“Tek bir insanın hayatı, dünyanın en zengininin sahip olduğu tüm
altınlardan daha değerlidir.” [Che Guevara]
Küba
halkının her gün özgürlüklerini, tüm devrimci kanunların sağladığı ilerlemeyi
ve tam bağımsızlık yolunda elde ettiği mevzileri kutladıkları bu sade etkinliğin
beni özel olarak ilgilendirdiğini söylemeliyim.
Aşağı
yukarı herkes, benim yıllar önce kariyerime doktor olarak başladığımı bilir.
Doktor olarak yola koyulduğumda, tıp okumaya başladığımda ilkelerimle dolu
çıkın, bugün bir devrimci olarak sahip olduğum fikirlerin büyük bir kısmını henüz
o dönemde içermiyordu.
Herkes
gibi ben de başarılı olmak istiyordum. Ben de tıp araştırmaları yapan ünlü bir
bilim insanı olmanın hayalini kuruyordum. İnsanlığa yardım etmek için
kullanılabilecek, bende sadece kişisel bir zafere denk düşecek bir şeyleri
keşfetmek için yorulmak nedir bilmeden çalışmayı hayal ediyordum. Bugün burada
olan sizler gibi ben de içinde bulunduğum ortamın büyüttüğü bir çocuktum.
Mezun
olduktan sonra, özel kimi koşullara, belki de karakterime dair bazı özelliklere
bağlı olarak, tüm Latin Amerika kıtasını boydan boya gezmeye başladım,
neredeyse tüm halklarla tanış oldum. Sadece Haiti’ye ve Santo Domingo’ya
gidemedim. Onun dışında tüm Latin Amerika ülkelerini ziyaret ettim. Önce
öğrenci, ardından doktor olarak çıktığım seyahatlerde karşılaştığım koşullar
sebebiyle yoksullukla, açlıkla ve hastalıkla, parasızlık yüzünden tedavi
olamayan çocuklarla, sürekli açlık çektiği ve cezalandırıldığı için oğlunun
kaybını Amerika denilen vatanımızdaki ezilen sınıfların sıklıkla yüzleştikleri
bir kazayı önemsiz görüp kabullenen baba karşısında duyulan şaşkınlıkla yakından
temas kurma imkânı buldum. O an ünlü olmak veya tıp bilimine önemli katkılar
sunmak kadar önemli olan başka şeylerin olduğunu fark ettim. Artık o insanlara
yardım etmek istiyordum.
Sizin
gibi ben de bulunduğum ortamın bir çocuğuydum, bu, üstelik devam etmekte olan
bir süreçti. O insanlara kendi kişisel çabalarımla yardım etmek istiyordum.
Zaten epey yeri gezmiştim. O dönemde başında [Jacobo] Arbenz’in bulunduğu
Guatemala’daydım. Devrimci bir doktorun faaliyetlerine yön verecek hususları
kendimce not etmeye, devrimci bir doktor olmak için gerekli olan unsurları
keşfetmeye başlamıştım.
Ama
sonra saldırı süreci başladı. Bu sürecin fitilini, pratikte Birleşik Meyve
Şirketi, ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA şefi ateşledi ki bu üçü aslında aynı
şeylerdi, onlara bir de kukladan başka bir şey olmayan [Guatemala devlet
başkanı Carlos] Castillo Armas eşlik ediyordu. Bu saldırı başarılı oldu, çünkü
halk, bugün Küba halkının ekseriyetinin ulaştığı düzeye henüz ulaşamamıştı. Her
zamanki gibi güzel olan bir günde sürgün yoluna revan oldum, artık Guatemala,
benim ülkem olmadığı için oradan ayrılıyordum.
Sonra
çok önemli bir şeyi fark ettim: Devrimci bir doktor veya en azından devrimci
olabilmek için önce bir devrim lazımdı. İdeallerinin saflığını korusa da
münferit bireysel çabalar, hiçbir işe yaramıyorlardı, kişi, Amerika’nın bir
köşesinde ilerlemeye mani olan kötü hükümetlere ve toplumsal koşullara karşı
tek başına ve yapayalnız kavga verdiği sürece, bir insanın tüm hayatını
ideallerin en asil olanı için feda etme arzusu, hiçbir amaca hizmet etmiyordu. Devrimin
yapılabilmesi için bugün Küba’da olan şeye, kollarını kullanarak, o kolların ve
birliğin değerini anlamak için militanların birliğini uygulamaya koyarak
öğrenen tüm halkın seferberliğine ihtiyaç vardı.
Buradan
da bugün yüzleştiğimiz sorunun kabuğunu atıp özüne ulaşmış oluyoruz. Bugün nihayet
herkes, her şeyin ötesinde devrimci bir doktor olma, yani kendi mesleğine ait
teknik bilgileri devrimin ve halkının hizmetinde kullanan bir insan olma
hakkına ve görevine sahiptir. Fakat şimdi o eski sorunlar, yeniden su yüzüne
çıkıyorlar: toplumu refaha kavuşturma işi, fiiliyatta nasıl yürütülecek? Toplumun
ihtiyaçlarıyla bireysel çabalar nasıl birleştirilecek?
Hepimiz,
bir kez daha hayatlarımızı, doktor olarak düşündüklerimizi ve yaptıklarımızı ya
da devrimden önce halk sağlığı alanında üstlendiğimiz görevde dâhilinde düşündüklerimizi
ve yaptıklarımızı gözden geçirmek zorundayız. Bu gözden geçirme işini eleştirel
bir çaba dâhilinde yapmalı, en nihayetinde geçmiş dönemde düşündüğümüz ve yaptığımız
neredeyse her şeyin rafa kaldırılması gerektiğini görüp, yeni tipte bir insan
yaratılmasının zaruri olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Eğer her birimiz, bu yeni insan
tipinin kusursuzlaşması konusunda elinden gelen azami çabayı ortaya koyarsak, o
insan tipini halkın yaratması ve onun yeni Küba’ya örnek teşkil etmesini
sağlaması daha kolay olacaktır.
Burada
bulunan Havanalılara bu fikri aktarmaktan memnuniyet duyuyorum. Küba’da yeni
tipte insan yaratma işi, bugün başkentte tam anlamıyla takdir görüyor olmasa da
o insan tipinin bu ülkenin her köşesinde karşımıza çıktığını söylemek
gerekiyor. 26 Temmuz günü Sierra Maestra’ya çıkan sizler, daha önce
bilmediğiniz iki şeye tanık oldunuz. İlki, ellerinde çapa ve kazma bulunan
insanlardan oluşan, Doğu bölgesindeki vatanseverlerin kutladığı bayramlarda o
çapaları ve kazmaları havaya kaldırıp yürüyen, onlara silâhlı yoldaşlarının
ellerindeki tüfeklerle eşlik ettiği orduydu. Fakat bundan daha önemli bir şeyi
de görmüştünüz. O gözleriniz, aslında on üç on dört yaşında olan ama fiziksel
yapıları gereği sekiz dokuz yaşındaymış gibi görünen çocuklara tanıklık
etmişti. Bunlar, Sierra Maestra’nın, dağların en hakiki evlatları, açlığın ve
sefaletin en hakiki çocuklarıydı. Bu çocuklar, yetersiz beslenmeyle malul hayatın
mahsulleriydi.
Bu
Küba denilen ufacık ülkede, dört beş televizyon kanalı, yüz kadar radyo
istasyonu var, modern bilimin ilerleme sürecinin mevcut aşamasında bu çocuklar
ilk kez akşam okula gelip ampullerin yandığını görünce, “yıldızlar ne kadar da
yakın” diye bağırmışlardı. Bazılarını sizin de gördüğünüz bu çocuklar, okuma
derslerinden ticarete kadar birçok farklı yeteneğin kazandırıldığı kolektif
okullarda eğitim görüyorlar, üstelik bir de devrimci olmak denilen o zor bilime
vakıf oluyorlar.
Onlar,
Küba’da doğan yeni insanlar. Onlar, Sierra Maestra’nın farklı bölgelerinde,
birbirinden kopuk alanlarda dünyaya açıyorlar gözlerini. Ayrıca kooperatiflerde
ve iş merkezlerinde doğuyorlar. Tüm bu bahsini ettiğim hususlar, bugün burada
hekimin veya her türden tıp emekçisinin devrimci hareketle bütünleştirilmesi
meselesiyle yakından ilgili konular. Gençlerin eğitilmesi ve beslenmesi görevi,
ordunun eğitilmesi görevi, bir vakitler büyük toprak sahiplerine ait olan
toprakların zerre fayda elde etmeden o arazileri her gün işleyenlere dağıtılması
görevi, tüm bu görevler, Küba’da toplumsal tıbbın elde ettiği başarılardır.
Hastalıkla
mücadelenin temel alması gereken ilke, sağlam bir beden yaratmak olmalıdır. Fakat
sağlam bir beden, zayıf bir organizma üzerinde doktorun icra ettiği sanatsal
çalışma ile değil, tüm toplumsal kolektifin çalışmalarıyla yaratılmalıdır.
Bu
sebeple, bir gün gelecek ve tıp, kendisini hastalığa mani olmaya ve halkı tıbbi
görevleri icra etmeye yönlendirmeye yarayacak bir bilime dönüştürmek zorunda
kalacak. Tıp, yeni toplumda insanların sahip oldukları beceriler dışında kalan
ameliyat yapmak gibi işleri üstlenmek, aciliyet arz eden durumlara müdahale
etmek durumunda kalacak.
Bugün
Sağlık Bakanlığı’na ve benzeri teşkilâtlara düşen görev, azami sayıda insana
ücretsiz sağlık hizmeti sunmak ve halkı hijyenle ilgili uygulamaları yerine getirmesi
konusunda yönlendirmektir.
Fakat
tüm devrimci görevlerde olduğu gibi teşkilâtın üstlendiği bu görevde de asıl ihtiyaç
duyulan şey, bireyin ta kendisidir. Kimilerinin iddiasının aksine devrim,
kolektif iradeyi ve kolektif inisiyatifi belirli bir ölçüte bağlamaz. Bilâkis,
devrim, insanın bireysel yeteneğini özgürleştirir. Devrim, bu işi o yeteneğe
yön vererek yapar. Bugün bizim görevimiz, tüm tıp uzmanlarının sahip olduğu
yaratıcı becerileri toplumsal tıp alanına yönlendirip, bu becerilerin ilgili
alanda kullanılmalarını sağlamaktır.
Biz,
sadece burada, Küba’da değil, tüm dünya genelinde bir dönemin sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Kim ne umut ederse etsin, isterse çıkıp aksini iddia etsin, kapitalizmin
bildiğimiz biçimi, içinde yaşadığımız, yetiştiğimiz ve çilesini çektiğimiz hâli,
tüm dünya genelinde yenilgiyle yüzleşiyor. Tekeller yıkılıyor. Kolektif bilim, her
gün yeni ve önemli zaferlerin altına imza atıyor. Tüm Amerika kıtasında uzun
zaman önce boyunduruk altına alınmış Afrika ve Asya’da uzun zaman önce başlamış
olan kurtuluş hareketinin öncüsü olma gururunu yaşamak, bu görevin sadık bir
neferi olmak, bize düştü. Böylesine büyük bir toplumsal değişim, insanların
akıllarında aynı ölçüde büyük değişiklerin yaşanmasını talep ediyor.
Küba’da,
belirli bir toplumsal sahada tek başına yürütülen bireysel eylem biçimini almış
bireycilik, yok edilmelidir. Gelecekte bireycilik, bir kolektivitenin mutlak
faydası için bireyden verimli bir biçimde yararlanmayı ifade ediyor olmalıdır. Bugün
bu fikri idrak etmeniz, burada söylediğim şeyleri tümüyle kavramanız ve bugüne,
geçmişe ve gelecekte olması gerekenlere dair az da olsa düşünmeye hazır olmanız
yetmez. Düşünme tarzını değiştirmek için iç dünyamızın kapsamlı bir değişim
içine girmesi, dış dünyamızdaki, bilhassa toplum karşısında üstlendiğimiz görev
ve yükümlülüklerin icrası konusunda büyük değişikliklere tanık olunması gerekir.
Küba’da
her gün bu türden dışsal değişiklikler yaşanıyor. Devrimi tanımanın ve halkın bağrında
saklı olan, uzun süredir açığa çıkmayı bekleyen enerjilerin bilincine varmanın
tek yolu, tüm Küba’yı gezmek ve bugün kurduğumuz kooperatifleri ve iş
merkezlerini kendi gözlerimizle görmektir. Tıp meselesinin özünü idrak etmenin
tek yolu ise, halkı ziyaret etmek, o kooperatifleri ve iş merkezlerini kuran
insanlarla tanış olmakla kalmayıp, onlardaki hastalıkları belirlemek, çektikleri
çileleri öğrenmek, yıllardır maruz kaldıkları derin yoksulluğu tanımak,
yüzlerce yılın mirası olan baskıyı ve topyekûn teslimiyeti bilmektir. Doktor ve
tıp emekçisi, kitlenin içindeki insana, kolektifin içindeki insana gitmeli, yeni
işinin kabuğunu aşıp, özüne vakıf olmalıdır.
Dünyada
ne olursa olsun doktor, hastasına hep çok yakındır ve onun ruhunun en derin
noktalarını bilir. Çünkü doktor, o acıyla mücadele eden, onu dindirendir. Doktor,
toplum içerisinde paha biçilmez bir sorumlulukla hareket eder.
Birkaç
ay önce burada Havana’da yeni mezun olmuş bir grup doktor, taşraya gitmek
istemediklerini, gitmeyi kabul etmeleri durumunda ücret talep ettiklerini
söyledi. Geçmişe ait bakış açısı üzerinden baktığımızda, böylesi bir talep,
dünyadaki en mantıklı taleptir. En azından bana öyle geliyor, bu talebi gayet
iyi anlayabiliyorum. Bu yaşanan durum, birkaç yıl önce olduğum hâli ve
düşündüklerimi hatırlattı bana. Benim hikâyem, isyan eden, insanların kendisine
ihtiyaç duymasını sağlamak, daha iyi bir geleceği ve daha iyi koşulları güvence
altına almak isteyen yalnız savaşçının hikâyesiydi.
Peki
aileleri tarafından okul masrafları yıllarca karşılanabilen bu çocuklar yerine,
okullarını bitirip mesleklerini icra etmeye başlayanlar, daha az talihli çocuklar
olsaydı, ne olacaktı? Diyelim, elimizdeki sihirli değnekle dokunup, üniversite
koridorlarında iki ilâ üç yüz köylünün boy göstermesini sağlasaydık, ne olacaktı?
Ne
mi olacaktı? O köylüler, hemen, büyük bir coşkuyla kardeşlerinin yardımına
koşacaklardı. Onlar, kendilerine o derslerin boşuna okutulmadığını göstermek
için en zor ve sorumluluk talep eden işleri üstlenmek isteyeceklerdi. Ne mi
olacaktı? Yeni öğrenciler, o işçilerin ve köylülerin evlatları, altı yedi yıl
her türden alanda diploma aldıklarında ne olduysa o olacaktı.
Gene
de geleceğe kaderci bir açıdan bakmamalı, tüm insanları işçilerin ve köylülerin
çocukları ve karşı-devrimcilerin çocukları diye ayrıştırmamalıyız. Zira bu, çok
basit bir ayrımdır, doğru değildir, onurlu bir insanı devrimden, devrimin
içinde yaşamaktan daha iyi hiçbir şey yetiştiremez. Granma gemisiyle ülkeye
gelen, dağlara yerleşen, kendisiyle birlikte yaşayan köylüye ve işçiye saygı
duymayı öğrenen ilk gruptaki hiçbir insan, işçi veya köylü değildi. Doğal
olarak o grup içinde çalışmak zorunda kalmış, çocukken kimi sıkıntılar çekmiş
kişiler vardı. Ama açlık, gerçek açlık denilen o şey, hiçbirimizin tecrübe
ettiği bir şey değildi. Dağlarda yaşadığımız o iki uzun yıl boyunca o açlığı
öğrendik. Sonra her şey daha da berraklaştı.
Zengin
bir köylünün veya toprak sahibinin malına dokunanı bile ağır bir biçimde cezalandıran
biz, bir gün dağa on bin baş sığır getirdik, sonra da köylülere “yiyin!” dedik.
Yıllar sonra o köylüler, hayatlarında ilk kez sığır eti yediler.
Biz,
o on bin baş sığırla ilgili, kutsal saydığımız mülkiyet hakkına yönelik
saygımızı silâhlı mücadele sürecinde yitirdik ve tek bir insanın yeryüzündeki
en zengin insanın tüm malından milyon kez daha değerli olduğunu kusursuz bir biçimde
idrak ettik. Üstelik bu bilince varanlar, ne işçi ne de köylü sınıfından
insanlardı. Şimdi biz, imtiyazlı olan insanlar, ülkenin dört bir köşesine
gidip, Küba halkına “bu gerçeği siz idrak edemezsiniz” mi diyeceğiz? Evet, bu
gerçeği onlarda idrak edebilirler, öğrenebilirler. Ayrıca bugün Kübalı’dan, komşuya
hizmet etmenin verdiği gururun en iyi ücretten daha önemli olduğunu idrak
etmesini devrim istiyor. Bir kişinin biriktireceği tüm altınların halkın minnettarlığından
daha kalıcı olamayacağını devrim söylüyor. Kendi faaliyetleri dâhilinde her bir
doktor, halkın minnettarlığı denilen o kıymetli hazineye sahip olabilir,
olmalıdır da.
Demek
ki tüm eski anlayışlarımızı silip atmalı, halka daha da yakın olmalı, giderek
daha fazla bilinçlenmeliyiz. Halka eskiden olduğu gibi yaklaşamayız. Siz, şimdi
“hayır, ben halkı severim. İşçilerle köylülerle sohbet etmek hoşuma gider, pazarları
çıkıp oraya buraya giderim” gibi şeyler söyleyeceksiniz. Bu işleri herkes yaptı,
yapıyor. Yardım faaliyetlerinde de bulunduk, fakat bugün asıl dayanışma
pratiklerine ihtiyacımız var. Halka gidip, “işte geldik. Size varlığımızla
yardımda bulunmak, size bilim öğretmek, hatalarınızı göstermek, kültürünüzdeki
eksikleri, temel konularla ilgili cehaletinizi ortaya çıkartmak için geldik”
diyemeyiz. Aksine halka sorgulayıcı bir zihinle ve gerçek bilgi kaynağının halk
olduğunu öğrenmek için gerekli olan mütevazı bir ruh hâliyle gitmeliyiz.
Sonra
birçok kez, o alıştığımız anlayışların hiç de bizim parçamız olmadıklarını, düşünce
yapımızın doğal bir bileşeni olmadıklarını fark edeceğiz. O anlayışları
değiştirmek zorunda kalacağız. Üstelik sadece genele dair toplumsal veya
felsefî anlayışları değil, tıpla ilgili anlayışlarımızı da değiştirmek zorunda
kalacağız.
Hastalıkların
her zaman büyük şehir hastanelerinde tedavi edilmesine gerek olmadığını
göreceğiz. Doktorun aynı zamanda bir çiftçi olup, yeni ürünler ekmesini
öğrenmesi, onların tüketilmesine dönük arzuyu tetiklemesi, ayrıca tarım potansiyeli
açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Küba’daki hâlihazırda
sınırlı ve zayıf olan beslenme süreçlerinin mevcut yapısını çeşitlendirmesi
gerekiyor. O vakit bu koşullarda, bazen az bazen çok, öğretici bir konumda olacağız.
Bazen doktorun siyasetçi olması gerekecek. Her durumda yapacağımız ilk iş,
gidip halka bizdeki bilgiyi sunmak olmayacak. Bunun yerine biz, halkla birlikte
öğreneceğimizi, yeni Küba’nın inşası denilen, herkesin omuzlayacağı o güzel ve
muhteşem deneyimi hep birlikte ortaya koyacağımızı o halka göstermek zorundayız.
Şu
ana dek hâlihazırda birçok adım atıldı. 1 Ocak 1959’dan bugüne gelene dek eski
araçlarla ölçülemeyecek bir mesafenin katedildiğini görmeliyiz. Halkın büyük
çoğunluğu, uzun zaman önce bu ülkede sadece bir diktatörü değil, aynı zamanda bir
sistemi yıktığını anladı. Şimdi halk, kendisini mutlu kılacak yeni sistemi
çökmüş sistemin yıkıntıları üzerine inşa etmek zorunda olduğumuzu öğrenecek.
Anımsadığım
kadarıyla, geçen yılın ilk aylarında bir ara yoldaş Guillên, Arjantin’den gelmişti.
Kitapları ancak bir iki dile tercüme edilmiş olan, ama gene de dünyanın tüm
dillerinde her gün yeni okurlar edinen bu şair, çağımızın en büyük şairlerinden
biriydi. O zaman da öyleydi. Ama Küba’da onun şiirlerine ulaşmak zor bir işti. Popüler
şiirlerdi bunlar, halkın şiiriydi. Devrimin ilk döneminde önyargılar hâkimdi. Herkes,
şair Guillên’in halka sarsılmaz bir bağla bağlı olduğunu, o tanrı vergisi
olağanüstü şiir yeteneğini inandığı davanın ve halkın hizmetine sunmuş bir isim
olduğunu düşünmeye devam etti. Halk, onu Küba’nın şanlı bir ismi değil de yasaklı
bir politik partinin temsilcisi olarak görüyordu.
Şimdi
tüm bunlar unutuldu. Ortak bir düşmanımız ve ortak bir hedefimiz varsa, ülkemiz
içerisindeki belirli yapıların geliştirdikleri farklı bakış açılarının ayrışmalara
sebep olmaması gerektiğini öğrendik. Bugün üzerinde anlaşmak zorunda olduğumuz
husus, ortak düşmanımızın olup olmadığı, ortak hedefe ulaşmak için çaba harcayıp
harcamadığımızdır.
Şu
an hepimiz, ortak bir düşmanımız olduğuna kani olmalıyız. Bugün hiç kimse,
tekeller aleyhine bir görüş beyan etmeden veya “düşmanımız, tüm Amerika
kıtasının düşmanı ABD’nin başındaki tekelci hükümettir” demeden önce etrafında
elçilikten birileri var mı, duyduklarını bir yerlere iletiyor mu diye yanına
yöresine bakma gereği duymuyor. Bugün herkes, madem düşmanın ABD hükümeti
olduğunu biliyor, o düşmanla mücadele eden herkesin bizimle ortak bir davası
olduğunu düşünüyor, o vakit demek ki ikinci aşamaya geçebiliriz. Bu aşamada şu
sorulara cevap bulunmak zorunda: “Küba’da hedeflerimiz nelerdir? Ne istiyoruz? Halkın
mutluluğunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Küba’nın topyekûn ekonomik
kurtuluşu için mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz?”
Herhangi
bir askerî bloka dâhil olmadan, burada alınacak herhangi bir iç ve dış kararla
ilgili olarak dünya üzerindeki herhangi bir süper gücün elçiliğine danışmak
zorunda olmadan, özgür uluslar içinde bir özgür ulus olmak için mücadele ediyor
muyuz, etmiyor muyuz? Eğer çok fazla malı mülkü olanlardan onları alıp, hiçbir
şeyi olmayanlara vermek için zenginliği yeniden bölüştürmeyi planlıyorsak; eğer
yaratıcı çalışmayı mutluluğumuzun gündelik, dinamik kaynağı hâline getirmek
istiyorsak, artık ulaşmak için çalışacağımız hedeflerimiz var demektir. Dahası,
bizimle aynı hedeflere ulaşmak isteyen herkes, dostumuzdur. Onun başka
anlayışlara sahip olması, şu veya bu örgüte üye olması, ufak ve önemsiz meselelerdir.
Büyük
tehlike anlarında, büyük gerilim ve büyük yaratılış anlarında önemli olan,
büyük düşmanlar ve büyük hedeflerdir. Anlaşmaya vardıysak eğer, nereye
gittiğimizi artık biliyorsak, bırakalım kedere sebep olan kederlensin, bize
düşen, kollarımızı sıvayıp işe koyulmaktır.
Size
daha önce bir devrimci olmak için öncelikle bir devrime sahip olmanız
gerektiğini söylemiştim. Biz, bu devrime zaten sahibiz. Şimdi sıra, birlikte
çalışacağınız halkı tanımakta. Henüz onu iyice tanımadığımızı düşünüyorum, öyle
ki bu yolda bir süre daha ilerlememiz gerekiyor. Bana, “halkı tanımanın
kooperatiflerde onlarla birlikte yaşamak ve çalışmaktan başka yolları nelerdir?”
diye soracaksınız. Bunu herkes yapamaz, ayrıca sağlık emekçilerinin varlığının
önem arz ettiği birçok yer vardır. Ben, devrimci milis kuvvetlerinin Küba
halkının gösterdiği dayanışmanın önemli bir tezahürü olduğunu düşünüyorum. Bugün
milisler, doktora yeni bir görev yüklüyor, onu kısa bir zaman öncesine kadar Küba
için üzücü sonuçlara yol açacak, neredeyse ölümüne sebep olabilecek gerçekliğe,
hepimizi katletme ihtimali bulunan o büyük askerî saldırıya hazırlıyor.
Bu
noktada sizi şu konuda uyarmalıyım: asker ve devrimci görevini üstlenmiş olan
doktor, aynı zamanda doktor da olmalıdır. Bizim Sierra’da düştüğümüz hataya siz
de düşmeyin. Belki de bizim yaptığımız bir hata değildi, o dönem bizimle olan tüm
sağlıkçı yoldaşlarımız neyden bahsettiğimi iyi biliyor. O günlerde yaralı veya
hasta birinin yanında kalmak, onursuzca bir davranışmış gibi geliyordu bize. Hepimiz,
tüfeği kapıp cepheye koşmak ve orada neler yapabileceğimizi herkese göstermek için
her fırsatı kolluyorduk.
Şimdi
koşullar farklı. Ülkeyi savunmak için inşa edilmiş olan yeni ordular, bugün
farklı taktiklere sahip olmalı. Bu yeni ordunun planında doktor çok önemli bir
yere sahip olacak. O, hem doktor olmaya, o güzel görevlerden birini ifa etmeye,
savaş esnasında en önemli olan işi yapmaya devam edecek. Sadece doktor da
değil, hemşireler, laboratuvar teknisyenleri, kendilerini tepeden tırnağa
insanla alakalı olan bu mesleğe adamış herkes, çok büyük bir öneme sahip.
Henüz
kendisini göstermeyen tehlikenin farkında olsak da, varlığını hissettirmeye
devam eden saldırı ihtimalini savuşturmak için kendimizi hazırlasak da bu
tehlikeyi artık aklımızdan çıkartmalıyız. Asıl meselemiz savaş hazırlıkları
olursa, kendimizi yaratıcı çalışmalara teksif edemeyiz. Askerî eylem için
yürütülen hazırlık çalışmasına tahsis ettiğimiz tüm sermaye de bu hazırlık için
yaptığımız tüm işler de yaratıcı çalışmalar yoksa çöpe atılmış demektir.
Maalesef bu hazırlıkları yürütmek zorunda kaldık, çünkü karşımızda savaşa
hazırlananlar var. Fakat gene de tüm samimiyetimle ve askerliğin bana verdiği
şeref üzerine yemin ederim ki beni en çok da Ulusal Banka’nın kasasından biraz
silâh almak için para çıkışını oturup seyretmek zorunda kalmak üzmüştür.
Öte
yandan, milislerin barış döneminde de üstlenmesi gereken bir görev vardır. Milisler,
kalabalık nüfuslu yerlerde halkı birleştiren bir araç hâline gelebilmelidirler.
Tıpkı doktorlardan oluşan milis kuvvetleri içerisinde tanık olunduğu gibi, halk
içerisinde de dayanışma, en yüksek seviyede inşa edilebilmeli. Tehlikeyle yüzleşildiği
dönemlerde bu milisler, yoksul Küba halkının sorunlarını acilen çözüme kavuşturabilmeli.
Fakat aynı zamanda milisler, Küba’daki tüm toplumsal sınıflardan insanları tek
bir üniforma ile bir araya getirip eşitleyerek, onların birlikte yaşama imkânını
da yaratabilmelidirler.
Bir
süredir aklımdan uçup gitmiş olan unvanı kullanmama izin verirseniz eğer, biz
sağlık emekçileri, başarılı olursak, dayanışma denilen bu yeni silâhı kullanabilirsek,
hedeflerimizi, düşmanımızı ve yürüdüğümüz yolu bilirsek, artık geriye sadece yolun
her gün arşınlayacağımız kısmını bilmek kalacak. Bu yürünecek kısmı bize kimse
gösteremez, o, her bir bireyin yaptığı özel yolculuğa aittir. Kişinin her gün
yaptıkları, bireysel deneyimiyle elde ettikleri, halkın esenliğine adanmış olan
mesleğini icra ederken kendinden ne kadarını vereceğidir.
Şimdi
geleceğe doğru yürürken, her tür unsura sahip olduğumuz koşullarda Martí’nin
nasihatini hep birlikte hatırlayalım. Her ne kadar şu an ben, bu sözün
ağırlığıyla hareket etmiyor olsam da birileri bu söz uyarınca yürümelidir: “İnsanlara
bir şeyi anlatmanın en iyi yolu, onu yapmaktır.” O vakit hep birlikte kol kola girip,
Küba’nın geleceğine doğru yürüyelim.
Che Guevara
19
Ağustos 1960 Kübalı Milisler Toplantısı
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder