Pages

18 Ekim 2022

İbn-i Sina ve Ernst Bloch

İbn-i Sina’nın aşkın olana ne denli uzak olduğu, tartışmalı bir konudur. Fakat ondaki imkânlılık ve gereklilik üzerine kurulu ontolojinin Ernst Bloch’u epey etkilediğine hiç şüphe yoktur.

Bloch’un felsefe ve estetikle ilgili yazılarında “mümkün olan” ciddi bir yer işgal eder. İbn-i Sina’yı materyalizm üzerinden okuyan Bloch, bu sayede İslam felsefesinin kültür ve topluma dair eleştirel teori konusunda açacağı yolların önemini görme imkânı bulmuştur.

Bloch ile birlikte İslamî düşünce, bilhassa Batı rasyonalizmine karşı sığınılacak yer arandığı koşullarda, felsefi paradigmaların inşası konusunda önemli bir referans noktası hâline gelmiştir.

Aristocu solun önerdiği maddeye dair anlayışlar olmasaydı, Marksizm, bu kanaldan gelişme imkânı bulamayacaktı. İbn-i Sina’da gördüğümüz, biçimle maddenin karşılıklı olarak birbirlerine bağımlı olduğu anlayışından etkilenen Bloch, ne biçimin maddeye kayıtsız olduğu ne de kendisini ona dayattığı bir estetik teorisi kurmuştur.

Bloch ile birlikte sanat, salt bugünün eleştirisi olmaktan çıkmış, bugünün ötesine adım atma cüreti gösterebilmiş, böylelikle, uzlaştırıcı bir güç olmaktan kurtulup, daha iyi bir gelecek için önüne bakan ve bu şekilde hareket eden bir ajitatöre dönüşmüştür.

Henüz gerçekleşmemiş imkânlar üzerine kurulu bir dünya anlayışı olmasaydı, sanat, asla önüne bakamazdı.

İbn-i Sina’daki imkânlara ve maddeyi olgunlaştırıp kusursuz kılan biçime dair anlayış, Bloch’un kendi estetik kategorilerini geliştirmesine katkıda bulunmuştur. Bloch’un sık sık dillendirdiği “ex Oriente lux” (“Işık doğudan doğar”), Batı’nın ötekisi olan halkların insanlığa ümit olabileceğini ciddi ciddi düşünmemizi sağlayan bir şiardır.

Bu yönelime temel teşkil eden ana ilke ise özneyle nesne, Marksizmle din, fizikle metafizik, Doğu’yla Batı gibi tanımlayamama zaafının ve olumsuz yaklaşımların icat ettikleri gerilimi temel alan birliktir.

Ernst Bloch, Ütopyanın Ruhu isimli çalışmasını devrimci romantizm bağlamında ele alır, ama bir yandan da gerçekliğe karşı duyarsız ve ilgisiz olan romantizm konusunda uyarılarda bulunur.

Bloch’un yazılarını biçimlendiren, orada sıklıkla konuşan ana unsur, metafiziktir. Ama bu metafizik, aşkını olmayan, dolayısıyla bir özden mahrum olan bir metafiziktir. Yazılarındaki aşkınlıksa dikey değil, yatay bir aşkınlıktır.

Bloch’a göre ütopya, henüz Tanrı’nın vahyetmediği, insanın da henüz kurmadığı bir topluma yönelik bir arzuyu ifade eder.

Din, başka bir ifadeyle, metafizikteki “meta” olan sayesinde Bloch, “henüz gerçekleşmemiş” olanı dikkate alan bir düşünsel kategoriye kavuşur. Bu kategori, insanın kayıp olan bir şeye yönelik hasretini dile döker. Bu değerlendirme dâhilinde sanat, yatay aşkınlığın taşıyıcısı hâline gelir. Ürettiği estetikse, budünyaya dair vahyin açığa çıkmasını sağlar.

Bloch, sanat, kültür ve din alanına dağılmış, ütopyacı hasrete ait imajların peşine düşer. Bu arayış sebebiyle ondaki felsefe, bir yığın parçalı ve dağınık bakış açılarıyla yüklü hâle gelir.

Geleceğe yönelik, henüz gerçekleşmemiş ütopya arayışında olan diyalektik bir hamle ile geçmişin kalıntılarını bugünle kaynaştıran Bloch, böylece felsefesine zamandışılığın rengini çalar.

Kendisindeki iyimserliği uslandıramayan, dünya görüşüyle alakalı boşlukları ve paradoksları ortadan kaldıramayan bir felsefeci olarak Bloch, apaçık ortada olan estetik anlayışı sayesinde sanatsal biçime ait duvarları yıkar.

İbn-i Sina ve Aristocu Sol kitabındaki ideolojik dip akıntıları daha fazla incelenmelidir. Zira bu kitap, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da epey nüfuz sahibi olduğu bir dönemde kaleme alınmıştır.

Kerem Ebusehli
Güz 2017
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder