Giriş
Son
dönemde yeryüzü bilimcilerinin ağzından, insanın doğada ve habitatlarda eşi
benzeri görülmemiş bir tahribata yol açtığından başka bir söz işitilmiyor. “İnsan
Çağı” (Antroposen) olarak bilinen bu yaklaşım, ekolojinin ve gezegendeki mevcut
sistemlerin tüm ölçeklerde insanın varlığı ve faaliyetleri ile biçimlendiğini
söylüyor. “İnsan Çağı”, insan nüfusundaki artışın, kaynak çıkartma
girişimlerinin ve kaynak tüketiminin insanları dünyadaki jeolojik ve ekolojik
değişimin asli gücü hâline getirdiği anlayışını temel alıyor (Crutzen ve
Stoermer 2000). Mevcut yazına göre bu güçler, türlerin yok olmasından iklim
değişikliğine kadar bir dizi kapsamlı etkiye yol açıyorlar (Ceballos, Ehrlich
ve Dirzo 2017). Oysa insanın çevre üzerindeki etkileri, tümüyle biyolojik
değil.
“İnsan
Çağı” denilen fikir (Moore 2015a), aynı zamanda antropojenez anlayışını temel
alıyor. Bu anlayış, insanın doğadan ve çevreden ayrı olduğunu, kolayca
algılanabilen, zararlı eylemlerde bulunduğunu söylüyor (Moore 2016a, Sayre 2012).
Burada kalmayan ilgili anlayış, insan faaliyetlerinin çevre üzerinde yol açtığı
etkileri insan nüfusuna bağlıyor.
Örneğin
2014 tarihli değerlendirme raporunda, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli,
şunu söylüyor:
“Dünya genelinde ekonomik büyüme
ve nüfus artışı, fosil yakıt tüketimi kaynaklı karbondioksit artışlarının
arkasındaki en önemli itici güç olmaya, bu anlamda, iklim değişikliğinin de
asli itici gücü olarak varlığını sürdürmeye devam ediyor.” (IPCC 2014).
Aynı
şekilde, Kasım 2017’de 15.000’in üzerinde bilim insanı, “İnsanlığa Uyarı” başlıklı
bir bildiri kaleme aldı ve orada çevresel tahribatın bilimsel kanıtlarına
işaret etti. Bu bildiride, sorunun ana kaynağının insan nüfusu olduğu ifade
ediliyordu:
“Hızlı nüfus artışının
birçok ekolojik, hatta toplumsal tehdidin arkasındaki asli itici güç olduğunu
kabul etmezse, nüfus artışını yeterince sınırlamazsa, sera gazı salınımının
azaltılması gibi gerekli tedbirleri almazsa, insanlık, zaten tehlike altında olan
biyosferimizin korunması için acilen atılması gereken adımları atmakta çok geç
kalacak.” (Ripple vd. 2017).
Burada
“toplumsal tehditler” derken, iklim değişikliği kaynaklı göç sorunlarından, bu
sorunun yol açacağı şiddetli çatışmalardan, devletlerarası savaşlar ve isyanlar
gibi gelişmelerden söz ediliyor. (Gleditsch, Nordås ve Salehyan 2007).
Ancak
öte yandan birçok sosyal bilimci ve solcu akademisyen de insanı jeolojik aktör
olarak görmenin doğaya ve politikaya dair yaklaşımımızı yeniden gözden geçirme fırsatı
sunduğunu söylüyor. Stengers’ın (2017) da ifade ettiği biçimiyle, İnsan Çağı,
insanın hayatı idame ettiren karmaşık ağlar içerisindeki yerinin yeniden tarif
edilmesini gerekli kılıyor. İnsan Çağı anlayışını eleştirenler, bu kavramın
İnsan denilen soyut kategori üzerinden insana ait sorumlulukları görmezden
geldiğini söylüyorlar.
Buna
karşılık, iklim değişikliği torbasına atılan birçok çevre krizinin cereyan
ettiği, eşitsizlikle malul coğrafyaların gerçekliğini anlatmak adına, bir de
Sermaye Çağı (Moore 2015b, 2016b) ve Plantasyon Çağı (Haraway 2015, 2016) gibi
kavramlar öneriliyor. Akademik çalışmalar, esasen İnsan Çağı anlayışının,
gezegen ölçeğinde büyümeyi ve nüfus artışını sınırlandırmak gerektiğini
söyleyen görüşü beslediğini (Butler 2016), bu anlamda, insan nüfusundaki artışı
gene merkeze yerleştirdiğini söylüyorlar.
Yeryüzündeki
imkânların doğal sınırı olduğunu söyleyen fikrin çıkış noktası, on sekizinci
yüzyılda yaşamış olan Thomas Robert Malthus’un Nüfus İlkesi Üzerine Makale
isimli çalışmasıdır. Malthus bu makalede, insanın verdiği zarardan ve gıda
kaynaklarındaki üretimin sınırlı olması karşısında insan nüfusunun katlanarak
arttığını söyler (Malthus 2004 [1798]).
Yirminci
yüzyılın ortalarından itibaren çevre üzerine çalışma yürüten bilim insanları, Malthus’un
insan nüfusu ve doğal sınırlarla ilgili fikirlerini güncellediler ve bu
fikirleri, toprak erozyonu, ormansızlaşma, kirlilik ve iklim değişikliği gibi
sorunlara uyguladılar.
Bu
yeni Malthusçu yaklaşımlar, çoğunlukla insan bedenini açgözlü kaynak kullanımı
ve çevre tahribatı ile ilişkilendiriyorlar. Nüfusun bomba gibi tehlikeli bir
şey olduğunu söyleyen bu tür yaklaşımlar (Ehrlich 1968) baskıcı nüfus kontrolü
politikalarını gerekçelendirmek için kullanılıyorlar. Neticede nüfus kontrolü
politikaları da kadın düşmanlığını, patriarkayı, ırkçılığı, sömürgeciliği ve
kapitalist sömürüyü besliyor (Hartmann 1987; Sasser 2014; Silliman ve King 1999).
Geniş
bir bağlam dâhilinde ele aldığımızda, İnsan Çağı anlayışının feminist
eleştirisine ve bu anlayışın arkasındaki Yeni Malthusçuluğun cinsiyetçi
tutumuna yönelik eleştirinin acilen yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Biz
de iklim değişikliği meselesini ciddiye alıyoruz, bu meselenin esas olarak
insanların faaliyetlerinden kaynaklandığını söyleyen bilim insanlarına
katılıyoruz. Ama biz, Yeni Malthusçuluğun dile getirdiği önermelerin sorunlu
olduğunu düşünüyoruz. Kaynakların belirli sınırları olduğu görüşünü temel alan Yeni
Malthusçuluk, kıtlığı, eşitsizliği ve çelişkiyi doğallaştırıyor. Dahası, bu
yaklaşım, iklim değişikliğinin sebeplerini yanlış teşhis ediyor, çoğunlukla
soruna sebep olma noktasında çok az katkısı olan, marjinal grupları ve halkları
suçluyor. Bu tutumu üzerinden Yeni Malthusçuluk, zaten sorunlu olan nüfus
kontrolü ile ilgili olarak, baskı ve silâh zoruyla uygulanan tedbirler için
kapı aralıyor. İşin üzücü yanı şu ki bu çözüm diye önerilen tedbirler, esas
olarak zayıfları hedef alıyor ve sorunu kökten çözmüyor.
Yeni
Malthusçuluk bugün eleştirilmesine rağmen, her zamankinden daha güçlü. Biz, bu
düşünce tarzının etkisinin kırılması gerektiğini düşünüyor, iklim değişikliği
ile ilgili her türden ekolojik yaklaşımın bu eleştiriyi yöneltmesi gerektiğini söylüyoruz.
Bilhassa feminist politik ekoloji, İnsan Çağı dâhilinde cereyan eden ve onun
ötesine uzanan çevresel değişikliklerin cinsiyetle alakalı yönlerini açığa
çıkartmak istiyorsa, bu eleştiriyi yapmalı. Bu eleştiri için önce Yeni
Malthusçuluğun düşünce tarzının iklim değişikliği ve sebeplerine dair geliştirdiği
anlayışları inceleyelim.
Yeni
Malthusçuların Çevresel Değişiklik ve İnsan Çağı’nın Sorunlarıyla İlgili Yaklaşımları
Sayısı
giderek artan bir bilimsel çalışma grubu, sera gazı salınımlarının yanı sıra
gelecekteki nüfus eğilimlerini tahmin etmeye odaklanıyor ve aile planlaması
müdahaleleriyle nüfus artışını yavaşlatmanın daha az salınıma yol açacağını ve
böylece iklim değişikliğinin etkilerini azaltacağını savunuyor (Gaffin ve
O'Neill 1997; O'Neill vd., 2010, 2012). Benzer araştırmalar, doğum kontrol
yöntemlerinin, en çok etkilenen toplulukların iklim değişikliğinin etkilerine
uyum sağlamalarına yardımcı olurken, aynı zamanda dirençli kalarak düşük
maliyetli bir strateji sunduğunu ileri sürüyor (Martine 2009). Çalışmalar,
büyük ölçekli, toplu eğilimler üzerinde modellenen, nüfus artışı ve karbon salınımlarının
uzun vadeli tahminlerine odaklanıyor. Bunu yaparken, belirli sonuçları (düşük
nüfus artışı, düşük salınımlar) ideal ve diğerlerini (yüksek büyüme, yüksek salınımları)
kötü olarak belirlemek suretiyle gelecekteki olası sonuçları tahmin ediyorlar.
Bu,
basit bir düşünce alıştırması değil: Nüfus ve sera gazı salınımları ile ilgili
tahminler, insan hayatına dair hesaplama ile ilişkili olarak yapılıyorlar. Bu tahminlerde,
küresel ölçekte çevreyle ilgili belirlenmiş hedeflere ulaşmak için belirli
sayıda insanın heba edilmesi üzerinde duruluyor (Murphy 2017). Bu tür bir
hesap, perde gerisindeki gücün işleyişini ortaya koyuyor:
“İnsan hayatlarının heba
edilmesiyle salınımları ortadan kaldırmayı öngören mantık, insan hayatına o
değer nasıl verilecek, değeri kim verecek, bu değerin ölçeği ne olacak gibi
soruları gündeme getiriyor.” (Hartmann, Hendrixson ve Sasser 2016, 74).
2007'de
düzenlenen bir uluslararası iklim değişikliği konferansında verdiği röportajda,
bu mantığı savunan Çinli bir yetkili, Çin'in tek çocuk politikasıyla önlenen
milyonlarca hayatın, iklim düzleminde karbon salınımlarını önlediğini ve bu anlamda
olumlu sonuçlara yol açtığını söyledi. Yetkili, Çin nüfusunun, politikanın
uygulanmasıyla yaklaşık 300 milyon azaltıldığını aktardı, ayrıca “2005’te 1,3
milyar ton karbondioksitin salınmasına mani olduklarını” iddia etti (Doyle
2007).
Nüfuz
sahibi Batılı liderler ve eğilimleri tayin eden kudretli isimler de aynı
şekilde aşırı nüfus sorununu ele alıyorlar ve iklim değişikliğinin etkilerinin bu
sorunun çözülmesiyle azaltılabileceğini iddia ediyorlar. Gerçekten de, hem (Hükümetlerarası
İklim Değişikliği Paneli ile birlikte iklim değişikliği aktivizmi nedeniyle
2007 Nobel Barış Ödülü'nü kazanan) eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore hem de
Microsoft'un kurucu ortağı ve hayırsever Bill Gates, 2014’teki Dünya Ekonomi
Forumu'nda, doğum kontrolü ile ilgili çalışmaların, iklim değişikliğinin
etkilerinin azaltılmasına dönük faaliyetler dâhilinde uyumlu kılınması
gerektiğini söyledi (Cox 2014). Gates, kendi adını taşıyan vakfı (Bill &
Melinda Gates Vakfı 2017) aracılığıyla, öncelikle dünyanın en fakir
ülkelerindeki doğum kontrol programlarını finanse ederek, bu yaklaşıma finansal
kaynaklar akıtan bir isim.
Amerikalı
çevre yazarı Eugene Linden (2017), nüfus, çevre ve iklim değişikliği arasında
kurulan ilişkinin başka bir yönüne dikkat çekiyor. New York Times için yazdığı
uzun bir görüş yazısında, Trump yönetiminin Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’na
yaptığı yıllık katkıları kesmemesi gerektiğini tutkuyla savunuyor ve bunu
yapmanın, sürekli ısınan bir dünyada hızla artan nüfus artışına katkıda
bulunacağını öne sürüyor. İnsan nüfusundaki bu artışın, çevresel yıkım sürecini
hızlandıracağını, kıtlık, savaş ve mülteci ordularının yol açacağı kıyameti
yakınlaştıracağını söylüyor. Linden, nüfus artışının iklim değişikliğine neden
olduğunu iddia etmese de, nüfus artışının, özellikle küresel Güney’de, nüfus ve
iklim değişikliğinin ikili baskısı nedeniyle kaynaklar azaldıkça, giderek daha
yoğun çevresel yıkımları ve sefaleti beraberinde getireceğine dair endişelerini
dile getiriyor.
Bugünün
iklim değişikliği söyleminde karşımıza çıkan Yeni Malthusçuluk, altmışlarda
dile getirilen, kötü senaryo üzerinde duran öngörülerle örtüşüyor. O dönemde
Ehrlich (1968), Hardin (1974) ve Meadows vd. (1972) gibi çevreci
akademisyenler, dünya ölçeğinde kontrol altına alınmadığı takdirde nüfus
artışının çevresel tahribata yol açacağını söylüyorlardı. Ama zaman iklim değişikliği
denilen olgu, oyunun kurallarını değiştiren bir unsur hâline geldi. Akla hayale
sığmayacak ölçüde büyük bir çevresel tahribatın gerçekleşeceği beklentisi içerisinde
olanlar, yaklaşan ekolojik krizi iklim değişikliği olgusu üzerinden izah
ettiler (Hartmann 2017). Buradan da mevcut sorunların olağanüstü önlemlere
ihtiyaç duyduğu sonucuna ulaştılar.
Sözü
edilen önlemler, bugün “nüfus mühendisliği” ve askerî müdahale alanının
genişlemesi gibi baskıcı nüfus kontrolü tedbirlerini içeren tehlikeli
stratejilerin önünü açıyor. Bize göre askerî müdahale ve nüfus mühendisliği
denilen yöntemler, yaşam ve yaşamsal süreçler üzerindeki kontrolü pekiştiren
iklim değişikliği ile ilgili eril müdahalelere yol açıyorlar. Bu konuda,
çevreye yönelik eril müdahalelerle ilgili yazına göz atmak gerekiyor (örneğin,
Plumwood 1993; Shiva 2012).
Bu
tür eğilimler, bilimsel ve siyasi çevrelerin nüfus kontrolü önlemleri ile
ilgili olarak son dönemde dile getirdikleri tekliflerde karşımıza çıkıyor.
2016'da bir grup biyoetikçi, küresel iklim krizinin aciliyetinin, ölçeğinin ve
yoğunluğunun günümüzde toplumların yüzleştikleri en önemli ahlakî sorunlar
olduklarını, krizin aciliyetinin farklı baskı biçimlerinin tatbik edilmesini
gerekli kılan stratejilere ihtiyaç duyduğunu söyleyen bir makale kaleme aldı
(Hickey, Rieder ve Earl 2016). Yazarlar, nüfusun büyüklüğü ve yapısı ile
oynanması, bunun için tercihlerin artırılması, tercihlerin ayarlanması ve özendirici
girişimleri öngören müdahalelerin gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyorlar. İlgili
yaklaşım, herkesin hayrına olacağını düşündükleri işlerin yapılabilmesi için
bireyin üreme haklarının elinden alınması üzerinde duruyor. Yazarlara göre,
herkesin hayrına olan bir sonucun ortaya çıkması için insan sayısının azalması
gerekiyor. Bu yaklaşım, üreme ile ilgili özgürlüğün insanların elinden
alınmasıyla iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılacağını düşünüyor.
2007'de
Avustralyalı bir profesör, Medical Journal of Australia’da aynı şekilde,
iklim değişikliğini azaltmaya yardımcı olmak için nüfus kontrolü çağrısında
bulunan bir mektup yayınladı.
“Yeni annelere mali yardım
uygulamasından vazgeçilmeli, sera gazı salınımına katkı sunan girişimler
ödüllendirilmemeli, aksine, ‘kirleten öder’ ilkesi uyarınca karbon vergisi anlamında
bir 'Bebek Vergisi' uygulamaya konulmalıdır.” (Walters 2007, 668).
Makale
devamında, aile başına düşen çocuk konusunda bir üst sınırın getirilmesini
öneriyor, bu üst sınırı aşan ailelerin karbon vergisi ödemesi, bu vergiyle
toplanan paralarla da çocukla birlikte açığa çıkan sera gazını karşılayacak
miktarda ağaç dikilmesi gerektiğini söylüyor.
Bu
türden baskıcı tedbirler, bilhassa politika uygulama yetki ve gücü bulunmayan
ideologlarca dillendirildiklerinde, zararsızmış gibi görünüyorlar. Diğer bir
mesele de kimi vekillerin nüfus kontrolü konusunda baskıcı tedbirler alınması ile
ilgili olarak getirdikleri teklifler. Örneğin Katrina Kasırgası'ndan birkaç yıl
sonra, o sırada eyalet Meclisi Sağlık ve Refah Komitesi’nin başkan yardımcısı
olan eski Louisiana Temsilcisi John LaBruzzo (R-Metairie), devlet yardımı alan
kişilerin ameliyatla kısırlaştırılmaları için onlara bin dolar verilmesini
önerdi. Bu zatın mantığına göre, iklim değişikliği sebebiyle meydana gelen,
Katrina Kasırgası türünden olaylar, ileride daha sık görülecek. Dolayısıyla,
barınma ve başka kaynaklar konusunda devletin eline bakan düşük gelirli
insanların sayısının doğal felâketlerle birlikte azalması, ekonomik kaynakların
artmasını sağlayacak (ACRJ 2009; Waller 2008).
LaBruzzo'nun
planı başarısız oldu (ki zaten kısa süre sonra komitedeki görevine son
verildi), fakat bu konuda şunu söylemek gerekiyor: onun baskıcı tedbir alınması
ile ilgili teklifi, esasen ancak iklim değişikliğinin abartıldığı koşullarda dillendirilebiliyor.
İklim değişikliğinden söz eden dil, bildiğimiz hâliyle hayatın eskiye oranla daha
büyük bir tehdit altında olduğunu söylüyor. Bu, hemen ele alınması gereken
büyük bir tehdit. Acilen harekete geçilmediği takdirde, önlenemez sonuçlara yol
açabilecek bir tehdit bu. Kriz fikrinin belirleyici olduğu bu türden senaryolarda,
bireylerin üreme haklarının kısıtlanması gerektiği, bu fedakârlığın zaruri
olduğu söyleniyor.
Yeni
Malthusçuluk üzerinden dillendirilen iklim değişikliği meselesi, bir yandan da
askerî müdahalelere kapı aralıyor. Bu tür yaklaşımların çatışmaları
alabildiğine ırkçı ve cinsiyetçi bir yerden ele aldıklarını görmek gerekiyor
(Enloe 2000).
Örneğin
Betsy Hartmann, özellikle Afrika'da nüfus artışını azaltmak için başvurulan,
asker temelli uluslararası stratejilerin, hem çok doğum yapan genç kadınları
hem de genç erkekleri potansiyel teröristler olarak gördüklerini, bu kişilere
yönelik korkudan beslendiklerini söylüyor. İlginçtir, Yeni Malthusçuluk da hem
çok doğum yapıp kaynakları tüketen kadından hem de kötüleşen koşullar
karşısında şiddete yüzünü dönen erkekten korkuyor. Sonuçta ortaya Hartmann’ın
(2014) “Malthus’un Afrika İçin Öngördüğü Rejim” dediği şey açığa çıkıyor. Bu
rejim, en nihayetinde bilhassa Batılı aktörlerin Afrika’ya yönelik olarak
gerçekleştirecekleri insani yardım amaçlı müdahaleleri ve askerî müdahaleler
için gerekli bahane olarak iş görüyor. Hem gezegenin sıhhatinin hem de
dünyadaki politik istikrarın tehlike altında olduğu fikrine yaslanan bu tür bir
cinsiyetçi program, askerî müdahaleler dâhil her türde sıra dışı müdahaleyi
meşrulaştırıyor. Hartmann’ın da dediği gibi, Afrika'da kapsamı giderek genişleyen
Terörle Mücadele, bir yandan da iklim kaynaklı sorunların acilen çözülmesi
gerektiğini söyleyen fikirle besleniyor.
Katz
(2008), acilen ele alınması gereken, iklimle ilgili ihtiyaçlara odaklanmak
yerine, askerî tepkilerin ve çevresel zarar mağdurlarının iklim değişikliğinin
muhtemelen daha şiddetli hâle getirdiği Katrina Kasırgası gibi doğa olayları
konusunda suçlanmalarının ardındaki mantığın sorunlu etkilerine işaret eden
isimlerden. Bu hamlenin, çevre kaynaklı güçlüklere karşı, temelsiz, yukarıdan
aşağıya dayatılmış bir yaklaşımı öne alan, baskıcı gözetim ve kontrol
araçlarını güçlendiren alabildiğine eril tepkilerle uyumlu olduğunu belirtmek
gerekiyor. İklim değişikliği meselesine, genel anlamda çevre kaynaklı güçlüklere
yönelik olarak gündeme getirilen askerî müdahaleler (Gilbert 2012) militarizasyon
denilen sürecin yeşile boyanmasını beraberinde getiriyor (Lunstrum 2014).
Bu
noktada şu hususu vurgulamak gerekiyor: nüfusun fazla olduğunu söyleyenler, çatışmaları
körükleme konusunda sahip oldukları sorumluluklardan kurtulmak isteyen elitlere
çalışıyorlar, zira bu kişiler, nüfus artışını, kıtlığı ve çatışmaları birbirine
bağlamak suretiyle, liderlere “doğal” bir bahane sunmuş oluyorlar. Bu, Sudan’ın
Darfur bölgesinde, seçkinlerin düzenlediği ve devlet tarafından onaylanan
çatışmada da tanık olduğumuz bir bahane. İngiliz sömürge yönetimi yanında
kapsamlı ekonomik, politik ve bölgesel eşitsizliklerin tarihsel köklerine bakmadan
ele alınan çatışmayı Birleşmiş Milletler ve ana akım medya, doğal kaynaklarla
ilgili rekabetin artmasının bir sonucu olarak değerlendirmişti (Hartmann 2014;
Verhoeven 2014).
Neticede
nüfusa dair korkular çok işe yarıyorlar, zira “Üçüncü Dünya” kadınlarının ve
erkeklerinin üreme faaliyetlerine ve giderek bozulan çevrelerine ilişkin sınıf
temelli, cinsiyetçi ve ırkçı değerlendirmelerin dillendirilmesinde, bu korkular
önemli bir rol oynuyorlar.
Bu
eğilimlerin Yeni Malthusçu düşünceden acilen kurtulmanın zaruri olduğunu ortaya
koyduğunu tespit ettiğimizde, İnsan Çağı konusunda geliştirilecek her türden
politik ekoloji yaklaşımının Malthusçuluk karşıtı olması gerektiğini de söylemiş
oluruz. Bize göre, feminist politik ekolojinin merkezinde Malthusçuluk karşıtı eleştiri
durmalıdır. Aksi takdirde, feminist politik ekoloji, iklim değişikliğiyle
ilgili yaklaşımların cinsiyetçi niteliğini anlamamıza katkı sunamaz. Bu sebeple
biz, önce politik ekolojiye odaklanıyoruz, ardından da Yeni Malthusçu
önermelerin iklime dair cinsiyetçi tutumların genel anlayışıyla nasıl
örtüştüğünü ortaya koymak için, feminist politik ekolojinin çevresel değişime
dair cinsiyetçi yaklaşımlara yaptığı müdahaleleri inceliyoruz.
Politik
Ekolojinin Yeni Malthusçuluğa Yönelik İtirazı
İklim
değişikliği ile ilgili değerlendirmelere Yeni Malthusçuluğun musallat olmasına
nasıl karşı koyabiliriz?
Biz
bu noktada, siyasetin, iktidarın ve toplumsal-ekolojik ilişkilerin farklı
ölçeklerde birbirini nasıl şekillendirdikleri üzerinde duran bir alan olarak
politik ekolojiye geri dönülmesini öneriyoruz. Yeni Malthusçu düşüncenin reddi,
bu eleştiri bütününün ana temasını oluşturuyor.
Çalışmalarını
yetmişlerde kaleme alan, büyük ölçüde Marksist bir gelenekten yararlanan ve
çalışmaları politik ekolojinin temelini oluşturacak olan akademisyenler,
Ehrlich (1968) ve onun Yeni Malthusçu arkadaşlarının argümanlarında delikler
açmaya başladılar. Örneğin, Enzensberger (1974) ve Harvey (1974), Yeni Malthusçu
düşünceyi, sınıfsal bağlılıkları maskeleme işlevi gördüğünü söylüyordu. Harvey,
“doğa” veya “doğal kaynakların” sabit olmadığını, kapitalist üretim tarzı
aracılığıyla toplumsal olarak üretildiğini belirtti. Hem yoksulluk hem de
kaynak kıtlığı, bu nedenle nüfusun biyolojik yasalarının bir sonucu değil, daha
çok kapitalizmin merkezinde duran zenginliğin kötü dağılımının politik-ekonomik
sonuçlarının bir sonucuydu.
Watts
(2013 [1983]), Blaikie (1985) ile Blaikie ve Brookfield (1987) gibi erken dönem
politik ekolojistler, politik ekolojinin oluşmakta olan hatlarını tanımlamaya
başladıklarında, bu kararlı Malthus karşıtı eleştiriyi projelerinin merkezî
unsuru kıldılar ve bu eleştiriden hiç vazgeçmediler (Robbins ve Smith 2017).
Politik
ekolojinin Marksist köklerine döndüğümüzde, temel anlayışlarından birinin Yeni
Malthusçu düşüncenin hem çevresel zararın hem de çevresel çatışmanın gerçek
nedenlerini nasıl maskelediğine dair eleştirinin durduğunu görürüz. Bu eleştiri,
nüfustaki değişimin çevresel tahribatla bir alakasının bulunmadığını iddia
etmez. Ama gene de ortada, nüfus artışının çevresel tahribata tek başına sebep
olan şey olmadığını ispatlayan çalışmaların bulunduğunu söylemek gerekiyor
(Leach ve Mearns 1996).
Örneğin
Satterthwaite (2009), 1980-2005 arası dönemde nüfus artış oranlarındaki genel
eğilimin karbon salınımlarının en yavaş düzeyde arttığı bölgelerde en yüksek
hızda artma yönünde olduğunu ortaya koyuyor. Bunun nedeni, artan karbon salınımı
gibi çevresel zararların, teknolojiden ve muhtemelen daha da önemlisi, refahtan
ve buna bağlı zenginlik ve siyasi gücün eşit olmayan dağılımından büyük ölçüde
etkileniyor olmasıdır. Esasında çevresel zararın temelinde yatan şey, insan
sayısı değil, bu son saydığımız faktörlerdir, çünkü bunlar, insan nüfusunun
ayrıcalıklı bir kısmı arasında aşırı tüketime ve aşırı sömürüye yol açarlar. Yapısal
açıdan asıl nedense, kaynakların aşırı kullanımını teşvik eden, ödüllendiren ve
bununla gelişen küresel kapitalist ekonomik sistemimizdir (Fletcher, Breitling
ve Puleo 2014; Hartmann 2001).
Benzer
şekilde, çevresel kaynaklar ile ilgili çatışmaların sebebi, çevresel güvenliği esas
alan Yeni Malthusçu düşünürlerin dediğinin aksine, sınırlı kaynakları giderek
daha fazla insanın kullanıyor olması değildir (Homer-Dixon 1999; Kaplan 1994). Bilâkis,
politik ekolojistlerin de gösterdiği biçimiyle, bu tür çatışmalar ve çatışmalara
bağlı “kıtlık”, büyük ölçüde zenginlerin ve sağlam bağlantılara sahip kişilerin
aşırı tüketimi teşvik etmelerini ve yoksulların kaynaklara erişmesine mani
oldukları eşitsiz politik imkânların ve kapitalizmin sahip olduğu niteliğin bir
sonucudur (Hartmann 2010; ve Lohmann 2005). Bu bize, kaynakların tıpkı kıtlık,
bozulma ve taşıma kapasitesi kavramları gibi sabit olmadığını, aksine politik,
ekonomik ve sosyal olarak inşa edildiğini söyler (Bobrow-Strain 2001). Farklı
yazarlardan oluşan bir grup, iklim değişikliği anlatılarının depolitize edici
etkileri hakkında benzer şekilde bizi uyarmakta (Davis 2010; Lohmann 2008), politik
ekonomi içerisinde açığa çıkmış, yapısal eğilimlere bağlı olan yapısal nedenlere
ve sonuçlara işaret etmektedir.
Feminist
Politik Ekoloji ve İklim Değişikliği
Hâsılı
biz, iklim değişikliği bağlamında bu Malthus karşıtı geleneğin tekrar
diriltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca, bu varsayımların yaygın ve zarar
verici doğası göz önüne alındığında, İnsan Çağı’na odaklanan her türden politik
ekolojinin, Malthusçuluk karşıtı olması gerektiğini söylüyoruz.
Çevresel
değişimin toplumsal cinsiyete dayalı yönlerini ve gerçekten de toplumsal
cinsiyete dayalı niteliğini ortaya çıkarma konusunda hep öncü konumunda olmuş
bir gelenek olarak feminist politik ekoloji, kendi içerisinde, mevcut çevresel
dönüşümlere dair eleştirel çalışmalar konusunda umut verici bir yol açıyor.
Feminist
politik ekoloji, çevresel anlaşmazlıkların ve müzakerelerin eleştirel
analizinde feminist teori, politik ekoloji ve feminist bilim araştırmalarından
unsurlar arasında köprü kuran disiplinlerarası bir alt alandır. Daha önceki
önemli çalışmalar (Carney 1992; Rocheleau 1995; Seager 1993) tarafından ön
plana çıkartılan feminist politik ekoloji, bilimsel sahneye Rocheleau’nun,
Thomas-Slayter’ın ve Wangari’nin 1996'da yayımlanan, çığır açıcı kitabı Feminist
Politik Ekoloji ile adım attı. Bu çalışma, hakların, sorumlulukların ve
kaynak politikalarının doğayla ilişkileri dâhilinde edindikleri cinsiyetçi
niteliğe dikkat çekiyordu. Farklı örnek olay incelemeleri ve kaynak hakları
literatüründen, ayrıca bilim ve teknoloji ile ilgili feminist bakış açılarından
yararlanan kitap, toplumsal cinsiyet rollerinin çevreyi deneyimleme ve çevreyle
ilişki kurma biçimimizi nasıl şekillendirdiğine dair kışkırtıcı bir analiz
sundu. Kitabın yayımlanması ardından geçen yirmi yıllık süreçte
biyoçeşitliliğin korunması, su manzaraları ve tüketim gibi çok çeşitli toplumsal-çevresel
sorunların daha iyi anlaşılmasına ve potansiyel dönüşümüne katkıda bulunan
canlı bir bilgi üretimine tanıklık edildi (Rocheleau ve Padini 2017).
İklim
değişikliğiyle ilgili olarak, feminist politik ekoloji kapsamında üretilen son
çalışmalar, çevresel krizlerin toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve bunların
sınıf, ırk, ulusal köken vb. ile kesişme çizgileri üzerindeki etkilerine
odaklandı.
Kadınların
sayıca çok oldukları marjinal ve yoksul topluluklar, kıtlık, sel ve toprak
kaymalarının sonuçlarını derinden hissediyorlar (Alston ve Whittenbury 2016).
Örneğin Seager (2009), kadınların, çocukların ve göçmenlerin “doğal” afetlerden
daha fazla etkilendiğini söylüyor. Bu, kaynaklara erişim konusunda
yüzleştikleri eşitsizliğin, ayrıca kadınların ancak çocuk bakarak toplumsallaşma
imkânı bulmasının, bu sebeple, baktıkları çocukları, yaşlıları ve hayvanları geride
bırakamıyor oluşlarının bir sonucu.
Katz'ın
(2008) Katrina Kasırgası vakası konusunda dile getirdiği gibi, bu durum, aynı
zamanda neoliberal kapitalizmin toplumsal yeniden üretime yönelik yaygın
saldırısından da kaynaklanıyor. Kadınlar, ailelerine ve topluluklarına bakmakla
yükümlüler; bu, mevcut çevresel dönüşümler altında daha da zorlaşan bir görev.
Bu koşullarda kadınlar, sağlık, eğitim ve gıda temini gibi konularda, hayatı
sürdürmek için gerekli tüm faaliyetlerin yükünü sırtlamak zorunda. Kadınlar,
çocuklar ve göçmenler daha fazla çalışmak durumunda kalıyorlar, daha uzun mesafeleri
yürüyorlar ve öte yandan kaynaklara kısıtlı erişime sahip oluyorlar (Aguilar,
Granat ve Owren 2015). Bu aynı zamanda, “gezegen bakıcılığı işinin
kadınsılaştırılması” ile de ilgili bir mesele (Rocheleau 2015), zira yerel
topluluklar, iklim değişikliğinin etkilerini kontrol altına almaktan ve tersine
çevirmekten büyük ölçüde sorumlu tutuluyorlar. Örneğin bu insanlar, iklim politikası
çerçevesinde aile planlaması ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için
başvurulan ormancılık programları gibi tedbirlere maruz kalıyorlar.
İklim
değişikliğinin etkilerini azaltma ve yeni sürece uyum konusunda devletin ve
piyasanın gerçekleştirdiği tüm müdahaleler, en çok da kadınları mağdur ediyor,
onlara zarar veriyor. Bazı yazarlar, iklim değişikliğinin etkilerini azaltma çabalarının
ve uyum projelerinin farklı sahalarda yürütülen arazi gaspları ile bağlantısını
ortaya koyuyor (Camargo ve Ojeda 2017). Etkileri azaltma ve uyum projeleri,
kadınlar ve erkekler tarafından eşit olarak deneyimlenmeyen çitleme ve
özelleştirme dinamikleriyle ilişkilendiriliyor. Örneğin, Kuzey Kolombiya’da
biyodizel üretimi için hurma yağı plantasyonlarının hızla genişlemesiyle ilgili
olarak Jennifer Petzl (2016), bölgede iklim değişikliğinin etkilerini azaltma
ile ilgili olarak yürütülen projelerin nasıl daha fazla cinsiyet eşitsizliğine
ve kadınların erkek partnerlerine daha fazla bağımlı olmasına, kadınların daha
fazla eve mahkûm olmalarına neden olduğunu ortaya koyuyor.
Benzer
şekilde, feminist politik ekoloji, toplumsal cinsiyete dayalı bilgi üretim
biçimlerinin, doğanın politik, akademik ve günlük söylemlerde kavranma
biçimlerine nasıl aracılık ettiğine işaret ediyor. Politika yapımında ve
çevresel değişim ile ilgili bilgi üretiminde toplumsal cinsiyetin rolüyle
ilgili olarak farklı yazarlar, iklimsel müdahalelerin ayrıcalıklı nesnesi
olarak görünen, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya veya uyum sağlamaya
indirgenen “soyut doğa” anlayışının nispeten yakın bir zamanda ortaya çıktığını
söylüyorlar. İklim anlayışı içerisinde yeniden üretilen doğa anlayışları (Ulloa
2012, s. 17), doğa ile ilgili fikirlerin bilginin eşitsiz jeopolitikasının bir
sonucu. Bu bağlamda, “soyut doğanın ortaya çıkışı” lafının, bir yanıyla doğanın
alternatif üretimlerini ve küresel güneydeki yoksul ve ırkçılığa maruz kalan
toplulukların yerel halk ve kadın temelli deneyimleri gibi farklı direniş
biçimlerini görünmez kıldığını görmek gerekiyor.
Bu
anlamda iklim alanında geliştirilen doğa anlayışı, esasen sadece birkaç uzmana,
çoğunlukla küresel kuzeydeki beyaz adamlara, onun hakkında ve onun adına
konuşma yetkisi veren, doğanın çok sınırlı bir versiyonuna işaret ediyor
(Boykoff 2011). Dolayısıyla bu doğa anlayışı, eril bir bakış açısıyla
üretilmiş, derinlemesine cinsiyetçi bir doğa kurgusudur (Harris 2006). Bu hâliyle
söz konusu doğa anlayışı, “eril tahakküm ideolojilerinin ve efendi-köle ilişkisinin
yapılandırdığı matematiksel ve teknolojik bilimin merkezîliği” fikrini (Israel
ve Sachs’tan aktaran: Carey vd., 2016, s. 781) temel alır ve iklim değişikliği ile
bu konuda yapılacak müdahaleler konusunda dışlayıcı bir çerçeve meydana getirir.
Örneğin, iklim değişikliği ile ilgili bilgi üretiminde en önemli bilimsel
alanlardan biri olan buzulbilim ile ilgili olarak, Carey ve arkadaşları, feminist
bir buzulbilimin inşasında göz önünde bulundurulması gereken üç ana yöne işaret
ederler:
1.
Kadınların bilgi üreticileri olarak dışlanmaları;
2.
Bilim ve bilginin tüm yönleriyle cinsiyetçileştirilmesi;
3.
Bilimsel tahakküm sistemlerinin savaş, kontrol ve sömürgecilikle ilgili eril
ideolojileri temel alması.
Biz
tam da bu bağlamda, iklim değişikliği konusunda feminist politik ekolojinin
geliştirdiği önemli bir tespit olarak, “iklimin değiştiği gerçeğini ciddiye
alan, kent ve kır bağlamında tüm mekânlarla ilgili geliştirilen anlayışları ve
ekolojiye dair muhayyileyi çeşitlendirme yükümlülüğü” üzerinde duruyoruz.
(Rocheleau ve Padini). 2017, s. 805).
Feminist
politik ekolojinin iklim değişikliği konusunda geliştirdiği eleştiri, İnsan
Çağı denilen kavramın kendisinin eril bir kavram olduğunu söyleyen feminist eleştirilerle
tamamlanır. Zira İnsan Çağı denilen kavram ve bu kavramı temel alan anlayış, kendi
içinde bütün olan insan denilen olguyu iklim sistemini istemeden de olsa
istikrarsızlaştıran ve tarihi harekete geçiren ana unsur olarak görür. Böylesi
bir yaklaşım, doğalında, iklim değişikliğinin etkilerini derinden hissedenleri
bu etkilerin sebebi olarak görür, bir yandan da toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf
ve sömürge konusunda oluşmuş olan ayrım çizgilerini silikleştirir (Todd 2015;
Tsing 2016; ayrıca bkz.: Malm ve Hornborg 2014). Her şeyin ötesinde, feminist
teori, dünya genelinde yaşanan derin çevresel krizlerin eşitsizlikler sebebiyle
yaşandığını hatırlatmak suretiyle, İnsan Çağı ile ilgili çalışmalara önemli bir
katkıda bulunur (Grusin 2017).
Örneğin
ABD’de yoksul Siyah toplulukları, bu eşitsizlikle ilgili tespitin kanıtıdır. Bu
insanlar, “İnsan Çağı” kavramına aşinadırlar. Bu kavram, onlar için “çevresel
ırkçılığın ve ekolojik sömürgeciliğin başka bir ad altında, yeniden dirilmiş
hâlidir” (Di Chiro 2017, s. 494). Bu yaklaşım, sonrasında bazı yazarların “Beyaz
Adam Çağı”ndan (Di Chiro 2017) ve “Fallus Çağı”ndan (LasCanta 2017)
bahsetmelerine neden olur.
Feminist
politik ekolojinin iklim değişikliği ile ilgili yaklaşımına katkı sunan önemli
çalışmalara ve sayıları giderek artan incelemelere rağmen (Bee, Rice, and
Trauger 2015; Gonda 2015; Harris 2015; Najjar 2015; Nyantakyi-Frimpong ve
Bezner-Ker 2015; Sultana 2014), iklim değişikliği ve İnsan Çağı bağlamında dile
getirilen Yeni Malthusçuluk üzerinde yeterince durulmadı. İklim değişikliği
konusunda feminist politik ekolojinin yaptığı o zengin katkı üzerinden bugün
Yeni Malthusçu düşünceye dikkate kesilmeli, bu yaklaşım redde tabi
tutulmalıdır.
Sonuçlar
Yeni
Malthusçu tezleri çürüten gelenek, uzun bir geçmişe sahip olsa da bu tezler,
bugün iklim değişikliği konusunda yapılan analizlerin ve gündeme gelen
müdahalelerin merkezinde durmaya devam ediyorlar. Bu açıdan, İnsan Çağı gibi
çevresel dönüşümler konusunda dillendirilen kavramları, politikaları, akademik
yaklaşımları anlamak için önce Malthusçuluk eleştirisine geri dönmek gerekiyor.
Daha
önce de ifade ettiğimiz gibi, “nüfus sorunu”nu ele alma biçimleri ve iklim
değişikliği bağlamında Malthus’un hayaletinin yeniden ortaya çıkışı, çevre
konusunda kadınların suçlanmasını, böylelikle kadın bedenlerinin nüfus kontrolü
tedbirleri konusunda hedef alınmasını beraberinde getirdi. Bu sürecin çilesini,
en çok da yoksul ve ırkçılık mağduru kadınlar çektiler.
Dolayısıyla
biz, nüfus konusunda dile getirilen kaygıların kıtlığı ve güvencesizliği doğallaştırdığını,
bunların doğal olgular gibi görülmelerini sağladığını, bu noktada iklim
meselesi bağlamında geliştirilen doğa anlayışının politik sonuçları olarak ele
alınmadıklarını söylüyoruz.
Bizim
tespitlerimiz, esasen kamusal alanda iklim değişikliğine dair tarihi, coğrafyayı
ve politikayı temel alan analizlerin eksikliğine dair endişelerin bir
sonucudur.
İklim
bağlamında geliştirilen doğa anlayışlarındaki cinsiyetçi nitelik tespit
edilmeli, bu tespite çevresel dönüşümlere yönelik Malthusçuluk karşıtı bir
tutum eşlik etmelidir. Bu iki husus, feminist politik ekolojinin iklim değişikliği
konusunda üzerinde durduğu ana unsurlardır. Yaşanılabilir bir geleceği kolektif
olarak inşa etmek için verilen mücadelede ancak böylesi bir yaklaşım ile güçlü
ittifaklar ve stratejiler inşa edilebilir.
Özetle,
iklim değişikliği meselesinin acilen çözüme kavuşturulmasının gerekli olduğu
fikrine biz de katılıyoruz. Bu ittifaklar ve stratejiler geliştirilirken, bir
yandan da bu acil görev dâhilinde, Yeni Malthusçu aşırı nüfus söyleminin ve bu
söylemin ardındaki hatalı, ısrarla dillendirilen, tehlikeli mantığı
reddetmeliyiz.
Diana Ojeda
Jade S. Sasser
Elizabeth Lunstrum
11 Aralık 2017
Kaynak
Kaynakça:
Aguilar,
Lorena, Margaux Granat ve Cate Owren. 2015. Roots for the future: The
landscape and way forward on gender and climate change. Washington, DC:
IUCN and GGCA.
Yayına
Hazırlayanlar: Alston, Margaret ve Kerry Whittenbury. 2016. Research, Action
and policy: Addressing the Gendered Impacts of Climate Change. New York:
Springer. The Asian Communities for Reproductive Justice (ACRJ). 2009. “Looking
Both Ways: Women’s Lives at the Crossroads of Reproductive Justice and
Climate Justice.” Momentum Series içinde, yayına hazırlayanlar: Rojas-Cheatham,
Ann, Dana Ginn, Paredes Shana, Griffin Aparna ve Shah Eveline Shen, Cilt.
5. Oakland, CA: ACRJ.
Bee,
Beth, Rice, Jennifer J., and Amy Trauger. 2015. “A Feminist Approach to Climate
Change Governance: Everyday and Intimate Politics.” Geography Compass 9
(6): 339–350. Compass.
Bill
and Melinda Gates Foundation. 2017. What we do: family planning – strategy
overview. Gates.
Blaikie,
Peter. 1985. The Political Economy of Soil Erosion in Developing Countries.
Londra: Routledge.
Blaikie,
Peter ve Harold Brookfield. 1987. Land Degradation and Society. Londra: Methuen.
Bobrow-Strain,
Aaron. 2001. “Between a Ranch and a Hard Place: Violence, Scarcity, and Meaning
in Chiapas, Mexico”. In Violent Environments içinde, yayına hazırlayanlar:
Nancy Lee Peluso ve Michael Watts, s. 155–187. Ithaca: Cornell University
Press.
Boykoff,
Maxwell. 2011. Who Speaks for the Climate? Making Sense of Media Reporting
on Climate Change. Nueva York: Cambridge University Press.
Butler,
Colin. 2016. “Sounding the Alarm: Health in the Anthropocene.” International
Journal of Environmental Research and Public Health 13 (7): s. 665–679. Pubmed.
Camargo,
Alejandro ve Diana Ojeda. 2017. “Ambivalent Desires: State formation and
dispossession in the face of climate crisis.” Political Geography 60
(1): s .57–65.
Carey,
Mark, M. Jackson, Alessandro Antonello ve Jaclyn Rushing. 2016. “Glaciers, gender,
and Science: A Feminist Glaciology Framework for Global Environmental Change
Research.” Progress in Human Geography 40 (6): s. 770–793. Sage.
Carney,
Judith. 1992. “Peasant Women and Economic Transformation in the Gambia.” Development
and Change 23 (2): s. 67–90. Wiley.
Ceballos,
Gerardo, Paul Ehrlich ve Rodolfo Dirzo. 2017. “Biological Annihilation via the Ongoing
Sixth Mass Extinction Signaled by Vertebrate Population Losses and Declines.” Proceedings
of the National Academy of Sciences of the United States of America. Geliştirilmiş
hâli: Pnas.
Cox,
Jeff. 2014. “Contraception Key in Climate Change Fight: Gore and Gates.” CNBC
24 Ocak CNBC.
Crutzen,
Paul ve Eugene Stoermer. 2000. “The “Anthropocene.” Global Change Newsletter
41: s. 17–18.
Davis,
Mike. 2010. “Who Will Build the Ark?” New Left Review 61: s. 29–46.
Di
Chiro, Giovanna. 2017. “Welcome to the White (M)Anthropocene? A Feminist-Environmentalist
Critique”. Routledge handbook of gender and environment içinde, yayına
hazırlayan: Sherilyn MacGregor, s. 487–504. New York: Routledge. Doyle,
Alister. 2007. “China Says One-Child Policy Helps Protect Climate.” Reuters
30 Ağustos. Reuters.
Ehrlich,
Paul. 1968. The Population Bomb. New York: Sierra Club/Ballantine Books.
Enloe,
Cynthia. 2000. Maneuvers: The International Politics of Militarizing Women’s
Lives. Berkeley: University of California Press.
Enzensberger,
Hans Magnus. 1974. “A Critique of Political Ecology”. New Left Review 84:
s. 3–31.
Fletcher,
Robert, Jan Breitling, and Valerie Puleo. 2014. “Barbarian Hordes: The Overpopulation
Scapegoat in International Development Discourse.” Third World Quarterly
35 (7): s. 1195–1215. Tandfonline.
Gaffin,
Stuart ve Brian O’Neill. 1997. “Population and Global Warming with and without CO2
Targets.” Population and Environment 18 (4): s. 389–413. Springer.
Gilbert,
Emily. 2012. “The Militarization of Climate Change.” Acme 11 (1): s. 1–14.
Gleditsch,
Petter, Ragnhild Nordås ve Idean Selhyan. 2007. Climate Change and Conflict:
The Migration Link. Coping with Crises Working Paper Series, International
Peace Institute.
Gonda,
Noémi. 2015.
“Patriarchy and Climate Change: A Feminist Political Ecology of Climate Change
Adaptation in Rural Nicaragua”. İklim Değişikliği Koşullarında Çiftçilik
Alanında Oluşan Kadın Açığının Kapatılması çalışmasına sunulan makale, Paris, 19
Mart.
Yayına
Hazırlayan: Grusin, Richard. 2017. Anthropocene Feminism. Minneapolis:
University of Minnesota Press.
Haraway,
Donna. 2015. “Anthropocene, Capitalocene, Plantationocene, Chthulucene: Making
Kin.” Environmental Humanities 6 (1): s. 159–165. Duke.
Haraway,
Donna. 2016. Staying with the Trouble: Making Kin in the Chthulucene.
Durham, NC: Duke University Press.
Hardin,
Garrett. 1974. “Commentary: Living on a Lifeboat.” BioScience 24 (10): s.
561–568.
Harris,
Leila. 2006. “Irrigation, Gender, and Social Geographies of the Changing Waterscapes
of Southeastern Anatolia.” Environment and Planning D: Society and Space
24 (2): s. 187–213. Sage.
Harris,
Leila. 2015. “A Quarter Century of Knowledge and Change: Pushing Feminism, Politics,
and Ecology in New Directions with Feminist Political Ecology”. A Political Ecology
of Women, Water and Global Environmental Change içinde, yayına hazırlayanlar:
Stephanie Buechler ve Anne-Marie Hanson, s. xix–xxiii. New York: Routledge.
Hartmann,
Betsy. 1987. Reproductive Rights and Wrongs: The Global Politics of
Population Control and Contraceptive Choice. New York: Harper and Row.
Hartmann,
Betsy. 2001. “Will the Circle be Unbroken? A Critique of the Project on Environment,
Population and Security.” Violent Environments içinde, yayına hazırlayanlar:
Nancy Lee Peluso ve Michael Watts, s. 39–63. Ithaca: Cornell University Press.
Hartmann,
Betsy. 2010. “The Ghosts of Malthus: Narratives and Mobilizations of Scarcity
in the US Political Context.” The Limits to Scarcity: Contesting the
Politics of Allocation, yayına hazırlayan: Lyla Mehta, s. 49–66. Londra:
Earthscan.
Hartmann,
Betsy. 2014. “Converging on Disaster: Climate Security and the Malthusian Anticipatory
Regime for Africa.” Geopolitics 19(4): s. 757–783. Tandfonline.
Hartmann,
Betsy. 2017. The America Syndrome: Apocalypse, War, and Our Call to
Greatness. New York: Seven Stories Press.
Hartmann,
Betsy, Anne Hendrixson ve Jade Sasser. 2016. “Population, Sustainable Development
and Gender Equality”. Gender Equality and Sustainable Development,
yayına hazırlayan: Melissa Leach, s. 5–81. New York: Routledge.
Harvey,
David. 1974. “Population, Resources, and the Ideology of Science.” Economic Geography
50 (3): s. 256–277. Jstor.
Hickey,
Colin, Travis N. Rieder ve Jake Earl. 2016. “Population Engineering and the
Fight against Climate Change.” Social Theory and Practice 42 (4): s. 845–870.
Homer-Dixon,
Thomas F. 1999. Environment, Scarcity, and Violence. Princeton, N.J.: Princeton
University Press.
Intergovernmental
Panel on Climate Change (IPCC). 2014. Climate Change 2014: Synthesis Report.
Contribution of Working Groups I, II and III to the Fifth Assessment Report of
the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cenevre: IPCC.
Kaplan,
Robert. 1994. “The Coming Anarchy: How Scarcity, Crime, Overpopulation, Tribalism,
and Disease Are Rapidly Destroying the Social Fabric of Our Planet.” Atlantic
Monthly 273 (2): s. 44–76.
Katz,
Cindi. 2008. “Bad Elements: Katrina and the Scoured Landscape of Social Reproduction.”
Gender, Place and Culture 15 (1): s. 15–29.
LasCanta,
LaDanta. 2017. “El Faloceno: Redefinir el Antropoceno Desde Una Mirada Ecofeminista”
[Phallocene: Redefining the Anthropocene from an Ecofeminist View].” Ecologia
Politica 53: s. 26–33.
Leach,
Melissa, and Robin Mearns. 1996. The Lie of the Land: Challenging Received
Wisdom on the African Environment, African Issues. Oxford: James Currey.
Linden,
Eugene. 2017. “Remember the Population Bomb? It’s Still Ticking”. New York Times,
15 Haziran. NYT.
Lohmann,
Larry. 2005. “Malthusianism and the terror of scarcity”. Making Threats, Biofears
and Environmental Anxieties, yayına hazırlayanlar: Betsy Hartmann, Banu
Subramaniam ve Charles Zerner, s. 81–98. Latham, MD: Rowman and Littlefield.
Lohmann,
Larry. 2008. “The Politics of Climate Change.” Transnational Institute 26
Eylül. Tni.
Lunstrum,
Elizabeth. 2014. “Green Militarization: Anti-poaching Efforts and the Spatial Contours
of Kruger National Park.” Annals of the Association of American Geographers
104 (4): s. 816–832. Tandfonline.
Malm,
Andreas ve Alf Hornborg. 2014. “The Geology of Mankind? A Critique of the Anthropocene
Narrative.” The Anthropocene Review 1 (1): s. 62–69. Sage.
Malthus,
Thomas Robert. 2004 [1798]. An Essay on the Principle of Population. New
York: Oxford University Press.
Martine,
George. 2009. “Population Dynamics and Policies in the Context of Global Climate
Change”. Population Dynamics and Climate Change, yayına hazırlayanlar: Jose
Miguel Guzman, George Martine, Gordon McGranahan, Daniel Schensul ve Cecilia
Tacoli, s. 9–30. New York: United Nations Population Fund (UNFPA) and
International Institute for Environment and Development (IIED).
Meadows,
Donella, Dennis Meadows, Jorgen Randers, and William Behrens. 1972. The Limits
to Growth: A Report for the Club of Rome’s Project on the Predicament of
Mankind. Lincoln, NE: Potomac Associates.
Moore,
Amelia. 2015a. “Islands of Difference: Design, Urbanism, and Sustainable
Tourism in the Anthropocene Caribbean.” The Journal of Latin American and
Caribbean Anthropology 20 (3): s. 513–532. Anthro.
Moore,
Amelia. 2016a. “Anthropocene Anthropology: Reconceptualizing Contemporary Global
Change.” Journal of the Royal Anthropological Institute 22 (1): s. 27–46.
Rai.
Moore,
Jason. 2015b. Capitalism in the Web of Life: Ecology and the Accumulation of
Capital. New York: Verso.
Yayına
Hazırlayan: Moore, Jason. 2016b. Anthropocene or Capitalocene? Nature,
History and the Crisis of Capitalism. Oakland, CA: PM Press.
Murphy,
Michelle. 2017. The Economization of Life. Durham: Duke University
Press.
Najjar,
Dina. 2015. “Women’s contributions to climate change adaptation in Egypt’s Mubarak
Resettlement Scheme through cactus cultivation and adjusted irrigation.” A Political
Ecology of Women, Water and Global Environmental Change içinde, yayına
hazırlayanlar: Stephany Buechler ve Anne-Marie Hanson, s. 141–162. Londra:
Routledge.
Nyantakyi-Frimpong,
Hanson ve Rachel Bezner-Ker. 2015. “The Relative Importance of Climate Change
in the Context of Multiple Stressors in Semi-arid Ghana.” Global Environmental
Change 32: s. 40–56. Direct.
O’Neill,
Brian, Michael Dalton, Regina Fuchs, Leiwen Jiang, Shonali Pachauri ve Katarina
Zigova. 2010. “Global Demographic Trends and Future Carbon Emissions.” Proceedings
of the National Academy of Sciences 107 (41): 17521–17526. Pnas.
O’Neill,
Brian, Brant Liddle, Leiwen Jiang, Kirk R. Smith, Shonali Pachauri, Michael
Dalton ve Regina Fuchs. 2012. “Demographic Change and Carbon Dioxide Emissions.”
The Lancet 380 (9837): s. 157–164. Direct.
Plumwood,
Val. 1993. Feminism and the Mastery of Nature. Londra: Routledge.
Ripple,
William J., Christopher Wolf, Thomas M. Newsome, Mauro Galetti, Mohammed Alamgir,
Eileen Crist, Mahmoud I. Mahmoud ve William F. Laurance. 184 ülkeden 15.364 bilim
insanının imzaladığı bildiri. 2017. “World Scientists’ Warning to Humanity: A
Second Notice.” BioScience 13 Kasım. Academic.
Robbins,
Paul ve Sara H. Smith. 2017. “Baby Bust: Towards Political Demography.” Progress
in Human Geography 41 (2): s. 199–219. Sage.
Rocheleau,
Dianne. 1995. “Maps, Numbers, Text, and Context: Mixing Methods in Feminist Political
Ecology.” Professional Geographer 47 (4): s. 458–466.
Rocheleau,
Dianne. 2015. “_Etica y ethos del cuidado” [Ethics and the ethos of care]. “Toplumsal
Cinsiyet ve Bakım Hizmetleri: Teoriler, Senaryolar ve Politikalar” başlıklı
uluslararası seminere sunulan makale. Bogota, 26-28 Ağustos.
Rocheleau,
Dianne ve Nirmal Padini. 2017. “Feminist Political Ecologies: Grounded, Networked
and Rooted on Earth.” The Oxford Handbook of Transnational Feminist Movements
içinde, yayına hazırlayanlar: Rawwida Baksh ve Wendy Harcourt, s. 793–814.
Oxford: Oxford University Press.
Yayına
Hazırlayanlar: Rocheleau, Dianne, Barbara Thomas-Slayter ve Esther Wangari. 1996.
Feminist Political Ecology: Global Issues and Local Experiences. New
York: Routledge.
Sasser,
Jade. 2014. “From Darkness into Light: Race, Population, and Environmental Advocacy.”
Antipode 46 (5): s. 1240–1257. Wiley.
Satterthwaite,
David. 2009. “The Implications of Population Growth and Urbanization for Climate
Change.” Environment and Urbanization 21 (2): s. 545–567. Sage.
Sayre,
Nathan. 2012. “The Politics of the Anthropogenic.” Annual Review of
Anthropology 41 (1): s. 57–70. AR.
Seager,
Joni. 1993. Earth Follies: Coming to Feminist Terms with the Global
Environmental Crisis. Londra: Earthscan/Routledge.
Seager,
Joni. 2009. “Death by Degrees: Taking a Feminist Hard Look at the 2 Degrees Climate
Policy.” Women, Gender and Research 18 (3–4): s. 11–22.
Shiva,
Vandana. 2012. Making Peace with the Earth: Beyond Resource, Land and Food
Wars. North Melbourne: Spinifex Press.
Silliman,
Jael ve Ynestra King. 1999. Dangerous Intersections: Feminist Perspectives
on Population, Environment, and Development. Cambridge, MA: South End
Press.
Stengers,
Isabelle. 2017. “Autonomy and the Intrusion of Gaia.” South Atlantic
Quarterly 116 (2): s. 381–400. Duke.
Sultana,
Farhana. 2014. “Gendering Climate Change: Geographical Insights.” The Professional
Geographer 66 (3): s. 372–381. Tandfonline.
Todd,
Zoe. 2015. “Indigenizing the Anthropocene.” Art in the Anthropocene:
Encounters Among Aesthetics, Politics, Environment and Epistemology içinde,
yayına hazırlayanlar: Heather Davis ve Etienne Turpin, s. 241–254. Londra: Open
Humanities Press.
Tsing,
Anna. 2016. “Earth Stalked by Man.” Cambridge Journal of Anthropology 34
(1): s. 2–16.
Ulloa,
Astrid. 2012. “Produccion de conocimientos en torno al clima. Procesos historicos
de exclusion/apropiacion de saberes y territorios de mujeres y pueblos indigenas
[İklimle ilgili bilgi üretimi: Kadınların ve yerli halkların ürettiği
bilgilerin dışlanması, onlara ait toprakların temellük edilmesi]”. Working
Paper Series Sayı 21. Berlin: desiguALdades.net.
Verhoeven,
Harry. 2014. “Gardens of Eden or Hearts of Darkness? The Genealogy of Discourses
on Environmental Insecurity and Climate Wars in Africa.” Geopolitics 19
(4): s. 784–805. Tandfonline.
Waller,
Mark. 2008. “LaBruzzo considering Plan to Pay Poor Women $1,000 to Have Tubes Tied.”
The Times-Picayune, 23 Eylül. Nola.
Walters,
Barry. 2007. “Personal Carbon Trading: A Potential “Stealth Intervention” for Obesity
Reduction?” Medical Journal of Australia 187 (11/12): s. 668.
Watts, Michael. 2013. [1983]. Silent Violence: Food, Famine, and Peasantry in Northern Nigeria. Atina: University of Georgia Press. Oxford.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder