Fransız
Komünist Partisi, diğer Avrupa komünist partileriyle aynı rahimden doğdu.
Savaşın son yıllarında sosyalizmin ve sendikalizmin bağrında şekil aldı.
Sosyalist Parti’den ve Genel İşçi Konfederasyonu’ndan memnun olmayan,
sosyalizmin “kutsal birliğe” bağlılığını, savaşa sunduğu desteği eleştirmeye
cüret edenler, hareketin ilk hücrelerini oluşturdular. Öncüler arasında az
sayıda ismi bilinen militan bulunuyordu. Bu ufak ama dinamik ve militan olan
azınlık grup, Zimmerwald ve Kienthal konferanslarına katıldı, yeni devrimci
Enternasyonal’in taslağı bu grup eliyle oluşturuldu.
Hareketin
arkasındaki itkiyi ise Rus devrimi sağladı. Loriot, Monatte gibi Sosyalist
Parti ve Genel İşçi Konfederasyonu üyesi kimi isimler bir araya geldiler.
Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasıyla birlikte Fransız devrimcilerinin
temsilcileri olarak Guilbeaux Sadoul’un öne çıktığı süreçte, Monatte ve
Loriot’un başını çektiği hizip, Sosyalist Parti içerisinde Moskova’ya bağlanma
meselesini tartışmaya açtı.
1920’de
Strazburg’da düzenlenen kongrede komünist eğilim çok sayıda oy aldı. Her şeyden
önemlisi bu hareket, başını Cachin ve Frossard’ın çektiği merkezci eğilimden
ciddi bir destek aldı ve parti içerisinde önemli bir güç hâline geldi.
Tartışma, bu kongreyle sona ermedi. Cachin ve Frossard Moskova’ya gitti. Burada
devrime tümüyle bağlandı. Bu dönüşümle birlikte, bir önceki kongreden on ay
sonra toplanan Tours Kongresi’nde Sosyalist Parti’nin çoğunluğu, Üçüncü
Enternasyonal’e bağlılığını ilân etti.
Bu
noktada, rüzgârın komünist hareketten yana estiği koşullarda parti bölündü.
Sosyalistler, partinin eski ismine sahip çıktılar. Vekillerin önemli bir kısmı
da onlardan yana durdu. Komünistlerse devrimci geleneğin mirasını ve L'Humanité
gazetesini sahiplendiler.
Ne
var ki Tours’daki ayrışma, partiyi reformist/devrimci veya başka bir ifadeyle,
sosyalist/komünist diye açık ve net bir biçimde tanımlanmış homojen iki gruba
ayrıştırmadı. Sosyalist Parti’nin devrimci aklı ve ruhu yeni komünist partisine
geçti. Birçok militan, demokrasiye fazlasıyla bağlı olduğu için komünist
hareketle sadece duygusal ve düşünsel bir bağ kurabildi. Savaş öncesi dönemin
sosyalizm okulunda eğitim görmüş olan bu isimler, Bolşevik yönteme kendilerini
adapte edemediler. Ruhen fazla eleştirel, fazla akılcı ve fazla çocuksu olan bu
militanlar, Bolşevizmi dinî ve mistik düzlemde yücelten görüşü benimsemediler.
Onların çalışmaları, vardıkları hükümler, biraz şüphe yüklüydü ve Üçüncü
Enternasyonal’in genel ruh hâliyle asla örtüşmüyordu. Bu karşıtlık ve
uyumsuzluk krize yol açtı. Reformist bir kökene ve psikolojiye sahip unsurlar
ya içerilecek ya da dışlanacaktı. Bunların varlığı, genç partinin hareketini
ketliyor, partiyi felç ediyordu.
Sosyalist
Parti’deki bölünmenin ardından Genel İşçi Konfederasyonu da bölündü. George
Sorel’in fikirlerinden beslenen devrimci sendikalizm, savaş öncesinde
proletaryanın devrimci ve sınıfçı ruhunu diriltmiş ama bu ruh süreç içerisinde
reformist ve parlamentarist pratik eliyle dinginleştirilmişti. Savaştan beri
konfederasyona bu ruh hâkimdi. Konfederasyon, savaş süresince Sosyalist Parti
ne yaptıysa onu yaptı.
Sonuçta
savaş sona erdiğinde sosyalizm krize girince sendikacılık da krize girdi. Genel
İşçi Konfederasyonu’nun bir kısmı sosyalist hareketi, diğer kısmı komünist
hareketi destekledi. Proleter mücadelenin bu yeni aşamasında devrimci ve
sınıfçı ruhu, Üçüncü Enternasyonal’e bağlı fırkalar temsil ettiler.
Devrimci
sendikacılığın birçok teorisyeni de bu gerçeği kabul etti. Sosyalizmin
reformizm eliyle yozlaştığı süreci ağır bir dille eleştiren bir isim olarak
Sorel, Bolşeviklerin sınıfsal yöntemine destek sundu, ama Lenin’in kitaba bağlı
bir Marksist olarak görülemeyeceğini söyleyen kimi sosyalistler, Lenin’in
kişiliğinin Sorel’in etkisi altında olduğunu iddia ettiler.
Genel
İşçi Konfederasyonu, sendikalar devrim yolu ile reform yolu arasında bir seçim
yapmak zorunda kaldıkları için bölündü. Mücadele dâhilinde devrimci sendikalizm
yerini komünist harekete bıraktı. Ekonomi sahasından politika sahasına taşınan
mücadelenin, kaçınılmaz olarak heterojen bir bileşime sahip olan sendikalar
eliyle yürütülmesi imkânsızdı. Mücadele, neticede homojen bir nitelik arz eden
bir parti tarafından verilmeliydi.
Teoride
değilse bile pratikte iki eğilime de mensup sendikalar bu zorunluluk karşısında
boyun eğdiler. Eski konfederasyon Sosyalist Parti siyasetine, yeni
konfederasyon (Birleşik Genel İşçi Konfederasyonu –CGTU) Komünist Partisi
siyasetine bağlandı. Ama aynı zamanda sendika sahasında kutuplaşma ve tasnif
süreci yavaş işleyen, zahmetli bir dizi çalışma üzerinden somutlandı. Yaşanan
kopuş ortadaki meseleyi çözüme kavuşturmadı, onu sadece gündeme getirmeye
yaradı.
Bu
sebeplere bağlı olarak Fransız komünistlerinin Bolşevikleşme süreci,
gözyaşlarının dökülmesine sebep olacak bir dizi tasfiyenin devreye sokulmasına
neden oldu. Bu adımı atmaya kararlı olan Üçüncü Enternasyonal, en radikal
araçlarını devreye soktu. Örneğin Komintern, Hür Masonluk’la arasındaki tüm
bağları kopartmaya karar verdi. Savaş öncesi dönemde laiklik mücadelesi
dâhilinde radikal tutumları desteklemiş olan eski Sosyalist Parti, zamanla
mason locaları içerisinde radikal burjuvaziyle bağ kurmuş, ona teslim olmuştu.
Esasen
hür masonluk, radikal hareketle sosyalist hareket arasında var olan, kendisini
kısmen gizleyen bağdı. Sosyalist Parti içerisindeki bölünmeyle birlikte hür
masonluğun etkisi Komünist Partisi’ne miras kaldı. Aradaki bağ, varlığını
sürdürdü. Kamusal alanda reformizmin her biçimine karşı mücadele eden birçok
komünist, militan mason localarında her türden radikal isimle, burjuva
siyasetçisiyle kardeş olmuştu.
Neticede
devrimci siyasetle reformist siyaset, hâlen daha birbirine bağlıydı. Üçüncü
Enternasyonal, işte bu bağı kesmek istedi. Alınan karara karşı çıkan
reformistler kazan kaldırdılar. 1920’de Moskova’ya gitmiş olan Frossard,
Komintern’in kendisinden gücünün yetmeyeceği bir şeyi istediğini düşünüyordu.
Bu noktada genel sekreterlik görevinden istifa ettiğine dair bir mektup kaleme
aldı. O aşamada parti bölündü. Frossard, Lafont, Meric, Paul Louis ve diğer
önde gelen unsurlar, maceralı ve insanı bitap düşüren bir sürecin ardından,
ileride Sosyalist Parti’ye yeniden katılacak olan özerk bir grup meydana
getirdiler.
Bu
kopuşlar, partiyi ve köklerini pek zayıflatmadı. Aksine, Mayıs seçimleri,
komünistlerin kitle tabanlarının genişlediğini ortaya koydu. Komünistlerin
listesi, dokuz yüz bin oy aldı. Bunun sonuncunda meclise yirmi altı komünist
vekil sokuldu. Ulusal Blok ve Sol Blok karşısında önemli bir adım atılmış oldu.
Bazı isimleri yitirmesine rağmen parti, homojenleşti. Bolşevikleşme süreci
başarıyla sonuçlandı.
Ama
tüm bu gelişmeler, Fransa’da komünist ayaklanmanın eli kulağında olduğunu, pek
yakında gerçekleşeceğini anlatan olgular değillerdi. “Komünizm tehlikesi”,
hareketi dışsallaştırmak için başvurulan bir ifadeydi ve hâlen daha
kullanılıyordu.
Her
şeyin ötesinde devrim, sabit bir olgu olarak ele alınamaz. Devrim, darbe
değildir. O, çok katmanlı bir çalışmadır. Devrim, tarihin eseridir.
Komünistler, bu gerçeği gayet iyi bilirler. Onlar, günlerini yanılsamalarla
geçiremezler.
Fransız
Komünist Partisi, bugün iktidarı almak için hızlı ve yepyeni bir atak peşinde
değil. Parti, işçi kitlelerini ve destekçilerini programına örgütlemeye
çalışıyor. Küçük burjuvazi içerisinde propaganda yürütmek için adımlar atıyor.
Bu çalışma dâhilinde kendi misyoner birliklerini oluşturuyor, sahaya sürüyor.
Her gün L’Humanité gazetesinin iki yüz bin nüshası, partinin sözünü tüm
Fransa’ya ulaştırıyor. Karadeniz’deki isyankâr geminin denizcileri olarak
Marcel Cachin, Jacques Doriot, Jean Renaud, André Berthon, Paul Vaillant
Couturier ve André Marty, bugün mecliste çalışma yürütüyor.
Parti
arınıyor. Hedefine odaklanıyor. Komünistlerin lügatinde “parlamenter” kelimesi
klasik mânâda kullanılmıyor. Komünist parlamenterler müzakere yürütmüyorlar.
Meclis, onlar için ajitasyon yapmak, eleştiri yöneltmek için kullanılacak bir
kürsü.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder