Enflasyon,
yükselmeye devam ediyor. Nihayet enflasyonla ilgili tartışma da hararetlendi.
Tartışmanın
bir tarafında, ana akıma mensup iktisatçılar, büyük şirketler için lobi faaliyeti
yürütenler ve “Ekonomi 101 dersleri”ne atıfla, arz ve talepten dem vuran Lydia DePillis gibi kişiler duruyor. Bu insanların
kanaatine göre, enflasyonun sebebi, emek piyasasındaki arz ve talep. İlgili piyasa,
işçi ücretlerinin sürdürülmesi mümkün olmayan oranlarda artmasını sağlıyor (bu
insanların anlattığı hikâyenin hiçbir geçerliliği olmadığını, Nisan ayında
kaleme aldığım yazımda ortaya koymuştum.). Bu kişiler,
aynı zamanda az miktarda emtia için çok fazla paranın bulunduğu toplam ekonomideki
arz ve talebin de enflasyona sebep olduğunu söylüyorlar. Lafı dolandırmadan,
basit bir cevap vermek gerekiyor: söyledikleri tümüyle yanlış.
Neyse
ki tartışmanın diğer tarafında duran heterodoks iktisatçılar ve ilericiler,
piyasaya giderek hâkim olan şirketlerin fiyatları artırmak ve son dönemde elde
ettikleri kâra kıyasla daha fazla kâr elde etmek için (pandeminin, küresel
tedarik zincirindeki kopuşların, Ukrayna’daki savaşın vs. belirlediği) mevcut
durumdan istifade ettiğini söylüyorlar.
Ekonomi
Politikası Enstitüsü’nden Josh Bivens, ana akım iktisatçıların anlattığı
hikâyeye karşı çıkan iki argüman dillendiriyor: İlk argümana göre, “son iki yıl
içerisinde ya şirketlerdeki açgözlülük ya da şirketlerin gücü arttı. Şirketlerin
elindeki zaten fazla olan güç, son yirmi otuz yıl içerisinde, hep başvurulan
yöntem olarak, ücretleri düşürmek yerine fiyatları artırmak yönünde kullanıldı.
Bivens’ın ikinci argümanı ise şu şekilde: “Enflasyon, sadece makroekonomideki
aşırı ısınmanın sonucu olamaz. Ekonomiyi iyileştirmeye dönük klasik adımlar
dâhilinde kârların düşmesi, emeğin gelirdeki payının artması gerekirdi.” Ama Bivens’ın
da dediği gibi, tam tersi oldu. Demek ki sadece makroekonomi sahasındaki aşırı
ısınmayı temel alan enflasyon beklentilerine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor.”[1]
Demek
ki şuan tanık olduğumuz enflasyonun sebepleri konusunda geliştirilmiş oldukça
farklı iki analiz ve enflasyonla mücadele konusunda iki farklı strateji var elimizde.
Ana akım siyaset, faiz oranlarını yükseltip, ekonomik büyüme oranını düşürmeyi
ve işsizlik düzeyini yukarı çekmeyi, böylelikle hem ücretlerdeki hem de
fiyatlardaki artış oranını aşağı çekmeyi öngörüyor. Peki bu siyasetin
alternatifi var mı?
Bivens,
geçici süre fazla kârlardan vergi alınması fikrini savunuyor. Tartışmada henüz
dillendirmemiş olsa da fiyat kontrolleri (bilhassa işçiye ödenen ücret paketini
teşkil eden malların fiyatların kontrol altında tutulması), (bebek maması gibi)
ücret içi temel ürünlerin devlet eliyle temini ve (enflasyonu düşürmese bile en
azından işçilerin mevcut yaşam standardını sürdürmesini sağlayacak) teşvikler
türünden başka seçenekler de söz konusu.
Dolayısıyla,
bugün aslında enflasyonun sebep ve sonuçları ile ilgili tartışma, esasen önemli
bir tartışma. Tam da DePillis’in de idrak ettiği gibi, tartışma, salt bununla
ilgili de değil. “Asıl anlaşmazlık noktası, yüksek kârların doğal ve hayırlı olup
olmadığı ile ilgili”.
En
nihayetinde iktisat içerisinde süren tüm önemli tartışmalar, bu hususla ilgili.
Kâr, iktisatta en fazla tartışılan konu, çünkü kâr analizi, iki meseleyle ilgili
teorinin ve etiğin bir yansıması. Kâr, bu konuya dönük yaklaşıma göre ele
alınıyor: Kapitalistler, kârı hak ediyorlar mı ve bu kârlarla ne yapabilirler,
ne yapmalılar?
Örneğin
kârı sermayenin getirisi olarak teorileştirmek (buradan da ana akım iktisatta
olduğu gibi, kârı doğal ve âdil kabul etmek) veya fahiş fiyat uygulamasının
sonucu olarak görmek (Bivens’ın şirketlerin gücü ile ilgili teorisinde
dillendirdiği gibi, kârı buradan âdil olmayan toplumsal bir olgu olarak ele
almak) mümkün.[2]
Aynı
şekilde, kapitalistleri kârlarını yatırıma dönüştüren (böylece şirketlerini ve
bütün olarak ekonomiyi herkesin faydasına olacak şekilde daha üretken kılan) kişiler
veya kârın önemli bir kısmını (başka şirketlerle birleşmek ve onları edinmek,
kendi hisse senetlerini geri satın almak, yüksek kâr payı vermek gibi
üretkenliği artırmayan, lâkin gelir ve servetin şirketlerin elinde
yoğunlaşmasını, bunların dağıtım sürecinin daha da eşitsiz kılınmasını sağlayan
adımlara) tahsis eden kişiler olarak da görebiliriz.
Ana
akım iktisatçılar ve kapitalistler, uzun zamandır bizi, kârın doğal ve hayırlı
olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Başka bir ifadeyle, şirket kârları gündeme
geldiğinde, enflasyon artışını vurgunculuk yapmak adına kullanma suçlamaları dile
getirildiğinde, bu iktisatçılar ve kapitalistler, kârın kötü olmadığını
söylemeyi, bunları söyleyenlere kulak kabarmayı tercih ediyorlar. Bizse aslında
gerçekte nelerin olup bittiğini biliyoruz: Şirketler, mevcut koşullardan istifade
ederek fiyatları artıyorlar, böylelikle kârlarını yükseltip, işçilerin reel ücretlerini
düşürüyorlar. Biz, aynı zamanda enflasyon artışını para politikasıyla durdurma
girişimlerinin, işverenlerin veya ekonomik piramidin en tepesine kurulmuş olan o
ufak grubun değil, işçilerin canını yaktığını biliyoruz.
Şurası
gayet açık: enflasyonla ilgili tartışma, aslında kârla ilgili tartışmadır. Kârla
ilgili tartışma ise en nihayetinde kapitalizmle ilgilidir. Bu gerçeği ne kadar
erken kabul edersek o ölçüde bizim hayrımıza olacaktır.
David F. Ruccio
7
Haziran 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Wall Street Journal bile ücretin gelirdeki
payının artmadığını kabul ediyor: “Emeğin milli gelirdeki payı, pandemi öncesine
kıyasla daha kötü bir noktada.” Dahası, mevcut durumda son yirmi otuz yılda
görülen eğilim, bir biçimde devam ediyor: “Son yirmi yıl içerisinde düşük
işsizlik oranlarına tanık olan dönemlere rağmen, ABD’de emeğin toplam gelirdeki
payı düştü.”
[2] Şirket kârlarını, aynı zamanda sömürünün sonucu (bu anlamda, Marksist teoride görüldüğü türden, başka türde bir toplumsal sonuç ve adaletsizlik biçimi) olarak da teorize etmek mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder