2018
tarihli Namibya’daki Almanlar isimli belgesel, Alman kökenli zengin bir
toprak sahibinin yoksul Namibyalıların çektiği ekonomik çilenin suçunu aşırı
nüfusta ve kontrolsüz üremede bulan sözleriyle başlıyordu.
Malthusçu
“aşırı nüfus” teorisi, soykırım, sömürgecilik ve yeni sömürgecilik döneminin
geride bıraktığı, hâlen daha canlı olan mirasını görmemize mani olmak için kullanılan
güçlü bir fikirdir.
Bu
makalede dile getirildiği biçimiyle, Malthus’un “doğal kıtlık” tezi, esas
olarak toplumsal refah ve ekonomik eşitlik anlayışına karşı çıkan bir fikri
temel almaktadır.
Malthus,
hem ahlakî hem de politik açıdan yanlıştı. O, sadece emperyalizmin ve ırkçı
kapitalizmin kullandığı nüfus kontrolü politikaları için gerekli olan ve
genelde zarara yol açan, aynı zamanda zulüm sisteminin devamlılığını sağlayan ideolojik
çerçeveyi temin etti.
Bu
yazıda önce Malthus’un özgün tezi özetlenecek, ardından da onun sırf öngörü
üzerine kurulu politik argümanının toplumsal eşitlik anlayışıyla nasıl çeliştiği
ortaya konulacak. Bu bağlamda, Malthusçuluğun kapitalizmin ve emperyalizmin artık
nüfus meydana getirdiği ve eşitsizliği muhafaza ettiği süreç için bir tür kılıf
olarak nasıl kullanıldığına bakılacak, bunun için de ilgili teorinin ırk,
cinsiyet ve mekânla ilgili unsurları ele alınacak. Yeni Malthusçuluğu eleştiren
isimlerden istifade eden yazı, antiemperyalizmi ve antikapitalizmi temel alan
ve tüm coğrafi düzlemi kesen, farklı bir nüfus teorisi sunacak.
1798
tarihli Nüfus Üzerine Makale isimli çalışmasında Thomas Malthus, doğal
kıtlık, kaçınılmaz olarak oluşan sınıfsal ayrışma ve nüfustaki aşırı artışların
kontrol altına alınması ile ilgili görüşünü aktarır. Malthus’a göre, sınırlı
kaynaklar ve kontrolsüz nüfus artışı ile “doğamızın sabit kanunları” kaçınılmaz
olarak çelişir.[1]
Barnet
ve Morse, teoriyi şu şekilde özetlemektedir:
“Kıtlığın sebebi, doğadaki
kısıtlardır. Nüfustaki artış yönünde işleyen dinamik eğilim, geçim imkânlarını
sürekli daraltır. Kıtlığın arkasındaki itici güç budur.”[2]
Doğal
kaynaklardaki kıtlıkla doğal nüfus artışı arasındaki çelişki, en çok da
yoksulları vurur. “Hepimiz eşit olmadığımız sürece, eşitsizlik hâli devam
ettiği ölçüde, yoksulluğa hiçbir toplum biçimi mani olamaz”[3] diyen Malthus, nüfus
artışının kontrol altına alınmasını olumlu bir adım olarak değerlendirir. Bu
anlamda, açlığı, kıtlığı, bebeklerin öldürülmesini, anne karnında bebeklerin
ölmesini, savaşı ve hastalıkları “olumlu” unsurlar olarak görür.[4]
Malthus’u
ve yazılarını eleştirenlere göre o, gelirin yeniden dağıtılmasını talep
edenlere ve devrimci müdahalelere politik planda karşı çıkan bir isimdir. Giorgos
Kallis’e göre, Malthus devrimci isteklere yönelik reddiyeyi içeren bir makale
yayımlamış, orada “devrimcilerin yarardan çok zarar verdiklerini” söylemiştir.
Malthus’un
en büyük arzusu da yirminci yüzyılda örneklerine rastlayacağımız sosyal
yardımların ilk örneği olan ve yoksul mahallelere ücretsiz gıda dağıtılmasına
imkân sağlayan Yoksul Kanunları’nın yürürlükten kaldırılmasıdır.
Malthus’un
tezi, esasında sınıfsız toplumun inşa edilmesinin imkânsız olduğu iddiasını
temel alır.[5] Aynı şekilde David Harvey de Malthus’un makalesini “Godwin ve
Condorcet’teki ütopyacı sosyalist anarşizme karşı kaleme alınmış bir politik
risale olarak” niteler ve orada yazarın “Fransız Devrimi ile birlikte açığa
çıkan toplumsal ilerlemeye dair ümitlere karşı bir tür panzehir önerdiğini
söyler.[6] Mantıksal açıdan tutarlı olup olmaması veya herhangi bir değere
sahip olup olmamasından bağımsız olarak, Malthus’un makalesindeki “sınıfsal
nitelik”[7] makalenin ve beslendiği ideolojilerin gerisindeki politik niyeti ve
işlevi ortaya koymaktadır.
Yeni
Malthusçuluğu günümüzde savunan isimler, Malthus’un ideolojik çalışmasını özel
mülkiyeti, eşitsiz gelişmeyi ve yapısal ırkçılığı iklim değişikliği bağlamında
savunmak için kullanıyorlar. Örneğin Malthus’un makalesi, ta o günlerden
burjuva iktisatçıların ileride “servetin yeniden dağıtılması ve sosyal yardımlar
yapılması fikrine serbest piyasa adına karşı çıkacakları” öngörüsünde bulunmaktadır.
[8]
David
Harvey’ye göre, “Malthus, özel mülkiyeti savunan bir isimdir. […] Özel mülkiyet
temelli düzenlemeler de kaçınılmaz olarak gelirin, servetin ve üretim
araçlarının toplumda eşitsiz şekilde dağıtılmasını gerekli kılarlar.”[9]
Kallis
de “Malthus’un Hayaleti ve İnsan Çağı” isimli makalenin yazarları Ojeda, Sasser
ve Lunstrum da günümüzde çevre meselelerini tartışan mahfillerde doğanın
sınırlarına vurgu yapan yaklaşımların popülerleşmesine ve yol açtığı tehlikeye
işaret etmektedir.
Kallis,
çalışmasında, yetmişlerdeki kimi çevreci hareketlerin Malthus’un mantığını
miras aldıklarını, argümanlarını genelde sonu olan bir gezegende sonsuz
büyümenin imkânsız olduğu tezine ve bu büyümeyi korkulacak bir şey olarak gören
yaklaşıma dayandırdığını söylüyor.[10]
Nispeten
daha yakın bir zamanda yayımlanmış olan makalelerinde Ojeda, Sasser ve Lunstrum,
şu tespiti yapıyor:
“Etkili kimi Batılı liderler
ve eğilimleri tayin eden kudretli kişiler, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin
aşırı nüfus sorununun halledilmesiyle azalacağını söylüyorlar. Bu insanlar, coğrafyalar
arasındaki keskin ayrımlara, eşitsizliğe vurgu yapıyorlar, doğal kıtlığı esas
alıyorlar, iklim değişikliğinin sebeplerini tümüyle yanlış teşhis ediyorlar,
çoğunlukla da suçu kıyıya köşeye atılmış halklara atıyorlar, bir yandan da asıl
sorunun sebebini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmıyorlar.”[11]
Kapitalizm
nüfusu, Malthus’un eşitsizliği meşrulaştırmak için bahsedip durduğu doğal
sınırlardan ayrı olarak, tümüyle yapısal düzlemde belirlenmiş sınıfsal ve
toplumsal ilişkiler içerisinde, kendine has bir biçimde kullanıyor.
Nüfus
teorisi dâhilinde esasen insan doğasını ve doğal kıtlık fikrini temel alan
Malthus’tan farklı olarak Marx, “kapitalist üretim tarzına has nüfus kanunu”ndan
bahsediyor.[12] Marx’a göre, endüstrideki rezerv işçi ordusu veya nispi artık
nüfus, çalışan işçileri disipline etmek ve kapitalist piyasadaki daralma veya
genişlemeleri absorbe edebilmek için gereklidir.[13] Artık nüfus, işsizliğin ve
yoksulluğun sebebi olan kapitalizmin doğal bir sonucudur. Konuyla ilgili David
Harvey şunu söyler:
“Marx, bir nüfus
sorunundan değil, yoksulluktan ve insanın sömürülmesi meselesinden bahseder. O,
Malthus’un aşırı nüfus kavramı yerine nispi artık nüfus kavramını kullanır.”[14]
Ojeda,
Sasser ve Lunstrum ise günümüze ait bir örneği aktarır. Son dönemde Kolombiya’da
palm yağı plantasyonlarının genişlemesi, ülkedeki halkın üzerinde mekâna ve
cinsiyete dair etkilere yol açmıştır:
“Bölgede yaşanan sürecin
etkilerini azaltmaya yönelik projelerin yürürlüğe girmesiyle cinsiyetlerarası
eşitsizlik daha da artmış, kadınlar erkeklere daha fazla bağımlı hâle gelmiş, böylece
eve kapanmışlardır.”[15]
Bu
örnekte “aşırı nüfus” ve “doğal sınırlar” anlamlı ve doğru bir açıklamaya
ulaşma konusunda hiçbir katkıda bulunmazlar. Bu somut örnek, esasen yoksul
güney ülkelerinden birinde yeni plantasyon pazarının erkek işçileri yuttuğunu,
kadınların bu süreçten etkilendiğini, iklim değişikliğinin etkilerini azaltma
çabalarının özel mülkiyet ilişkilerine ve bu ilişkilerin ardındaki yapılara
dokunulmadan hiçbir sonuç vermeyeceğini ortaya koymaktadır.
Emperyalizm
ve yeni sömürgecilik, tüm dünya genelinde nüfus kontrolü politikalarının ve bu
politikaları besleyen söylemlerin gizlediği eşitsizliklere yol açmaktadır.
Harvey’nin de dile getirdiği biçimiyle:
“Aşırı nüfus argümanı,
sınıfsal, etnik veya (yeni) sömürgeci baskıların meşrulaşmasını sağlayacak
bahaneler üretmek için pekâlâ kullanabilir.”[16]
Örneğin
“Katrina Kasırgası’ndan yıllar sonra, eski Louisiana temsilcisi John LaBruzzo
Kongre’de devletten yardım alan insanlara ameliyatla kendilerini kısırlaştırsınlar
diye bin dolar yardım yapılmasını önermişti.”[17]
Bugün
ayrıca ABD, Afrika’daki askerî varlığını “kadınların fazla çocuk doğurduğu, kullandıkları
kaynakların kötüleştiği ve iklim sorununun önceden ve acilen çözülmesi gerektiği”
ile ilgili klişelere başvurarak meşrulaştırıyor.”[18]
Bu
tür örneklerde, aşırı nüfusun doğal kaynakların tükenmesini beraberinde getireceğini
söyleyen Malthusçuluk, esasen politik bir işlev görüyor ve temelde işleyen, güç
mücadelesi içerisinde tayin olan dinamiklerin üzerini örtüyor.
Çöl
bölgelerinde fırtınaların ve kuraklığın daha sık görülmesi, sanayinin saldığı
karbondioksitle alakalı olabilir, ama bu düzlemde bir yandan da ABD’deki ırk
ayrımcılığının, Afrika’da yeni sömürgeciliğin dayattığı azgelişmişliğin yol
açtığı eşitsizliklere bakmak gerekiyor.[19]
Küresel
kapitalizm, iklim bahsinde ırk ayrımcılığı yapıyor, ezilen ulusları ve kadınları
yoksullaştırıyor, ama nasıl oluyorsa Malthusçular da çıkıp suçu kontrolden
çıkmış nüfusun ve doğal sınırların üzerine atıyorlar.
Malthus
ve yeni Malthusçuluk eleştirileri, bize antiemperyalizmin ve enternasyonalizmin
ilkelerini temel alan farklı bir nüfus teorisi geliştirmemiz için gerekli yolu
açıyorlar. Kallis, aktardığı örneği gene sınırlar üzerinden ele alıyor, oysa
belki de bahsini ettiği örneği, yerli halkların egemenlik mücadelesi bağlamında
ele alsa, daha hayırlı bir iş yapmış olurdu:
“Kıyıya köşeye atılmış bir
halk, başkaları gelip kendi mekânına tecavüz etmesin diye sınır çeker. Aynı şekilde,
bir toplum da çokuluslu şirketin gelip kendisinin kutsal saydığı ormanı
kesmesine mani olur.”[20]
Aynı
bağlamda, Ojeda, Sasser ve Lunstrum da “gezegen bakıcılığı” denilen pratiğin
kadınlarla alakalı yönünü ele alıyor ve yerel toplulukların iklim
değişikliğinin olumsuz etkilerini kontrol altına alıp ortadan kaldırma konusunda
sorumlu tutulduklarını söylüyor.[21]
Her
iki örnekte de görüldüğü üzere, yerlilerin yeryüzü ile biyoçeşitliliği korumaya
ve mevcut özel mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırıp, ABD politikasını
hükümsüz kılmaya dönük çabalarının ezilen halklara daha iyi hizmetler sunacağı
açık.
Marx’tan
alıntı yapan ve temelde Malthus’un insan/doğa ayrımını eleştiren David Harvey, insanların
“doğayla bir olabileceklerini” söylüyor.[22]
Esasen
bazı çevrecilerin dillerine pelesenk ettikleri “soyut doğanın ortaya çıkışı”
lafının, bir yanıyla doğanın alternatif üretimlerini ve küresel güneydeki
yoksul ve ırkçılığa maruz kalan toplulukların yerel halk ve kadın temelli
deneyimleri gibi farklı direniş biçimlerini görünmez kıldığını” görmek gerekiyor.[23]
Bu
anlamda, geçmişte dillendirilen “insan-doğa karşıtlığı” fikrinden kopmak
gerekiyor. Bu kopuş, bizim insan ve doğa denilen, evrensel olmayan kategoriler
içerisindeki gerekli nüansları, çelişkileri ve yerele dair farklılıkları
görmemizi sağlayacaktır.
Kallis
çalışmasında, asgari ücret artışı, artan oranlı vergilendirme gibi sınırlayıcı
talepleri dillendiriyor[24], oysa bu talepler aynı zamanda sermayenin kâr
peşinde koşma, biriktirme ve artırma dürtüsünün azaltılmasına dönük talepler. Dahası
bu talepler, coğrafya, uluslar ve cinsiyetler ile ilgili farklı ölçekler dâhilinde
nispi artık nüfusun nasıl yaratılıp kullanıldığını, işçi sınıfının küresel
boyutlarının nasıl oluştuğunu anlama çabası dâhilinde güçlü bir zemine ve daha iyi
bir bağlama kavuşacaklardır.
Nüfus
teorileriyle ilgili tartışmaların ileride yürütülecek araştırmalar ve politik
örgütlenme faaliyetleri konusunda önemli sonuçlara yol açması mümkün. Çevre hareketleri,
Malthusçu argümanları, servetin yeniden dağıtılması fikrine ve devrimci
sosyalizme karşı geliştirilmiş politik projenin bir parçası olarak görmeliler.
Akademisyenler ve eylemciler, düzenin güvence altına aldığı işsizliğin, nüfus
kontrolünün ve ekolojik hasarın doğa kanunlarının değil, ırkçı kapitalizm,
emperyalizm ve beyaz üstünlükçülüğü denilen, değiştirilmesi mümkün olan
sistemlerin bir sonucu olduğunu idrak etmelidirler. Örgütçüler, bu ilke temelinde,
nüfusu, üretimi ve kıtlığı, kolektif mülkiyet biçimine kavuşturulabilecek,
toplumun ürettiği kategoriler olarak ele alan enternasyonalist bir hareket inşa
etmek için çaba sarf etmelidirler.
Michael Thomas Kelly
29 Kasım 2021
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Thomas Robert Malthus, “An essay on the principle of population”. Londra:
J. Johnson, in St. Paul’s Church-Yard, 1798: s. 5.
[2]
Harold J. Barnett ve Chandler Morse, “Scarcity and growth: The economics of
natural resource availability”, Washington, D.C.: Resources for the Future,
1963: s. 52.
[3]
Malthus, a.g.e., s. 11.
[4]
Giorgos Kallis, Limits: Why Malthus was Wrong and Why Environmentalists Should
Care. Stanford, C.A.: Stanford University Press, 2019, s. 14.
[5]
Kallis, a.g.e., s. 22.
[6]
David Harvey, “Population, resources, and the ideology of science”. Economic
Geography, 1974, 50(3), s. 258.
[7]
Harvey, a.g.e., s. 259.
[8]
Kallis, a.g.e., s. 19.
[9]
Harvey, a.g.e., s. 262.
[10]
Kallis, a.g.e., s. 44-45.
[11]
Diana Ojeda, Jade S. Sasser ve Elizabeth Lunstrum, “Malthus’s specter and the
Anthropocene”. Gender Place and Culture, 27(3), 2020, s. 317-318.
[12]
Harvey, a.g.e., s. 268.
[13]
Karl Marx, Capital Cilt 1. Londra: Penguin. [1867] 1993: s. 782-793.
[14]
Harvey, a.g.e., s. 269.
[15]
Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 324-325.
[16]
Harvey, a.g.e., s. 274.
[17]
Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 320.
[18]
Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 321.
[19]
Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa. Londra, BK.: Verso. [1972]
2018).
[20]
Kallis, a.g.e., s. 98.
[21]
Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 324.
[22]
Harvey, a.g.e., s. 267.
[23]
Ojeda, Sasser ve Lunstrum, a.g.e., s. 325.
[24] Kallis, a.g.e., 98.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder