Teori ve Politika, “Kızıl Bayrak yazarı H. Fırat, burjuvazinin bir kesiminin ardında saf tutmanın teorik-tarihsel gerekçesi olarak bugün de Marksizm civarında bütün canlılığıyla yaşayan bir burjuva cumhuriyetçi eğilimin reddinin Marksist örneğini sunuyor” diyor[1], oysa kendisi, o burjuva cumhuriyetçi eğilimi savunuyor, ezilenleri o eğilime kul etmeye çalışıyor, bu eğilim için teorik-tarihsel gerekçeler uyduruyor.
Son on
yıldır CHP güzellemesi yapmakla meşgul olan dergi, ittifaklar konusunda yapılan
tartışmaya sunduğu katkısında da dolaylı olarak CHP’yi işaret ediyor, bunun
için İbrahim Kaypakkaya’nın kasketini çıkartıp yerine kalpak geçirmeye çalışıyor.
Özünde dergi, devletin kendisine verdiği görevi yerine getiriyor.
Kızıl
Bayrak güzellemelerinin sebebi ise bölme ve tasfiye sırasının bu
örgüte gelmiş olması. Yirmi beş yıl önce çıkarttığı taslak metinde H. Fırat’a
“sen aptalsın, bizim yazdıklarımızı anlamazsın”[2] diyen TP, bugün H. Fırat’ı
göklere çıkartıp budünyadan kovmaya çalışıyor. Çengel atıyor, boncuk dağıtıyor,
fikri ayrışmaya itip örgütü çatlatmaya gayret ediyor. Yeni dönemin Türkiyesi ve
siyaset, bu tür acentelerle ilerliyor.
Çünkü
doğru yanlış, az çok, belirli bir sınıf çalışmasını öne alan bir örgütten söz
ediyoruz. Bu örgütün cumhuriyet ideolojisini sorgulaması, birilerini rahatsız
etmiş olmalı. O ideoloji, kimilerinin altına araba, arabasına benzin koyuyor,
tüm işçi direnişlerini o kişilere gezdirtiyor. O kişiler, sonra CHP’ye oy
topluyorlar. Devlet, bu sayede ayakta kalabiliyor. Sosyalist hareketin sinir
uçları bu sayede köreltiliyor. Bu şekilde hareket, sermayenin ve devletin
dişine uygun kıvama getiriliyor.
* * *
Meth,
“fakirlerin kokaini” olarak anılıyor. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ilkin
askerler arasında yaygınlaşıyor. Bugünse Tayland, Tayvan gibi yerlerde işçilere
dağıtılıyor. Aşırı dopamin salınımına sebep oluyor, sonra o kaynağı kurutuyor,
kendisine bağımlı kılıyor. Derin umutsuzluğa sürüklüyor. Önce ayakları yerden
kesiyor, sonra ayakları işlemez kılıyor. Tıpkı küçük burjuva sol gibi.
Yukarıda
bahsi edilen acenteler, meth türü bir işleve sahip. Halk hareketi, işçi
hareketi ve sosyalist hareket, bu acenteler eliyle uyuşturuluyor. Sinir uçları
törpüleniyor. Adına müesses nizam, iktidar veya devlet denilen mekanizma, bu
acenteleri sinir uçlarını yok etmek için kullanıyor.
Yüz
yıldır devlet ve sermaye, içe yerleştirdiği ekipleriyle yol alıyor. Küçük
burjuva, bu işleri üstleniyor. Herkesi kendisine mecbur ediyor, hareketle
mülkiyet ve rekabet üzerinden ilişki kuruyor, işin başı ve sonu olma
kararlılığı sebebiyle ne işi örgütleyebiliyor ne de işe örgütlenebiliyor. Meth
türü uyuşturucuları en çok küçük burjuvazi pazarlıyor.
* * *
Bir
kazık çakılıyor. O kazığın bir ucunda demokrasi, diğerinde cumhuriyet
duruyor. Kazığın hangi tarafının toprağa çakılacağı konusunda boş bir tartışma
sürüyor. Buna da “siyaset” deniliyor. Ne demokrasinin ne de cumhuriyetin
Marksizm düzleminde eleştirilmesine izin veriliyor. Marksizm, ikisine asla
dokunamıyor.
O
kazık, kabile putları türünden bir kutsiyete, paganlara has bir dokunulmazlığa
sahip. Herkes etrafında dönüyor. Tavaf ediyor. O demokrasi ucunu veya
cumhuriyet ucunu, halk, işçi ve ezilen adına eleştirenler, o kazığın dibine
gömülüyorlar. Halktan, işçiden, ezilenden kurulacak demokrasiye ve cumhuriyete
asla inanmıyorlar. Bütün teori, ideoloji ve politika, o kazığa göre inşa
ediliyor, şekillendiriliyor. Mutlak ve kutsal kabul edilen kazığı koruma işini,
gene küçük burjuvalar üstleniyor.
Kazığı,
eksiği-yanlışı ile (pratikte) Müslümanlar ve Kürdler eleştiriyorlar.
Oraya bağlanmak isteyenler, meseleyi demokrasi ve cumhuriyet içinden ele
alıyorlar. Kürdler cumhuriyeti; Müslümanlar demokrasi kurgusunu eleştiriyorlar,
nereyi eleştiriyorlarsa, oradan bağlanıyorlar. Kimi solculara da din ve millet
eleştirisi üzerinden, o kazığı savunmak ve Müslüman’la Kürd’ü kazığa döve döve
bağlamak düşüyor. Kazık, demokrasi ve cumhuriyetin sahipleri adına koruma
altına alınıyor, Kürd ve Müslüman, bu yüzden dövülüyor.
Kazığı
savunanların Müslüman’a ve Kürd’e yönelik tepkilerinde haklı oldukları yanlar
var elbette. Bu iki pratik eleştiri, sorumlulukların ve işin üzerinden atlıyor.
Sorumluluk almak ve çalışmak istemeyenler, Müslüman’ın ve Kürd’ün kimi ellerde
yavanlaşan eleştirilerine bağlanıyorlar. Ama boş gösteren olarak sol da
Müslüman ve Kürd içerisinde yanan ateşten kaçmanın adı hâline geliyor. O da
oradaki sorumluluğu ve işi görmüyor. Küçük burjuvalar arası didişmeler, halkı,
işçiyi ve ezileni zerre ilgilendirmiyor. Sınıf mücadelesi, saf, steril,
gerçekten kopuk, gayrı maddi bir âlemde gerçekleşmiyor. Somutta karşılıklar
bularak ilerliyor. Teori, ideoloji ve politika, bu mücadeleden münezzeh değil.
* * *
Halkın,
sınıfın ve ezilenin sinir uçlarını uyuşturmak için bizzat devlet eliyle
kurulmuş olan partinin yöneticisi olarak Aydemir Güler, “Mustafa Suphilerin
bağımsızlık, laiklik ve cumhuriyet için dövüştüğünü”[3] söylüyor. Bugün kendi
aldığı küçük burjuva konumu tarihsel zemine oturtmaya çalışıyor. Bunu da
herkesi kandırarak yapacağını sanıyor.
“Gelmeselerdi,
miras olmazdı” diyor. Oysa Güler, 2004 civarı Habertürk TV’ye çıktığında, o
günlerde birilerine mesaj yollamak adına, “Suphiler ölmeye geldiler, biz ölmek
değil, yaşamak istiyoruz” diyordu. Bu yalvarmanın karşılığını aldı, devlet,
partiye gerekli icazeti verdi. Gülerler de bilimcilik diniyle kutsanmış steril
ve tatlı hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler.
O
günden beri TKP, esasen resmi TKP’nin boşluğunu dolduruyor. Mustafa Suphilerin
örgütlendikleri ulusal kurtuluş davasından da örgütlemek istedikleri toplumsal
kurtuluş kavgasından da fersah fersah uzakta duruyorlar. Ne ulusla ne de
toplumla alakaları var. Alakayı, bağı sadece sermaye ve devlet tayin ediyor.
Sermaye ve devlet istedi diye semtevleri açılıyor, halk istediği için değil.
Çünkü parti, halktan nefret ediyor. O nefret, en çok da pandemi döneminde açığa
çıktı.
Güler
ve partisi, anakronizme kayarak, "Suphilerin bağımsızlık, laiklik ve
cumhuriyet kavgası verdiği" yalanına sarılıyor. Oysa Suphiler, bu üçlünün
sınıfsal-politik anlamını öğreten bir coğrafyadan geliyorlar. Üç kavram, sütten
çıkmış ak kaşık olarak ele alınıyor, o kaşıklar, sonra bir burjuvazinin, bir
devletin tabağına sallanıyorlar.
TKP,
devletin kazığı etrafında dönmeye alışkın olduğu için, bağımsızlığın
devletle, laikliğin sermayeyle ilişkisini görmüyor, sorgulamıyor.
Cumhuriyetin ilk döneminde yapılanları sınıf dışı kabul ediyor, sorgulanamaz
kılmaya çalışıyor. Devleti ve sermayeyi aklamak, halkı, sınıfı ve ezileni
onlara bağlamak için var.
TİP,
bu konuda daha acul ve istekli. Utanma nedir bilmeden, “Burjuvazyanın
parlamenterizm vasıtasıyla mağlup edilmesinin bir ütopya olduğu tarih ile sabit
oldu. Burjuvazya ile uyuşup yaşayarak fakir halklara hayırlı hidmetlere
çalışmak üstad-ı âzam Karl Marks’a ihanetten başka bir şey değildir”[4] Suphi’yi
meclis koltuklarından anabiliyor. Görevini ifa ediyor.
* * *
“Mustafa
Suphilerin öldürülmesi emrini kim verdi?” türünden polisiye sorulara önem
vermemek gerekiyor. Bu soruya solun ekseriyeti, artık “Enver Paşa” cevabını
veriyor. Bu bilgiyi nasıl oluyorsa, bir valinin oğlu,
"gazeteci-tarihçi" Murat Bardakçı’dan alıyor. İttihatçılarla
Kemalistler arasındaki ayrım ile ilgili tespit üzerinden Suphilerin katiline
ulaşıyorlar. Dönemin Trabzon valisinin kimin adamı olduğunu sorguluyorlar, ama
o valiyi kimin hangi dönemde işbaşına getirdiğine bakmıyorlar.
Bizzat
emri kimin verdiğinin bir önemi yok. Suphileri, bugün Aydemir Güler’in müdafaa
ettiği “bağımsızlık”, “laiklik” ve “cumhuriyet”in sahipleri katletti! O
sahiplerle mücadele etmeyenin bu gerçeği görmesi, göstermesi mümkün değil.
Bugün bilimin sahiplerini sorgulamayanların, bu üç kavramın gerçek sahiplerini
sorgulamaları beklenemez.
Bugün
metal işçisine esaret ve teslimiyet sözleşmesini dayatan sendikanın yönetiminde
olan resmi TKP’liler, Suphilerin dişini sökmek için uğraşıyorlar. Pürüzleri, o
efendiler için temizlemek için çalışıyorlar. Ruhi Su’nun Onbeşler ile ilgili
bestesini ninni formuna kavuşturup spotifaylaştıranlar, sinir uçlarını
köreltmek için varlar.
* * *
Sinir
uçları köreldi. Artık sol sosyalist hareket, eskiden verdiği doğal tepkilerden
bile uzaklaştı. Halktan, işçiden ve ezilenden bağımsızlaştı, laikleşti, kendi
özel cumhuriyetini inşa etti. Bugün bağımsızlığını, laikliğini ve cumhuriyetini
kime borçlu olduğunu düşünüyorsa, ona hizmet ediyor. Artık tek derdi,
beka.
Baş
olacağı düşünülen ayaklar yerden kesilmiş. Küçük burjuva şefler, şimdilerde
Meth’averse âlemlerinde şarkı söyleyip içki içerek devrim yapmanın hayalini
kuruyorlar. Halkın, işçinin, ezilenin somut, maddi ve gerçek derdine
örgütlenecek irade ve fikir kalmadı.
Eren Balkır
30 Ocak 2022
Dipnotlar:
[1] “Tvitler”, 30 Ağustos 2021, TP.
[2]
“H. Fırat adlı, büyük giyim firmalarının çizgilerini taklit ederek Anadolu’ya
pazarlayan Mahmutpaşa eşrafı tarzında, ikinci sınıf sosyalizmcilik modasının
bir kesimde temsilcisi olan ve fason teori üretmeye kalkışan yazar” [Melik
Kara, İ. Mert, S. Sahra, “Bütünsel Marksist Oluşum Yolunda Bir Girişim İçin
Genel Çerçeve Taslağı”, Nisan 1993, TP.]
[3]
Aydemir Güler, “On Beşleri Hatırlamak”, 29 Ocak 2022, Sol.
[4]
Mustafa Suphi, “Türk İştirakiyyun Kongresi Nutku”, 22 Temmuz 1918, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder