişkileri yumuşatma konusunda önemli bir araç olabileceğini söylüyorlar. Aynı zamanda etkili bir isim olan diplomat George F. Kennan gibi birçok Amerikalı yetkili, Amerikan sanatındaki düşük kalite ile ekonomik kalkınmadaki gelişkinlik arasındaki tutarsızlığın ABD’nin uluslararası toplumdaki meşruiyetini azaltacağından endişelendiğini belirtiyor.

Fakat tabii ki bu süreçte bu isimlerin hiçbirisi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kültür sahasının seçkin isimleriyle sanat ve kalkınma bağlamında karşılıklı bir ilişki içine girmeyi düşünmüyor. Türkiye’de sanat çevresi ise, yirmilerden beri estetik modernizmi ve sosyo-ekonomik modernleşme sürecini hep ileri giden ve her zamankinden daha hızlı bir biçimde geleceğe doğru yürüyen ulus-devlet çerçevesi dâhilinde paralel yoldan ilerlemesi gereken şeyler olarak anlıyor.

Peki ekonomik kalkınma ile ilgili söylemler, gelişmekte olan ülkelerdeki sanatsal modernizm pratiklerini nasıl etkiledi? Modern Türk sanat dünyasına odaklanan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası sanatın ve kalkınma anlayışının buluştuğu momentlere ışık tutmak isteyen bu kitabın üzerinde durduğu asıl soru bu.

Soğuk Savaş döneminin ilk yıllarını süper güçler arasında cereyan eden askeri gerilimler değil, ABD tarzı kapitalizmle Sovyet tarzı, devlet güdümlü sanayileşme arasında yaşanan, tarihçi David Engerman’ın “ekonomik Soğuk Savaş” adını verdiği süreç dâhilinde, ekonomik kalkınma meselesine yönelik yaklaşımlar arası çelişkiler tanımladı.

Türkiye gibi güç açısından küçük ülkeler, uluslararası toplum içerisindeki yerlerini ekonomik tercihleri kadar politik ideoloji tercihleri üzerinden müzakere ettiler.

Örneğin Türkiye, ekonomik Soğuk Savaş süreci içerisinde önemli bir tercihte bulunarak, Sovyetler’den ilham alarak uyguladığı politikaları terk etti ve Birleşmiş Milletler ile sonradan Dünya Bankası adını alacak olan Uluslararası Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası gibi Batı bloğuna ait örgütlerin belirlediği kalkınma rejimine bağlandı. Türkiye’nin ABD’yle ittifak güçlendi, öyle ki ülke, 1948’de Avrupa’nın Islahı Programı olarak bilinen Marshall Planı üzerinden Amerika’dan para alan on beş Avrupa ülkesinden biri hâline geldi. Öncülüğünü ABD’nin yaptığı Marshall Planı, İkinci Dünya Savaşı sonrası harap olmuş Avrupa’nın yeniden ayakları üzerinde durmasını sağlamasına yardım etmek amacıyla hazırlanmıştı, fakat planın diğer bir amacı da antikomünist müttefiklerin ABD ile birlikte kurduğu bloğun güvenliğini sağlamaktı.

Akademisyenler, uzun zamandır sanatın Soğuk Savaş’ta ideolojik bir silâh olarak iş gördüğünü söylüyorlar. Bu akademisyenler, sanatın nüfuz alanlarını genişletmek adına Amerika, Avrupa ve Sovyetler tarafından kullanılmasına odaklanıyorlar. Modernitenin Ölçütleri isimli bu çalışma ise gelişmekte olan ülkelerde sanatçıların, eleştirmenlerin ve izleyici kitlesinin sadece estetiğe kafa yormakla kalmadığını, ayrıca dünyada yeniden tesis edilen düzenin ekonomik boyutlarıyla da somutta ilişki kurduklarını söylüyor ki bu, bu zamana dek önem arz eden, ama hep görmezden gelinmiş bir husus ve kitap bu hususu ilk kez ele alıyor.

Modernitenin Ölçütleri, modern Türk sanat âleminin üyelerinin, sanatçıların, eleştirmenlerin ve galeri sahiplerinin, modern sanat ortamında savaş sonrasında ortaya çıkan ekonomik kalkınma temelli ideolojileri ele alış biçimlerini keşfe çıkıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Marshall Planı, Avrupa Ekonomi Komisyonu, NATO ve BM gibi yeni oluşturulan programlar ve örgütler, ulusların performansını ölçecek ve artıracak bir dizi ekonomi ölçütü geliştirdi. Özelleştirme, bireysel tüketim ve uluslararası piyasaya entegre olma düzeyi, kapitalist serbest piyasaya Türkiye gibi yeni gelişen ülkelerin giriş süreçlerini düzene sokmak için kullanılan en önemli ölçütler hâline geldi.

Ekonomi sahasının ürünü olan bu modernite ölçütleri, aynı zamanda sanat sahasında ilgi gördü. Türkiye’de aydınlar, bu türden kavramları kendi ülkelerinin politik ve ekonomik moderniteyle ilişkisi dâhilinde ulaştığı “kültür seviyesi”ni değerlendirip yukarı çekmek için birer mihenk olarak kullandı. Bazen sanat ve ekonomi arasındaki diyalog, tuvalde karşılık buldu. Bazen de modernitenin ölçütleri, sanatın sergilenmesinde, tüketilmesinde ve dolaşıma sokulmasında kullanılan yol ve yöntemleri biçimlendirdi.

Bu bağlamda kitap, dönemin önemli sanat eserlerini, sergi efemeralarını, Türkçe, Fransızca ve İngilizce olarak dile getirilmiş sanat eleştirilerinden ve politik yorumlardan oluşan zengin arşivi keşfe çıkıyor. Söz konusu malzeme birikimini çapraz okumaya tutmak suretiyle ben, Türkiye’nin ilk modern sanat galerileri Galeri Maya ile Helikon Derneği’nde özelleştirme süreçlerinin dönüştürücü gücüne yönelik inancın nasıl arttığını ortaya koyuyorum. Kitapta bu galerilerde zenginleşen Türk sanat eleştirisi içerisinde bireysel tüketim denilen ölçütün bir değerlendirme ölçütü hâline gelişinin izlerini sürüyorum. Çalışma, ayrıca resim ve seramik yoluyla “gelişen Türkiye”nin nasıl görsel olarak sunulabileceğine dair tartışmalarda, Türkiye’nin ekonomik programının verimliliğine dair şüphelerin nasıl karşılık bulduğundan bahsediyor.

Modernitenin Ölçütleri kitabının incelediği dönem 1960 yılında, yani yeni rejimin İkinci Dünya Savaşı öncesine ait olan, devletin hâkim olduğu modellere geri dönmek suretiyle ekonomik süreci terse çevirdiği tarihte sona eriyor.

Modernitenin Ölçütleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası gelişmekte olan dünya genelinde tecrübe edilen ekonomi politikalarıyla sanatın ilişkisini anlatıyor.

Bu süreçte serbestîleşme ve uluslararası piyasalara entegrasyon hedeflerine odaklanan hükümetler, güçsüz durumdaki yeni ekonomilere yüzlerce milyon doları akıtmak, ülkedeki piyasayı yeniden düzene sokmak ve tüketici alışkanlıklarını kütlesel ölçekte dönüştürmek amacıyla ABD’yle ortaklık kurdular.

Türkiye’nin 1830’larda Tanzimat (1839-1871) olarak bilinen bir dizi modernleşme amaçlı reformla birlikte başlayan uzun soluklu modernleşme deneyimi diğer gelişmekte olan ülkelerin deneyimine benziyordu. Fakat ellilerde yapılan o on yıllık deney, farklı bir nitelik arz ediyordu. Zira bu deneyin arkasında ABD sermayesi ve gerçekleştirilen yapısal reformlar vardı. Böylece Türkiye ekonomisi, hızla kapalılıktan kurtulup, uluslararası piyasalara entegre oldu.

Türkiye örneğinde savaş sonrası dönemdeki ekonomik kalkınma ve modern sanat karşılıklı bir ilişkiye sahipti. Bu hâliyle ülke, gelişmekte olan ülkelerde sanat ve modernleşme arasındaki karşılıklı ilişki konusunda kapsamlı bir değerlendirmeye ulaşabilmek için ihtiyaç duyduğumuz çıkış noktası olarak görülmeli.

“Modernitenin ölçütleri” anlayışı, sanatla ekonomi arasına suni bir biçimde konulan ve sanatçıların Soğuk Savaş’ın ekonomik meselelerine yönelik ilgisine akademyanın körleşmesine sebep olan ayrım çizgilerini dikine kesen bir yaklaşımı öne çıkartıyor.

Kitabın çıkarımına göre, sanatçılar kapalı bir estetik alanı içerisinde çalışma ortaya koyup bunları ekonomik piyasalarda dolaşıma sokmak için dağıtıyor değiller. Bilâkis, benim kanaatimce, sanatçıların eserlerini ta başından itibaren küresel ekonominin sürekli değişken koşullarına, en genel manada sanatın ne olduğu ile ilgili sorunun sınırlarını çizen, eleştirel söyleme rengini veren meselelere dair bilinç biçimlendiriyor.

Sanat tarihinde gördüğümüz, biçimsel analizin tarihine ve toplum tarihi ile düşünce tarihine dair geleneksel analiz temelli yaklaşımları ekonomi tarihine ait görüşlerle ve Soğuk Savaş incelemeleriyle birleştiren Modernitenin Ölçütleri çalışması, savaş sonrası dönemin ulusötesi modernizm pratiklerini anlamamızı sağlayacak yeni bir bakış açısı sunuyor.

Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder