Amerika’daki
Kovid rejiminin son aşamalarında “Bilim”, yönetici sınıf nezdinde sahip olduğu
önemi büyük ölçüde yitirdi. Biden’ın eyaletlerindeki yasakların kaldırılmasını
“erken atılmış bir adım” olarak gören yedi Demokrat Partili valinin kararına
şüpheyle yaklaştığı koşullarda, maske politikası konusunda son yaşanan
tartışmada asıl gözden kaçırılan husus, her iki tarafın da maske zorunluluğunun
işe yaramadığını gösteren yığınla kanıta hâkim olduğu gerçeği idi.
Geçen
ay Ilad Şerifpur isimli bir anestezist Twitter hesabında şunu yazdı: “Yoğun
bakım ünitesinde çalışan bir doktorum. 4 saattir N95 maskesini de üzerindeki
kayakçı maskesini de çıkartıp attım! Ne hipoksi ne de hiperkapni yaşadım.”
Hastalık
Kontrol Merkezleri “dışarıda dolaşırken maske takmasına gerek olmadığı”
tavsiyesinde bulunuyor. Tıp uzmanları dâhil kimi insanlarsa büyük hevesle maske
takıyorlar. Bir yandan doktorlar Hastalık Kontrol Merkezleri’nin kılavuzunu
uygulamamakla övünüyor, bir yandan da açık alanlarda yüksek hızda seyahat edip
yaptıkları sporlarını ihmal etmiyorlar.
Geçen
Mayıs ayında pandeminin kalıcı olacağını düşünenlerin fikriyatıyla örtüşen,
çarpıcı bir örneğe şahit olundu. İki Amerikalı doktor bir makale kaleme alarak,
maskenin pandemi sona erse bile, bilimin isteği uyarınca gündelik hayatımızın
bir parçası hâline gelmesi gerektiğini söyledi. Bugün maskeye yönelik duygusal
bağlılık daha fazla dil buluyor, valiliklerin devlet okullarında maske
zorunluluğunun kaldırılması önerisini yaptığı, bu yönde adımlar attığı
koşullarda maskecilerin sesi daha fazla çıkıyor.
New
York Times gazetesinde Kovid’le ilgili haberler geçen, aşı ve maske
yanlısı, ılımlı liberal David Leonhardt, maske zorunluluğunun her türlü
alışveriş pratiğini kapsaması gerektiğini söyleyince yüzlerce insanın
eleştirisine maruz kaldı.
Anladığımız
kadarıyla kafayı pandemiye takmış bir grup var. Bu insanlar, maske ile ilgili
kılavuzların güvenilmez olduklarını, iyice politikleştiklerini, bu kılavuzların
pratikte kamusal alanda yürürlükte olan politikaya ait bir araç olarak maskenin
güçlü bir yere sahip olmasını sağladığını görmüyorlar.
Üzerinden
henüz iki yıl bile geçmedi, Hastalık Kontrol Merkezleri bu süre zarfında
maskeyle ilgili konumunu en az üç kez değiştirdi. Kurum ilk başta maskenin onay
verilmeden kullanılmamasını istedi, sonra da Fauci’nin Şubat 2020’de yazdığı
özel mektupta da dile getirildiği biçimiyle Kovid virüsünü yayan ince
aerosolleri Amerika’da imal edilen kumaş maskelerin durdurmadığını kabul etti.
Bu
türden halk sağlığı ile ilgili kararların Bilimi temel almadığını bildiğimize
göre şu önemli soruyu sorabiliriz: On milyonlarca insan, bu kadar kifayetsiz ve
bulunduğu konumu hak etmeyen yetkililerin sürekli değiştirip durdukları
emirlere neden uydu, özgürlüklerinden bile isteye neden vazgeçti?
Bugüne
dek elimizde bu soruya iki tür cevap verildi. İlki, korku üzerine kurulu acil
durum tedbirlerinin kitlelerce benimsenmesini sağlayan arka plandaki
psikolojiye odaklanıyor. İkinci cevap ise Lenin’in “kimin çıkarına, kime
yarıyor?” sorusunu sorup psikolojik faktörler yerine maddi faktörlere bakıyor.
Başka bir ifadeyle ikinci tür cevabı verenler, Kovid rejiminden kimlerin ne
pahasına yararlandıkları sorusuna odaklanıyorlar.
Pandeminin
kalıcı olduğunu düşünenlere dair en ikna edici değerlendirme, bence bu iki
cevabı birlikte ele aldığımız vakit yapılabilir.
Neticede
Kovid rejimi, bir yandan hükümetlere ve onların teknoloji sahasındaki
ortaklarına ait gücü artıracak, ölüm-kalım meselesi üzerine kurulu büyük bir
psikolojik oyunun sahneleneceği zemini temin etti, bir yandan da Cumhuriyetçi
Parti’nin kitle tabanını oluşturan küçük işletmelerin yıkımını ve ekonomik
anlamda kepenk kapatmasını sağladı.
ABD’de
pandeminin ilk gününden beri küçük işletmelerin yaklaşık yüzde 20’si,
siyahîlere ait küçük işletmelerinse yüzde 41’i kapanmak zorunda kaldı. Sadece
ilk yılında iki yüz bin işletme kapanarak işyeri kapanmaları tarih boyunca
görülmemiş bir düzeye çıktı. Wall Street Journal’ın da vurguladığı
biçimiyle, en ağır darbeyi “berberler, nalbantlar ve diğer kişisel hizmet
sağlayıcıları yedi.”
Pandemi
ile ilgili popüler hâle gelmiş psikoloji teorilerinden biri de kısaca kitle
oluşumu olarak da bilinen “kitle oluşumu hipnozu” veya “kitle oluşumu psikozu”.
Belçika’daki Gent Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olarak çalışan Mattias
Desmet’in geliştirdiği bu teoriye göre katı politikaların uygulandığı ülkelerde
Kovid’e verilen cevap, insanların kendilerinin kolayca maniple edilmesini, akıl
ve kanıta aykırı bir biçimde hareket etmesini sağlayan kolektif bir trans hâli
içine nasıl girdiklerini ortaya koyuyor.
Desmet’e
göre kitlesel oluşum için dört koşul gerekli: toplum atomize edilmiş, toplumsal
bağlardan yoksun olmalı; o toplumda yaşayan birçok insan, kendi hayatlarını
anlamsız bulmalı; insanlar, belirli bir sebebe bağlı olmayan, farklı zamanlarda
açığa çıkan kaygı illetinden muzdarip olmalı; son olarak da belirli bir
kaynaktan yoksun olan ve gene farklı zamanlarda açığa çıkan hayal kırıklıkları
ve saldırganlık hâli yoğun olarak yaşanıyor olmalı.
Pandemi
başladığında ABD, bu koşulları layıkıyla yerine getiren bir ülkeydi.
Temmuz-Ağustos 2019 arası dönemde on bin yetişkin işçi ile yapılan ankette
tespit edildiği kadarıyla ankete katılanların beşte üçü kendisini yalnız
hissettiğini söylüyordu ki bu, önceki yıla göre yüzde 13’lük bir artışı ifade
ediyordu. Sosyal medyayı yoğun olarak kullananlarda bu sayı daha da yüksekti;
yüzde 73’ü kendisini yalnız hissettiğini söylüyordu.
Sonra
pandemi çaldı kapıyı. İlk bir yıl içerisinde Amerikalılar çok daha az arkadaşa
sahip olduklarından bahsediyorlardı. Desmet’in de ifade ettiği üzere, bu
koşullarda medya bir hikâye yazıp kaygıyı depreştirecek, onu sabit nesneye
kitleyecek haberler yaptı. Zaten birbirinden kopmuş olan bireyleri sözde tehdit
karşısında ortak bir dava etrafında birleştirdi.
Kitle
oluşumu psikozu denilen ve yirminci yüzyılda gördüğümüz totaliter hareketleri
bize hatırlatan bu teori, Joe Rogan ile bir podcast yayınına katılan Robert
Malone ile birlikte popülerleşti. Bilindiği üzere Malone, mRNA aşılarının riskleri konusunda
uyarılarda bulunan bir bilim insanı.
Bu
söyleşi, Rogan’ın sonunu getirdi. Kitle oluşumu hipoteziyle ilgili söylenenler,
devletin ve istihbaratın asabını bozdu. Söyleşinin tüm izleri Google
aramalarından silindi, söyleşi tümüyle sansüre uğradı.
Oysa
Desmet, ne Kovid’in varlığını inkâr ediyor ne de aşılara karşı. O sadece
pandemiye verilen cevapların, kamuoyunu tehlike arz edecek ölçüde şüpheli bir
duruma sürüklediği bilim dışı aşırı tepkilere yol açtığını söylüyor.
Büyük
ölçekli olaylara makul açıklamalar bulmaya ikna edilmiş insanlar, Desmet’in
kitle psikolojisi teorisini inandırıcı bulmayabilirler, oysa son iki yıl
içerisinde başımıza gelenlerin büyük bölümü, makul her türden değerlendirmeyi
hükümsüz kılacak cinsten.
Hidroksiklorokin
ve ivermektin gibi ilâçlar neden politik düzlemde kötülendi, basında
çarpıtmalara maruz kaldı? CNN, Nobel ödülü almış, nehir körlüğü türünden
hastalıklar için kullanılan, bu alanda yüz milyonun üzerinde hastayı
iyileştirmiş ivermektin gibi bir ilâcı neden “at ilâcı” olarak niteledi?
Bu
türden meseleyi aşırı kutuplaştıran yaklaşımların, pratiklerin bize geçmişte
gördüğümüz cinnet hâllerini ve panik durumlarını hatırlatması gerek.
Öte
yandan son iki yılı açıklama konusunda psikolojinin yetmediği yerler var.
Pandeminin finans kapitalin ekmeğine neden yağ sürdüğünü veya teknoloji
üreticilerinin 2021 yılında rekor kırarak 1,4 trilyon dolar kazanmasını nasıl
sağladığını psikoloji asla açıklayamaz. MarketWatch sitesinin
son manşetinde yer alan ifadede dendiği gibi: “Büyük teknoloji şirketleri,
pandeminin ilk yılında akıllara durgunluk veren sonuçlar elde ettiler.”
Mesele,
sadece zenginin daha zengin olması da değil. Pandemi süresince Amerikalı
milyarderler 2,1 trilyon dolar kazandılar. En çok da Google gibi Demokrat
Parti’ye bağlı Silikon Vadisi şirketleri kazandı.
Üretimi
esas alan eski sektörlerle kıyaslandığında teknoloji şirketleri daha az işçi
çalıştırıyorlar. Bunların dağıttığı bağışlar gazetecilik gibi meslekler üzerine
kurulu ekonominin tüm sektörlerini besliyor. Pandemi döneminde tek tek
profesyoneller zenginleşmese de işlerini büyük ölçüde korudular. Buna karşılık
yüz binlerce işçi işini kaybetti, bunların büyük bir kısmı küçük işletmelerde
çalışanlardı.
Bu
meslek sahibi kesimin oligarşiye mensup patronlarını zenginleştiren Kovid
politikalarını kişisel bir zafer ve kendi statüleri için bir tür koruma olarak
görüp içselleştirmelerine hiç şaşırmamak gerek. Gerçeği çok azı gördü.
Çoğunluk, eylem yapan kamyon şoförlerini “faşist” olmakla suçladı, onların
tutuklanmasını talep etti, çünkü o kamyoncular, tıbbi zorunlulukların,
yasakların işe yaramadığını, halkı gücü tekellerine alma hakkı olan yöneticiler
ve ancak kurallara uyacak, uymazsa ezilen tebaa olarak ikiye ayrıldığını
görmüşlerdi.
Obama
döneminde yurtiçi güvenliği alanında çalışan Juliette Kayyem boşuna, eylemleri
bastırmanın en iyi yolunun “tekerlekleri delin, benzin depolarını boşaltın,
şoförleri gözaltına alın, kamyonları bir kenara çekin” demiyor.
Kendilerini
solcu olarak tarif eden Toby Green ve Thomas Fazi, kısa süre önce solun işçi
sınıfını ve yoksul ülkeleri mahveden Kovid politikalarıyla ilişkisine dair bir
dizi soru sordu. Bu sorulardan biri şu şekildeydi: “Ana akım sol, tüm Kovid
tedbirlerini destekleme noktasına neden geldi?” Yazarların cevabını merak
ettikleri bir soru da şuydu: “Sol, aşı üreticilerinin ‘halkın iyiliğini
düşünme’nin yanında başka motivasyon kaynakları olabileceğini söyleyenleri
neden alaya aldı?”
Cevap
gayet açık: Sol bu işleri bıraktı, çünkü halkın iyiliğini düşünme işi, bilimin
yanında meslek sahibi sınıfların üzerine rahatça giyebilecekleri basit bir
gömlekten ibaret. Çünkü bu sınıf, aşı zorunluluğuna karşı çıkan bir kamyon
şoförüne nazaran Moderna şirketi yöneticisiyle daha fazla ortak şeye sahip.
Jacob Siegel
15 Şubat 2022
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder