Propaganda,
en çok da insanların bir şeyin propaganda olmadığını düşündüğünde tesirlidir.
En güçlü sansürse hiç yapıldığını bile bilmediğiniz sansürdür.
ABD
ordusunun sinema filmlerine nadiren etki ettiğini, bu etkininse alabildiğine
ufak olduğunu düşünen kişi, kendisinin aldatılmasını isteyen bir alıktır. Ordu,
binlerce filme tesir etmiş, onun yüzünden binlerce film çekilememiştir. Buna
her türden televizyon programı da dâhildir. Televizyon kanallarında yayınlanan
yarışma programlarına veya yemek programlarına askerlerin katılması asla
tesadüf değildir. Ordunun şanlı mensupları bu gösteriye, ayrıca spor
müsabakaları veya kendilerine paraların ödendiği, koreografisinin parasının
vergilerden kesildiği, bizzat ordu eliyle gerçekleştirildiği törenler üzerinden
de dâhil olmaktadırlar. Eğlence sektörünün içeriği bizzat Pentagon’daki eğlence
bürolarınca belirlenir. Dünyada savaş ve barışla ilgili haberlere insanların
farklı tepkiler geliştirmeleri konusunda onları hazırlamaksa CIA’ye düşen bir
görevdir. CIA, insanlar dünya ile ilgili gerçek haberlerden çok az şey öğrensin
diye farklı bir gerçeklik kurgular.
ABD
ordusu, sıkıcı ve muteber olmayan haber programlarını az sayıda insanın
izlediğini, sıkıcı ve muteber olmayan gazetelerinse daha az ilgi gördüğünü, ama
öte yandan büyük bir kitlenin uzun metrajlı filmleri ve TV şovlarını anlamlı
olup olmadığına bakmadan izlediğini biliyor. Pentagon’un bu gerçeği bildiğini
biz de biliyoruz.
Neticede
askeri yetkililer bu bilgi uyarınca plan program hazırlıyor, acıması olmayan
araştırmacıların Bilgilenme Özgürlüğü Kanunu’nu kullanacağını onlar da iyi
biliyor.
Süreç
içerisinde bu araştırmacılar, binlerce sayfalık notları, genelgeleri,
senaryoları topladı. Bunların hepsini internete koydular mı bilmiyorum, umarım
koyarlar, linklerin herkesçe ulaşılmasını sağlarlar. Sonuçta da Savaşın
Salonları: Pentagon ve CIA Hollywood’u Nasıl Ele Geçirdi [“Theaters of War:
How the Pentagon and CIA Took Hollywood”] türünden filmler çoğalır.
Roger
Stahl, bu filmin yönetmeni, kurgucusu ve anlatıcısı. Yapımcıları Matthew
Alford, Tom Secker ve Sebastian Kaempf. Bu isimlerin çok önemli bir kamu
hizmeti sunduklarını kabul etmek gerek.
Filmde
üzeri örtülmüş birçok şeyle ilgili nüshaları, oralardan yapılan alıntıları ve
bunlarla ilgili analizleri görüyor, bugüne dek ordu izin vermediği için
kimsenin görmediği binlerce sayfalık belgeden haberdar oluyoruz.
Filmin
yapımcıları, ABD ordusu ve CIA ile sözleşme imzalıyorlar. Hakkında konuşulan
konu başlıklarını filme serpiştirmeyi kabul ediyorlar. Eldeki belgenin hacminin
ne olduğunu bilmiyor olsak da binlerce TV programının ve yaklaşık üç bin filmin
Pentagon’un ve CIA’in masasından geçtiğini biliyoruz. Birçok filmde ordu, veto
gücüne sahip yapımcılardan biri olarak, sürece dâhil oluyor. Bunun karşılığında
da askerî üslerin, silâhların, uzmanların ve askerlerin kullanılmasına izin
veriyor. Anlaşma olmazsa hiçbir şey verilmiyor.
Filmlerin
çekimlerinde ordunun eli kolu bağlı oturduğunu söylemek zor. Ordu, filmin
hikâyesi konusunda yeni fikirler sunuyor, yapımcılara önerilerde bulunuyor.
Filmin salonlara gelmesini veya laptop’larınızda sizinle buluşmasını sağlayacak
yeni işbirlikçilerini devreye sokuyor, bu tür konularda kendi fikirlerini
sunuyor. Örneğin Şeref Madalyası [“Act of Valor”] filmi, orduya yeni
asker alımı için yürütülen bir reklâm kampanyası ile birlikte gündeme geliyor.
Tabii
askerin yardımı olmaksızın da birçok film çekilmiş. En iyi filmlerin büyük bir
kısmı, böylesi bir yardımı hiçbir vakit talep etmemiş. Bazıları yardım istemiş,
ama yardım verilmemiş, o yardım başka yerlerden alınmış, sahnelerin kurulması
için vergi mükelleflerinin parasına dokunulmadan, çok fazla para harcanmak
durumunda kalınmış.
Ama
öte yandan da birçok film orduyla birlikte çekilmiş. Bazen seri filmlerin ilki
orduyla yapılıyor, geri kalan hikâye ordunun belirlediği çizgide ilerliyor. Bu
tür pratikler normal karşılanıyor. Ordu, askerliğin cazip kılınması ve yeni
askerler alınması bağlamında bu tür filmleri değerli görüyor.
Ordu
ile Hollywood arasındaki ittifak yüzünden bazı konu başlıkları daha fazla ilgi
görüyor. Film stüdyoları, Pentagon reddettiği için uzun zaman ele alınamamış
olan İran Krizi türünden konu başlıkları ile ilgili senaryolar yazma ve bu tür
konularla ilgili çekilecek bu filmler için en iyi aktör ve aktrisleri işe alma
imkânı buluyorlar. Dolayısıyla seyirci, İran Krizi ve Watergate Skandalı gibi
konularla ilgili filmleri ordunun müdahalesi sayesinde izleyebiliyor.
Bu
noktada şunu sorabiliriz: “ABD ordusu filme çekilecekken çekilemeyen hangi
güzel konu başlıklarına mani olmuştur?” Ele alınan konu başlıkları genelde
hayal ürünü olan çalışmalar içerisinde heba ediliyor veya çarptırılıyor. Kara
Şahin Düştü [“Black Hawk Down”] Harrison Ford’un oynadığı Açık Tehlike
[“Clear and Present Danger”] filminin yürüdüğü yolu yürüdü. Argo türünden
filmlerse küçük hikâyelere sahip ama büyük gişeye ulaşmış filmler olarak
gündeme geldi. Bu tür filmlerde senaryolar, izleyiciye savaşın kim tarafından
başlatıldığından asla bahsetmiyorlar, sadece hayatta kalmaya çalışan veya bir
askeri kurtaran askerlerin kahramanlıklarından bahsediyor.
Ne
var ki bu filmlerin çekimi öncesi kimse gelip de gazilere bir şey sormuyor,
onlara danışmıyor. Buna cüret eden yapımcıların ve yönetmenlerin filmleri ise
Pentagon tarafından redde tabi tutuluyor, Pentagon bu filmleri, ya gerçekdışı
bulduğu ya da fazla gerçekçi bulduğu için çöpe atıyor. Buna karşın Pentagon,
alabildiğine gerçekdışı olan filmlere destek atmakta bir beis görmüyor.
Ordunun
müdahil olduğu, ABD ordusunun uzaylılarla veya gizemli yaratıklarla dövüştüğü
filmlerden de bahsetmek gerek. Bu tür filmler, inandırıcı olduğu için değil
gerçeklikten uzak durduğu için çekiliyorlar. Öte yandan ordunun etkilediği,
müdahil olduğu filmler, halkın ABD ordusunun hedef aldığı ülkelere dair
görüşünü biçimlendiriyor, o ülkelerde yaşayan insanların insan değil de böcek
veya fare gibi takdim edilmesine katkıda bulunuyor.
Son
günlerde popüler olan Yukarı Bakma [“Don’t Look Up”] filminin adı,
bahsini ettiğimiz Savaşın Salonları filminde geçmiyor. Belki de bu
filmde askerin parmağı yoktur (filmi izleyenlerin bilmediği bir bağ belki de
söz konusudur, kimbilir). Askerin müdahalesi var mı yok mu bilmiyoruz ama Yukarı
Bakma filmi de her zaman karşımıza çıkan askerî kültürü ve bunu esas alan
fikri yansıtıyor (filmde dış uzaydan gelen bir göktaşının havaya uçurulması
lazım, aslında ABD hükümeti bu işi seve seve yapar, üstelik ona kimse mani dahi
olamaz!)
Bu
filmde gezegendeki iklim krizinin sonlandırılması meselesine atıfta bulunuluyor
(oysa ABD hükümetinin bu meseleyi çözmek aklının ucundan bile geçmez!) Hiçbir
eleştirmen, filmin nükleer silâh imal etme ihtiyacının iyi mi kötü mü olduğu
sorusunu sormaması üzerinde durmuyor, ABD kültürünün bu yöndeki ihtiyacı
gündemden düşürdüğünü kimse görmüyor.
Ordu,
neye onay verdiğine, neye vermediğine açıklık getiren yazılı politikalara
sahip. Ordu, kendi hatalarının ve işlediği suçların teşhir edilmesini, perdede
veya kitapta ortaya konulmasını istemiyor, bu tür işlere asla onay vermiyor.
Dayandığı zemini aşındıran çalışmalara karşı çıkıyor. İntihar eden gazilerle,
ordudaki ırkçılıkla, cinsel saldırılarla ve tecavüzlerle ilgili tek bir kare
filmin bile çekilmesini istemiyor. Buna karşın, çıkıp bazı filmleri
“gerçekdışı” bulduğu için desteklemediğini söyleyebiliyor.
Ordunun
desteklediği, onay verdiği filmleri yeterince izlerseniz, nükleer silâhların
kullanılması ve nükleer savaştan sağ çıkılması ile ilgili sahnelerin el üstünde
tutulduğunu görürsünüz. Bu yaklaşımın köklerini Hiroşima ve Nagazaki ile ilgili
olarak Pentagon’un ve Hollywood’un birlikte icat ettikleri efsanelerde bulmak
mümkün. Sovyetler’le yaşanan nükleer krizini ele alan Yarından Sonra [“The
Day After”] filmi bu tür efsaneleri temel alıyor, ordunun etkisi altında
çekiliyor. Godzilla da nükleer konusundaki uyarı zemininde yapılmış bir
film.
Demir
Adam [“Iron Man”] serisinin ilk filminin özgün senaryosunda
kahraman, kötü niyetli silâh tüccarlarına kafa tutuyor. ABD ordusu senaryoyu
yeniden yazıyor, böylece filmin kahramanı askere daha fazla para akmasını
isteyen, cesur bir silâh satıcısına dönüşüyor. Serinin diğer filmleri de bu
konu başlığı üzerinden çekiliyor. ABD ordusu silâhlarla ilgili tercihlerini
ortaya koyduğu Hulk, Süpermen, Hızlı ve Öfkeli [“Fast and
Furious”] ve Transformers gibi filmler aracılığıyla dillendiriyor.
Amerikan kamuoyu da kendisini hiç ilgilendirmeyen, zerre çıkarına olmayan
silâhlara tonla parayı akıtarak, bu silâhlanma sürecine katkıda bulunuyor.
Discovery, History
ve National Geographic türünden kanallarda yayınlanan belgeseller
ordunun çektiği silâh reklâmları ile dolu. National Geographic’te
yayınlanan Muharebe Kurtarma Operasyonu [“Inside Combat Rescue”] isimli
belgesel, asker alımı için çekilmiş bir propaganda filmi aslında. Yüzbaşı
Marvel [“Captain Marvel”] ise Hava Kuvvetleri’nin kadınlar için cazip
kılınması amacıyla çekiliyor. Aktris Jennifer Garner, filmle birlikte yayına
giren askerliği teşvik amaçlı reklâm filmlerinde oynuyor, bu filmler diğer
reklâm filmlerinden daha fazla etkili oluyor.
2003
tarihli, Al Pacino gibi isimlerin oynadığı Çaylak [“The Recruit”] isimli
film ise CIA’ye bağlı eğlence bürosu tarafından kaleme alınmış. Deniz
Kuvvetleri Kriminal Araştırma Servisi [NCIS] türünden diziler de ordunun
belirlediği çizgide ilerliyor. Bu çizgi, TV şovlarını, yarışma programlarını,
sohbet programlarını, aile üyelerini bir araya getiren programları, yemek
programlarını vs. tayin ediyor.
Daha
önce de dile getirdiğim gibi, Ölüm Emri [“Eye in the Sky”] filmi,
dronlarla işlenen cinayetler konusunda insanların görüşünü biçimlendirmek
amacıyla ABD ordusunun müdahalesiyle çekilmiş, gerçekdışı, saçma sapan bir
film.
Herkes,
aslında bu yazıda bahsi edilen konuya dair az çok bilgiye sahip. Savaşın
Salonları belgeseli, bu işin ulaştığı kapsamı ve ölçeği kavramamıza katkıda
bulunan bir çalışma. Bu bilinç, bizlere, yapılan anketlerde ABD ordusunun barış
için bir tehdit olduğunu gösteren oranların neden yüksek çıktığını, buna
karşılık, Amerikan kamuoyunun önemli bir kısmının, Amerika’nın başlattığı ve
yürüttüğü savaşların halkın faydasına olduğuna neden inandığını, bu sebeple
orduya neden minnettar olduğunu anlama imkânı sunacak.
Bu
tür belgeseller sayesinde ABD’de halkın kitlesel kıyımları ve imha süreçlerini
neden hoş gördüğünü, hatta neden yücelttiğini, nükleer silâhların kullanılması
tehdidine, hatta bizzat kullanılmasına bile neden destek sunduğunu, ABD’nin
dışarıda bir yerlerde özgürlüklerini tehdit eden düşmanları bulunduğunu neden
düşündüğünü anlayabileceğiz.
Savaşın
Sinemaları filmini izleyenler, muhtemelen onu ilk
izlediklerinde “o kadar da değil!” diyecekler. Sonra da “dünya bizim deli
olduğumuzu düşünecek” diyecekler. Buna karşılık çok az kişi, gayet yerinde ve
hayırlı bir başlangıç olarak, kendisine filmlerde gördükleri savaşların gerçek
savaşlarla bir alakasının olup olmadığını soracak.
Savaşın
Sinemaları bir öneri ile sona eriyor, filmlerin CIA ve ordu ile
işbirliği içerisinde çekilip çekilmediğine dair bir not ile birlikte başlaması
söylüyor. Film, aynı zamanda ABD’de kamuoyuna yönelik, suçları itiraf etmeyi de
içeren propaganda faaliyetlerini yasaklayan kanunlar bulunduğundan bahsediyor.
Buna bir de 1976 yılından beri yürürlükte olan Uluslararası Yurttaşlık Hakları
ve Politik Haklar Sözleşmesi’nde belirtilen “her türden savaş propagandasının
kanunen yasaklanması gerektiğini” söyleyen maddesini de eklemek gerekiyor.
David Swanson
5 Ocak 2022
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder