İbn-i
Sina’nın aşkın olana ne denli uzak olduğu, tartışmalı bir konudur. Fakat ondaki
imkânlılık ve gereklilik üzerine kurulu ontolojinin Ernst Bloch’u epey
etkilediğine hiç şüphe yoktur.
Bloch’un
felsefe ve estetikle ilgili yazılarında “mümkün olan” ciddi bir yer işgal eder.
İbn-i Sina’yı materyalizm üzerinden okuyan Bloch, bu sayede İslam felsefesinin
kültür ve topluma dair eleştirel teori konusunda açacağı yolların önemini görme
imkânı bulmuştur.
Bloch
ile birlikte İslamî düşünce, bilhassa Batı rasyonalizmine karşı sığınılacak yer arandığı koşullarda, felsefi paradigmaların inşası konusunda önemli bir
referans noktası hâline gelmiştir.
Aristocu
solun önerdiği maddeye dair anlayışlar olmasaydı, Marksizm, bu kanaldan gelişme
imkânı bulamayacaktı. İbn-i Sina’da gördüğümüz, biçimle maddenin karşılıklı olarak
birbirlerine bağımlı olduğu anlayışından etkilenen Bloch, ne biçimin maddeye kayıtsız
olduğu ne de kendisini ona dayattığı bir estetik teorisi kurmuştur.
Bloch
ile birlikte sanat, salt bugünün eleştirisi olmaktan çıkmış, bugünün ötesine
adım atma cüreti gösterebilmiş, böylelikle, uzlaştırıcı bir güç olmaktan
kurtulup, daha iyi bir gelecek için önüne bakan ve bu şekilde hareket eden bir
ajitatöre dönüşmüştür.
Henüz
gerçekleşmemiş imkânlar üzerine kurulu bir dünya anlayışı olmasaydı, sanat,
asla önüne bakamazdı.
İbn-i
Sina’daki imkânlara ve maddeyi olgunlaştırıp kusursuz kılan biçime dair
anlayış, Bloch’un kendi estetik kategorilerini geliştirmesine katkıda bulunmuştur.
Bloch’un sık sık dillendirdiği “ex Oriente lux” (“Işık doğudan doğar”), Batı’nın
ötekisi olan halkların insanlığa ümit olabileceğini ciddi ciddi düşünmemizi
sağlayan bir şiardır.
Bu
yönelime temel teşkil eden ana ilke ise özneyle nesne, Marksizmle din, fizikle
metafizik, Doğu’yla Batı gibi tanımlayamama zaafının ve olumsuz yaklaşımların
icat ettikleri gerilimi temel alan birliktir.
Ernst
Bloch, Ütopyanın Ruhu isimli çalışmasını devrimci romantizm bağlamında
ele alır, ama bir yandan da gerçekliğe karşı duyarsız ve ilgisiz olan romantizm
konusunda uyarılarda bulunur.
Bloch’un
yazılarını biçimlendiren, orada sıklıkla konuşan ana unsur, metafiziktir. Ama bu
metafizik, aşkını olmayan, dolayısıyla bir özden mahrum olan bir metafiziktir. Yazılarındaki
aşkınlıksa dikey değil, yatay bir aşkınlıktır.
Bloch’a
göre ütopya, henüz Tanrı’nın vahyetmediği, insanın da henüz kurmadığı bir
topluma yönelik bir arzuyu ifade eder.
Din,
başka bir ifadeyle, metafizikteki “meta” olan sayesinde Bloch, “henüz
gerçekleşmemiş” olanı dikkate alan bir düşünsel kategoriye kavuşur. Bu kategori,
insanın kayıp olan bir şeye yönelik hasretini dile döker. Bu değerlendirme dâhilinde
sanat, yatay aşkınlığın taşıyıcısı hâline gelir. Ürettiği estetikse, budünyaya dair
vahyin açığa çıkmasını sağlar.
Bloch,
sanat, kültür ve din alanına dağılmış, ütopyacı hasrete ait imajların peşine düşer.
Bu arayış sebebiyle ondaki felsefe, bir yığın parçalı ve dağınık bakış açılarıyla
yüklü hâle gelir.
Geleceğe
yönelik, henüz gerçekleşmemiş ütopya arayışında olan diyalektik bir hamle ile
geçmişin kalıntılarını bugünle kaynaştıran Bloch, böylece felsefesine
zamandışılığın rengini çalar.
Kendisindeki
iyimserliği uslandıramayan, dünya görüşüyle alakalı boşlukları ve paradoksları
ortadan kaldıramayan bir felsefeci olarak Bloch, apaçık ortada olan estetik
anlayışı sayesinde sanatsal biçime ait duvarları yıkar.
İbn-i
Sina ve Aristocu Sol kitabındaki ideolojik dip akıntıları daha fazla
incelenmelidir. Zira bu kitap, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da epey nüfuz
sahibi olduğu bir dönemde kaleme alınmıştır.
Kerem Ebusehli
Güz
2017
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder