Rus
askerî güçlerinin sınırı geçip Ukrayna topraklarını işgal etmesi üzerinden bir
hafta geçti. Ukrayna ordusundan beklenmedik ölçüde kararlı bir direnişle
karşılanan Rusya, büyük şehirleri alıp Ukrayna hükümetini devirme hedefine
henüz ulaşabilmiş değil. İki taraf arasında müzakereler devam ediyor olsa da
herhangi bir karar alınamadı, hiçbir konuda uzlaşma sağlanamadı. Öte yandan,
Rus güçlerinin şehirler etrafında oluşturduğu çember giderek daralıyor, ölü ve
yaralı sayıları giderek artıyor. Anlaşılan, daha kötü şeyler yaşanacak.
ABD
ve Avrupa, bu sürece Rus ticaretine, finans kurumlarına ve Putin hükümetindeki
isimlere yönelik ekonomik yaptırımları gündeme getirerek cevap verdi. Hatta Rus
bankaları, uluslararası işlemlerin gerçekleştirildiği sistemlerden kovuldu, Rus
merkez bankasına ait dolar varlıkları donduruldu.
Bu
makalede yaşanan felâketin ekonomik sebeplerine ve sadece Ukrayna ile Rusya’nın
geleceği değil, ayrıca dünya ekonomisi için de yol açacağı sonuçlara
yoğunlaşmak istiyorum. Ekonomi tabii ki siyasetten kopartılamaz, her ikisi de
birbirini etkiler. Friedrich Engels’in sözünü aktaracak olursak: son tahlilde
tarihe yön veren, maddi koşullardır.[1] Lenin ise “siyasetin yoğunlaşmış
ekonomi” olduğunu söyler.[2]
Bu
savaşın ekonomik sebepleri konusunda geri dönüp 1990’da Sovyetler Birliği’nin
çöküşüne, ardından da seçimle işbaşına gelmiş Ukrayna hükümetinin başkent
Kiev’deki meydandan ismini alan Maydan Devrimi ile yıkılmasıyla sonuçlanan,
2013-14’teki ekonomik krize bakmak gerekiyor.
Rusya,
Rusya yanlısı hükümetin yıkılmasını Kırım bölgesini ilhak edip Doğu Ukrayna’da
çoğunluğu Rusça konuşan (ki Ukrayna’nın 44 milyonluk nüfusunun yüzde 17’si
Rusça konuşuyor) şehirlerdeki isyanlara destek vererek tepki gösterdi. Bunun
ardından ekonomik kriz meydana geldi. Ukrayna ekonomisi bir süre az da olsa
iyileşme kaydetse de büyüme rakamları nispeten düşük kaldı, ortalama reel
ücretler 12 yıl içerisinde yükselmezken, 2014 krizinden bu yana sert bir düşüş
yaşadı (Şekil 1).
Kaynak: EWPT 7.0 serisi.
Ukrayna,
Sovyetler’in dağıldığı süreçte en ağır darbeyi yiyen ülkeydi. Doğu Avrupa ve
Rusya’da kapitalist restorasyonun bir tür “şok terapisi” olarak gündeme geldiği
bu süreç, en çok da Ukrayna’yı vurdu. Eskiden Sovyetler’e bağlı tüm
cumhuriyetlerin kişi başına düşen GSYİH’si ve gelir düzeyleri uzun zaman eski
durumuna gelemedi. Ukrayna, hiçbir zaman 1990’daki düzeye ulaşamadı.
Ülkenin
1990-2017 arası dönemde ortaya koyduğu ekonomik performans, Avrupalı
komşularından daha kötüydü, üstelik ülke tüm dünya sıralamasında en kötü
beşinci ülkeydi. Aynı dönemde toplam büyüme oranı sıfırın altında olan sadece
18 ülke vardı, bu kesim içerisinde bile Ukrayna, ortaya koyduğu performansla en
alt sıradaki Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Burundi ve Yemen’in üzerinde yer
alabildi.[3]
2014’teki
borç ve döviz krizinde Ukrayna, üç sebebe bağlı olarak topyekûn çöküşten
kurtuldu: İlk sebep, ülkenin Rusya’ya olan borcu ödememesiydi. Bu borç hâlen
daha ödenmiş değil. İkinci sebep, Maydan gösterileri sonrası kurulan
hükümetlerin destek arayışı dâhilinde yüzlerini Avrupa’ya dönüp IMF eliyle
hazırlanmış kurtarma paketlerini benimsemesiydi. Üçüncü sebepse hükümetlerin
kamu hizmetlerinde ağır tedbirlerin uygulandığı bir kemer sıkma programını
yürürlüğe koyması ve sunulan sosyal yardım desteğiydi.
Ukrayna’nın
Rusya’ya toplam borcu üç milyar doları buluyor ki bu rakam, ülkenin döviz
rezervinin toplam tutarından yüzde on fazla. Bu borcu ödemesi durumunda ülkenin
dış finans açığı iki katına çıkacak. Bugün bu açık IMF’den alınan paralarla
kapatılıyor, bir yandan da Ukrayna, borcun yeniden yapılandırılması için Rusya
ile müzakere yürütüyor. Muhtemelen bu sürece Almanya arabuluculuk ediyor.
Dolayısıyla aslında Ukrayna, 2014’ten beri Rus nüfuzundan koparken, Batı’ya bel
bağlamayı seçti veya seçmek zorunda kaldı. Ülke, bu süreçte IMF’den aldığı
kredilerle kendi parasını ayakta tutmayı ve ekonomi sahasında az da olsa
ilerlemeyi ümit etti.[4]
IMF
yardımları bugüne dek devam etti. En son yardım anlaşması uyarınca 2022’de
toplam 5 milyar dolarlık desteğe 699 milyon dolar eklenmesi öngörülüyor. Bu
borç karşılığında Ukrayna’nın borcunu “sürdürülebilir” kılması, merkez
bankasının bağımsızlığını güvence altına alması, enflasyonu hedeflenen aralığa
çekip yolsuzluklarla mücadele etmesi gerekiyor. Bu da kemer sıkma politikası
uyarınca kamu harcamaları alanında da tedbirlerin uygulanmasını gerekli
kılıyor. Merkez bankası, yabancı kredi kuruluşların belirlediği faizlere göre
hareket etmek, parasının fazla değer kaybına uğramasına izin vermemek, ayrıca
Ukraynalı oligarkların kurduğu hükümetteki büyük yolsuzluklar kontrol altına
alınmak durumunda.[5]
Son
on yıl içerisinde bir dizi hükümet, bu kemer sıkma tedbirlerini uyguladı.
Mevcut IMF paketi, yıllık GSYİH’sinin yüzde 0,5’ine denk düşecek bir vergi
artışını, emeklilik kesintilerinin artırılmasını ve enerji sahasında
belirlenmiş olan gümrük vergilerinin yukarı çekilmesini gerekli kılıyor.
Tüm
bu tedbirler, sosyal yardım harcamalarının ileride kesilmesini gerekli kılacak.
Bu anlamda, ilgili harcamaların 2014 krizinde GYSİH içerisindeki payı yüzde 20
iken bu oran bu yıl yüzde 13’e çekildi. (Şekil 2) Aynı zamanda IMF, hükümetin
çift rakamlı enflasyon rakamlarını tazmin etmek adına kamu sektöründe
çalışanlara verilen ücretlerde en ufak bir artışa bile karşı çıkmasını talep
etti.
Kaynak: IMF
Aslında
IMF, son hükümetin de desteğiyle, “verimlilik” ve “yolsuzlukların kontrolü”
adına bankaların ve devlet işletmelerinin özelleştirilmesini talep ediyor.
“Yetkililer, KİT’lerin
hacmini küçültme taahhüdüne bağlılar. Bu anlamda devletin mülkiyeti ile ilgili
kapsamlı bir siyaseti önemli bir adım olarak uyguluyorlar. Bunun sonucunda
şirketleşme ve onunla birlikte stratejik olmayan KİT’lerin performansındaki iyileşme,
başarılı bir özelleştirme sürecine yol açacağı düşünülüyor. […] Devletin
bankacılık sektöründeki mülkiyetini azaltma amacını güden yeni bir strateji,
yakında yürürlüğe girecek. Ağustos 2020’de güncellenen bu strateji, devlet
mülkiyetinin bankacılık sektörüne ait net varlıklardaki oranını 2025 yılı
itibarıyla yüzde 25’in altına çekmeyi öngörüyor.”[6]
En
önemli hamle ise devlet arazilerinin özelleştirilmesi ile ilgili. Ukrayna
dünyadaki en verimli “humuslu” toprağın (Çernozyom)
bulunduğu ülkelerden biri. Hâlihazırda ülke, dünyanın en büyük ayçiçek yağı
üreticisi, aynı zamanda en büyük dördüncü mısır üreticisi. Soya fasulyesi,
ayçiçeği ve mısırın yanında, doğudaki Harkiv şehrinden batıdaki Ternopil
bölgesine uzanan Ayçiçeği Kuşağı’ndan başka ürünler de alınıyor. Gelgelelim
ülkedeki tarımsal üretkenlik düşük seviyede.
2014’te
Ukrayna’nın hektar başına düşen toplam zirai değer 413 dolarken, bu rakam
Almanya’da 1.507, Polonya’da 1.142, Fransa’da 2.444 dolar. Tarım sektörü, bir
yandan makineleşme oranının yüksek olduğu ticari çiftliklerde çalışan az sayıda
işçinin ve küçük tarlaları ekip biçen köylülerin sırtında. Nüfusun yaklaşık
yüzde 30’u köyde yaşıyor, ayrıca çiftçilik sahası toplam işgücünün yüzde
14’ünden fazlasını istihdam ediyor.
Batı’nın
Ukrayna’ya gönderdiği danışmanların son yıllarda dile getirdiği önemli
taleplerden biri, arazi piyasasının “serbestîleştirilmesi”, böylelikle “büyüme
dinamiğinin hızlanması” önündeki engellerin kaldırılması ile ilgili. IMF’nin
tahminine göre bu türden bir serbestleşme, hükümetin yabancılara ve ülke
halkına birlikte toprak mülkiyet hakkı verip vermeyeceğine bağlı olarak, yıllık
GSYİH’nin yüzde 0,6 ilâ 1,2 oranında büyümesine katkı sunacak.
Hükümet
ise yabancıların toprak satın almasına izin verme konusunda ayak diriyor. Buna
karşın, 2024 yılında Ukrayna’daki hukuk kurumları, 10.000 hektara kadar araziyi
satın alma hakkı verecek, bu da toplamda 42,7 milyon hektarlık tarım arazisinin
satılacağı anlamına geliyor. Bu kadarlık bir arazi, Kaliforniya’nın veya
İtalya’nın toplam arazisine denk!
Ukrayna’nın
elindeki bu önemli endüstrinin kapitalist işletme pratiğine kapı aralayacak
olması karşısında Dünya Bankası’nın ağzının suyu akıyor:
“Ukrayna cumhurbaşkanı
sayesinde yaşanan, parlamentonun iradesi ve hükümetin yoğun çalışması sonucu
ortaya çıkan bu gelişme, hiç abartısız, tarihsel önemi haiz bir gelişmedir.”
Ukrayna,
büyüme hızını artırmak, daha müreffeh olmak umuduyla, ekonomisini sermayeye,
bilhassa yabancı sermayeye açmayı planlıyor.[7]
Ama
sadece ummakla yetiniyor. Yıllık ekonomik büyüme oranının en iyimser tahminle
her yıl yüzde 4’e çıkması, enflasyon oranının ise yıllık yüzde 8 ilâ 10
düzeyinde seyretmesi öngörülüyor. İşsizliğin yüzde 10’luk bir oranda kalmaya
devam ettiği koşullarda iş yatırımları iyice düşüyor (yüzde 40’a çekiliyor).
Savaştan önce bile Ukrayna’nın belirli bir canlanma dönemine girmeyeceği zaten
belliydi. Sermaye yatırımı ülkede düşük, çünkü sermayenin kârlılık oranı çok
düşük (Şekil 3).
Kaynak: EWPT 7.0 serisi
Devlete
ait varlıkların özelleştirilmesinden en çok zenginler kazanç sağlayacak
muhtemelen. Toprağın semeresini ise bazı kapitalistler, en çok da yabancı
yatırımcılar toplayacak. Ama yolsuzluklar sebebiyle bu kazancın büyük bir kısmı
buhar olacak.
IMF’nin
de kabul ettiği biçimiyle yolsuzluklar azalsa bile ülke toparlanamayacak, ülke,
Batı’daki komşularını asla yakalayamayacak. Ukrayna’nın Gini katsayısı (gelir
eşitsizliğini ölçen katsayı) Avrupa’nın en düşüğü. Bunun kısmi sebebi,
Ukrayna’nın çok yoksul olması. Ülkede orta sınıf diye bir şey yok. Aşırı
zenginler, gelir ve servetlerini kasada saklıyor, çok az vergi ödüyor, hatta
hiç ödemiyorlar. “Gölge ekonomi” çok büyük, öyle ki en üstteki yüzde 10’luk
dilim, en yoksul Ukraynalılardan kırk kat daha fazla servete ve gelire sahip.
Son hazırlanan Dünya Mutluluk Raporu, Ukrayna’yı 149 ülke içerisinde 110’uncu
sıraya yerleştirdi. Ülke, bu anlamda birçok Sahra Altı Afrika ülkesinin bile
gerisinde kaldı.[8]
Bu
savaştan önce Rusya ile yaşanan gerilim, Ukrayna’ya epey pahalıya mal olmuştu
zaten. Ekonomi ve İş Araştırmaları Merkezi’ne (CEBR) göre, “ülke, 2014-2020 arası dönemde kendi
GSYİH’sinden 280 milyar dolar kaybetti. Yıllık kayıp, 40 milyar dolar
seviyesinde.[9] Rusların Kırım’ı ilhak etmesi sonucu ülke yıllık 8,3 milyar
dolar kaybetti, Donbas’ta devam eden çatışmalar, ülke ekonomisine yıllık 14,6
milyar dolara mal oldu. 2014’ten beri tek başına bu iki işgal pratiği sebebiyle
yaşanan kayıp, 102 milyar doları buldu.”
CEBR,
devamında çatışmanın Ukrayna ekonomisini önemli ölçüde etkilediğini, ülkenin
yatırımcılara sunduğu güvenin iyice azaldığını ifade ediyor.
“Bu güven kaybı da
toplamda 72 milyar doların buhar olmasına neden oluyor. Yıllık kayıpsa 10,3
milyar dolar. İhracattaki düşüş ise 2014-2020 arası dönemde ülkenin 162 milyar
dolar kaybetmesine neden oldu. Kırım ve Donbas’ta yaşanan hasar veya yıkım
sebebiyle Ukrayna, toplamda 117 milyar dolarlık sabit varlığını kaybetti. Söz
konusu dönemde bütçeye akan vergi gelirleri, ancak 48,5 milyar doları
bulabildi.”
Sovyetler
Birliği’nin çöküşünden ve Ukrayna’nın 1991’de bağımsızlığını kazanmasından
sonra Ukrayna halkı, oligarkların saldırısına uğradı. Bu oligarklar, ülkenin
zenginliklerini ve kaynaklarını yağmaladı, rüşvetle satın alınmış hükümetler,
Putin Rusyası ve Avrupa Birliği arasında salınıp durdular.
Sonra
Maydan ayaklanması yaşandı. Rus yanlısı hükümete karşı gerçekleştirilen bu
ayaklanmanın ardından hükümetlerin yürüttüğü siyasete bir kısmı açıktan faşist
olan aşırı milliyetçiler damgasını vurdu. Sonuçta hükümet, okullarda Rusça
öğretilmesine yasak getirdi, ayrıca Ukrayna’nın AB’ye girmesini, hatta
Rusya’nın ilhak ettiği bölgeleri geri almak amacıyla NATO’ya katılmasını talep
etti. Bu son talep, sonrasında anayasaya da girdi.
İşin
tuhaf yanı ise Rus işgalinden önce Almanya’nın Ukrayna gibi istikrarsız ve
aşırı yoksul bir ülkeyi AB’ye almak istememesi. Ona göre Ukrayna’nın AB’ye
girmesi, çok fazla soruna ve maliyete yol açacak bir gelişme. NATO üyeliği
konusunda asıl ayak sürüyense ABD. Buna karşılık Rusya, Rusça konuşulan
bölgeleri Kiev’in kontrolüne bırakmak niyetinde değil, hatta Rusya, özerkliğin
kalıcılaşmasını ve Ukrayna’nın NATO’ya asla girmeyeceğine dair bir anlaşmanın
imzalanmasını istiyor.
2014-2015’te
Minsk anlaşmaları, o dönemki Ukrayna hükümeti ve büyük güçlerce imzalandı.
Anlaşmaların amacı, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tanımak, ama bir yandan da
Rusça konuşan ve devlete karşı ayaklanmış olan bölgelere özerklik verip
Ukrayna’nın Rusya’nın onayı olmaksızın NATO’ya girmemesini sağlamaktı.
Parlamentodaki
milliyetçiler, bu anlaşmayı hiçbir zaman kabul etmediler. ABD’nin teşvikiyle bu
kesim, NATO’ya katılma talebini ısrarla dile getirdi. Buna tepki olarak Ruslar,
ülkeyi kalıcı olarak bölecek bir anlaşmayı dayatabilmek adına, işgal hazırlığı içine
girdiler. Bu süreçte Ukrayna, Batı emperyalizminin çıkarları ile Rusya’daki
ahbap-çavuş kapitalizminin çıkarları arasında sıkışıp kaldı.
Nihayetinde
Putin, işgal seçeneğini gündeme aldı. Ama bu seçenek, Rus ekonomisinin ne kadar
zayıf durumda olduğunu ortaya koydu.
Rusya,
ekonomik anlamda emperyalist bir ülke değil. O, dünya genelinde askerî üslere
sahip olmayan, önemli teknoloji altyapısından ve G7 üyesi ülkelerin meydana
getirdiği emperyalist bloğun elindeki finans araçlarından yoksun, kapitalist
bir ülke.
Rusya,
daha çok bir avuç milyarder oligarkın desteklediği bir otokratın kontrolünde
bulunan bir ahbap-çavuş kapitalizminin işlediği bir devlet. Dünyada bu türden
başka rejimler de var. Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Fas, Myanmar, Irak,
Suriye bunlardan bazıları. Bu ülkeler Marksist anlamda emperyalist değiller.
G7
ülkelerinin ve Avrupa’nın Rus ekonomisine yönelik yaptırımları, Rusya’daki
kapitalist ekonominin ne denli zayıf olduğunu ortaya koydu. Bu yaptırımların
ilki, en büyük iki bankası Sberbank ve VTB’yi de içerecek biçimde, tüm önde
gelen Rus bankalarıyla yapılan işlemlerin askıya alınmasıydı. Gelgelelim
yaptırım listesine Gazprombank dâhil edilmedi. Rusya’nın en önemli kredi
sağlayıcı kuruluşu olan bu banka, enerji ihraç eden şirketlere borç veriyor.
Şurası
açık ki Batı, aslında doğal gaz ve petrol akışının durmasını istemiyor,
Almanya, enerjisinin yüzde 40’ını Rusya’dan alıyor. Sonuç olarak NATO eliyle
hazırlanmış olan yaptırım paketi, belirli alanları ve kuruluşları dışarıda
bırakıyor. Rusya’nın finans kuruluşlarına yaptırım uygulanırken, toplam
ihracatın yaklaşık üçte ikisini oluşturan enerji ve tarım ürünleriyle
bağlantılı kuruluşlar bu süreçten muaf tutuluyorlar. Yaşanan komik bir gelişme
dâhilinde İtalya, Rusya’nın zenginlerine sattığı Gucci marka çantaların ihracat
yasağından muaf tutulması için lobi faaliyeti yürütüyor!
Rus
işgalinin devam ettiği günlerde G7 ülkeleri el yükseltiyorlar. AB lideri von
der Leyen ve Biden “Rus oligarklarının finansal
varlıklarını kendi piyasalarında kullanmasına yasak getirmek için
çalıştıklarını” açıkladı.[10] Biden ABD’nin, Rus hükümeti ile ilişkili zengin
Rusların ABD vatandaşı olmasına ve finans sistemlerine erişmesine imkân
sağlayan altın pasaporta ve yurttaşlık hakkının satışına sınırlama
getireceklerini söyledi.[11]
Ayrıca
“AB ve ABD, Rus şirketlerinin ve oligarklarının varlıklarını, yatlarını,
malikanelerini ve haksız kazançlarını bulup tespit edecek ve donduracak bir
görev gücünü devreye sokmaya hazırlanıyor.”
Bu
önerilen tedbirlerdeki iki yüzlülük ve tuhaflık asla gözden kaçırılmamalı. Zira
onlarca yıldır Batılı hükümetler, söz konusu “kirli para”yı alırken yüzleri
gülüyordu. Hatta o oligarklara yurttaşlık hakkını ve özel imtiyazları verdiler,
kendi ülkelerindeki siyasete nüfuz etmelerini sağladılar, onların kapitalizm
yanlısı partilere destek sunmalarına hiç ses etmediler. Şimdi bu imtiyazlar
geri alınıyor (bu işin sonu nereye varacak, hep birlikte göreceğiz.)
Zenginlerin
gelirlerini bankaların, avukatların ve muhasiplerin katkısıyla vergi cennetine
dönüştürülmüş denizaşırı ülkelerde saklayan zenginler konusunda son otuz yıldır
hiçbir şey yapılmadı. Putin gibi Rusya’nın aşırı zenginleri, servetlerini Kovid
süresince muazzam ölçülerde artırdı. Rusya’nın milyarderleri (Batı’nın onlar
için kullandığı tabirle “oligarklar”) tüm büyük kapitalist ekonomiler
içerisinde servetin GSYİH’deki payı açısından en büyük paya sahipler. Onları
“sosyal demokrat” İsveç ve AB takip ediyor (Şekil 4).
Diğer
milyarderler gibi Rusya’nın ihracatla uğraşan, servetini vergi cennetlerinde,
İsviçre bankaları gibi bankalarda saklayan milyarderleri de başka ülkelerde
mülk ve varlık satın alıyorlar. Bunların denizaşırı ülkelerdeki hesaplarda
bulunan servetleri diğer milyarder gruplarından epey fazla (Şekil 5).
Kaynak: Gabriel Zucman, gabriel-zucman
İhracat
ve ticaret konusunda getirilen yasaklar, belirli bankalarla yürütülen
işlemlerin askıya alınması, Rus oligarklarının kimi haklardan mahrum
bırakılmaları türünden yaptırımların Rusya üzerindeki etkisi düşük olacak.
Enerji ticareti devam ediyor. Bugün Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerji arzının
yüzde 25-30’unu Rusya sağlıyor. Ayrıca Rusya, artık dış finans kaynaklarına
bağımlı değil. Ülkenin cari işlemler bilanço fazlası 2014’te GYSİH’nin yüzde
2’si iken, 2021’de bu oran yüzde 9’a çıktı. Dolayısıyla ihtiyaç duyulması
hâlinde biriktirilmiş olan bu fazlanın devreye sokulacağı açık.
Rusya
Merkez Bankası, şirketler ve finans sektörü gibi önemli kamu sektörleri
dışarıya kredi sağlayan kuruluşlar. Merkez Bankası rezervinde 630 milyar dolar
bulunduruyor ki bu rakam, içteki para arzının dörtte üçüne destek sunmaya
yetecek düzeyde, dolayısıyla ekonomik faaliyetler için gerekli parayı temin
etme noktasında ülkenin ruble basmasına gerek yok. Ayrıca Rusya, sağlanacak
fonlara destek sunmak için hazırda tutulan 250 milyar dolarlık ulusal varlık
fonuna sahip.
Rus
şirketleri ve hükümeti dolara erişim imkânını yitirmek gibi şoklara hazırlıklı
durumda. Ticaret ve finansal işlemlerde dolar kullanımı ciddi ölçüde azaldı.
Maliye Bakanlığı artık elinde, petrol fonu dâhilinde dolara bağlı varlık
bulundurmuyor. Merkez bankası ise doların rezervlerindeki payı yarı yarıya
azalttı, bu oranı yüzde 20’ye çekti. Avro ve Çin parası (yuan) daha fazla
tercih ediliyor.
Birçok
Rus şirketi ve bankası, bugün sözleşmelerine ABD dolarının kullanılamaması
durumunda başka bir para birimiyle anlaşmanın sağlanması şartını koyuyor.
Ayrıca Rusya, Mir gibi kendisine ait ödeme kartlarının kullanımına hız verdi.
Kendi SWIFT’i Finansal Mesaj Transferi Sistemi denilen mesajlaşma hizmetini de
devreye soktu. Bu iki sistemin hâlihazırda sadece ülke içerisinde işliyor
olması, ülkeler arasında başka para birimleriyle yapılan işlemlerde kimi
açıklara yol açıyor.
ABD
ve Avrupa hükümetlerinin bu türden ciddi yaptırımları gündemlerine almaya karar
vermelerinin sebebini burada aramak gerekiyor. Rusları SWIFT denilen
uluslararası işlem sisteminden çıkarttılar, Rus merkez bankasına ait varlıkları
dondurdular. SWIFT konusunda alınan tedbirle birlikte Rus bankalarının
uluslararası faaliyetlerde bulunma imkânı ortadan kalktı. Bu bankalar, “dost”
bankalarla ikili anlaşmalar imzalamak veya faks türünden eski teknolojileri
kullanmak zorunda kalacaklar. Ama şunu da görmek lazım: bu süreci, Avrupa’daki
bankacılık sistemine ve onun yürüttüğü ticari faaliyetlere de zararı olacak.
Eğer Gazprombank SWIFT’ten çıkartılacak olursa, Avrupa ciddi zarar görecek.
En
ciddi tedbirse Rus merkez bankasına ait doların dondurulması ile ilgili. Bu,
daha önce hiçbir G20 ülkesinin başına gelmemişti. Bu kaderi sadece Venezuela,
Kuzey Kore ve İran merkez bankaları paylaşmışlardı. Yaptırımın yürürlüğe
girmesi durumunda Rus merkez bankasındaki dolar cinsinden döviz rezervi,
uluslararası döviz piyasalarında rubleye destek olmak veya içteki ticari
bankaları dolarla finansmanının sürdürülebilir kılmak noktasında asla
kullanılamayacak. Hükümet, ruble ile veya altın gibi itibari olmayan paralarla
finansman sağlamak durumunda kalacak. Zaten son dönemde dünya döviz
piyasalarına yönelik ruble akışına tanık olunuyor. Rusya’nın elindeki döviz
rezervi ise esasen Batı’daki merkez bankalarında bulunuyor. Rusya, altın
rezervinin sadece yüzde 23’ünü kendi kasasında tutuyor ve bu altının fiziken
nerede tutulduğunu kimse bilmiyor. Mevcut durum bu hâliyle para akışına ve
rubleye zarar verecek bir durum. Sonuçta enflasyon artacak, bankalara hücum
edilecek. Mesela son bir iki gün içerisinde ruble dolar karşısında yüzde 30
değer kaybetti (Şekil 6).
Bir
de yabancı şirketlerin Rusya’nın enerji sektörüne ve kaynaklarına yaptıkları
yatırımlar var. BP ve Shell gibi büyük Batılı enerji şirketleri bu süreçte
Rusya’dan çekiliyorlar. Rusya’ya yönelik doğrudan dış yatırımın asli kaynağı
ise AB: Avrupalı yatırımcılar, bu doğrudan dış yatırımın yüzde 55 ilâ 75’ini
ellerinde bulunduruyorlar. (Şekil 7)
Avrupa
Birliği, Rusya’ya yatırım yapan en önemli güç. Petrol ve doğal gaz, Rus
ekonomisinde belirleyici bir role sahip, bu anlamda ihracat sektörünü domine
ediyor. Doğrudan dış yatırımların büyük bir kısmı, paralarını Kıbrıs, İrlanda,
Lüksemburg ve Malta gibi vergi cennetlerinden ülkeye kaydıran zengin Rusların
dolaylı yatırımlarından oluşuyor. Bilhassa Kıbrıs’taki iştirakler, Rus
şirketlerinde önemli paylara sahipler, ama bu paylar, nadiren doğrudan dış
yatırım olarak Rusya’ya dönüyor.[12]
Kaynak: Breugel
Bir
de bıçağın ağır ağır sokulmasına benzeyen yaptırımlar var. Rusların önemli
teknolojilere ulaşmasına getirilen yasaklar, bunlardan biri. ABD, Rusya’nın
dünyadaki çip arzından istifade etme imkânını ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Bu
noktada Intel ve Nvidia gibi Amerikan şirketleri, bu ülkeye mal vermeyecekler.
Dünyadaki en büyük fason çip üreticisi olan ve sipariş üzerine yapılan çiple
ilgili dünya pazarının yarısından fazlasını kontrolünde bulunduran Tayvan Yarı
İletken İmalatı Şirketi de ihracat sahasının kontrol edilmesine ilişkin bu
adıma uyum göstereceği vaadinde bulundu. Rusya, bugün en son teknoloji ürünü
yarı iletkenlere erişemiyor, askerî teçhizatın geliştirilmesinde önemli olan
teknolojik ürünleri ithal edemiyor.
Buna
karşılık Çinli şirketlerin, bilhassa ABD yaptırımlarının hedefinde olanların,
Rusya’nın ihracat üzerindeki baskıdan kurtulmasını sağlaması mümkün. Huawei,
muhtemelen Rusya’daki telekomünikasyon ekipmanı piyasasını geliştirmek için
adım atacak.[13]
Neticede
Ukrayna işgali, Putin’in oynadığı büyük bir kumar. Ukrayna’yı NATO konusunda
bitaraf kılamazsa, NATO’yu uluslararası bir anlaşmaya zorlayamazsa bu hamle Rus
ekonomisini ciddi ölçüde zayıflatacak. Çünkü Rusya, ekonomik ve politik açıdan
süper güç değil. Onun sahip olduğu (emek ve doğal kaynaklar dâhil) tüm servet,
ABD ve G7 ülkelerinin bulunduğu seviyenin çok altında.[14] (Şekil 8)
Kaynak: Dünya Bankası Ulusların Değişen Zenginliği Raporu
1990’da
Sovyetler çöktükten sonra Yeltsin başa geldi. Kapitalizm
yanlısı yeni hükümet, Batılı iktisatçıların “şok doktrini” adını verdikleri
politikaları benimsedi ve bu bağlamda, devlet kuruluşlarını özelleştirdi, kamu
hizmetlerinin altını oydu, sosyal yardım sistemini ortadan kaldırdı.[15]
Bu
süreçte eskiden Sovyet hükümeti içerisinde çalışmış olanlardan oluşan küçük bir
elit grubu, enerji ve madencilik alanında devlete ait mülkleri ucuza,
haydutlukla ve rüşvetle satın aldı. Rus oligarklarının ortaya çıkışına,
Putin’in şahsında somutlaşan ve giderek otokratlaşan bir rejim eşlik etti.
Ülkedeki
GSYİH hızla düştü, ortalama geçim standartları azaldı. Rusya’da kapitalist
ekonomi 1998 sonrası dünyada yaşanan emtia fiyatı artışı ile birlikte düzeldi,
ama 2014 itibarıyla ülkedeki ortalama yıllık GSYİH artışı yüzde bir düzeyinde
kaldı.
Kapitalist
Rusya’da ortalama yaşam süresi, bugün Çin’in gerisine düştü. Uzun ve sağlıklı
hayat, bilgilenme, düzgün bir geçim standardına sahip olma gibi insanî
gelişimin önemli boyutlarını ölçümleyen Dünya Bankası İnsanî Gelişme Endeksi,
1990 yılından beri Rusya’nın yeni gelişen ülkelerden kötü bir performans ortaya
koyduğunu, dünya ortalamasının altında kaldığını söylüyor (Şekil 9).[16]
Kaynak: Dünya Bankası İnsanî Gelişme Endeksi
Rus
ekonomisi, aslında kabiliyeti sınırlı bir ekonomi. Sadece enerji ve doğal
kaynak ihracına bağımlı. Ekonomi, iktisatçıların “Hollanda hastalığı” dediği,
doğal kaynak ihracı fazlasının bol kazanç getirdiği, ama diğer sektörlerin
rekabet etme gücünün azaldığı, başka ürünlerin ihracı ile ilgili kötü ticari
şartlarla yüzleşildiği durumun çilesini çekiyor. 2010’dan beri ülke, tam da
bunları yaşıyor. Bu dönemde petrol fiyatlarındaki artış rublenin kademeli
olarak değerlenmesini beraberinde getiriyor, ama fosil yakıt dışı sektörler
uluslararası piyasalarda rekabet gücünü hızla yitirdiği için, bu sektörlere
yönelik yatırımlar azalıyor.
Rus
ekonomisi, 2010’dan beri esasen durgunluk dönemi içerisinde. Ekonomi, 2014’te
olduğundan daha fazla büyümüş olsa da içteki talep, hâlen daha 2014 seviyesinin
altında. Bu dönemde toplam GSYİH artışına tanık olunmasının sebebi ise ihracat
miktarının 2019’da 2014’e kıyasla yüzde on yedi fazla olması. Ülkedeki sermaye
birikimi ise 1990’a kıyasla daha düşük, öte yandan, aynı sermayenin ortalama
kârlılığı çok daha düşük seviyede (Şekil 10).
Kaynak: Genişletilmiş Penn World Tabloları 7.0
Dünya
Bankası, uzun vadede Rusya’nın reel GSYİH’sinin yıllık yüzde 1,8 artacağını
tahmin ediyor. Bu artış, son on yıl içerisinde ulaşılandan daha büyük bir hızda
yaşanacak.
Kırım’ın
ilhakı sonrası G7 ülkeleri, Rusya’ya yaptırımlar uygulamışlardı. IMF, bu
yaptırımların ülkedeki GSYİH artışını yıllık yüzde bir oranında azalttığını
düşünüyor. Son yaptırımlar ise daha fazla tahribata yol açacak.
Oxford
Economics isimli küresel danışmanlık şirketi, son yaptırımların, önümüzdeki beş
yıl içerisinde Rusya’nın reel GSYİH artışında en az yüzde birlik azalmaya sebep
olacağı öngörüsünde bulunuyor. Böylesi bir durumda Rusya, enerji ve madencilik
dışı alanlara yönelmek zorunda kalacak. Bu noktada Avrupa, yapacağı
yatırımlarla katma değeri yüksek sektörlerin büyümesi için gerekli motor güç
hâline gelecek, böylelikle tüm ekonomi canlanacak.
Avrupa
Birliği’nin Rusya’ya bu noktada tedarik zinciri operasyonları ve Rusya’daki
imalat sahasına yapacağı yatırımlarla ürün çeşitlendirme ve büyüme konusunda
yeni fırsatlar sunması mümkün. Ama Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği koşullarda
bunların gerçekleşme ihtimali yok.
Kaynak: Oxford Economics
Eğer
Putin Ukrayna’yı kontrol altına alırsa, bu durumda istifade edeceği önemli bir
zenginliğe kavuşmuş olacak. Ukrayna doğal kaynaklar, bilhassa maden yatakları
konusunda zengin bir ülke. Dünyanın en büyük ticari demir cevheri rezervi bu
ülkede. Otuz milyar tonluk bu rezerv, dünyadaki toplam rezervin beşte birini
oluşturuyor.
Ukrayna,
doğal gaz rezervi açısından Avrupa’da ikinci sırada. Üstelik ülke, bu gazdan
pek yararlanılmıyor. Ukrayna, topraklarının düz olması ve kalitesinin
yüksekliği ülkeyi tarım sahasında önemli bir oyuncu hâline getiriyor. Ukrayna,
dünyadaki en büyük beşinci buğday ihracatçısı, kolza tohumu ve ayçiçeği gibi
yağ çıkartılan ürünler konusunda ise dünyanın en büyük ihracatçısı.
Kömür
madenciliği, kimyasallar, uçak, türbinler, lokomotifler ve traktörler gibi
mekanik ürünler ve gemi inşaatı da Ukrayna ekonomisinin önemli sektörleri
arasında. Putin başarılı olursa bu sahalar tümüyle onun eline geçecek. Tekrar
söylemekte fayda var: bu tür kaynaklar karşısında ABD ve AB’nin de ağzının suyu
akıyor. Bu sektörler, ülkeyi kontrol eden güce ciddi bir zenginlik bahşedecek.
Bu da tabii savaşın nasıl sonuçlanacağına bağlı. Savaş, şu veya bu şekilde
bittiğinde, binlerce insan ölecek, binlerce insan yaralanacak, neticede Ukrayna
halkı bu süreçten çok az fayda sağlayacak.
Dünya
ekonomisi açısından ele aldığımızda, bu savaş, büyük kapitalist ekonomilerin
büyüme sürecinde attıkları adımlara mani olan yeni bir engelden başka bir şey
değil aslında. Zaten Kovid’den önce bu ekonomiler, resesyon aşamasına doğru
adım adım ilerliyorlardı. Ekonomik büyüme, yatırım ve (kapitalist
ekonomilerdeki en önemli faktör olarak) sermayenin kârlılığı sıfır seviyesine
inmişti.[17]
Sonra
pandemi krizi kapıyı çaldı. Milyonlarca insan, dünya genelinde virüs yüzünden
öldü. Büyük ekonomiler, bu süreçte elde edecekleri hâsılanın yüzde üç ilâ
beşini sonsuza dek kaybettiler. Öte yandan, yüz milyonun üzerinde insan
sefalete sürüklendi. Dünya genelinde herhangi bir gerçekçi tedbirin alınmadığı
koşullarda, yoksulluk çeken insan sayısı 4 milyar düzeyinde.
Hükümetler
ve burjuva iktisatçılar, zengin ülkelerdeki aşı kampanyaları ve Kovid ile
yaşamak (veya ölmek) adına ekonomilerin çarklarının döndürülmesi sonrası
2021’de toparlanma imkânı buldular. Ama bu yalancı toparlanma hâli, Ukrayna
savaşı patlak vermeden önce anlamını yitirmeye başlamıştı. Bu sefer toparlanma
hâline enerji ve gıda fiyatlarındaki artış eşlik ediyor. Bu da büyük
ekonomilerde enflasyon oranlarının son kırk yıl içerisinde görülmemiş
seviyelere ulaşmasına sebep oluyor. Ücretlerin artmadığı koşullarda haneler
geçim standartlarındaki önemli düşüşün çilesini çekiyorlar. Üstelik yakında
yeni vergiler gündeme gelecek, sosyal yardımlarda yeni kesintiler yapılacak.
Batılı hükümetler, bugün hep bir ağızdan Rus “saldırganlığı”nı durdurmak ve
Avrupa’da Amerika’nın askerî hegemonyasını artırmak, ayrıca Asya’da Çin’in
“yayılmacılığını” sekteye uğratmak adına silâhların miktarını ve “savunma”
harcamalarını artırmaktan bahsediyorlar. Bu da demek oluyor ki silâha daha çok,
ekmeğe daha az para aktarılacak.
Bu
süreçte enerji fiyatları uçtu. Ama bu hükümetlerin fosil yakıt yatırımlarını ve
üretimlerini azaltacakları anlamına gelmiyor. Bilâkis, fosil yakıt arzı,
Avrupa’nın Rus enerjisine daha az bağımlı olmasını sağlamak adına, artırılacak.
Suudi ve Amerikan petrolü daha fazla çıkartılıp satılacak. Artan askerî
harcamalar da karbon emisyonlarına katkıda bulunacak (ordu, dünya genelinde tek
başına en büyük karbon emisyonuna sahip olan kurum).[18]
Üstelik
tüm bunlar, iklimbilimcilerin uluslararası kurumu Hükümetlerarası İklim
Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Paris Sözleşmesi’nde belirlenmiş, küresel ısınma
hedeflerine ulaşmayla ilgili sürenin dolduğu, çevrenin geri döndürülemez bir
tahribatla karşı karşıya olduğu konusunda uyarıda bulunduğu bir dönemde
yapılıyor.[19]
Sovyetler
Birliği çöktüğünde Yeltsin’in Batı’daki danışmanları, ülkenin hızla kapitalizme
geçiş yapmasını, piyasaları ve yatırım sahasını Amerikan ve Avrupalı çok uluslu
şirketlere açmasını istemişlerdi. Ama hasta olan Yeltsin iktidarı adı pek
bilinmeyen, eski bir KGB ajanına teslim etti. İlk başta Putin, Rusya’nın
NATO’ya ve AB’ye katılmasını istedi! Ama G7 ülkeleri, onun bu talebini
reddettiler. Bunun yerine Putin Rus milyarderleriyle ittifak kurdu, siyaset ve
ekonomi sahasında bağımsız bir stratejiyi yürürlüğe koydu. Amacı, Rusya’nın
itibarını yeniden sağlamak ve Amerika’nın mevzi kazandığı, eskiden Sovyet
toprağı olan ülkeleri geri almaktı.
ABD
emperyalizmi çöküş sürecine girmesiyle teknoloji, ticaret ve imalat sahasındaki
üstünlüğünü, önce Avrupa, sonra Japonya ve Çin gibi rakip ekonomilerin ortaya
çıkışıyla birlikte yitirdi. Ama gene de Marksist iktisatçı Tony Norfield’ın
derlediği rakamların da ortaya koyduğu biçimiyle[12] ABD, dünya finans
sektöründeki imkânları ve devasa askerî gücü sayesinde hegemonyasını muhafaza
ediyor (Şekil 12). Tabloda Rusya’nın olduğu yere bakalım. ABD bu gücünü Rusya
veya Çin gibi “haddini aştığını düşündüğü” ülkelerin her türden itirazını
savuşturmak ve bu ülkeleri ezmek için kullanıyor. Aynı şeyi Avrupa’ya ve
Japonya’ya da yapıyor.
Kaynak: Tony Norfield
Putin
tıpkı Saddam, Esad ve Chavez gibi ABD ile işbirliğine yanaşmadığı için AB’ye
destek sunma konusunda pek istekli olmayan ABD, Rusya’yı askerî açıdan
yalnızlaştırıp kuşatmak, ekonomisini küçültmek için adımlar atıyor. Bu türden
bir cepheleşmede Ukrayna’ya, Batı emperyalizmi ile Rusya’daki ahbap-çavuş
kapitalizmi arasında yaşanan satranç müsabakasında basit bir piyon olmak
düşüyor. Ukrayna, siyasetle ekonominin iç içe geçtiği jeopolitik gerilimlerde
tüm küçük ülkelerin başına ne geliyorsa o geliyor, aynı çileleri çekiyor.
Michael Roberts
3 Mart 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Engels; Origin of the Family, Private Property and the State.
[2]
Lenin, State and Revolution.
[3]
World Bank Development Report 2021.
[4]
Michael Roberts, “Ukraine: Hobson’s Choice”, 27 Şubat 2914, Blog.
[5]
“Ukraine: First Review”, 24 Kasım 2021, IMF.
[6]
Buradaki tüm alıntılar IMF raporundan.
[7]
Arup Banerki, “Putting People in Control of Their Land to Realize Ukraine’s
Potential”, 9 Eylül 2020, WD.
[8]
Happiness.
[9]
“The New Voice of Ukraine”, 12 Şubat 2022, CEBR.
[10]
Michael O’Kane, “EU Adopts Targeted and Sectoral Russia Sanctions”, 24 Şubat
2022, Sanctions.
[11]
White House, “Joint Statement on Further Restrictive Economic Measures”, 26
Şubat 2022, WH.
[12]
Marta Dominguez Jimenez ve Niclas Poitiers, “FDI Another Day: Russian Reliance
on European Investment”, Policy Contribution, Sayı 3, Şubat 2020, Bruegel.
[13]
“Russia Risk”, 24 Şubat 2022, GoldmanSachs.
[14]
“The Changing Wealth of Nations”, WB.
[15]
Michael Roberts, “The Russian Revolution: Some Economic Notes”, 8 Kasım 2017, Blog.
[16]
“Human Development Index”, HDR.
[17]
Michael Roberts, “It Was The Virus That Did It”, 15 Mart 2020, Blog. Türkçesi: İştirakî.
[18]
Michael Roberts, “COP-out 26”, 28 Ekim 2021, Blog.
[19]
IPCC.
[20]
Economicsofimperialism.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder