Pages

11 Mart 2022

Ukrayna Savaşı’nın Ekonomik Sonuçları


Rus askerî güçlerinin sınırı geçip Ukrayna topraklarını işgal etmesi üzerinden bir hafta geçti. Ukrayna ordusundan beklenmedik ölçüde kararlı bir direnişle karşılanan Rusya, büyük şehirleri alıp Ukrayna hükümetini devirme hedefine henüz ulaşabilmiş değil. İki taraf arasında müzakereler devam ediyor olsa da herhangi bir karar alınamadı, hiçbir konuda uzlaşma sağlanamadı. Öte yandan, Rus güçlerinin şehirler etrafında oluşturduğu çember giderek daralıyor, ölü ve yaralı sayıları giderek artıyor. Anlaşılan, daha kötü şeyler yaşanacak.

ABD ve Avrupa, bu sürece Rus ticaretine, finans kurumlarına ve Putin hükümetindeki isimlere yönelik ekonomik yaptırımları gündeme getirerek cevap verdi. Hatta Rus bankaları, uluslararası işlemlerin gerçekleştirildiği sistemlerden kovuldu, Rus merkez bankasına ait dolar varlıkları donduruldu.

Bu makalede yaşanan felâketin ekonomik sebeplerine ve sadece Ukrayna ile Rusya’nın geleceği değil, ayrıca dünya ekonomisi için de yol açacağı sonuçlara yoğunlaşmak istiyorum. Ekonomi tabii ki siyasetten kopartılamaz, her ikisi de birbirini etkiler. Friedrich Engels’in sözünü aktaracak olursak: son tahlilde tarihe yön veren, maddi koşullardır.[1] Lenin ise “siyasetin yoğunlaşmış ekonomi” olduğunu söyler.[2]

Bu savaşın ekonomik sebepleri konusunda geri dönüp 1990’da Sovyetler Birliği’nin çöküşüne, ardından da seçimle işbaşına gelmiş Ukrayna hükümetinin başkent Kiev’deki meydandan ismini alan Maydan Devrimi ile yıkılmasıyla sonuçlanan, 2013-14’teki ekonomik krize bakmak gerekiyor.

Rusya, Rusya yanlısı hükümetin yıkılmasını Kırım bölgesini ilhak edip Doğu Ukrayna’da çoğunluğu Rusça konuşan (ki Ukrayna’nın 44 milyonluk nüfusunun yüzde 17’si Rusça konuşuyor) şehirlerdeki isyanlara destek vererek tepki gösterdi. Bunun ardından ekonomik kriz meydana geldi. Ukrayna ekonomisi bir süre az da olsa iyileşme kaydetse de büyüme rakamları nispeten düşük kaldı, ortalama reel ücretler 12 yıl içerisinde yükselmezken, 2014 krizinden bu yana sert bir düşüş yaşadı (Şekil 1).

Kaynak: EWPT 7.0 serisi.

Ukrayna, Sovyetler’in dağıldığı süreçte en ağır darbeyi yiyen ülkeydi. Doğu Avrupa ve Rusya’da kapitalist restorasyonun bir tür “şok terapisi” olarak gündeme geldiği bu süreç, en çok da Ukrayna’yı vurdu. Eskiden Sovyetler’e bağlı tüm cumhuriyetlerin kişi başına düşen GSYİH’si ve gelir düzeyleri uzun zaman eski durumuna gelemedi. Ukrayna, hiçbir zaman 1990’daki düzeye ulaşamadı.

Ülkenin 1990-2017 arası dönemde ortaya koyduğu ekonomik performans, Avrupalı komşularından daha kötüydü, üstelik ülke tüm dünya sıralamasında en kötü beşinci ülkeydi. Aynı dönemde toplam büyüme oranı sıfırın altında olan sadece 18 ülke vardı, bu kesim içerisinde bile Ukrayna, ortaya koyduğu performansla en alt sıradaki Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Burundi ve Yemen’in üzerinde yer alabildi.[3]

2014’teki borç ve döviz krizinde Ukrayna, üç sebebe bağlı olarak topyekûn çöküşten kurtuldu: İlk sebep, ülkenin Rusya’ya olan borcu ödememesiydi. Bu borç hâlen daha ödenmiş değil. İkinci sebep, Maydan gösterileri sonrası kurulan hükümetlerin destek arayışı dâhilinde yüzlerini Avrupa’ya dönüp IMF eliyle hazırlanmış kurtarma paketlerini benimsemesiydi. Üçüncü sebepse hükümetlerin kamu hizmetlerinde ağır tedbirlerin uygulandığı bir kemer sıkma programını yürürlüğe koyması ve sunulan sosyal yardım desteğiydi.

Ukrayna’nın Rusya’ya toplam borcu üç milyar doları buluyor ki bu rakam, ülkenin döviz rezervinin toplam tutarından yüzde on fazla. Bu borcu ödemesi durumunda ülkenin dış finans açığı iki katına çıkacak. Bugün bu açık IMF’den alınan paralarla kapatılıyor, bir yandan da Ukrayna, borcun yeniden yapılandırılması için Rusya ile müzakere yürütüyor. Muhtemelen bu sürece Almanya arabuluculuk ediyor. Dolayısıyla aslında Ukrayna, 2014’ten beri Rus nüfuzundan koparken, Batı’ya bel bağlamayı seçti veya seçmek zorunda kaldı. Ülke, bu süreçte IMF’den aldığı kredilerle kendi parasını ayakta tutmayı ve ekonomi sahasında az da olsa ilerlemeyi ümit etti.[4]

IMF yardımları bugüne dek devam etti. En son yardım anlaşması uyarınca 2022’de toplam 5 milyar dolarlık desteğe 699 milyon dolar eklenmesi öngörülüyor. Bu borç karşılığında Ukrayna’nın borcunu “sürdürülebilir” kılması, merkez bankasının bağımsızlığını güvence altına alması, enflasyonu hedeflenen aralığa çekip yolsuzluklarla mücadele etmesi gerekiyor. Bu da kemer sıkma politikası uyarınca kamu harcamaları alanında da tedbirlerin uygulanmasını gerekli kılıyor. Merkez bankası, yabancı kredi kuruluşların belirlediği faizlere göre hareket etmek, parasının fazla değer kaybına uğramasına izin vermemek, ayrıca Ukraynalı oligarkların kurduğu hükümetteki büyük yolsuzluklar kontrol altına alınmak durumunda.[5]

Son on yıl içerisinde bir dizi hükümet, bu kemer sıkma tedbirlerini uyguladı. Mevcut IMF paketi, yıllık GSYİH’sinin yüzde 0,5’ine denk düşecek bir vergi artışını, emeklilik kesintilerinin artırılmasını ve enerji sahasında belirlenmiş olan gümrük vergilerinin yukarı çekilmesini gerekli kılıyor.

Tüm bu tedbirler, sosyal yardım harcamalarının ileride kesilmesini gerekli kılacak. Bu anlamda, ilgili harcamaların 2014 krizinde GYSİH içerisindeki payı yüzde 20 iken bu oran bu yıl yüzde 13’e çekildi. (Şekil 2) Aynı zamanda IMF, hükümetin çift rakamlı enflasyon rakamlarını tazmin etmek adına kamu sektöründe çalışanlara verilen ücretlerde en ufak bir artışa bile karşı çıkmasını talep etti.

Kaynak: IMF

Aslında IMF, son hükümetin de desteğiyle, “verimlilik” ve “yolsuzlukların kontrolü” adına bankaların ve devlet işletmelerinin özelleştirilmesini talep ediyor.

“Yetkililer, KİT’lerin hacmini küçültme taahhüdüne bağlılar. Bu anlamda devletin mülkiyeti ile ilgili kapsamlı bir siyaseti önemli bir adım olarak uyguluyorlar. Bunun sonucunda şirketleşme ve onunla birlikte stratejik olmayan KİT’lerin performansındaki iyileşme, başarılı bir özelleştirme sürecine yol açacağı düşünülüyor. […] Devletin bankacılık sektöründeki mülkiyetini azaltma amacını güden yeni bir strateji, yakında yürürlüğe girecek. Ağustos 2020’de güncellenen bu strateji, devlet mülkiyetinin bankacılık sektörüne ait net varlıklardaki oranını 2025 yılı itibarıyla yüzde 25’in altına çekmeyi öngörüyor.”[6]

En önemli hamle ise devlet arazilerinin özelleştirilmesi ile ilgili. Ukrayna dünyadaki en verimli “humuslu” toprağın (Çernozyom) bulunduğu ülkelerden biri. Hâlihazırda ülke, dünyanın en büyük ayçiçek yağı üreticisi, aynı zamanda en büyük dördüncü mısır üreticisi. Soya fasulyesi, ayçiçeği ve mısırın yanında, doğudaki Harkiv şehrinden batıdaki Ternopil bölgesine uzanan Ayçiçeği Kuşağı’ndan başka ürünler de alınıyor. Gelgelelim ülkedeki tarımsal üretkenlik düşük seviyede.

2014’te Ukrayna’nın hektar başına düşen toplam zirai değer 413 dolarken, bu rakam Almanya’da 1.507, Polonya’da 1.142, Fransa’da 2.444 dolar. Tarım sektörü, bir yandan makineleşme oranının yüksek olduğu ticari çiftliklerde çalışan az sayıda işçinin ve küçük tarlaları ekip biçen köylülerin sırtında. Nüfusun yaklaşık yüzde 30’u köyde yaşıyor, ayrıca çiftçilik sahası toplam işgücünün yüzde 14’ünden fazlasını istihdam ediyor.

Batı’nın Ukrayna’ya gönderdiği danışmanların son yıllarda dile getirdiği önemli taleplerden biri, arazi piyasasının “serbestîleştirilmesi”, böylelikle “büyüme dinamiğinin hızlanması” önündeki engellerin kaldırılması ile ilgili. IMF’nin tahminine göre bu türden bir serbestleşme, hükümetin yabancılara ve ülke halkına birlikte toprak mülkiyet hakkı verip vermeyeceğine bağlı olarak, yıllık GSYİH’nin yüzde 0,6 ilâ 1,2 oranında büyümesine katkı sunacak.

Hükümet ise yabancıların toprak satın almasına izin verme konusunda ayak diriyor. Buna karşın, 2024 yılında Ukrayna’daki hukuk kurumları, 10.000 hektara kadar araziyi satın alma hakkı verecek, bu da toplamda 42,7 milyon hektarlık tarım arazisinin satılacağı anlamına geliyor. Bu kadarlık bir arazi, Kaliforniya’nın veya İtalya’nın toplam arazisine denk!

Ukrayna’nın elindeki bu önemli endüstrinin kapitalist işletme pratiğine kapı aralayacak olması karşısında Dünya Bankası’nın ağzının suyu akıyor:

“Ukrayna cumhurbaşkanı sayesinde yaşanan, parlamentonun iradesi ve hükümetin yoğun çalışması sonucu ortaya çıkan bu gelişme, hiç abartısız, tarihsel önemi haiz bir gelişmedir.”

Ukrayna, büyüme hızını artırmak, daha müreffeh olmak umuduyla, ekonomisini sermayeye, bilhassa yabancı sermayeye açmayı planlıyor.[7]

Ama sadece ummakla yetiniyor. Yıllık ekonomik büyüme oranının en iyimser tahminle her yıl yüzde 4’e çıkması, enflasyon oranının ise yıllık yüzde 8 ilâ 10 düzeyinde seyretmesi öngörülüyor. İşsizliğin yüzde 10’luk bir oranda kalmaya devam ettiği koşullarda iş yatırımları iyice düşüyor (yüzde 40’a çekiliyor). Savaştan önce bile Ukrayna’nın belirli bir canlanma dönemine girmeyeceği zaten belliydi. Sermaye yatırımı ülkede düşük, çünkü sermayenin kârlılık oranı çok düşük (Şekil 3).

Kaynak: EWPT 7.0 serisi

Devlete ait varlıkların özelleştirilmesinden en çok zenginler kazanç sağlayacak muhtemelen. Toprağın semeresini ise bazı kapitalistler, en çok da yabancı yatırımcılar toplayacak. Ama yolsuzluklar sebebiyle bu kazancın büyük bir kısmı buhar olacak.

IMF’nin de kabul ettiği biçimiyle yolsuzluklar azalsa bile ülke toparlanamayacak, ülke, Batı’daki komşularını asla yakalayamayacak. Ukrayna’nın Gini katsayısı (gelir eşitsizliğini ölçen katsayı) Avrupa’nın en düşüğü. Bunun kısmi sebebi, Ukrayna’nın çok yoksul olması. Ülkede orta sınıf diye bir şey yok. Aşırı zenginler, gelir ve servetlerini kasada saklıyor, çok az vergi ödüyor, hatta hiç ödemiyorlar. “Gölge ekonomi” çok büyük, öyle ki en üstteki yüzde 10’luk dilim, en yoksul Ukraynalılardan kırk kat daha fazla servete ve gelire sahip. Son hazırlanan Dünya Mutluluk Raporu, Ukrayna’yı 149 ülke içerisinde 110’uncu sıraya yerleştirdi. Ülke, bu anlamda birçok Sahra Altı Afrika ülkesinin bile gerisinde kaldı.[8]

Bu savaştan önce Rusya ile yaşanan gerilim, Ukrayna’ya epey pahalıya mal olmuştu zaten. Ekonomi ve İş Araştırmaları Merkezi’ne (CEBR) göre, “ülke, 2014-2020 arası dönemde kendi GSYİH’sinden 280 milyar dolar kaybetti. Yıllık kayıp, 40 milyar dolar seviyesinde.[9] Rusların Kırım’ı ilhak etmesi sonucu ülke yıllık 8,3 milyar dolar kaybetti, Donbas’ta devam eden çatışmalar, ülke ekonomisine yıllık 14,6 milyar dolara mal oldu. 2014’ten beri tek başına bu iki işgal pratiği sebebiyle yaşanan kayıp, 102 milyar doları buldu.”

CEBR, devamında çatışmanın Ukrayna ekonomisini önemli ölçüde etkilediğini, ülkenin yatırımcılara sunduğu güvenin iyice azaldığını ifade ediyor.

“Bu güven kaybı da toplamda 72 milyar doların buhar olmasına neden oluyor. Yıllık kayıpsa 10,3 milyar dolar. İhracattaki düşüş ise 2014-2020 arası dönemde ülkenin 162 milyar dolar kaybetmesine neden oldu. Kırım ve Donbas’ta yaşanan hasar veya yıkım sebebiyle Ukrayna, toplamda 117 milyar dolarlık sabit varlığını kaybetti. Söz konusu dönemde bütçeye akan vergi gelirleri, ancak 48,5 milyar doları bulabildi.”

Sovyetler Birliği’nin çöküşünden ve Ukrayna’nın 1991’de bağımsızlığını kazanmasından sonra Ukrayna halkı, oligarkların saldırısına uğradı. Bu oligarklar, ülkenin zenginliklerini ve kaynaklarını yağmaladı, rüşvetle satın alınmış hükümetler, Putin Rusyası ve Avrupa Birliği arasında salınıp durdular.

Sonra Maydan ayaklanması yaşandı. Rus yanlısı hükümete karşı gerçekleştirilen bu ayaklanmanın ardından hükümetlerin yürüttüğü siyasete bir kısmı açıktan faşist olan aşırı milliyetçiler damgasını vurdu. Sonuçta hükümet, okullarda Rusça öğretilmesine yasak getirdi, ayrıca Ukrayna’nın AB’ye girmesini, hatta Rusya’nın ilhak ettiği bölgeleri geri almak amacıyla NATO’ya katılmasını talep etti. Bu son talep, sonrasında anayasaya da girdi.

İşin tuhaf yanı ise Rus işgalinden önce Almanya’nın Ukrayna gibi istikrarsız ve aşırı yoksul bir ülkeyi AB’ye almak istememesi. Ona göre Ukrayna’nın AB’ye girmesi, çok fazla soruna ve maliyete yol açacak bir gelişme. NATO üyeliği konusunda asıl ayak sürüyense ABD. Buna karşılık Rusya, Rusça konuşulan bölgeleri Kiev’in kontrolüne bırakmak niyetinde değil, hatta Rusya, özerkliğin kalıcılaşmasını ve Ukrayna’nın NATO’ya asla girmeyeceğine dair bir anlaşmanın imzalanmasını istiyor.

2014-2015’te Minsk anlaşmaları, o dönemki Ukrayna hükümeti ve büyük güçlerce imzalandı. Anlaşmaların amacı, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tanımak, ama bir yandan da Rusça konuşan ve devlete karşı ayaklanmış olan bölgelere özerklik verip Ukrayna’nın Rusya’nın onayı olmaksızın NATO’ya girmemesini sağlamaktı.

Parlamentodaki milliyetçiler, bu anlaşmayı hiçbir zaman kabul etmediler. ABD’nin teşvikiyle bu kesim, NATO’ya katılma talebini ısrarla dile getirdi. Buna tepki olarak Ruslar, ülkeyi kalıcı olarak bölecek bir anlaşmayı dayatabilmek adına, işgal hazırlığı içine girdiler. Bu süreçte Ukrayna, Batı emperyalizminin çıkarları ile Rusya’daki ahbap-çavuş kapitalizminin çıkarları arasında sıkışıp kaldı.

Nihayetinde Putin, işgal seçeneğini gündeme aldı. Ama bu seçenek, Rus ekonomisinin ne kadar zayıf durumda olduğunu ortaya koydu.

Rusya, ekonomik anlamda emperyalist bir ülke değil. O, dünya genelinde askerî üslere sahip olmayan, önemli teknoloji altyapısından ve G7 üyesi ülkelerin meydana getirdiği emperyalist bloğun elindeki finans araçlarından yoksun, kapitalist bir ülke.

Rusya, daha çok bir avuç milyarder oligarkın desteklediği bir otokratın kontrolünde bulunan bir ahbap-çavuş kapitalizminin işlediği bir devlet. Dünyada bu türden başka rejimler de var. Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Fas, Myanmar, Irak, Suriye bunlardan bazıları. Bu ülkeler Marksist anlamda emperyalist değiller.

G7 ülkelerinin ve Avrupa’nın Rus ekonomisine yönelik yaptırımları, Rusya’daki kapitalist ekonominin ne denli zayıf olduğunu ortaya koydu. Bu yaptırımların ilki, en büyük iki bankası Sberbank ve VTB’yi de içerecek biçimde, tüm önde gelen Rus bankalarıyla yapılan işlemlerin askıya alınmasıydı. Gelgelelim yaptırım listesine Gazprombank dâhil edilmedi. Rusya’nın en önemli kredi sağlayıcı kuruluşu olan bu banka, enerji ihraç eden şirketlere borç veriyor.

Şurası açık ki Batı, aslında doğal gaz ve petrol akışının durmasını istemiyor, Almanya, enerjisinin yüzde 40’ını Rusya’dan alıyor. Sonuç olarak NATO eliyle hazırlanmış olan yaptırım paketi, belirli alanları ve kuruluşları dışarıda bırakıyor. Rusya’nın finans kuruluşlarına yaptırım uygulanırken, toplam ihracatın yaklaşık üçte ikisini oluşturan enerji ve tarım ürünleriyle bağlantılı kuruluşlar bu süreçten muaf tutuluyorlar. Yaşanan komik bir gelişme dâhilinde İtalya, Rusya’nın zenginlerine sattığı Gucci marka çantaların ihracat yasağından muaf tutulması için lobi faaliyeti yürütüyor!

Rus işgalinin devam ettiği günlerde G7 ülkeleri el yükseltiyorlar. AB lideri von der Leyen ve Biden “Rus oligarklarının finansal varlıklarını kendi piyasalarında kullanmasına yasak getirmek için çalıştıklarını” açıkladı.[10] Biden ABD’nin, Rus hükümeti ile ilişkili zengin Rusların ABD vatandaşı olmasına ve finans sistemlerine erişmesine imkân sağlayan altın pasaporta ve yurttaşlık hakkının satışına sınırlama getireceklerini söyledi.[11]

Ayrıca “AB ve ABD, Rus şirketlerinin ve oligarklarının varlıklarını, yatlarını, malikanelerini ve haksız kazançlarını bulup tespit edecek ve donduracak bir görev gücünü devreye sokmaya hazırlanıyor.”

Bu önerilen tedbirlerdeki iki yüzlülük ve tuhaflık asla gözden kaçırılmamalı. Zira onlarca yıldır Batılı hükümetler, söz konusu “kirli para”yı alırken yüzleri gülüyordu. Hatta o oligarklara yurttaşlık hakkını ve özel imtiyazları verdiler, kendi ülkelerindeki siyasete nüfuz etmelerini sağladılar, onların kapitalizm yanlısı partilere destek sunmalarına hiç ses etmediler. Şimdi bu imtiyazlar geri alınıyor (bu işin sonu nereye varacak, hep birlikte göreceğiz.)

Zenginlerin gelirlerini bankaların, avukatların ve muhasiplerin katkısıyla vergi cennetine dönüştürülmüş denizaşırı ülkelerde saklayan zenginler konusunda son otuz yıldır hiçbir şey yapılmadı. Putin gibi Rusya’nın aşırı zenginleri, servetlerini Kovid süresince muazzam ölçülerde artırdı. Rusya’nın milyarderleri (Batı’nın onlar için kullandığı tabirle “oligarklar”) tüm büyük kapitalist ekonomiler içerisinde servetin GSYİH’deki payı açısından en büyük paya sahipler. Onları “sosyal demokrat” İsveç ve AB takip ediyor (Şekil 4).


Diğer milyarderler gibi Rusya’nın ihracatla uğraşan, servetini vergi cennetlerinde, İsviçre bankaları gibi bankalarda saklayan milyarderleri de başka ülkelerde mülk ve varlık satın alıyorlar. Bunların denizaşırı ülkelerdeki hesaplarda bulunan servetleri diğer milyarder gruplarından epey fazla (Şekil 5).

Kaynak: Gabriel Zucman, gabriel-zucman

İhracat ve ticaret konusunda getirilen yasaklar, belirli bankalarla yürütülen işlemlerin askıya alınması, Rus oligarklarının kimi haklardan mahrum bırakılmaları türünden yaptırımların Rusya üzerindeki etkisi düşük olacak. Enerji ticareti devam ediyor. Bugün Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerji arzının yüzde 25-30’unu Rusya sağlıyor. Ayrıca Rusya, artık dış finans kaynaklarına bağımlı değil. Ülkenin cari işlemler bilanço fazlası 2014’te GYSİH’nin yüzde 2’si iken, 2021’de bu oran yüzde 9’a çıktı. Dolayısıyla ihtiyaç duyulması hâlinde biriktirilmiş olan bu fazlanın devreye sokulacağı açık.

Rusya Merkez Bankası, şirketler ve finans sektörü gibi önemli kamu sektörleri dışarıya kredi sağlayan kuruluşlar. Merkez Bankası rezervinde 630 milyar dolar bulunduruyor ki bu rakam, içteki para arzının dörtte üçüne destek sunmaya yetecek düzeyde, dolayısıyla ekonomik faaliyetler için gerekli parayı temin etme noktasında ülkenin ruble basmasına gerek yok. Ayrıca Rusya, sağlanacak fonlara destek sunmak için hazırda tutulan 250 milyar dolarlık ulusal varlık fonuna sahip.

Rus şirketleri ve hükümeti dolara erişim imkânını yitirmek gibi şoklara hazırlıklı durumda. Ticaret ve finansal işlemlerde dolar kullanımı ciddi ölçüde azaldı. Maliye Bakanlığı artık elinde, petrol fonu dâhilinde dolara bağlı varlık bulundurmuyor. Merkez bankası ise doların rezervlerindeki payı yarı yarıya azalttı, bu oranı yüzde 20’ye çekti. Avro ve Çin parası (yuan) daha fazla tercih ediliyor.

Birçok Rus şirketi ve bankası, bugün sözleşmelerine ABD dolarının kullanılamaması durumunda başka bir para birimiyle anlaşmanın sağlanması şartını koyuyor. Ayrıca Rusya, Mir gibi kendisine ait ödeme kartlarının kullanımına hız verdi. Kendi SWIFT’i Finansal Mesaj Transferi Sistemi denilen mesajlaşma hizmetini de devreye soktu. Bu iki sistemin hâlihazırda sadece ülke içerisinde işliyor olması, ülkeler arasında başka para birimleriyle yapılan işlemlerde kimi açıklara yol açıyor.

ABD ve Avrupa hükümetlerinin bu türden ciddi yaptırımları gündemlerine almaya karar vermelerinin sebebini burada aramak gerekiyor. Rusları SWIFT denilen uluslararası işlem sisteminden çıkarttılar, Rus merkez bankasına ait varlıkları dondurdular. SWIFT konusunda alınan tedbirle birlikte Rus bankalarının uluslararası faaliyetlerde bulunma imkânı ortadan kalktı. Bu bankalar, “dost” bankalarla ikili anlaşmalar imzalamak veya faks türünden eski teknolojileri kullanmak zorunda kalacaklar. Ama şunu da görmek lazım: bu süreci, Avrupa’daki bankacılık sistemine ve onun yürüttüğü ticari faaliyetlere de zararı olacak. Eğer Gazprombank SWIFT’ten çıkartılacak olursa, Avrupa ciddi zarar görecek.

En ciddi tedbirse Rus merkez bankasına ait doların dondurulması ile ilgili. Bu, daha önce hiçbir G20 ülkesinin başına gelmemişti. Bu kaderi sadece Venezuela, Kuzey Kore ve İran merkez bankaları paylaşmışlardı. Yaptırımın yürürlüğe girmesi durumunda Rus merkez bankasındaki dolar cinsinden döviz rezervi, uluslararası döviz piyasalarında rubleye destek olmak veya içteki ticari bankaları dolarla finansmanının sürdürülebilir kılmak noktasında asla kullanılamayacak. Hükümet, ruble ile veya altın gibi itibari olmayan paralarla finansman sağlamak durumunda kalacak. Zaten son dönemde dünya döviz piyasalarına yönelik ruble akışına tanık olunuyor. Rusya’nın elindeki döviz rezervi ise esasen Batı’daki merkez bankalarında bulunuyor. Rusya, altın rezervinin sadece yüzde 23’ünü kendi kasasında tutuyor ve bu altının fiziken nerede tutulduğunu kimse bilmiyor. Mevcut durum bu hâliyle para akışına ve rubleye zarar verecek bir durum. Sonuçta enflasyon artacak, bankalara hücum edilecek. Mesela son bir iki gün içerisinde ruble dolar karşısında yüzde 30 değer kaybetti (Şekil 6).


Bir de yabancı şirketlerin Rusya’nın enerji sektörüne ve kaynaklarına yaptıkları yatırımlar var. BP ve Shell gibi büyük Batılı enerji şirketleri bu süreçte Rusya’dan çekiliyorlar. Rusya’ya yönelik doğrudan dış yatırımın asli kaynağı ise AB: Avrupalı yatırımcılar, bu doğrudan dış yatırımın yüzde 55 ilâ 75’ini ellerinde bulunduruyorlar. (Şekil 7)

Avrupa Birliği, Rusya’ya yatırım yapan en önemli güç. Petrol ve doğal gaz, Rus ekonomisinde belirleyici bir role sahip, bu anlamda ihracat sektörünü domine ediyor. Doğrudan dış yatırımların büyük bir kısmı, paralarını Kıbrıs, İrlanda, Lüksemburg ve Malta gibi vergi cennetlerinden ülkeye kaydıran zengin Rusların dolaylı yatırımlarından oluşuyor. Bilhassa Kıbrıs’taki iştirakler, Rus şirketlerinde önemli paylara sahipler, ama bu paylar, nadiren doğrudan dış yatırım olarak Rusya’ya dönüyor.[12]

Kaynak: Breugel

Bir de bıçağın ağır ağır sokulmasına benzeyen yaptırımlar var. Rusların önemli teknolojilere ulaşmasına getirilen yasaklar, bunlardan biri. ABD, Rusya’nın dünyadaki çip arzından istifade etme imkânını ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Bu noktada Intel ve Nvidia gibi Amerikan şirketleri, bu ülkeye mal vermeyecekler. Dünyadaki en büyük fason çip üreticisi olan ve sipariş üzerine yapılan çiple ilgili dünya pazarının yarısından fazlasını kontrolünde bulunduran Tayvan Yarı İletken İmalatı Şirketi de ihracat sahasının kontrol edilmesine ilişkin bu adıma uyum göstereceği vaadinde bulundu. Rusya, bugün en son teknoloji ürünü yarı iletkenlere erişemiyor, askerî teçhizatın geliştirilmesinde önemli olan teknolojik ürünleri ithal edemiyor.

Buna karşılık Çinli şirketlerin, bilhassa ABD yaptırımlarının hedefinde olanların, Rusya’nın ihracat üzerindeki baskıdan kurtulmasını sağlaması mümkün. Huawei, muhtemelen Rusya’daki telekomünikasyon ekipmanı piyasasını geliştirmek için adım atacak.[13]

Neticede Ukrayna işgali, Putin’in oynadığı büyük bir kumar. Ukrayna’yı NATO konusunda bitaraf kılamazsa, NATO’yu uluslararası bir anlaşmaya zorlayamazsa bu hamle Rus ekonomisini ciddi ölçüde zayıflatacak. Çünkü Rusya, ekonomik ve politik açıdan süper güç değil. Onun sahip olduğu (emek ve doğal kaynaklar dâhil) tüm servet, ABD ve G7 ülkelerinin bulunduğu seviyenin çok altında.[14] (Şekil 8)

Kaynak: Dünya Bankası Ulusların Değişen Zenginliği Raporu

1990’da Sovyetler çöktükten sonra Yeltsin başa geldi. Kapitalizm yanlısı yeni hükümet, Batılı iktisatçıların “şok doktrini” adını verdikleri politikaları benimsedi ve bu bağlamda, devlet kuruluşlarını özelleştirdi, kamu hizmetlerinin altını oydu, sosyal yardım sistemini ortadan kaldırdı.[15]

Bu süreçte eskiden Sovyet hükümeti içerisinde çalışmış olanlardan oluşan küçük bir elit grubu, enerji ve madencilik alanında devlete ait mülkleri ucuza, haydutlukla ve rüşvetle satın aldı. Rus oligarklarının ortaya çıkışına, Putin’in şahsında somutlaşan ve giderek otokratlaşan bir rejim eşlik etti.

Ülkedeki GSYİH hızla düştü, ortalama geçim standartları azaldı. Rusya’da kapitalist ekonomi 1998 sonrası dünyada yaşanan emtia fiyatı artışı ile birlikte düzeldi, ama 2014 itibarıyla ülkedeki ortalama yıllık GSYİH artışı yüzde bir düzeyinde kaldı.

Kapitalist Rusya’da ortalama yaşam süresi, bugün Çin’in gerisine düştü. Uzun ve sağlıklı hayat, bilgilenme, düzgün bir geçim standardına sahip olma gibi insanî gelişimin önemli boyutlarını ölçümleyen Dünya Bankası İnsanî Gelişme Endeksi, 1990 yılından beri Rusya’nın yeni gelişen ülkelerden kötü bir performans ortaya koyduğunu, dünya ortalamasının altında kaldığını söylüyor (Şekil 9).[16]

Kaynak: Dünya Bankası İnsanî Gelişme Endeksi


Rus ekonomisi, aslında kabiliyeti sınırlı bir ekonomi. Sadece enerji ve doğal kaynak ihracına bağımlı. Ekonomi, iktisatçıların “Hollanda hastalığı” dediği, doğal kaynak ihracı fazlasının bol kazanç getirdiği, ama diğer sektörlerin rekabet etme gücünün azaldığı, başka ürünlerin ihracı ile ilgili kötü ticari şartlarla yüzleşildiği durumun çilesini çekiyor. 2010’dan beri ülke, tam da bunları yaşıyor. Bu dönemde petrol fiyatlarındaki artış rublenin kademeli olarak değerlenmesini beraberinde getiriyor, ama fosil yakıt dışı sektörler uluslararası piyasalarda rekabet gücünü hızla yitirdiği için, bu sektörlere yönelik yatırımlar azalıyor.

Rus ekonomisi, 2010’dan beri esasen durgunluk dönemi içerisinde. Ekonomi, 2014’te olduğundan daha fazla büyümüş olsa da içteki talep, hâlen daha 2014 seviyesinin altında. Bu dönemde toplam GSYİH artışına tanık olunmasının sebebi ise ihracat miktarının 2019’da 2014’e kıyasla yüzde on yedi fazla olması. Ülkedeki sermaye birikimi ise 1990’a kıyasla daha düşük, öte yandan, aynı sermayenin ortalama kârlılığı çok daha düşük seviyede (Şekil 10).

Kaynak: Genişletilmiş Penn World Tabloları 7.0


Dünya Bankası, uzun vadede Rusya’nın reel GSYİH’sinin yıllık yüzde 1,8 artacağını tahmin ediyor. Bu artış, son on yıl içerisinde ulaşılandan daha büyük bir hızda yaşanacak.

Kırım’ın ilhakı sonrası G7 ülkeleri, Rusya’ya yaptırımlar uygulamışlardı. IMF, bu yaptırımların ülkedeki GSYİH artışını yıllık yüzde bir oranında azalttığını düşünüyor. Son yaptırımlar ise daha fazla tahribata yol açacak.

Oxford Economics isimli küresel danışmanlık şirketi, son yaptırımların, önümüzdeki beş yıl içerisinde Rusya’nın reel GSYİH artışında en az yüzde birlik azalmaya sebep olacağı öngörüsünde bulunuyor. Böylesi bir durumda Rusya, enerji ve madencilik dışı alanlara yönelmek zorunda kalacak. Bu noktada Avrupa, yapacağı yatırımlarla katma değeri yüksek sektörlerin büyümesi için gerekli motor güç hâline gelecek, böylelikle tüm ekonomi canlanacak.

Avrupa Birliği’nin Rusya’ya bu noktada tedarik zinciri operasyonları ve Rusya’daki imalat sahasına yapacağı yatırımlarla ürün çeşitlendirme ve büyüme konusunda yeni fırsatlar sunması mümkün. Ama Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği koşullarda bunların gerçekleşme ihtimali yok.

Kaynak: Oxford Economics

Eğer Putin Ukrayna’yı kontrol altına alırsa, bu durumda istifade edeceği önemli bir zenginliğe kavuşmuş olacak. Ukrayna doğal kaynaklar, bilhassa maden yatakları konusunda zengin bir ülke. Dünyanın en büyük ticari demir cevheri rezervi bu ülkede. Otuz milyar tonluk bu rezerv, dünyadaki toplam rezervin beşte birini oluşturuyor.

Ukrayna, doğal gaz rezervi açısından Avrupa’da ikinci sırada. Üstelik ülke, bu gazdan pek yararlanılmıyor. Ukrayna, topraklarının düz olması ve kalitesinin yüksekliği ülkeyi tarım sahasında önemli bir oyuncu hâline getiriyor. Ukrayna, dünyadaki en büyük beşinci buğday ihracatçısı, kolza tohumu ve ayçiçeği gibi yağ çıkartılan ürünler konusunda ise dünyanın en büyük ihracatçısı.

Kömür madenciliği, kimyasallar, uçak, türbinler, lokomotifler ve traktörler gibi mekanik ürünler ve gemi inşaatı da Ukrayna ekonomisinin önemli sektörleri arasında. Putin başarılı olursa bu sahalar tümüyle onun eline geçecek. Tekrar söylemekte fayda var: bu tür kaynaklar karşısında ABD ve AB’nin de ağzının suyu akıyor. Bu sektörler, ülkeyi kontrol eden güce ciddi bir zenginlik bahşedecek. Bu da tabii savaşın nasıl sonuçlanacağına bağlı. Savaş, şu veya bu şekilde bittiğinde, binlerce insan ölecek, binlerce insan yaralanacak, neticede Ukrayna halkı bu süreçten çok az fayda sağlayacak.

Dünya ekonomisi açısından ele aldığımızda, bu savaş, büyük kapitalist ekonomilerin büyüme sürecinde attıkları adımlara mani olan yeni bir engelden başka bir şey değil aslında. Zaten Kovid’den önce bu ekonomiler, resesyon aşamasına doğru adım adım ilerliyorlardı. Ekonomik büyüme, yatırım ve (kapitalist ekonomilerdeki en önemli faktör olarak) sermayenin kârlılığı sıfır seviyesine inmişti.[17]

Sonra pandemi krizi kapıyı çaldı. Milyonlarca insan, dünya genelinde virüs yüzünden öldü. Büyük ekonomiler, bu süreçte elde edecekleri hâsılanın yüzde üç ilâ beşini sonsuza dek kaybettiler. Öte yandan, yüz milyonun üzerinde insan sefalete sürüklendi. Dünya genelinde herhangi bir gerçekçi tedbirin alınmadığı koşullarda, yoksulluk çeken insan sayısı 4 milyar düzeyinde.

Hükümetler ve burjuva iktisatçılar, zengin ülkelerdeki aşı kampanyaları ve Kovid ile yaşamak (veya ölmek) adına ekonomilerin çarklarının döndürülmesi sonrası 2021’de toparlanma imkânı buldular. Ama bu yalancı toparlanma hâli, Ukrayna savaşı patlak vermeden önce anlamını yitirmeye başlamıştı. Bu sefer toparlanma hâline enerji ve gıda fiyatlarındaki artış eşlik ediyor. Bu da büyük ekonomilerde enflasyon oranlarının son kırk yıl içerisinde görülmemiş seviyelere ulaşmasına sebep oluyor. Ücretlerin artmadığı koşullarda haneler geçim standartlarındaki önemli düşüşün çilesini çekiyorlar. Üstelik yakında yeni vergiler gündeme gelecek, sosyal yardımlarda yeni kesintiler yapılacak. Batılı hükümetler, bugün hep bir ağızdan Rus “saldırganlığı”nı durdurmak ve Avrupa’da Amerika’nın askerî hegemonyasını artırmak, ayrıca Asya’da Çin’in “yayılmacılığını” sekteye uğratmak adına silâhların miktarını ve “savunma” harcamalarını artırmaktan bahsediyorlar. Bu da demek oluyor ki silâha daha çok, ekmeğe daha az para aktarılacak.

Bu süreçte enerji fiyatları uçtu. Ama bu hükümetlerin fosil yakıt yatırımlarını ve üretimlerini azaltacakları anlamına gelmiyor. Bilâkis, fosil yakıt arzı, Avrupa’nın Rus enerjisine daha az bağımlı olmasını sağlamak adına, artırılacak. Suudi ve Amerikan petrolü daha fazla çıkartılıp satılacak. Artan askerî harcamalar da karbon emisyonlarına katkıda bulunacak (ordu, dünya genelinde tek başına en büyük karbon emisyonuna sahip olan kurum).[18]

Üstelik tüm bunlar, iklimbilimcilerin uluslararası kurumu Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Paris Sözleşmesi’nde belirlenmiş, küresel ısınma hedeflerine ulaşmayla ilgili sürenin dolduğu, çevrenin geri döndürülemez bir tahribatla karşı karşıya olduğu konusunda uyarıda bulunduğu bir dönemde yapılıyor.[19]

Sovyetler Birliği çöktüğünde Yeltsin’in Batı’daki danışmanları, ülkenin hızla kapitalizme geçiş yapmasını, piyasaları ve yatırım sahasını Amerikan ve Avrupalı çok uluslu şirketlere açmasını istemişlerdi. Ama hasta olan Yeltsin iktidarı adı pek bilinmeyen, eski bir KGB ajanına teslim etti. İlk başta Putin, Rusya’nın NATO’ya ve AB’ye katılmasını istedi! Ama G7 ülkeleri, onun bu talebini reddettiler. Bunun yerine Putin Rus milyarderleriyle ittifak kurdu, siyaset ve ekonomi sahasında bağımsız bir stratejiyi yürürlüğe koydu. Amacı, Rusya’nın itibarını yeniden sağlamak ve Amerika’nın mevzi kazandığı, eskiden Sovyet toprağı olan ülkeleri geri almaktı.

ABD emperyalizmi çöküş sürecine girmesiyle teknoloji, ticaret ve imalat sahasındaki üstünlüğünü, önce Avrupa, sonra Japonya ve Çin gibi rakip ekonomilerin ortaya çıkışıyla birlikte yitirdi. Ama gene de Marksist iktisatçı Tony Norfield’ın derlediği rakamların da ortaya koyduğu biçimiyle[12] ABD, dünya finans sektöründeki imkânları ve devasa askerî gücü sayesinde hegemonyasını muhafaza ediyor (Şekil 12). Tabloda Rusya’nın olduğu yere bakalım. ABD bu gücünü Rusya veya Çin gibi “haddini aştığını düşündüğü” ülkelerin her türden itirazını savuşturmak ve bu ülkeleri ezmek için kullanıyor. Aynı şeyi Avrupa’ya ve Japonya’ya da yapıyor.

Kaynak: Tony Norfield

Putin tıpkı Saddam, Esad ve Chavez gibi ABD ile işbirliğine yanaşmadığı için AB’ye destek sunma konusunda pek istekli olmayan ABD, Rusya’yı askerî açıdan yalnızlaştırıp kuşatmak, ekonomisini küçültmek için adımlar atıyor. Bu türden bir cepheleşmede Ukrayna’ya, Batı emperyalizmi ile Rusya’daki ahbap-çavuş kapitalizmi arasında yaşanan satranç müsabakasında basit bir piyon olmak düşüyor. Ukrayna, siyasetle ekonominin iç içe geçtiği jeopolitik gerilimlerde tüm küçük ülkelerin başına ne geliyorsa o geliyor, aynı çileleri çekiyor.

Michael Roberts
3 Mart 2022
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Engels; Origin of the Family, Private Property and the State.

[2] Lenin, State and Revolution.

[3] World Bank Development Report 2021.

[4] Michael Roberts, “Ukraine: Hobson’s Choice”, 27 Şubat 2914, Blog.

[5] “Ukraine: First Review”, 24 Kasım 2021, IMF.

[6] Buradaki tüm alıntılar IMF raporundan.

[7] Arup Banerki, “Putting People in Control of Their Land to Realize Ukraine’s Potential”, 9 Eylül 2020, WD.

[8] Happiness.

[9] “The New Voice of Ukraine”, 12 Şubat 2022, CEBR.

[10] Michael O’Kane, “EU Adopts Targeted and Sectoral Russia Sanctions”, 24 Şubat 2022, Sanctions.

[11] White House, “Joint Statement on Further Restrictive Economic Measures”, 26 Şubat 2022, WH.

[12] Marta Dominguez Jimenez ve Niclas Poitiers, “FDI Another Day: Russian Reliance on European Investment”, Policy Contribution, Sayı 3, Şubat 2020, Bruegel.

[13] “Russia Risk”, 24 Şubat 2022, GoldmanSachs.

[14] “The Changing Wealth of Nations”, WB.

[15] Michael Roberts, “The Russian Revolution: Some Economic Notes”, 8 Kasım 2017, Blog.

[16] “Human Development Index”, HDR.

[17] Michael Roberts, “It Was The Virus That Did It”, 15 Mart 2020, Blog. Türkçesi: İştirakî.

[18] Michael Roberts, “COP-out 26”, 28 Ekim 2021, Blog.

[19] IPCC.

[20] Economicsofimperialism.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder