Büyük
Truanderie Caddesi, Paris’teki ana pazarın yanındaydı. Dolayısıyla, 1796 yılının
bir Mayıs sabahında polis memuru Jean-Baptiste Dossonville yüzlerce adamıyla
geldiğinde, bölge zaten ana baba günüydü. Polis müfettişinin aradığı adamın adı,
Gracchus Babeuf’tü. Babeuf, mevcut hükümetin meşru olmadığını söyleyen radikal
bir gazeteciydi. Babeuf, altı ay boyunca halkı ayaklandırmaya çalışmış, Fransız
Devrimi’nin fitilini yeniden tutuşturmak için uğraşmıştı. Halkın Kürsüsü
isimli gazetesinde çıkan yazılarında, halkın kendisinden çalınan demokrasiye el
koymasını, özel mülkiyet düzenini yıkmasını istiyordu. Ona göre, devrimin gerçek
hedefi olan kusursuz eşitlik dünyası, ancak bu sayede kurulabilirdi.
Güz
aylarında bu tür yazılar yazmaya başladığında Babeuf’ün peşine bir polis ajanı
takılmış, ama gazeteci, onun elinden kurtulmayı bilmiş, şehirde kendisine saklanacak
bir yer bulmuştu.
Artık
Dossonville denilen bu polis muhbirinin elinde bir adres vardı ve o, nihayet
Babeuf’ü köşeye sıkıştırdığını düşünüyordu. Tekrar kaçmasına mani olmak için müfettiş,
piyadelerin tuttuğu sokağın iki ucuna süvarileri yerleştirdi, ayrıca Babeuf’e
sempati duyan insanların cesaretini kırmak adına, askerlerin birkaç hırsızı
aradığı yalanını tedavüle soktu. Sonra, Dossonville hedefindeki ismin
bulunduğunu düşündüğü binanın üçüncü katına çıktı, dairenin kapısını kırarak
içeri girdi. Babeuf, evin arka odalarından birinde, elinde kalem, bir şeyler
yazıyordu. Bu esnada odada iki adam daha vardı. Dossonville’in aktardığına göre,
“birden bu üç adamın suratı düştü.” Kendilerini savunmak için bir hamle
yapmadılar. “Babeuf, oturduğu sandalyeden kalkıp, “Her şey bitti. Zulüm kazandı!”
diye bağırdı.
Devlet,
öğleden sonra, hiç vakit kaybetmeden, zaferini cümle âleme ilân etti. Ona göre,
“Bir hırsızlar ve katiller sürüsü, vekilleri, hükümet üyelerini, ordu komutanlarını
ve Paris’teki tüm yetkilileri öldürmek için kumpas kurmuş”tu. Bu komplonun ve
kumpasın ardından tüm şehir katliamdan geçirilecek, yağmalanacaktı. Ama neyse
ki devlet vardı. Artık “iyi yurttaşlar sakinleşebilirdi, zira devlet tetikte”ydi.
O “kurulan komplonun liderlerinden de saldırı planlarından da haberdardı”. Polis,
Babeuf ile birlikte şüpheli kabul ettiği başka isimleri de gözaltına aldı. Hepsi
de kanunun yumruğunu tepelerinde hissedeceklerdi.
Yurttaşlar,
hep birlikte oh çektiler. Gazeteler hep bir ağızdan, “suçluların boşuna komplo
kurduklarını” yazdı ve devleti şiddete karşı ihtiyatlı tutumunu terk etmediği
için övdü. Bu, devrim ve savaşın ardından barışı ve refahı yeniden tesis etmek
için mücadele eden bir rejimin kendisini muzaffer etmesine yetecek önemde bir
andı.[1]
Ama
bu zaferin etkisi kısa sürede silindi. Üstelik bu, tüm Fransa’yı şaşkına
çevirecek hızda gerçekleşti.
Gracchus
Babeuf ve Eşitler olarak bilinen örgütün diğer altmış dört üyesi, Fransız
Devrimi’nin gölgesinde tutuklanıp yargılandı. 1789’da devrim, her şeyin hızla
değişeceği umuduyla başlamış, ama sonrasında direniş ve radikalleşme süreci,
yıllarca devam etmişti. 1795’te Fransa’yı savaş, terör ve gericilikle tanımlı
dönemin içinden geçiren ve bu sebeple epey yıpranmış olan Ulusal Meclis, devrime
son vermek suretiyle cumhuriyeti istikrara kavuşturmaya kararlıydı. Vekiller,
demokratik anayasayı ilga ettiler ve Direktuvar olarak anılan muhafazakâr bir
hükümetin kurulmasını istediler. Aynı yılın güz aylarında kurulan Direktuvar ülkedeki
kutuplaşmaya son verme, düzeni sağlama ve hukuk düzenini güvence altına alma vaadinde
bulundu. Eşitler’in tutuklanıp yargılanması, onun ilk gerçek sınavıydı.
Babeuf’ün
tutuklanması sonrası mevcut durum daha da ağırlaştı. Polis, yüzlerce eski
devrimci militanın peşine düşünce sağcılar, tutuklamaların radikalizmin Fransa’ya
yönelik tehdidinin hâlen daha devam ettiğini ispatladığını söylediler. Direktuvar’ın
sol kanadını temsil eden demokratlarsa, hükümetin politik histeriyi
artıracağına dair korkularını ifade ederek, Babeuf’ün tarif edilen türde bir
komployu kuramayacak ölçüde, zararsız bir delibozuk olduğu iddiasında
bulundular. Rejim, tutuklamalara şüpheyle yaklaşanları komploculukla suçladı ve
daha fazla sayıda demokratı içeri tıktı.
1797
kışında mahkeme süreci başladığında Gracchus Babeuf ve Eşitler, dağıtılan bildiriler
üzerinden gündeme oturdular, gazete köşelerinde haklarında yazılar yazıldı,
şehir duvarlarına yapıştırılan afişlerde kendilerinden bahsedildi. Sanıklar,
kendilerini birden ülkenin odaklandığı sahnenin ortasında buldular. Masum olduklarını
söyleyen Babeuf ve arkadaşları, savcıların iddia ettiği gibi, eşitlik için
komplo kuran kişiler değil, ifade hürriyetini korumak ve halkın egemenliğini
savunmak adına idareye düşman olan yurtseverler olduklarını söylediler. Kendilerine
sempatiyle yaklaşan gazeteler aracılığıyla tüm ülkeye hitap etme imkânı bulan Eşitler,
kendilerini yargılayan mahkemeyi alaya aldılar, Fransız Devrimi’ni yücelttiler.
Savcılar, onların birkaç sene evvel binlerce insanı hedef alan terör faaliyetlerine
benzer bir faaliyeti örgütlediklerini söyleyince sanıklar, kendilerinin özgürlüğü
savunduklarını haykırdılar.
Mahkeme
süreci aylarca devam etti. Fransa kralının mahkûm edildiği duruşmalardan bile
uzun sürdü. Merkeze uzak bir şehirdeki yüksek mahkemenin huzurunda savcılar ve
sanıklar, ülkedeki devletin soruşturulmasının bir suç olup olmadığını, bu
işlemin masum bir eylem olup olmadığını tartışma gereği bile duymadılar. Asıl sorgulanan
mesele, toplumsal eşitlik olmadan demokrasinin mümkün olup olmadığıydı. Cumhuriyetin
tüm yurttaşlarına onurlu bir hayat garanti edip edemediğiydi. Bu insanlar o mahkemede,
devrimin ışığının sönmeye yüz tuttuğu günlerde, güya Fransız Devrimi’nin
ortadan kaldırdığı baskı ve zulüm yöntemlerine başvurmaksızın, yıllardır süren
kalkışmaya nasıl son verileceğini sordular.
Sanıklarla
ilgili hükümler, tutuklamaların üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra verilebildi.
O noktada dava, belli ölçüde Direktuvar’ın itibarına halel getirdi, bir
vakitler marjinal bir isim olan gazeteci Babeuf’ün ulusal bir simge hâline
gelmesini sağladı ve ülkeyi Napolyon Bonapart’ın kucağına itti. Birkaç yıl
içerisinde Napolyon, Fransız Devrimi’nin o büyük cumhuriyetçi deneyimine ait
tüm izleri sildi.
Peki
tüm bu olaylar neden pek bilinmiyor?
Bu
mahkemenin sahip önemi, esasen yargılama sürecinin konusunu teşkil eden
komployla ilgili kalem oynatmış üç adam yüzünden görülmüyor. Bu adamlardan ilki,
tuhaf bir biçimde, Gracchus Babeuf’ü ölümsüzleştiren eylemcilerden biri. Babeuf’ün
eski yoldaşı ve onunla birlikte yargılanan isimlerden biri olan Filippo
Buonarroti.
1828
yılında bomba etkisi yapan kitabı Babeuf’ün Eşitlik Komplosu’nda Buonarroti,
gölgede kalmış olan komplodan bahsedeceğine dair söz veriyor. Onlarca yıl önce Eşitler’in
mahkeme salonunda masum olduklarını söylediği gerçeğini göz ardı eden Buonarroti,
Direktuvar’ın suçlamalarını haklı çıkartacak şeyler söylüyor. Bu çerçevede Buonarroti,
kendisinin Babeuf ile birlikte, Eşitler’in yakalanmasıyla patlak verecek yeni
bir devrimin fitilini tutuşturmak için binlerce insanı örgütlediklerinden
bahsediyor. İhanete uğramadıkları takdirde komplocuların her ayrıntısının
düşünüldüğü kusursuz eşitlik toplumunu kuracaklarını söylüyor. Buonarroti,
devamında “tüm bu gerçekleri şimdi ifşa ediyorum, çünkü dostlarımızın büyük bir
kısmı öldü. Ben, onların uğruna mücadele ettikleri hedefin gelecek nesillerce
bilinmesini istedim” diyor.
Bounarroti
kitabında, Fransız Devrimi’nde öncü rol oynamış, bir hizip olarak tarihte iz
bırakmış, uzak görüşlü ve kudretli militanların zaferlerle dolu hikâyesini
aktarıyor. Önemli bir kısmını kendisinin uydurduğu hikâyelerle bezenmiş kitabında,
esasen Buonarroti, kusursuz eşitlikle ilgili kendi fikirlerini Babeuf’e
atfediyor. Ayrıca Babeuf ile birlikte oluşturdukları küçük ve düzensiz yapıyı
bir miktar şişirerek, onu hükümeti devirecek düzeye gelmiş, ülke genelinde
saldırıya hazır bir örgütmüş gibi takdim ediyor. Böylesine sağlam bir komployu nasıl
oluyorsa tutuklamalar ve mahkeme süreci sonlandırıyor.
Bir
kuşak sonra Karl Marx ve Friedrich Engels, Buonarroti’nin destansı diliyle
örülmüş çalışmasına yaslanarak, Babeuf’ü “ilk modern komünist” ilân ediyor.
Onlara göre, halkın dili olduğunu söyleyen bir adam, çıkıp yeni gelişen
proletaryayı özel mülkiyete karşı örgütlemeye çalışıyor, böylelikle komünizmi ütopyacı
bir ülküden çıkartıp budünyaya dair bir hedef hâline getiriyor. Tek başına
böylesine yenilikçi bir adımla ilgilenen ve komplonun tarihsel açıdan vakitsiz
bir eylem olduğu için başarısızlığa mahkûm olduğuna inanan Marx ve Engels, mahkeme
sürecine tıpkı Buonarroti gibi odaklanma gereği duymuyor.[2]
Marx
ve Engels’in adımlarını takip eden eylemciler, siyaset teorisyenleri ve
tarihçileri Babeuf’ün düşüncelerinin kökenlerini araştırıyorlar, komünizm
fikrini nasıl geliştirdiğini inceliyorlar, onun evrensel kurtuluşu mu, yoksa
diktatöryel bir tedhişimi vaat ettiğini tartışıyorlar. Buonarroti’nin Eşitlik
Komplosu kitabına İncil gibi sarılan bu isimler, eski komplocunun sözlerini
doğru kabul ediyorlar, hatta, eldeki çelişkili delilleri bu sözlere göre eğip
büküyorlar. Bu meseleyle ilgilenen isimler için mahkeme süreci basit bir
ayrıntıdan, önemsiz bir dipnottan ibaret.[3]
Oysa
Gracchus Babeuf ve Eşitler, Buonarroti’nin sonradan allayıp pulladığı
pratikleriyle, esasen bu mahkeme süreci ile birlikte kamusal hafızaya kazınıyor.
Yargılanmaları bu kadar ses getirmemiş olsaydı, muhtemelen Eşitler’in isimleri
silinip gidecek, sessizlik mezarlığına gömülecek, sadece kendisini gören
politik dünyanın husumeti onların üzerlerine toprak atacaktı. Tam aksine, devletin
kurduğu sahne, onların daha fazla parlamasını, hatırasının silinmemesini
sağladı.
Gracchus
Babeuf ve Eşitler davası, esasen Buonarroti’nin kitabında aktarılan hikâyeden
daha fazla şey içeriyor. Dava, komplonun fitilini ateşleyen gerçeklik ve o
komplonun ardındaki hükümete dair çok şeyler söylüyor. Daha da özelde dava, bir
rejimin neden Fransız Devrimi’ni devam ettirmek yerine ona son verdiğini, korumakla
yükümlü olduğu cumhuriyeti nasıl yok ettiğini açıklıyor.
Başında
Maximilien Robespierre’in bulunduğu 1793-1794’teki devrimci Terör dönemiyle yeni
yüzyılda Napolyon Bonapart’ın kurduğu imparatorluk arasında sıkışmış olan
Direktuvar, uzun süre devrim çağının zavallı evladı olarak sürdürdü varlığını. Tarihçiler,
birkaç kuşak boyunca Napolyon’un ceplerine para koyduğu gazetecilerin ve yazarların
Direktuvar’ı çürümüş ve işlevsiz bir dönem olarak görüp çöpe atan yazılarına
kulak astılar. Yirminci yüzyılın sonlarında onun hakkını vermeye çalışan
isimlerse Direktuvar’ı yüceltmek suretiyle yanlışları düzeltme konusunda pek
bir şey yapmadılar. Direktuvar’ı savunanlar, bu dönemin sivil topluma yeniden
can verdiğini, ticarete destek sunduğunu, hatta demokrasiyi beslediğini iddia
ettiler. Oysa tam aksine, Eşitler davasının da ortaya koyduğu biçimiyle, Direktuvar,
devrim denilen cini politik eylemliliği ortadan kaldırıp, toplumsal eşitliğe
yönelik arzuları mümkün olduğu ölçüde azaltmak suretiyle yeniden şişeye sokmak
için uğraştı. Cumhuriyetin arkasındaki halk desteğini azaltacağına, ayrışmaları
tetikleyeceğine inanan rejim, kendi komplosunu kurdu, bir dava imal etti ve düşmanının
kurduğunu iddia ettiği komplonun önemini abarttı, böylece cumhuriyetin yıkım
sürecini hızlandırdı.[4]
1789’un
harladığı, geleceğe dair güçlü umutlar açısından acı bir son olsa da Eşitler davası,
yaşanan yenilginin ötesinde bir anlama sahipti. Bu dava, muhalefetin canına can
kattı, demokratik ittifakların zihinlerinde tasarladıkları savunma hattını güçlendirdi,
yurttaşların katılımı konusunda eylemcilerin geliştirdikleri formüllere katkı
sundu. Çünkü Eşitler, direnişin gösterdiği mukavemete dönük tüm vurguları
bünyesinde toplamıştı. Babeuf ve Eşitler, “kamu yararı” ve “kusursuz eşitlik”
dedikleri düzeni kurmamış olsalar da kendi çağdaşlarına ve takip eden kuşaklara
eşitlik ve özgürlük arzusunu, bu arzunun yeni dilini miras bıraktılar. Artık
aydınlar ve eylemciler, yüzlerce yıl boyunca onların fikirlerini benimseyecek,
formüle edecek ve yücelteceklerdi.
Burada
Fransız Devrimi’nin tarihi yirmi birinci yüzyıl için anlatılıyor aslında. Geçen
yüzyıl, dünya genelinde, hükümetleri ve tüm imparatorlukları yıkan, yeni
rejimler tesis eden, direnişin fitilini ateşleyen, Fransız Devrimi tarihçilerine
bu devrimi kendi dönemlerinin bakış açılarıyla görmeleri konusunda ilham veren devrimci
kurtuluş mücadelelerine tanıklık etti. Bu mücadeleler, devrimin köklerini, halk
hareketliliğinin niteliğini, radikalleşmenin ve direnişin teröre nasıl yol
açtığını sorguladılar. Buna karşılık, içinde olduğumuz yüzyıl, temsili
hükümetlere, herkese adalet fikrine ve sosyal refaha tüm dünya genelinde karşı
koyan otoriterizmdeki yükselişe tanıklık ediyor. Bu dönemde sıradan insanlar,
dişleriyle tırnaklarıyla, temel hakları ve ihtiyaçları için mücadele
ediyorlar.[5]
Bugün
Fransız Devrimi’nin nasıl sona erdiğini, devrimdeki hareketliliği ve onun köklerinden
nasıl uzaklaştığını sorgulama vaktidir. Direktuvar’ın eşitlik, özgürlük ve
kardeşlikle ilgili devrimci vaatlere yönelik saldırısı ve en nihayetinde temsilî
demokrasinin temellerini yıkmış olması, bize bir yandan da Fransa’nın sadece
dünyadaki ilk demokratik cumhuriyeti kurmadığını öğretiyor. Fransa, aynı
zamanda karşımızda, demokrasinin hassas niteliğine işaret eden, bir cumhuriyetin
kendi içinden nasıl çökertilebileceğine dair, erken gelişmiş bir örnek olarak duruyor.
Direktuvar’ı Eşitler davası ışığında değerlendirmek, Bastille Hapishanesi’nin
halk tarafından göz alıcı bir müdahaleyle yıkılmasından tam on yıl sonra, Fransa’nın
ilk cumhuriyetinin at sırtında sağa sola emirler yağdıran bir generalin eline
nasıl düştüğünü, o pek kıymet verilmeyen çöküşü konusunda bize çok şey
öğretiyor.
Eşitler
davası, Fransız Devrimi’nin sonuna ışık tuttuğu gibi, bir yandan da onun
merkezinde duran Gracchus Babeuf’ü başka bir çerçeveye oturtuyor. Davayı yakından
inceleyen bu çalışmada, Marksizmin Babeuf’ün düşüncelerinin ve eylemlerinin
geriye dönük olarak belirli bir önemi haiz olduğuna dair iddiaları geri plana
atılıp, daha çok, devrimci bir çağda yoksul bir adamın ortaya koyduğu deneyime
odaklanılıyor.
“Çamurun
içinde doğmuş bir iştirakçi” olarak Babeuf, hem müstesna hem de emsal teşkil
eden bir isim. Kendi kendisini eğitip yetiştirmiş olan bu hırslı adam, eski
rejimdeki katı hiyerarşileri karşısına alıyor ve milyonlarca insan gibi o da
Fransız Devrimi ile özgürleşiyor. Sonrasında bir eylemci, gazeteci, seçimle
işbaşına gelmiş yetkili bir isim ve bürokrat hâline gelen Babeuf, kendi
hayatını, ailesinin hayatını müreffeh kılacak, dostlarını hayat şartlarını iyileştirecek
fırsatları elde ediyor. Tanık olduğu o olağanüstü değişim ümitlerini besliyor. Devrim
yolunun terk edilmesiyle taşıdığı ümit, onu direnme ve radikalleşme konusunda
cesaretlendiriyor. Babeuf’ün hayatının son deminde özel mülkiyete yönelik
geliştirdiği reddiye, içinde bulunduğu mahrumiyet hâli, felsefi çalışmaları ve
devrimci eylemliliğinin kaynaşmasını sağlıyor.
Babeuf,
kendi pratiğini tefekkür etmesi, tanık olduğu şeyler konusunda binlerce sayfa
yazı yazabilmesi ve o kayıtları muhafaza etme noktasında gösterdiği kararlılık,
onu birçok isimden ayırıyor. Ama bir yandan da bu pratikler, karşımızda bir
adamdan daha fazlası olduğunu söylüyor bize. Bu kayıtlar, devrimci
faaliyetlerle örülü on yıl boyunca dostlarıyla paylaştığı o acı veren hayal
kırıklıkları, en derinde beslenen ümitler, bağlılık ve çekilen çile konusunda
çok şey anlatıyorlar. Eşitler davasının Direktuvar’a dair sunduğu resim gibi
Babeuf de kendisinin ve çağdaşlarının resmini çekiyor ve bu resim, bize politik
kutuplaşma ve derin eşitsizlikle yüklü bugünümüze yüzlerce yıl öteden bir
şeyler fısıldıyor.
Babeuf’ün
deneyimi, daha çok yoksulluğun ve hak mahrumiyetlerinin yol açtığı o korkunç
maliyet, ayrıca kendi yurttaşlarını hiç düşünmeyen elitlerin servet, güç ve
imtiyaz biriktirirken oynadıkları o tehlikeli oyun üzerinde duruyor. Babeuf bu
noktada, 1789’dan bile önce, “yukarıdakilerin talihiyle aşağıdakilerin
talihsizliği arasındaki o korkunç eşitsizliğin isyana sebebiyet vereceği”
konusunda uyarıda bulunuyor. Ardından da “eşitsizlik ne kadar derinleşirse,
çözüm de o ölçüde radikal olacaktır” diyor. Bu tür açıklamalar, yoksulların ve ezilenlerin
kararlılığın delili aslında, ama bir yandan da Eşitler, zenginlere ve muktedirlere
ümitsiz insanları isyana teşvik etmek istemiyorlarsa, akıllı olup tavizlerde
bulunması konusunda nasihatte bulunuyorlar. Eşitler, zengin-yoksul ayırt
etmeksizin herkese, kendilerine gönülsüzce katılmış müttefiklerden birinin
ağzından çıkmış hâliyle, şu hususu anımsatıyorlar: “Herkes, haklar konusunda
eşit olmadan gerçek ve kalıcı bir özgürlük mümkün değildir.”[6]
Gracchus
Babeuf ve Eşitler’in yargılandığı dava, bizim Fransız Devrimi’nden öğrenebileceğimiz
hususlar konusunda çok şey anlatıyor.
Laura Mason
[Kaynak: The Last Revolutionaries: The Conspiracy Trial and Gracchus Babeuf and the Equals, Yale University Press, 2022, s. 1-7.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder