Şili’nin
katli, uzun zamandır beklenen bir şeydi. Son aylarında “can çekişen Allende
hükümeti”yle ilgili haberlere basın sık sık yer veriyordu. Medyada isimlerini
duyurarak geçimini sağlayan birçok kişi, Şili’nin ölümüne dair kelam etme ihtiyacı
duydu. Bir tek Washington’dan ses çıkmadı.
İngiliz
İşçi Partisi bile Şili’nin ölümünü resmi gözlerinden dökülen resmi yaşlarla
selamladı. Oysa parti, bu dönemde ne Şili’deki sosyal demokrasi pratiğiyle ne
de Afganistan’daki gelişmelerle ilgilendi. Bu durum, katilleri bir süre rahatsız
etti. Oysa bu adamlar, İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte yaşanan en büyük
katliam olan 1965 Endonezya katliamı kadar büyük bir katliama imza atmışlardı.
Darbeden
önce Santiago duvarlarına bu genç gericiler “Cakarta” yazdılar. Bugün Şili
ordusu, televizyonları başında haberleri izleyen halka Endonezya’nın ülkeye yabancı
yatırımcıları çekmek konusunda ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor. Demek ki
Şili’de de yabancı yatırım ile ilgili bir sorunla yüzleşilmeyecek. Orta sınıfın
alacağı intikamın kaç kişiyi katledeceğini kimse bilmeyecek, çünkü sadece fabrikalarda
çalışan, gecekondularda veya köylerde yaşayan insanlar ölecek ve onların
adlarını kimse işitmeyecek. Neticede üzerinden yüz yıl geçti ve biz, Paris
Komünü’nün ezilmesi sonrası kaç kişinin öldüğünü hâlen daha bilmiyoruz.
Şili’nin
ölümü üzerine yazılan yazılardaki asıl sorun, bu yazıların çok azının Şili’yle
ilgili olması. Bu küçük ve uzak ülke, tıpkı otuzların İspanya’sı gibi bahtsız. Küresel
ölçekte önemli olan siyaseti başkalarına örnek olacak cinsten, ama bu siyaset maalesef
korumasız.
Şili,
birçok şeyin sınandığı, birçok sorunun cevap bulduğu yerdi. Amerikalılar, Şili’nin
sosyalizmin şiddet araçlarının kullanıldığı bir ayaklanma veya iç savaş
olmaksızın iktidar olup olamayacağı sorusundan daha önemli olan yönler içerdiğini
kesinlikle biliyordu. Dün olduğu gibi bugün de onlar için asıl mesele, Latin
Amerika’daki emperyalist gücün muhafaza edilmesi. Bu güç, sadece Şili’de değil,
Peru’da, Panama’da, Meksika’da ve kısa süre önce Perón’un elde ettiği zaferle
Arjantin’de tesis edilen muhtelif politik rejimler eliyle son beş yıl
içerisinde azalmıştı. En nihayetinde askerî darbenin fitilini asıl ateşleyen,
Allende değil, Perón’du.
ABD,
Şili’nin ipini çekmek için ülkeyi ekonomik açıdan boğazlayacak adımlara bel
bağladı. Ağır bir dış borç yükünün altında ezilen, ithalattaki hızlı artışa tanıklık
eden ülkenin bağımlı olduğu tek ürün olan bakırın fiyatı 1970’te birden düştü
ve iki yıl boyunca düşük seviyede kaldı. Amerikalılar daha fazla bekleyemeyeceklerini
gördüler. Şili silâhlı kuvvetlerine yapılan kesintisiz silâh teslimatı, ABD’nin
darbeyi her zaman aklının bir köşesinde tuttuğunu ortaya koyuyordu.
Dünya
açısından Şili, sosyalizmin geleceğinin teorik düzlemde sınandığı yerdi. Hem sağcılar
hem de aşırı solcular, demokratik sosyalizmin işe yaramayacağını ispatlamakla
meşgullerdi. Şili’nin ölümü üzerine yazdıkları yazılar, sadece ne kadar haklı
olduklarını ortaya koymak içindi. Her iki kesime göre darbe, Allende’nin
hataları sonucu gerçekleşti.
Allende’nin
başında bulunduğu Halkın Birliği’ndeki zafiyetler ve yanlışlar, tabii ki ciddiyetle
ele alınmalı. Şimdiden, olan biten üzerinden efsaneler kaleme alınmazdan önce,
üç şeyin netliğe kavuşturulması gerekiyor.
1.
Şurası gayet açık ki Allende hükümeti intihar etmedi, katledildi. Bu hükümetin
sonunu finansal kriz, politik veya ekonomik hatalar değil, bombalar ve silâhlar
getirdi. Bazı sağcılar, “Allende muhaliflerine darbeden başka bir seçenek bıraktı
mı?” diye soruyorlar. Bu sorunun cevabı gayet basit: darbe yapmamak.
2.
Allende hükümeti nezdinde sınan, demokratik sosyalizm değil, burjuvaziydi. Hukukun
ve anayasanın kendisine artık hiçbir avantaj sağlamadığını düşünen burjuvazi, hukuka
artık daha fazla bağlı kalmak istemedi. Halkın Birliği, İngiltere’de İşçi Partisi
hükümetlerinin elinde olan ve bu hükümetlerin bir biçimde heba ettikleri
anayasal güce hiçbir vakit sahip olmadı. Bu hükümetin başında hukukî düzlemde
azınlık oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı vardı ve bu cumhurbaşkanı,
düşmanlarının kontrol ettiği, kendisine düşman olan bir meclisle ve yargı
sistemiyle boğuşmak zorunda kaldı. Bu düşmanlar, Halkın Birliği hükümetinin
önerdiği kanunların çıkmasına hep mani oldular, sadece muhalefetin izin
verdikleri yürürlüğe girdi. Allende’nin elinde anayasal güç yoktu. Allende,
sadece anayasanın budadığı hakların bahşedildiği bir cumhurbaşkanı olarak sahip
olduğu imkânlardan istifade edebildi, kendisindeki yaratıcılık gibi hasletlerle
yetinmek zorunda kaldı. Bu yıl yapılan meclis seçimlerinde kontrol ele geçirilemeyince,
anayasal araçlar üzerinden ilerlemek dışında başka bir yol kalmadı. Allende,
gene de dizginleri eline alamadı.
3.
Peki anayasa dışı araçlar mevcut muydu? Bu aşamada Allende, legalite yerine
devrim seçeneğine başvurmadı. Halkın Birliği, ne orduda ne de siyasette elindeki
fizikî kudreti devreye sokabilecek bir konuma gelebildi. Esasında iç savaş,
Allende’nin nefret ettiği bir şeydi. Oysa belirli bir tarihsel deneyime sahip
her yetişkin bilir ki iç savaş bazen zaruridir. Fakat Allende, iç savaştan
kaçınmak için elinden gelen her şeyi yaptı, çünkü o, kendilerinin iç savaşı
kaybedeceğine inanıyordu. Haklı olduğuna hiç şüphe yok.
Güç
kullanması konusunda karşı tarafı tahrik eden, düşman oldu. Üstelik bunun için
yıkıcı etkilere yol açacak, işçi sınıfının başvurduğu geleneksel yöntemlerden
istifade edildi. Nakliye firmaları, ülke genelinde greve çıktılar. Bu grevin
amacı, sadece ekonomiyi felç etmek değil, ayrıca hükümeti baskı uygulama ve
istifa seçeneklerinden birini seçmeye zorlamak, böylelikle silâhlı kuvvetlerin politik
tarafsızlık konumunu terk etmesini sağlamaktı. Çünkü gericiler, silâhlı
kuvvetlerin kendisini sol veya sağ ile tanımlamak durumunda kalması hâlinde
sağı tercih edeceğini biliyorlardı. Geçen yılın güz aylarında yapılan grevler
başarısız olurken, bu yaz yapılan grevler başarılı oldular.
Bu
hamleye karşılık Allende, sadece direniş tehdidini savurmakla yetindi. Aslında pratikte
karşı tarafa şu soruyu sordu: “O korkunç, uzun vadede kontrol edilemez olan iç
savaş seçeneğine hazır mısınız?” Muhtemelen Allende, Şili burjuvazisinin iç
savaş süreci içerisine girmek istemeyeceğini düşünerek bir hesap hatası yaptı. En
genel manada sol, bu süreçte sağın duyduğu korkuyu ve içindeki nefreti
küçümsedi. İyi giyimli kadınların ve adamların kanın tadını alma konusunda
hiçbir çekincelerinin olmayacağını göremedi. Buna karşılık, yaşanan olayların
da ortaya koyduğu biçimiyle, sol örgütlü bir direniş ortaya koydu. Bu direnişin
yeterince örgütlü olup olmadığını zaman gösterecek. Ama muhtemelen direnişin örgütsel
düzeyi kâfi gelmeyecek. 1964’te Brezilya solu dövüşmedi, ama Şili solu, kanının
son damlasına kadar dövüşecek. Bugün ülke, karanlık bir döneme giriyor ve
herkes, ışıkları kimin söndürdüğünü gayet iyi biliyor.
Peki
Allende ne yapabilirdi? Hâlihazırda toprağa düşmüş veya kısa bir süre
içerisinde ölecek olan cesur kadın ve erkeklerin yanlışlarını sorgulamak için
gayet zor bir momentteyiz. Bugün Allende’nin mezarı başına gidip, üzerinde “ben
sana dememiş miydim?” yazılı dövizler taşıyan kalabalığın arasına karışmayı
kimse istemez. Böylesi bir zamanda neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda
ayrım yapmak bile zor bir iş. Bu aşamada bakır piyasası gibi Şilililerin
kontrolünde olmayan şeylerden, Halkın Birliği içerisindeki kavgalar sebebiyle atılamayan
politik adımlardan, teorik planda başka şekilde ele alınabilecek, pratikte
değiştirilebilir olan hususlardan ve farklı etkilere yol açabilecek politikalardan
bahsedilebilir. Neticede Allende hükümeti, ekonomi sahasında bir kumar oynadı
ve bu kumar, onca risk ve tehlikelere rağmen oynandı ve kaybedildi.
Ama
ben, gene de Allende’nin 1972 yılının başından itibaren zamana
oynayabileceğini, yapılan büyük değişikliklerin geri çevrilmesine mani olabileceğini,
bu değişiklikleri güvence altına alabileceğini, şansı yaver gitmesi durumunda,
Halkın Birliği’nin kendisine ikinci bir şans verilmesini sağlayacak bir politik
sistem kurabileceğini düşünmeden edemiyorum. Allende, cumhurbaşkanlığı dönemi
boyunca ne sosyalizmi inşa edebildi ne de bunu teklif edebildi. Son birkaç
ayında eli kolu bağlandı, pratikte hiçbir şey yapamaz hâle geldi. Darbeyi
herkes bekliyor, herkes öngörüyordu. Onun gelişi kimseyi şaşırtmadı.
Eric Hobsbawm
20 Eylül 1973
Editörün
Notu:
İngiltere’de
yayınlanan New Society dergisine gönderilmiş olan bu makalenin son kısmı,
dergi yayın kurulu tarafından çıkartıldı. Ertesi hafta (27 Eylül 1973 günü) çıkacak
sayısında yayımlanmak üzere yayın kuruluna gönderdiği mektupta Eric Hobsbawm, “dile
getirdiği argümanın iç tutarlılığı adına” kimi hususları özet bir biçimde
aktarma ihtiyacı duydu:
1.
Halkın Birliği, işçiler ve yoksullar arasında geniş bir destekçi kitlesi elde
etme konusunda başarılı olsa da alt orta sınıfın, küçük çiftçilerin ve iş
adamlarının desteğini alamadı. Bu, ölümcül bir hataydı. Allende ve Komünist
Partisi, bu hatanın ne kadar önemli olduğunun farkındaydı.
2.
Şili hareketi, 1964’te Brezilya’daki hareketten farklı olarak, silâhlı direnişi
kesintisiz bir biçimde sürdürdü. Bu sayede eldeki mevzilerin tümü yitirilmedi,
bundan sonra da yitirilmeyecek.
3.
Şili’de eski demokratik düzene geri dönülme ihtimali bulunmuyor. Muhtemelen ülke,
ufak tefek değişikliklerle birlikte, Brezilya’nın yürüdüğü yoldan yürüyecek. Aşırı
sağcı gerillalarla, teknokratlarla ve mebzul miktarda yabancı sermayeyle tanışacak.
Bir sonraki kurban, galiba Peru ordusundaki “Nasırcı kanat olacak.
4.
On yıl sonra ABD, muhtemelen kendisini daha az mesut edecek bir Latin Amerika
bulacak.
[Kaynak: Viva La Revolución: Eric Hobsbawm on Latin America, Little, Brown, 2016, s. 318-321.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder