Pages

31 Temmuz 2022

Devrimci Tıp Üzerine

“Tek bir insanın hayatı, dünyanın en zengininin sahip olduğu tüm altınlardan daha değerlidir.” [Che Guevara]


Küba halkının her gün özgürlüklerini, tüm devrimci kanunların sağladığı ilerlemeyi ve tam bağımsızlık yolunda elde ettiği mevzileri kutladıkları bu sade etkinliğin beni özel olarak ilgilendirdiğini söylemeliyim.

Aşağı yukarı herkes, benim yıllar önce kariyerime doktor olarak başladığımı bilir. Doktor olarak yola koyulduğumda, tıp okumaya başladığımda ilkelerimle dolu çıkın, bugün bir devrimci olarak sahip olduğum fikirlerin büyük bir kısmını henüz o dönemde içermiyordu.

Herkes gibi ben de başarılı olmak istiyordum. Ben de tıp araştırmaları yapan ünlü bir bilim insanı olmanın hayalini kuruyordum. İnsanlığa yardım etmek için kullanılabilecek, bende sadece kişisel bir zafere denk düşecek bir şeyleri keşfetmek için yorulmak nedir bilmeden çalışmayı hayal ediyordum. Bugün burada olan sizler gibi ben de içinde bulunduğum ortamın büyüttüğü bir çocuktum.

Mezun olduktan sonra, özel kimi koşullara, belki de karakterime dair bazı özelliklere bağlı olarak, tüm Latin Amerika kıtasını boydan boya gezmeye başladım, neredeyse tüm halklarla tanış oldum. Sadece Haiti’ye ve Santo Domingo’ya gidemedim. Onun dışında tüm Latin Amerika ülkelerini ziyaret ettim. Önce öğrenci, ardından doktor olarak çıktığım seyahatlerde karşılaştığım koşullar sebebiyle yoksullukla, açlıkla ve hastalıkla, parasızlık yüzünden tedavi olamayan çocuklarla, sürekli açlık çektiği ve cezalandırıldığı için oğlunun kaybını Amerika denilen vatanımızdaki ezilen sınıfların sıklıkla yüzleştikleri bir kazayı önemsiz görüp kabullenen baba karşısında duyulan şaşkınlıkla yakından temas kurma imkânı buldum. O an ünlü olmak veya tıp bilimine önemli katkılar sunmak kadar önemli olan başka şeylerin olduğunu fark ettim. Artık o insanlara yardım etmek istiyordum.

Sizin gibi ben de bulunduğum ortamın bir çocuğuydum, bu, üstelik devam etmekte olan bir süreçti. O insanlara kendi kişisel çabalarımla yardım etmek istiyordum. Zaten epey yeri gezmiştim. O dönemde başında [Jacobo] Arbenz’in bulunduğu Guatemala’daydım. Devrimci bir doktorun faaliyetlerine yön verecek hususları kendimce not etmeye, devrimci bir doktor olmak için gerekli olan unsurları keşfetmeye başlamıştım.

Ama sonra saldırı süreci başladı. Bu sürecin fitilini, pratikte Birleşik Meyve Şirketi, ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA şefi ateşledi ki bu üçü aslında aynı şeylerdi, onlara bir de kukladan başka bir şey olmayan [Guatemala devlet başkanı Carlos] Castillo Armas eşlik ediyordu. Bu saldırı başarılı oldu, çünkü halk, bugün Küba halkının ekseriyetinin ulaştığı düzeye henüz ulaşamamıştı. Her zamanki gibi güzel olan bir günde sürgün yoluna revan oldum, artık Guatemala, benim ülkem olmadığı için oradan ayrılıyordum.

Sonra çok önemli bir şeyi fark ettim: Devrimci bir doktor veya en azından devrimci olabilmek için önce bir devrim lazımdı. İdeallerinin saflığını korusa da münferit bireysel çabalar, hiçbir işe yaramıyorlardı, kişi, Amerika’nın bir köşesinde ilerlemeye mani olan kötü hükümetlere ve toplumsal koşullara karşı tek başına ve yapayalnız kavga verdiği sürece, bir insanın tüm hayatını ideallerin en asil olanı için feda etme arzusu, hiçbir amaca hizmet etmiyordu. Devrimin yapılabilmesi için bugün Küba’da olan şeye, kollarını kullanarak, o kolların ve birliğin değerini anlamak için militanların birliğini uygulamaya koyarak öğrenen tüm halkın seferberliğine ihtiyaç vardı.

Buradan da bugün yüzleştiğimiz sorunun kabuğunu atıp özüne ulaşmış oluyoruz. Bugün nihayet herkes, her şeyin ötesinde devrimci bir doktor olma, yani kendi mesleğine ait teknik bilgileri devrimin ve halkının hizmetinde kullanan bir insan olma hakkına ve görevine sahiptir. Fakat şimdi o eski sorunlar, yeniden su yüzüne çıkıyorlar: toplumu refaha kavuşturma işi, fiiliyatta nasıl yürütülecek? Toplumun ihtiyaçlarıyla bireysel çabalar nasıl birleştirilecek?

Hepimiz, bir kez daha hayatlarımızı, doktor olarak düşündüklerimizi ve yaptıklarımızı ya da devrimden önce halk sağlığı alanında üstlendiğimiz görevde dâhilinde düşündüklerimizi ve yaptıklarımızı gözden geçirmek zorundayız. Bu gözden geçirme işini eleştirel bir çaba dâhilinde yapmalı, en nihayetinde geçmiş dönemde düşündüğümüz ve yaptığımız neredeyse her şeyin rafa kaldırılması gerektiğini görüp, yeni tipte bir insan yaratılmasının zaruri olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Eğer her birimiz, bu yeni insan tipinin kusursuzlaşması konusunda elinden gelen azami çabayı ortaya koyarsak, o insan tipini halkın yaratması ve onun yeni Küba’ya örnek teşkil etmesini sağlaması daha kolay olacaktır.

Burada bulunan Havanalılara bu fikri aktarmaktan memnuniyet duyuyorum. Küba’da yeni tipte insan yaratma işi, bugün başkentte tam anlamıyla takdir görüyor olmasa da o insan tipinin bu ülkenin her köşesinde karşımıza çıktığını söylemek gerekiyor. 26 Temmuz günü Sierra Maestra’ya çıkan sizler, daha önce bilmediğiniz iki şeye tanık oldunuz. İlki, ellerinde çapa ve kazma bulunan insanlardan oluşan, Doğu bölgesindeki vatanseverlerin kutladığı bayramlarda o çapaları ve kazmaları havaya kaldırıp yürüyen, onlara silâhlı yoldaşlarının ellerindeki tüfeklerle eşlik ettiği orduydu. Fakat bundan daha önemli bir şeyi de görmüştünüz. O gözleriniz, aslında on üç on dört yaşında olan ama fiziksel yapıları gereği sekiz dokuz yaşındaymış gibi görünen çocuklara tanıklık etmişti. Bunlar, Sierra Maestra’nın, dağların en hakiki evlatları, açlığın ve sefaletin en hakiki çocuklarıydı. Bu çocuklar, yetersiz beslenmeyle malul hayatın mahsulleriydi.

Bu Küba denilen ufacık ülkede, dört beş televizyon kanalı, yüz kadar radyo istasyonu var, modern bilimin ilerleme sürecinin mevcut aşamasında bu çocuklar ilk kez akşam okula gelip ampullerin yandığını görünce, “yıldızlar ne kadar da yakın” diye bağırmışlardı. Bazılarını sizin de gördüğünüz bu çocuklar, okuma derslerinden ticarete kadar birçok farklı yeteneğin kazandırıldığı kolektif okullarda eğitim görüyorlar, üstelik bir de devrimci olmak denilen o zor bilime vakıf oluyorlar.

Onlar, Küba’da doğan yeni insanlar. Onlar, Sierra Maestra’nın farklı bölgelerinde, birbirinden kopuk alanlarda dünyaya açıyorlar gözlerini. Ayrıca kooperatiflerde ve iş merkezlerinde doğuyorlar. Tüm bu bahsini ettiğim hususlar, bugün burada hekimin veya her türden tıp emekçisinin devrimci hareketle bütünleştirilmesi meselesiyle yakından ilgili konular. Gençlerin eğitilmesi ve beslenmesi görevi, ordunun eğitilmesi görevi, bir vakitler büyük toprak sahiplerine ait olan toprakların zerre fayda elde etmeden o arazileri her gün işleyenlere dağıtılması görevi, tüm bu görevler, Küba’da toplumsal tıbbın elde ettiği başarılardır.

Hastalıkla mücadelenin temel alması gereken ilke, sağlam bir beden yaratmak olmalıdır. Fakat sağlam bir beden, zayıf bir organizma üzerinde doktorun icra ettiği sanatsal çalışma ile değil, tüm toplumsal kolektifin çalışmalarıyla yaratılmalıdır.

Bu sebeple, bir gün gelecek ve tıp, kendisini hastalığa mani olmaya ve halkı tıbbi görevleri icra etmeye yönlendirmeye yarayacak bir bilime dönüştürmek zorunda kalacak. Tıp, yeni toplumda insanların sahip oldukları beceriler dışında kalan ameliyat yapmak gibi işleri üstlenmek, aciliyet arz eden durumlara müdahale etmek durumunda kalacak.

Bugün Sağlık Bakanlığı’na ve benzeri teşkilâtlara düşen görev, azami sayıda insana ücretsiz sağlık hizmeti sunmak ve halkı hijyenle ilgili uygulamaları yerine getirmesi konusunda yönlendirmektir.

Fakat tüm devrimci görevlerde olduğu gibi teşkilâtın üstlendiği bu görevde de asıl ihtiyaç duyulan şey, bireyin ta kendisidir. Kimilerinin iddiasının aksine devrim, kolektif iradeyi ve kolektif inisiyatifi belirli bir ölçüte bağlamaz. Bilâkis, devrim, insanın bireysel yeteneğini özgürleştirir. Devrim, bu işi o yeteneğe yön vererek yapar. Bugün bizim görevimiz, tüm tıp uzmanlarının sahip olduğu yaratıcı becerileri toplumsal tıp alanına yönlendirip, bu becerilerin ilgili alanda kullanılmalarını sağlamaktır.

Biz, sadece burada, Küba’da değil, tüm dünya genelinde bir dönemin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Kim ne umut ederse etsin, isterse çıkıp aksini iddia etsin, kapitalizmin bildiğimiz biçimi, içinde yaşadığımız, yetiştiğimiz ve çilesini çektiğimiz hâli, tüm dünya genelinde yenilgiyle yüzleşiyor. Tekeller yıkılıyor. Kolektif bilim, her gün yeni ve önemli zaferlerin altına imza atıyor. Tüm Amerika kıtasında uzun zaman önce boyunduruk altına alınmış Afrika ve Asya’da uzun zaman önce başlamış olan kurtuluş hareketinin öncüsü olma gururunu yaşamak, bu görevin sadık bir neferi olmak, bize düştü. Böylesine büyük bir toplumsal değişim, insanların akıllarında aynı ölçüde büyük değişiklerin yaşanmasını talep ediyor.

Küba’da, belirli bir toplumsal sahada tek başına yürütülen bireysel eylem biçimini almış bireycilik, yok edilmelidir. Gelecekte bireycilik, bir kolektivitenin mutlak faydası için bireyden verimli bir biçimde yararlanmayı ifade ediyor olmalıdır. Bugün bu fikri idrak etmeniz, burada söylediğim şeyleri tümüyle kavramanız ve bugüne, geçmişe ve gelecekte olması gerekenlere dair az da olsa düşünmeye hazır olmanız yetmez. Düşünme tarzını değiştirmek için iç dünyamızın kapsamlı bir değişim içine girmesi, dış dünyamızdaki, bilhassa toplum karşısında üstlendiğimiz görev ve yükümlülüklerin icrası konusunda büyük değişikliklere tanık olunması gerekir.

Küba’da her gün bu türden dışsal değişiklikler yaşanıyor. Devrimi tanımanın ve halkın bağrında saklı olan, uzun süredir açığa çıkmayı bekleyen enerjilerin bilincine varmanın tek yolu, tüm Küba’yı gezmek ve bugün kurduğumuz kooperatifleri ve iş merkezlerini kendi gözlerimizle görmektir. Tıp meselesinin özünü idrak etmenin tek yolu ise, halkı ziyaret etmek, o kooperatifleri ve iş merkezlerini kuran insanlarla tanış olmakla kalmayıp, onlardaki hastalıkları belirlemek, çektikleri çileleri öğrenmek, yıllardır maruz kaldıkları derin yoksulluğu tanımak, yüzlerce yılın mirası olan baskıyı ve topyekûn teslimiyeti bilmektir. Doktor ve tıp emekçisi, kitlenin içindeki insana, kolektifin içindeki insana gitmeli, yeni işinin kabuğunu aşıp, özüne vakıf olmalıdır.

Dünyada ne olursa olsun doktor, hastasına hep çok yakındır ve onun ruhunun en derin noktalarını bilir. Çünkü doktor, o acıyla mücadele eden, onu dindirendir. Doktor, toplum içerisinde paha biçilmez bir sorumlulukla hareket eder.

Birkaç ay önce burada Havana’da yeni mezun olmuş bir grup doktor, taşraya gitmek istemediklerini, gitmeyi kabul etmeleri durumunda ücret talep ettiklerini söyledi. Geçmişe ait bakış açısı üzerinden baktığımızda, böylesi bir talep, dünyadaki en mantıklı taleptir. En azından bana öyle geliyor, bu talebi gayet iyi anlayabiliyorum. Bu yaşanan durum, birkaç yıl önce olduğum hâli ve düşündüklerimi hatırlattı bana. Benim hikâyem, isyan eden, insanların kendisine ihtiyaç duymasını sağlamak, daha iyi bir geleceği ve daha iyi koşulları güvence altına almak isteyen yalnız savaşçının hikâyesiydi.

Peki aileleri tarafından okul masrafları yıllarca karşılanabilen bu çocuklar yerine, okullarını bitirip mesleklerini icra etmeye başlayanlar, daha az talihli çocuklar olsaydı, ne olacaktı? Diyelim, elimizdeki sihirli değnekle dokunup, üniversite koridorlarında iki ilâ üç yüz köylünün boy göstermesini sağlasaydık, ne olacaktı?

Ne mi olacaktı? O köylüler, hemen, büyük bir coşkuyla kardeşlerinin yardımına koşacaklardı. Onlar, kendilerine o derslerin boşuna okutulmadığını göstermek için en zor ve sorumluluk talep eden işleri üstlenmek isteyeceklerdi. Ne mi olacaktı? Yeni öğrenciler, o işçilerin ve köylülerin evlatları, altı yedi yıl her türden alanda diploma aldıklarında ne olduysa o olacaktı.

Gene de geleceğe kaderci bir açıdan bakmamalı, tüm insanları işçilerin ve köylülerin çocukları ve karşı-devrimcilerin çocukları diye ayrıştırmamalıyız. Zira bu, çok basit bir ayrımdır, doğru değildir, onurlu bir insanı devrimden, devrimin içinde yaşamaktan daha iyi hiçbir şey yetiştiremez. Granma gemisiyle ülkeye gelen, dağlara yerleşen, kendisiyle birlikte yaşayan köylüye ve işçiye saygı duymayı öğrenen ilk gruptaki hiçbir insan, işçi veya köylü değildi. Doğal olarak o grup içinde çalışmak zorunda kalmış, çocukken kimi sıkıntılar çekmiş kişiler vardı. Ama açlık, gerçek açlık denilen o şey, hiçbirimizin tecrübe ettiği bir şey değildi. Dağlarda yaşadığımız o iki uzun yıl boyunca o açlığı öğrendik. Sonra her şey daha da berraklaştı.

Zengin bir köylünün veya toprak sahibinin malına dokunanı bile ağır bir biçimde cezalandıran biz, bir gün dağa on bin baş sığır getirdik, sonra da köylülere “yiyin!” dedik. Yıllar sonra o köylüler, hayatlarında ilk kez sığır eti yediler.

Biz, o on bin baş sığırla ilgili, kutsal saydığımız mülkiyet hakkına yönelik saygımızı silâhlı mücadele sürecinde yitirdik ve tek bir insanın yeryüzündeki en zengin insanın tüm malından milyon kez daha değerli olduğunu kusursuz bir biçimde idrak ettik. Üstelik bu bilince varanlar, ne işçi ne de köylü sınıfından insanlardı. Şimdi biz, imtiyazlı olan insanlar, ülkenin dört bir köşesine gidip, Küba halkına “bu gerçeği siz idrak edemezsiniz” mi diyeceğiz? Evet, bu gerçeği onlarda idrak edebilirler, öğrenebilirler. Ayrıca bugün Kübalı’dan, komşuya hizmet etmenin verdiği gururun en iyi ücretten daha önemli olduğunu idrak etmesini devrim istiyor. Bir kişinin biriktireceği tüm altınların halkın minnettarlığından daha kalıcı olamayacağını devrim söylüyor. Kendi faaliyetleri dâhilinde her bir doktor, halkın minnettarlığı denilen o kıymetli hazineye sahip olabilir, olmalıdır da.

Demek ki tüm eski anlayışlarımızı silip atmalı, halka daha da yakın olmalı, giderek daha fazla bilinçlenmeliyiz. Halka eskiden olduğu gibi yaklaşamayız. Siz, şimdi “hayır, ben halkı severim. İşçilerle köylülerle sohbet etmek hoşuma gider, pazarları çıkıp oraya buraya giderim” gibi şeyler söyleyeceksiniz. Bu işleri herkes yaptı, yapıyor. Yardım faaliyetlerinde de bulunduk, fakat bugün asıl dayanışma pratiklerine ihtiyacımız var. Halka gidip, “işte geldik. Size varlığımızla yardımda bulunmak, size bilim öğretmek, hatalarınızı göstermek, kültürünüzdeki eksikleri, temel konularla ilgili cehaletinizi ortaya çıkartmak için geldik” diyemeyiz. Aksine halka sorgulayıcı bir zihinle ve gerçek bilgi kaynağının halk olduğunu öğrenmek için gerekli olan mütevazı bir ruh hâliyle gitmeliyiz.

Sonra birçok kez, o alıştığımız anlayışların hiç de bizim parçamız olmadıklarını, düşünce yapımızın doğal bir bileşeni olmadıklarını fark edeceğiz. O anlayışları değiştirmek zorunda kalacağız. Üstelik sadece genele dair toplumsal veya felsefî anlayışları değil, tıpla ilgili anlayışlarımızı da değiştirmek zorunda kalacağız.

Hastalıkların her zaman büyük şehir hastanelerinde tedavi edilmesine gerek olmadığını göreceğiz. Doktorun aynı zamanda bir çiftçi olup, yeni ürünler ekmesini öğrenmesi, onların tüketilmesine dönük arzuyu tetiklemesi, ayrıca tarım potansiyeli açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Küba’daki hâlihazırda sınırlı ve zayıf olan beslenme süreçlerinin mevcut yapısını çeşitlendirmesi gerekiyor. O vakit bu koşullarda, bazen az bazen çok, öğretici bir konumda olacağız. Bazen doktorun siyasetçi olması gerekecek. Her durumda yapacağımız ilk iş, gidip halka bizdeki bilgiyi sunmak olmayacak. Bunun yerine biz, halkla birlikte öğreneceğimizi, yeni Küba’nın inşası denilen, herkesin omuzlayacağı o güzel ve muhteşem deneyimi hep birlikte ortaya koyacağımızı o halka göstermek zorundayız.

Şu ana dek hâlihazırda birçok adım atıldı. 1 Ocak 1959’dan bugüne gelene dek eski araçlarla ölçülemeyecek bir mesafenin katedildiğini görmeliyiz. Halkın büyük çoğunluğu, uzun zaman önce bu ülkede sadece bir diktatörü değil, aynı zamanda bir sistemi yıktığını anladı. Şimdi halk, kendisini mutlu kılacak yeni sistemi çökmüş sistemin yıkıntıları üzerine inşa etmek zorunda olduğumuzu öğrenecek.

Anımsadığım kadarıyla, geçen yılın ilk aylarında bir ara yoldaş Guillên, Arjantin’den gelmişti. Kitapları ancak bir iki dile tercüme edilmiş olan, ama gene de dünyanın tüm dillerinde her gün yeni okurlar edinen bu şair, çağımızın en büyük şairlerinden biriydi. O zaman da öyleydi. Ama Küba’da onun şiirlerine ulaşmak zor bir işti. Popüler şiirlerdi bunlar, halkın şiiriydi. Devrimin ilk döneminde önyargılar hâkimdi. Herkes, şair Guillên’in halka sarsılmaz bir bağla bağlı olduğunu, o tanrı vergisi olağanüstü şiir yeteneğini inandığı davanın ve halkın hizmetine sunmuş bir isim olduğunu düşünmeye devam etti. Halk, onu Küba’nın şanlı bir ismi değil de yasaklı bir politik partinin temsilcisi olarak görüyordu.

Şimdi tüm bunlar unutuldu. Ortak bir düşmanımız ve ortak bir hedefimiz varsa, ülkemiz içerisindeki belirli yapıların geliştirdikleri farklı bakış açılarının ayrışmalara sebep olmaması gerektiğini öğrendik. Bugün üzerinde anlaşmak zorunda olduğumuz husus, ortak düşmanımızın olup olmadığı, ortak hedefe ulaşmak için çaba harcayıp harcamadığımızdır.

Şu an hepimiz, ortak bir düşmanımız olduğuna kani olmalıyız. Bugün hiç kimse, tekeller aleyhine bir görüş beyan etmeden veya “düşmanımız, tüm Amerika kıtasının düşmanı ABD’nin başındaki tekelci hükümettir” demeden önce etrafında elçilikten birileri var mı, duyduklarını bir yerlere iletiyor mu diye yanına yöresine bakma gereği duymuyor. Bugün herkes, madem düşmanın ABD hükümeti olduğunu biliyor, o düşmanla mücadele eden herkesin bizimle ortak bir davası olduğunu düşünüyor, o vakit demek ki ikinci aşamaya geçebiliriz. Bu aşamada şu sorulara cevap bulunmak zorunda: “Küba’da hedeflerimiz nelerdir? Ne istiyoruz? Halkın mutluluğunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Küba’nın topyekûn ekonomik kurtuluşu için mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz?”

Herhangi bir askerî bloka dâhil olmadan, burada alınacak herhangi bir iç ve dış kararla ilgili olarak dünya üzerindeki herhangi bir süper gücün elçiliğine danışmak zorunda olmadan, özgür uluslar içinde bir özgür ulus olmak için mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Eğer çok fazla malı mülkü olanlardan onları alıp, hiçbir şeyi olmayanlara vermek için zenginliği yeniden bölüştürmeyi planlıyorsak; eğer yaratıcı çalışmayı mutluluğumuzun gündelik, dinamik kaynağı hâline getirmek istiyorsak, artık ulaşmak için çalışacağımız hedeflerimiz var demektir. Dahası, bizimle aynı hedeflere ulaşmak isteyen herkes, dostumuzdur. Onun başka anlayışlara sahip olması, şu veya bu örgüte üye olması, ufak ve önemsiz meselelerdir.

Büyük tehlike anlarında, büyük gerilim ve büyük yaratılış anlarında önemli olan, büyük düşmanlar ve büyük hedeflerdir. Anlaşmaya vardıysak eğer, nereye gittiğimizi artık biliyorsak, bırakalım kedere sebep olan kederlensin, bize düşen, kollarımızı sıvayıp işe koyulmaktır.

Size daha önce bir devrimci olmak için öncelikle bir devrime sahip olmanız gerektiğini söylemiştim. Biz, bu devrime zaten sahibiz. Şimdi sıra, birlikte çalışacağınız halkı tanımakta. Henüz onu iyice tanımadığımızı düşünüyorum, öyle ki bu yolda bir süre daha ilerlememiz gerekiyor. Bana, “halkı tanımanın kooperatiflerde onlarla birlikte yaşamak ve çalışmaktan başka yolları nelerdir?” diye soracaksınız. Bunu herkes yapamaz, ayrıca sağlık emekçilerinin varlığının önem arz ettiği birçok yer vardır. Ben, devrimci milis kuvvetlerinin Küba halkının gösterdiği dayanışmanın önemli bir tezahürü olduğunu düşünüyorum. Bugün milisler, doktora yeni bir görev yüklüyor, onu kısa bir zaman öncesine kadar Küba için üzücü sonuçlara yol açacak, neredeyse ölümüne sebep olabilecek gerçekliğe, hepimizi katletme ihtimali bulunan o büyük askerî saldırıya hazırlıyor.

Bu noktada sizi şu konuda uyarmalıyım: asker ve devrimci görevini üstlenmiş olan doktor, aynı zamanda doktor da olmalıdır. Bizim Sierra’da düştüğümüz hataya siz de düşmeyin. Belki de bizim yaptığımız bir hata değildi, o dönem bizimle olan tüm sağlıkçı yoldaşlarımız neyden bahsettiğimi iyi biliyor. O günlerde yaralı veya hasta birinin yanında kalmak, onursuzca bir davranışmış gibi geliyordu bize. Hepimiz, tüfeği kapıp cepheye koşmak ve orada neler yapabileceğimizi herkese göstermek için her fırsatı kolluyorduk.

Şimdi koşullar farklı. Ülkeyi savunmak için inşa edilmiş olan yeni ordular, bugün farklı taktiklere sahip olmalı. Bu yeni ordunun planında doktor çok önemli bir yere sahip olacak. O, hem doktor olmaya, o güzel görevlerden birini ifa etmeye, savaş esnasında en önemli olan işi yapmaya devam edecek. Sadece doktor da değil, hemşireler, laboratuvar teknisyenleri, kendilerini tepeden tırnağa insanla alakalı olan bu mesleğe adamış herkes, çok büyük bir öneme sahip.

Henüz kendisini göstermeyen tehlikenin farkında olsak da, varlığını hissettirmeye devam eden saldırı ihtimalini savuşturmak için kendimizi hazırlasak da bu tehlikeyi artık aklımızdan çıkartmalıyız. Asıl meselemiz savaş hazırlıkları olursa, kendimizi yaratıcı çalışmalara teksif edemeyiz. Askerî eylem için yürütülen hazırlık çalışmasına tahsis ettiğimiz tüm sermaye de bu hazırlık için yaptığımız tüm işler de yaratıcı çalışmalar yoksa çöpe atılmış demektir. Maalesef bu hazırlıkları yürütmek zorunda kaldık, çünkü karşımızda savaşa hazırlananlar var. Fakat gene de tüm samimiyetimle ve askerliğin bana verdiği şeref üzerine yemin ederim ki beni en çok da Ulusal Banka’nın kasasından biraz silâh almak için para çıkışını oturup seyretmek zorunda kalmak üzmüştür.

Öte yandan, milislerin barış döneminde de üstlenmesi gereken bir görev vardır. Milisler, kalabalık nüfuslu yerlerde halkı birleştiren bir araç hâline gelebilmelidirler. Tıpkı doktorlardan oluşan milis kuvvetleri içerisinde tanık olunduğu gibi, halk içerisinde de dayanışma, en yüksek seviyede inşa edilebilmeli. Tehlikeyle yüzleşildiği dönemlerde bu milisler, yoksul Küba halkının sorunlarını acilen çözüme kavuşturabilmeli. Fakat aynı zamanda milisler, Küba’daki tüm toplumsal sınıflardan insanları tek bir üniforma ile bir araya getirip eşitleyerek, onların birlikte yaşama imkânını da yaratabilmelidirler.

Bir süredir aklımdan uçup gitmiş olan unvanı kullanmama izin verirseniz eğer, biz sağlık emekçileri, başarılı olursak, dayanışma denilen bu yeni silâhı kullanabilirsek, hedeflerimizi, düşmanımızı ve yürüdüğümüz yolu bilirsek, artık geriye sadece yolun her gün arşınlayacağımız kısmını bilmek kalacak. Bu yürünecek kısmı bize kimse gösteremez, o, her bir bireyin yaptığı özel yolculuğa aittir. Kişinin her gün yaptıkları, bireysel deneyimiyle elde ettikleri, halkın esenliğine adanmış olan mesleğini icra ederken kendinden ne kadarını vereceğidir.

Şimdi geleceğe doğru yürürken, her tür unsura sahip olduğumuz koşullarda Martí’nin nasihatini hep birlikte hatırlayalım. Her ne kadar şu an ben, bu sözün ağırlığıyla hareket etmiyor olsam da birileri bu söz uyarınca yürümelidir: “İnsanlara bir şeyi anlatmanın en iyi yolu, onu yapmaktır.” O vakit hep birlikte kol kola girip, Küba’nın geleceğine doğru yürüyelim.

Che Guevara
19 Ağustos 1960 Kübalı Milisler Toplantısı
Kaynak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder