Bir
tarafta sürgün, Nazizm belası ve yeniden inşa edilmeye çalışan bir ülke, diğer
tarafta uzun mahpusluk, şedit devlet baskısı ve yeni kurulmuş bir ülkenin
yalpalamalar eşliğinde kendini bulma çabaları gibi oldukça menfi şartlar
altında âdeta süreklileşmiş bir kriz hâlinin içinden yazmaya çabalayan Bloch ve
Kıvılcımlı, bu bakımdan yaşadıkları devirlerin dünya-tarihsel sorun ve
duyarlılıklarından azade olmadıkları gibi, mezkur krizi melankolik bir içe
dönüşle romantik bir nostalji güzellemesine dönüştürmeden, eşitlikçi ve
özgürlükçü bir toplumsal devrim umudunu her daim diri tutup bu uğurda ihmal
edilmiş din, kültür ve gelenek gibi mefhumların sosyalist bir zaviyeden yeniden
yorumlanmasını, hatta bunların kendilerine mündemiç kimi baskılanmış
içeriklerini ön plana çıkararak, tümden temellükünü hedeflemişlerdir.
Ömürlerinin
sonuna kadar sosyalizm, komünizm ve Marksizm’e bağlılıklarını ısrarla
vurgulasalar bile din, kültür ve gelenek bahsindeki bu tavizsiz ilgileri
nedeniyle doktriner bir Marksizm anlayışının dışında değerlendirilen Bloch ve
Kıvılcımlı, iyi ihtimalle pek de lüzumlu olmayan meselelerle fazla meşgul olan
ve bu sebeple çözümleyici ve düzenli bir teorik mesaiye gelemeyen daha çok
nasihatçi ve ütopyacı bir düsturun mensupları olarak sol masallar anlatan eski
tip veliler gibi görülmüş; aksi durumda ise Marksist teorinin pirüpak
materyalizmine idealist birtakım eklentiler peşinde koşan mürtetler kabilinden
sayılmışlardır.
Bütün
bu yalnızlıklarına rağmen, sosyalist teori ve pratiğin yeniden inkişafı
çabasından taviz vermeyen bu iki nevi şahsına münhasır düşün adamının geçmişle
ilişkilenme gayreti iki farklı motivasyondan hareketle tezahür etmiştir ki zira
Bloch, sosyalist teori ve pratiğin eskiden örneklerinin bulunduğu, fakat
şimdilerde dikkate değer bir kıymeti haiz olmadığı kabulünden hareket eden bir
toplumsal ve düşünsel ortamın içinden gerekli misallerin hatırlatılması ve
yeniden değerlendirilmesi üzerinden ihya ve temellük çabasını yürütürken,
Kıvılcımlı, sosyalizm namına herhangi bir teori ya da pratiğin bu toplum ve
topraklarda zinhar olmadığı ve esamisinin okunamayacağına kani bir çevrenin
içinden, ziyadesiyle daha müşkül şartlar altında, bir yokluğun var olduğunu
ispat çabasının baskın olduğu bir teorik mesainin içinde olmuştur.
Geçmişteki
cümle sosyo-kültürel teorik-pratik birikimle aynen aktarımdan çok eleştirel bir
yeniden değerlendirme kaygısını da beraberinde getirdiği gibi, Bloch ve
Kıvılcımlı da artık geri getirilmesi mümkün olmayanı diriltmeye ya da geri
getirmeye dair nafile bir umuttan çok, yaşanan anı tahrik etmek, ona karşı
durmak maksadıyla, devri sabıka seslenen, ona kulak veren isyancılar,
peygamberler, veliler, şairlerin bu müşterek lisanından[1] konuşmaktalardır.
Böylelikle geçmiş olmuş bitmiş, davası güdülmez bir ıskartalar yığını gibi
değil de gölgesi bugüne ve geleceğin üzerine düşen bir bitmemiş, yahut henüz
farkına bile varılmamış birtakım olasılık ve koşulların mebzul miktarda
bulunduğu bir imkân dairesi olarak temayüz ettiği gibi Bloch ve Kıvılcımlı da
tam bu noktada geçmişin eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal devrim ideali
ekseninde yaratıcı bir biçimde alımlanmasının örneklerini vermişlerdir.
Bir
başka ifadeyle, Benjamin’in bir yandan tarihsel materyalizm, diğer yandan
ilahiyatın lisanıyla konuşarak, seküler ve Mesihçi âleme, aynı anda söz
söylemesi, nasıl ki salt bir aynılaştırma hamlesine değil de daha çok uzlaşmaz
karşıtlıklarla işleyen iki alanı ilişkiselliğe teşvik eden, kışkırtan bir
müştereklik ve birbirinin içinde erimese de istifade etmekten imtina etmeyen
bir yeni dilin olanaklarını arama çabasına tekabül ediyorsa[2], Bloch ve
Kıvılcımlı da bu iki alanı birbiriyle konuşur hâle getirerek, kimi zaman
birbiri yerine telif ederek ya da doğrudan tahrik ederek, artık kifayetsiz hâle
gelmiş ezberleri aşındırmaya, gözden geçirmeye kapı aralamak gayretindelerdir.
Barış Aydın
Temmuz
2020
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Talal Asad, Seküler Çeviriler: Ulus-Devlet, Modern Benlik ve Hesapçı
Akıl, Çevirmen: Ferit Burak Aydar, VakıfBank Kültür Yayınları, 2020, s. 77.
[2] Talal Asad, a.g.e., s. 231.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder