Pages

01 Temmuz 2021

Marx’taki Fikrî Kararsızlık: Devlet, Proletarya Diktatörlüğü ve Komün


Benim asıl üzerinde durduğum konu, Marx’ın sosyalizmin iktidarda olduğu koşullarda, başka bir ifadeyle, Ekim gibi komünist bir devrim sonrasında, devletin başına geleceklerle ilgili yaklaşımıdır. Böylesi bir konu başlığına odaklanmak, ister istemez, Marx’ın kendi dönemine dek varolmuş devlet biçimleriyle ilgili söylediklerine yönelik bir ön incelemeye ihtiyaç duyacaktır. Devamında bu türden bir çalışma, Marx’ın devlete dair gözlemleriyle bağlantılı iki ayrı önyargının aşılmasını gerekli kılacaktır. İlk önyargı, Marx’ın esasen devlet karşıtı bir konum aldığıyla ilgilidir: bu tespite göre devlet, ya ölmeli ya da komünizmin eksiksiz gerçekleşmesiyle birlikte sönümlenmelidir. “Sönümlenme” [er stribt ab] ifadesini Engels, ilkin Anti-Dühring’in üçüncü baskısında kullanmış (Engels [1877–78] 1987, s. 268; [1877–78] 1973, s. 262), bu sayede söz konusu ifade, Marksist ortodoksinin sorunlu bir vasfı, niteliği hâlini almıştır. Engels’in konumuyla kıyaslandığında Marx’ta da devletçilik karşıtı bir konum zaman zaman gündeme gelmiştir (aşağıya bakınız). Gelgelelim aşağıda sunulan analizin de ortaya koyduğu biçimiyle, Marx bir yandan da daha önce bizzat dillendirdiği devletçilik karşıtı önermelerle mücadele etmiş bir isimdir. Zira devletçilik karşıtlığı, toplumsal muhalefet hareketlerinde görülen oldukça eski bir gelenektir. Marx’ın, on dokuzuncu yüzyıldaki birçok radikal hareket bünyesinde açığa çıkmış olan bu yönelimle mücadele etmesinin asli sebebi, onun bilhassa 1870’lerde anarşist konumla arasına çizgi çekme ihtiyacı duymasıdır.

Marx’ın devletle ilgili görüşlerine dair ikinci önyargı ise onun sistematik bir devlet teorisine sahip olmadığı üzerinde durmaktadır (Jessop 1982, s. 1; Miliband 1965, s. 279). Marx’ın devlete dair gözlemlerini sermaye ile alakalı kapsamlı incelemeleriyle kıyasladığımızda veya kapitalizme eşlik eden mutlakiyetçi devlet ya da burjuva (kapitalist) devlet biçimlerine ilişkin değerlendirmelerine baktığımızda, bu tespitin belli ölçüde doğru olduğu görülecektir. Ancak Marx’ın devletlerle ilgili söylediklerini incelediğimizde, beklenenden çok farklı değerlendirmelere, özellikle komünist bir devrim sonrası devletin alabileceği biçimle alakalı tespitlere rastlamamız mümkündür. Marx’ın devlet teorisine sahip olmadığına dair önyargı, esasen elimizdeki Marksist devlet teorileri yığınının belirli bir özelliğiyle bağlantılıdır: bu teoriler, muhtemelen Marx’ın eserlerindeki boşluğu doldurmak amacıyla burjuva veya kapitalist devlet meselesine odaklanmaktadırlar. Sonuçta ise Marx’ın komünist devrim sonrasında devletle ilgili söylediklerini yoksayarlar ki bu ihmal, pratikte birçok sebebe bağlı olarak yaşanmaktadır: teorileri geliştirenler, ya Marx’ın söylediklerine kızmışlardır ve Batı Avrupa’da başarılı bir devrimin henüz mevcut olmadığı, Ekim öncesi dönemi tercih ediyorlardır ya da esasında başarılı onca komünist devrim konusunda “Batı” Marksizminde görülen sistematik “miyopluğun” kurbanıdırlar (Losurdo 2017). Sebep ne olursa olsun bu türden bir yaklaşım, pratikte Marx’ın metinlerinin çöpe atılmasına yol açacaktır.

Dolayısıyla ben, esasen burada nispeten basit bir görevi, Marx’ın metinlerine yönelik dikkatli bir analiz üzerinden onun devletle alakalı belirlediği kilit noktaları tanımlama görevini üstlenmekteyim. Bu çalışmaya Marx ve Engels’in birlikte kaleme aldığı çalışmaları da dâhil ediyorum ve bu ikilinin müşterek bir konuma sahip olduğunu varsayıyorum. Bu noktada belirtmem gerek ki Engels’in devletle alakalı, alabildiğine etkili çalışmalarına dönük bir inceleme, ileride kaleme alacağım başka bir çalışmada yer alacaktır.

Eldeki malzemeyi takdim ederken sıkı bir özdisiplinle hareket ettiğimi belirtmeliyim: mümkün olduğu ölçüde Marx ve Engels’in devlete dair konumunu Lenin, Stalin gibi isimlerin devlete dair konumları üzerinden okumamaya çalıştım. Malzemeyi kısımlar hâlinde organize ettim. İlk kısımda Marx’ın o güne dek varolmuş olan mutlakiyetçi, burjuva ve emperyalist (ki bu, Marx’ın Prusya’da ve İngiltere’de bizzat tecrübe ettiği bir biçimdi) gibi devlet biçimlerine ilişkin genelde kısa ve dağınık bir nitelik arz eden gözlemlerine yer veriliyor. İkinci kısım, öncelikle proletarya diktatörlüğüne odaklanan önerileri içeriyor. Üçüncü kısım ise Marx’ın 1871’de Paris’te tanık olunan tecrübe ışığında komüne dair düşüncelerini ele alıyor. Proletarya diktatörlüğü ve komüne dair malzeme, Marx’ın kendisinden sonraki geleneğe miras bıraktığı bir dizi gerilimi dışa vurmakla kalmıyor, ayrıca Marx bu gerilimlere çözüm önerileri de sunuyor. Bu bağlamda ben son bölümde, proletarya diktatörlüğüne ve komüne dair malzemenin ve eldeki teorik birikimin ışığında, komünizm koşullarında yönetim biçimleri meselesinin çözüme kavuşturulması ile ilgili olarak Marx’ın verdiği o büyüleyici mücadeleyi dikkatli bir incelemeye tabi tutuyorum. Bu incelemeye göre Marx, esasen böylesi bir yönetimin gerekliliğini açık bir biçimde görüyor, fakat bu gerçeği tüm detaylarıyla dillendirme noktasında ketum davranıyor, zira Marx, elde yeterli tecrübenin bulunmadığını, komünizmde devletin başına gelecekler konusunda “bilimsel” bir çalışmanın yürütülmesi için gereken kanıtlardan yoksun olunduğunu gayet iyi biliyor.

Devletin Bugüne Dek Varolmuş Olan Biçimleri

Mevcut teorik malzemeyi organize ederken ben, Marx’ın süreçte aldığı temel konumları tanımlayan bir dizi tez üzerinde durdum. Aşağıda takdim ettiğim bu tezler, esasen Marx’ın kaleme aldığı metinlere dair tefekkürün birer ürünü.[1] Bunlar, aynı zamanda Marx’ın düşüncesinin yaşadığı gelişimleri, taşıdığı sorunları ve dolaylı olarak işaret ettiği hususları inceliyorlar. Bu kısım, Marx’ın o günde dek varolmuş olan devlet biçimleri ile ilgili gözlemlerini ele alıyor ki bu gözlemler, Marx’tan beri hep geleneksel devlet analizinin bir parçası olarak değerlendirilmişler (bu ise makalenin sınırlarını aşan bir konu).

(1) Devlet, üretim tarzı, özel mülkiyet, işbölümü ve sınıfsal ayrışma üzerine kurulu ekonomik gerçeklere ait bir üründür. Her ne kadar Marx, Hegel eleştirisinde[2] devleti bürgerliche Gesellschaft[3] olarak tarif ediyor olsa da tarihsel materyalizmin ilk kabataslağının verildiği Alman İdeolojisi, bizleri sınıf temelli ekonomik analizle tanıştırır.[4]

(2) Hâkim sınıf, devletin niteliğini farklı yollardan belirler. Bu belirleme pratiği, Komünist Manifesto’da dile getirildiği biçimiyle, dolaysız cereyan edebilir: “Modern devlete ait yürütme, tüm burjuvazinin müşterek işlerini yöneten bir komiteden [Ausschuß] başka bir şey değildir.” (Marx ve Engels [1848] 1976, s. 486; [1848] 1974, s. 464)[5] Veya hâkim sınıf, içsel çelişkilerinden ve gerilimlerinden ötürü kontrolü her daim en kısa sürede sağlayamadığından, bu belirleme pratiği dolaylı da olabilir. Gene de bu sınıfın sahip olduğu genel çerçeve, tüm faillerin tabi olduğu şartları tayin eder.[6] Alman İdeolojisi’nde de aktarıldığı biçimiyle, “bir yönetici sınıfın sahip olduğu ‘toplumsal güç’, kendisine her durumda pratikte, idealist mânâda devlet biçimi dâhilinde bir ifade yolu bulur.” Yani “bu sınıfların sahip olduğu güç, devlet olarak teşkil edilmelidir [als Staat konstituieren]” (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 52, 329; [1845–46] 1973, s. 69, 311; vurgu özgün metne aittir)[7]

(3) Devlet, toplumdan ayrı bir olgudur ve onunla çatışmalı bir ilişki içerisindedir. Bu tespit, Hegel eleştirisinde karşımıza çıkar: “Hâsılı Hegel, tüm eseri boyunca bürgerliche Gesellschaft ile devlet arasında çatışmanın yaşandığından bahsetmektedir [Mit einem Wort: Er stellt überall den Konflikt der bürgerlichen Gesellschaft und des Staates dar]” (Marx [1843] 1975, 73; [1843] 1982, 80)[8].

(4) Sınıf mücadelelerinin cereyan ettiği bir arena olarak devlet, toplumsal ve ekonomik güçlerden kısmen özerk olan bir olgudur. Söz konusu özerkliğin azlığı veya çokluğu, içinde bulunulan özgül duruma bağlıdır. Bu tespiti şu iki örnek gayet iyi izah etmektedir: “Fransa’da faal olan, temsil ve dönüşüm konusunda karmaşık biçimlere sahip devasa bürokratik ve askerî teşkilâtı içeren bir yürütme komitesi [Exekutivgewalt] olarak mutlak krallık” (Marx [1852] 1979, s. 185; [1852] 1985, s. 178) ve “neticede sınıf mücadelesinin yürütülmek zorunda olduğu burjuva toplumuna [bürgerlichen Gesellschaft] ait son devlet biçimi olarak burjuva demokrasisi veya ‘kaba demokrasi’ […]” (Marx [1875] 1989a, s. 96; [1875] 1985, s. 22).

(5) Marx, burjuvazinin politik ve ekonomik hâkimiyet için kattettiği yolun kesilmesi ve merkezîleşmenin artırılması üzerinde duran tarihsel anlatıları tercih eden bir isimdir. Hatta ondaki felsefî görüşler bile tarihsel bir zemine dayanma eğilimindedirler.

Belirli hususlar üzerinde durmak için burada biraz duraksamak gerekiyor. Burada üzerinde durulan malzemeye Marx’ın devletle ilgili metinlerini ele alan isimlerin çok azı odaklanmıştır (Jessop 1978, 1982, s. 1–31; Miliband 1965). Genelde meseleyi inceleyen araştırmacılar, Ekim öncesini, komünist devrimi önceleyen kesiti ele almışlardır. Devrimden sonra yaşanacakları anlama cüretinde bulunmuş olsalardı, muhtemelen üzerinde duracakları ana husus, Paris Komünü olacaktı (aşağıya bakınız). Bunun dışında, yukarıda takdim edilen maddelerin birbirlerini dışarıda bıraktıklarını söylemek mümkün değildir. Sonuçta birinci ve ikinci maddeler yan yana dururlar, biri devletin ekonomik gerçeklerden türediğini söylerken, diğeri devletin niteliğinin sınıfın belirlediğini tespit etmektedir. Üçüncü ve dördüncü maddeler birbirlerine yakın durmakla birlikte, üçüncü madde, çatışmacı bir model önermekte fakat dördüncü madde, devletin nispi özerkliğine vurgu yapmaktadır. Genelde Marx felsefeci olarak konuştuğunda Hegel’in üzerinde durduğu bürgerliche Gesellschaft ile devlet arasındaki çatışmadan söz eder (madde 3), dolayısıyla Marx aslında devletin özerk olduğunu söylemiş olur (madde 4).[9] Aynı zamanda Marx, bu türden düşünceleri özel bir tarihsel bağlama yerleştirme eğilimindedir. Dolayısıyla o, devletin burjuva olduğu üzerinde durur veya Almanya’daki mevcut durum dikkate alındığında, devletin mutlakiyetçi devletle burjuva devlet arasında geçiş aşamasında olduğunu söyler. bürgerliche Gesellschaft genele teşmil edilemeyecek bir “sivil toplum” olmasa bile, Avrupa burjuvazisinin ve kapitalizminin yaşadığı yükselişle bağlantılı, özel ve ayrıksı bir üründür (Marx bu tespiti Alman İdeolojisi’nde de dillendirmektedir).

Ne var ki tarihsel anlatılar gayet yaygın olan hususlardır ve belirli tarihsel koşullara bağlı olarak, bu anlatılar dâhilinde, yukarıda aktarılan maddelerin her biriyle ilgili kimi ufak değişikliklere tanık olunmaktadır. Burada söz konusu değerlendirmelere örnekler vereceğim, böylelikle burjuvazinin fiili hâkimiyetini müşterek bir konu başlığı olarak öne çıkartan bu değerlendirmelerdeki farklılıklar üzerinde duracağım. İlk örnek, “Yahudi Sorunu Üzerine” isimli çalışmadır. Burada diyalektik teoriyle ve özel tarihsel momentlerle yüklü bir tartışmaya yer verilir. Marx bu çalışmasında Bruno Bauer’in “politik özgürleşme”nin herkese özel dinî haklarının verildiği, “Hristiyan devlet”in ilga edilip alabildiğine laik ve ateist bir devlet kurulduğu noktada gerçekleşeceği iddiasına cevap verir (Bauer 1843b, 1843a). Marx cevabında, Viyana Kongresi (1814-15) sonrası mutlakiyetçi devletin aldığı son biçim olarak “Hristiyan devlet”in laik burjuva devletiyle ortadan kaybolmadığını, aksine burjuva devletinin tümüyle “Hristiyan devlet”in diyalektik mânâda gerçekleşmesi olduğunu söyler. Kendi argümanını desteklemek adına Marx, Fransa’ya veya Avrupa’daki başka bir ülkeye değil, birçok kişinin geleceğin habercisi olarak gördüğü, üstelik herhangi bir mutlakiyetçi devlet pratiğine tanık olmamış Birleşik Devletler’e bakar. Marx’a göre, Birleşik Devletler’de din kişilere ait özel bir meseledir ve görünüşte laik olan devletin her bir yurttaşınca uygulanır. Aslında Hristiyan olmayan “Hristiyan devlet” içre çelişkiler bu şekilde çözüme kavuşturulmaktadır. Buna karşılık kendisini tam anlamıyla gerçekleştirme imkânı bulmuş olan Hristiyan devlet ise “ateist devlet, demokratik devlet, dini sivil topluma [der bürgerlichen Gesellschaft] ait unsurlardan biri hâline getirmiş olan devlettir” (Marx [1844] 1975c, s. 156; [1844] 1982b, s. 151; italikler özgün metne ait). İkinci örnekse Marx ve Engels’in Kutsal Aile’deki şu tespitidir: “Politik açıdan kusursuz olan ve dinî imtiyaz diye bir şey tanımayan modern devlet, aynı zamanda eksiksiz biçimde gelişmiş Hristiyan devlettir” (Marx ve Engels [1845] 1975, s. 111; [1845] 1974, s. 117–118; italik özgün metne ait).

Alman İdeolojisi’nde karşımıza çıkan diğer bir örnekte ise Marx ve Engels, “devletin feodal veya mutlakiyetçi biçimleri dâhilinde nispeten bağımsız olabileceğini, örneğin Prusya’da olduğu gibi, hâkim olma becerisine sahip bir sınıfın bulunmaması sebebiyle umulmadık bir biçimde, melez bir nitelik arz edebileceğini söyler. Burjuvazi servet ve güç elde ettikçe, ayrıca devlet ona daha fazla borçlu hâle geldikçe devlet bağımsızlığını yitirir ve burjuvazinin parasıyla gücüne tabi olan bir burjuva devleti hâline gelir (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 195, 361; [1845–46] 1973, s. 178, s. 344–345). Birkaç yıl sonra ise Komünist Manifesto üçüncü bir versiyondan bahseder. Kısa tutulan bu değerlendirmede, iktidara geldiği noktada Avrupa burjuvazisinin kurduğu muhtelif ittifakların çok sayıda karmaşık yönüne işaret edilir. İlk başlarda feodalizm koşullarında baskı gören burjuvazi, dağınık durumdaki Ortaçağ komünlerinde, hatta kent merkezli cumhuriyetlerde özyönetim bağlamında bağımsızlığına kavuşur. Bu merkezlerden hareketle burjuvazi (Fransız krallığında) “üçüncü sınıf” durumuna gelir ve krallıkla yönetilen ülkelerde asillere karşı konumlanmış olan bir köşetaşı hâlini alır. Burjuvazi, ancak “modern temsilî devlet” sayesinde “özel politik kontrol”ü ele geçirme imkânı bulur ki bu devlet, bugün burjuvazinin müşterek işlerini yönetmektedir (Marx ve Engels [1848] 1976, s. 486; [1848] 1974, s. 464).

En uzun anlatı ve analiz ise Onsekiz Brumaire’de çıkar karşımıza. Bu eserinde Marx, burjuvazinin kendi gündemini uygulamaya koyarken dolaysız güç kullanma ihtiyacı duymadığını söyler. Meclis üzerindeki kontrolü ele geçirip kaybetse de veya köylülerle “lümpen proletarya”nın savunuculuğunu yapan Napolyon gibi bir imparator olma sevdalısı birinin idaresi tarafından kenara itilse de burjuvazi, ortaya çıkan devlet biçiminin sermaye ve kârın gelişimine destek çıkmasını güvence altına alabilir. Fakat bir moment gelir ve devlet iktidarı ile toplum arasındaki karşıtlık gün ışığına çıkar. Bu, esasen burjuvazinin hedefine ulaşma imkânı bulacağı bir momenttir. Marx, çelişkilerle yüklü bu momenti “bir sınıfın başka bir sınıf üzerinde sınırsız bir biçimde uyguladığı despotizm olarak tarif eder. Bu noktada Fransız burjuvazisinin maddi çıkarları ile geniş bir alana yayılmış olan devlet mekanizması iç içe geçer, böylelikle modern toplumun ihtiyaç duyduğu devlet merkezîleşir” (Marx [1852] 1979, s. 111, 139, 193; [1852] 1985, s. 105, 132, 185).[10]

Son örnek ise Fransa’da İç Savaş isimli çalışmadan. Bu kitabın bir bölümünde Marx, komün için bir arka plan oluşturmaya çalışır. Çalışmada Marx, özel olarak “devlet iktidarı”ndan bahseder ve bu gücün giderek merkezîleşmesi ve uyguladığı baskının zamanla artması üzerinde durur. Mutlakiyetçi devlet koşullarında merkezîleşme, daimi orduyu, polis teşkilâtını, bürokrasiyi, ruhban sınıfını ve yargıyı gerekli kılar. Bu biçim dâhilinde devlet, burjuvazinin elinde feodalizme karşı kullanılan “güçlü bir silâh” hâlini alır (Marx [1871] 1986a, s. 328).[11] Fransız Devrimi sonrasında burjuva devletinde ise devlet iktidarı baskıcı niteliğini daha açık biçimde ortaya koyar.[12] Dolayısıyla parlamenter sistem, esasen mülk sahibi sınıfların “sınıfsal terörizmden” ve “sermayenin emeğe karşı kullandığı ulusal savaş motoru”ndan kaynaklanan dolaysız kontrolünü ifade eder (s. 329). “Emperyalizm” denilen, Fransız İmparatorluğu ve esasen Prusya İmparatorluğu gibi oluşumlarda karşılığını bulan bir sonraki aşamada burjuvazi, doğrudan kendisinin kontrolünde olmamasına rağmen gündem maddelerini uygulama noktasında daha da ileri gider. Emperyalizm, tam anlamıyla gelişme imkânı bulmuş burjuva toplumunun en nihayetinde “emeğin sermaye eliyle köleleştirilmesi için gerekli bir araca” dönüştürdüğü devlet iktidarının nihai ve en kahpe biçimini ifade etmektedir (s. 330).

Yukarıda aktardığımız maddelerde dile getirdiğimiz kimi farklılıkları içerse de bu tarihsel değerlendirmeler esasen belirli bir yönde ilerlemektedirler: burjuvazi, sonuçta devletin gündemini oluşturma, buradan da devletin niteliğini tayin etme becerisine sahiptir.[13] Bu gündem örtük olarak ekonomiktir ve Marx’ın detaylarını aktarmadığı bir süreç dâhilinde sermayenin hâkim olmasını sağlayacak birçok boyutu güvence altına alır. Aynı zamanda söz konusu hâkimiyet çelişkilerle yüklüdür ve bu çelişkiler, sadece burjuvazinin kendi gerilimleriyle değil, ayrıca burjuvazinin her şeyi doğrudan kontrol etmesinin gerekli olmaması gerçeği ile alakalıdırlar. Peki devlet madem yabancı bir şey değil, sahip olduğu o nispi özerkliğin başına ileride neler gelecek? Burada söz konusu anlatı şunu söylemeye başlar: “Burjuva devleti, sahip olduğu nitelik gereği, işçi sınıfını sömürmek için vardır, öyle ki işçi sınıfı, hazır bulduğu devlet mekanizmasını sadece ele geçirmekle ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmakla yetinemez” (Marx [1871] 1986a, s. 328; ayrıca bkz. Marx [1871] 1986d, s. 533)[14]

Proletarya Diktatörlüğü

Peki devrim sonrası bu devlet biçimi nasıl aşılır? Bu hususla ilgili olarak Marx, birbiriyle gerilim içerisinde duran iki teklifte bulunur. Sonraki süreçte Marx, bu iki teklifin nasıl ilişkilendirileceğine dair bir anlatı aktarır. Bu bağlamda ben, burada ilk olarak “proletarya diktatörlüğü” meselesini ele alacağım. Bu kavram, iki ayrı metin kümesinde çıkar karşımıza. İlk kümedeki metinler, 1848 devrimleriyle ilişkili olarak 1850-1852 arası dönemde kaleme alınmış olan çalışmalara; ikinci kümedeki metinlerse 1871-1875 arası dönemde yazılan eserlere denk düşmektedirler. Burada ben, proletarya diktatörlüğü ve komün arasındaki gerilimlere dair detaylı yorumları aşağıda aktardığımdan, bu bölümde birkaç gözlem üzerinde duracağım.

(6) Sosyalist devrim sonrası proleter bir diktatörlük kurulmalıdır. Bu diktatörlük, “sermayenin idaresi”ni ve “emeğin köleliğini” daimi kılan “burjuva diktatörlüğü”ne veya “burjuva terörizmi”ne doğrudan karşı koyar. Bu sebeple dillendirilmesi gereken şiar şu olmalıdır: Burjuvazi yıkılsın! İşçi sınıfı diktatörlüğü [Diktatur der Arbeiterklasse] kurulsun!” (Marx [1850] 1978, s. 69; [1850] 1977, s. 139). Başka bir ifadeyle, proletarya diktatörlüğü “burjuva diktatörlüğüne karşı isyandır”, bu anlamda “toplumun değiştirilmesidir” (Marx [1850] 1978, s. 125; [1850] 1977, s. 190)[15]

(7) Asıl yapılması gereken iş, hem ekonomik hem de politik bir iştir: “Üretim araçları mülk edinilmeli, tümüyle birleşmiş olan işçi sınıfına verilmelidir” (Marx [1850] 1978, s. 78; [1850] 1977, s. 147). Bu da sömürünün aşılmasını ve işçilerin (ve köylülerin) ekonomik açıdan müreffeh olmalarının sağlanmasını zorunlu kılar, zira proletarya diktatörlüğü, “üretim ilişkilerinin ilga edilmesi için gerekli araçtır. Bu araç, sınıfsal ayrımların dayandığı tüm üretim ilişkilerinin, bu üretim ilişkilerinin denk düştüğü tüm toplumsal ilişkilerin ortadan kaldırılması ve söz konusu toplumsal ilişkilerden kaynaklanan tüm düşüncelerin devrimcileştirilmesi için vardır.” (Marx [1850] 1978, s. 127; [1850] 1977, s. 192).

(8) Baskı araçlarını kullanan bir diktatörlük, “devrimin komünizm gerçekleşene dek kesintisiz biçimde ilerlemesini sağlamak suretiyle imtiyazlı sınıfların (esasında tüm karşı-devrimin) proleterlerin diktatörlüğüne boyun eğdirilmelerini zorunlu kılar” (Vidil vd. [1850] 1978, s. 614; [1850] 1977, s. 568)[16] Daha doğrudan ve yalın bir ifadeyle; proletarya, hâkim sınıf olarak, “eski üretim koşullarını şiddet yoluyla ortadan kaldırır [als herrschende Klasse gewaltsam die alten Produktionsverhältnisse aufhebt]” (Marx ve Engels [1848] 1974, s. 482)[17]

Buradaki kritik kelime, Gewaltsam’dır. Kelime, şiddet, güç ve iktidar gibi anlamlara sahiptir. Marx, Bakunin ile ilgili olarak ilerleyen süreçte dile getirdiği ifadelerinde söz konusu kelimeyi üç kez kullanır: proletarya, şiddet [gewaltsame] araçlarını kullanmalıdır”; “Sınıflar mücadelesine yol açan ekonomik koşullar şiddete başvurarak ortadan kaldırılmalı veya dönüştürülmelidir [gewaltsam aus dem Weg geräumt oder umgewandelt werden]”[18]; ve “Dönüşüm süreci şiddet aracılığıyla hızlandırılmalıdır [gewaltsam beschleunigt werden]” (Marx [1875] 1989b, s. 517; [1875] 1962, s. 630)[19]

(9) Proletarya diktatörlüğü merkezîdir. 1850’de basına sunduğu önemli bir mektupta Marx, proletarya diktatörlüğüne dair yorumları Komünist Manifesto’da dile getirilen tedbirlerle ilişkilendirir (Marx ve Engels [1850] 1978b, s. 387–388; [1850] 1977a, s. 354). Komünist Manifesto, sınıflı toplum koşullarını ortadan kaldırmaya dönük baskıcı tedbirleri içermekle kalmaz (bu noktada bir sonraki maddeye bakılabilir) ayrıca merkezî tedbirlerin gerekliliğine açıktan vurgu yapar. Buradaki on madde de güçlü bir hükümete ihtiyaç duyuyor olsa da ben, esasen iletişimin, ulaştırmanın ve milli bankadan alınan kredilerin merkezîleşmesi, daha doğrusu, tek elde toplanması, toprak ve mirasta özel mülkiyetin kaldırılması, devletin mülkiyetindeki üretim araçları olarak sanayinin ve tarımın kontrol altına alınıp büyütülmesi, “işçi ordularının kurulması” ve tüm yetişkinlerin emek harcama düzleminde “eşit sorumluluk” üstlenmesi üzerinde duruyorum [1848] 1976, s. 505–506; [1848] 1974, s. 481–482). Özetle proletarya diktatörlüğü, devletin üretim araçları üzerinde merkezî kontrole sahip olmasını zorunlu kılar.[20]

(10) Bu diktatörlük geçicidir: devrimci sosyalizm, devrimin sürekliliğine, sınıfsal ayrımların genelde ortadan kalkması için gerekli bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıfsal diktatörlüğüne [Klassendiktatur des Proletariats] dair bir beyandır” (Marx [1850] 1978, s. 127; [1850] 1977, s. 192; italikler özgün metne ait)[21] Veya herkesin bildiği, Gotha Programı Eleştirisi’ndeki tespitte dile getirildiği biçimiyle, “kapitalist toplum ve komünist toplum, aynı zamanda devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden [die revolutionäre Diktatur des Proletariats] başka bir şey olmadığı politik bir geçiş dönemidir” (Marx [1875] 1989a, s. 95; [1875] 1985, s. 22; italikler özgün metne ait). Her ne kadar Marx herhangi bir zaman diliminden söz etmese de proletaryanın devrimci diktatörlüğü, Marx’ın komünizmin ilk veya ön aşaması olarak nitelediği dönemi ifade etmektedir (Marx [1875] 1989a, s. 83–87; [1875] 1985, s. 11–15).

Bu tespitlerin, bilhassa merkezîleşme, baskı ve şiddet ile ilgili olanlarının ileride irdelenmeye, tartışılmaya muhtaç olduğu açık. Zira yorumcular, Marx’ın net bir dille vurguladığı diktatörlük hususuyla kimi zaman sıkıntı yaşıyorlar ve genelde Marx’ın “diktatörlük” ifadesiyle “idare”yi [Herrschaft] veya “işçi demokrasisi”ni kastettiğini söylüyorlar ya da tercihen, proletarya diktatörlüğünün üzerinden atlayıp Paris Komünü üzerinde duruyorlar (Adam 2010; Draper 1986, s. 175–306; Jessop 1978; Miliband 1965; Paolucci 2007, s. 233–237)[22] Oysa Marx’ın metinlerinde böylesi bir diktatörlüğün zaruri olduğu açık bir biçimde dillendiriliyor ve diktatörlüğün “burjuva diktatörlüğü”nde mündemiç olan karşı-devrimi alt etmek için gerekli olduğundan bahsediliyor.[23] Peki ama bu diktatörlük denilen şey şiddeti de içermek zorunda mı?

Yukarıda aktardığım sekizinci tezde ben, gewaltsam terimini “şiddet” olarak tercüme ediyorum, bunun sebebi ise benim Marx’ın yazarken aklında kelimenin bu özel anlamının olduğunu söylemek istemem değil (ki zaten bir yazarın düşünce yapısını bulup çıkartmaya çalışmak, bence beyhude bir iş), Almanca terimin anlam sahasının iktidar ve güç yanında şiddet anlamını da içeriyor olmasıdır. Marx, gewaltsam terimini üç yerde, söylem düzleminde bir tesir yaratmak amacıyla kullanıyor. Bu kullanım biçimlerinde terime daha çok “şiddetli güç” veya “kudretli güç” anlamında yer veriliyor. Fakat terim, kullanıldığı noktada sahip olduğu anlam sahasını anımsattığı için (özgün anlamında veya tercümesi dâhilinde) bu iki anlamdan birini tercih etmemiz gerekmiyor.[24]

Gotha Programı Eleştirisi isimli çalışmasında karşımıza, proletarya diktatörlüğünün “geçiş aşaması” ile komünist toplumun ilk ve yüksek aşamaları arasındaki ilişki meselesi çıkıyor (10. Tez). Marx’ın bu metinde kısa yorumlarda bulunmasının sebebi, bu meseleyi ileride açıklığa kavuşturmak istemesi. Ama gene de şu soru, tüm yakıcılığıyla orta yerde duruyor: İki teklif arasında ne tür bir ilişki vardır? Muhtemel bir yoruma göre Marx, ilk aşamayı “proletarya diktatörlüğü” olarak adlandırıyordu ve bu aşamayı komünizme ait olan iki aşama takip edecekti. Gelgelelim bu yorumda bir sorun var, o da şu: böylesi bir yorum, dışarıdan fazladan yığınla malzeme almayı gerekli kılıyor ve bizi Marx’ın bahsini ettiği iki aşamadan ziyade üç aşamayla baş başa bırakıyor. Öte yandan, nispeten daha doğal olan, başka bir yorumda bulunmak mümkün: Proletarya diktatörlüğü ile komünizmin ilk aşaması bir ve aynı şeydir. Dolayısıyla ilk aşama, kendi temelleri üzerinde gelişen komünist toplumu değil, aksine, “kapitalist toplumdan neşet eden, her yönden, ekonomik, ahlakî ve entelektüel açıdan hâlen daha içinden çıktığı rahim olan eski toplumun doğum izlerini taşıyan bir toplumdur.” Bu noktada Marx, “eşitsiz burjuva hukuku”, işbölümünü şart koşan bireyler arası farklılıklar, emeğin ücretlendirilmesi ve emtianın varlığı gibi “kusurlar”dan dem vurur ve bu kusurların “kapitalist toplumun bağrından uzun doğum sancıları sonrası çıktığı için komünist toplumun ilk aşamasında kaçınılmaz olduğunu” söyler (Marx [1875] 1989a, s. 85–87; [1875] 1985, s. 13–15). Ancak bir üst aşamada “zihin emeği ile fizikî emek arasındaki antitezin yanında, bireyin işbölümüne köle gibi teslim oluşu denilen gerçeğin” ortadan kalktığından bahsedilebilir, o aşamaya dek ilk aşamada sınıfsal ayrımlar varlığını koruyacaktır.[25]

Bu sebeplere bağlı olarak ben, daha çok Marx’ın metinlerinin doğal bir yorumuna bağlı kaldım. Bu yoruma göre, kapitalist toplumdan yeni neşet etmiş olan ve hâlen daha birçok yönden o toplumun damgasını üzerinde taşıyan ilk aşama, Marx’ın proletaryanın devrimci diktatörlüğü” dediği “politik geçiş dönemi” olarak da görülebilecek, kapitalist toplumdan komünist topluma “devrimci geçiş”le bir ve aynı şey olarak görülmelidir. Fakat öte yandan kabul etmek gerekir ki Marx, bu mevzu ile ilgili nadiren yorumlarda bulunmuş, komünizmin aşamaları ile proletarya diktatörlüğüne dair gözlemlerini farklı sayfalarda iletmiş, dolayısıyla okurlarını ve yorumcularını farklı tefsir ihtimalleriyle baş başa bırakmıştır.

Komün

Proletarya diktatörlüğü, ekonomi ve siyaset düzleminde doğası gereği merkezî, baskıcı ve şiddet yüklüdür. Gelgelelim Paris Komünü’nü coşku ve heyecanla karşılamış olması, süreç içerisinde Marx’ın komünist bir devrim sonrası devletin niteliği ile ilgili fikirlerinde gerilime değilse bile, bir tür kararsızlığa ve ikircikliliğe yol açmıştır. Bu gerilimi analiz etmeden önce komünle ilgili ana tezleri aktarmak gerek.

(11) Komünün edindiği yeni biçim, “devlet iktidarı”nın eski biçiminin aşılmasını, bu biçimin aşılması ise hükümet etmeyle alakalı görevlerin veya aygıtların komünlere devrini şart koşar. Marx, farklı yerlerde “meşru görevler”den bahseder ve “devletin bugüne dek elinde bulundurduğu inisiyatifin toplumun sorumlu faillerinin ellerine teslim edilmesi, bu görevlerin ilgili faillerce ifa edilmesi gerektiğini” söyler.[26]

(12) Bahsi geçen görev tahsisi farklı düzeylerde gerçekleşir: a) halkı temsil etmeyen (burjuva) parlamenter sistem terk edilip iptali mümkün olan, yerelliklerde kullanılan, dolaysız genel oy hakkı üzerinden seçilmiş, “aynı zamanda hem yürütmeyi hem de yasamayı içeren, işlerliği olan bir kurul” inşa edilir; b) Daimi ordu lağv edilir ve yerini Milli Muhafızlar’ın teşkil ettiği “kurum” alır; c) Polisin “politik apoletleri sökülür”, bu tür sıfatlardan arındırılan polis, komünün sorumlu ve görevden alınması mümkün olan birer faili hâline getirilir; d) Yargı, “alabildiğine sahte ve hileli olan bağımsızlığından” mahrum edilir ve üyelerinin seçimle işbaşına gelmesi sağlanır.

(13) Bu görevlerin ifası merkezsizleşmeyi şart koşar: eski merkezî hükümet, en ufak mezrada bile işlerlik kazanması gereken bir model olarak “üreticilerin özyönetimi”ne yerini bırakmak zorundadır.[27]

(14) Komüne geçiş, aynı zamanda polis, ordu, yargı veya “baskının manevi gücü”nün (kilisenin ve eğitimin) parçalanmasını şart koşar.

(15) Ekonomi denilen unsurun sesi çıkmaz ve “emeğin kurtuluşu” adına “işçi hükümeti”nden yana gerçekleştirilen genel bir gözlem pratiğine indirgenmiştir. O, artık “sınıfların varlığını koşullayan ekonomik temellerin, dolayısıyla sınıfsal idarenin ortadan kaldırılması için kullanılacak bir tür kaldıraçtır.” Herkes işçi olacağından (ayrıca özünde işçiler köylülerin çıkarlarını savunacaklarından)[28] emek “sınıfsal bir vasıf olmaktan çıkacaktır.”[29]

Esasen proletarya diktatörlüğü ile komüne dair gözlem ve tespitleri birbirinden ayıran temel husus şudur: proletarya diktatörlüğü, ekonomi ve siyaseti birer faktör olarak bir araya getirip üretim araçlarına el konulmasına odaklanırken; komün ekonomi üzerinde çok az durur; ilki bariz biçimde merkezî ve baskıcı bir yapı iken; ikincisi “devlet iktidarı”nın uyguladığı baskıyı ve sahip olduğu merkezîliği aşmak derdindedir. Özetle proletarya diktatörlüğü, “burjuva diktatörlüğü”nün ve oluşması beklenen karşı-devrimin alt edilmesi için sert tedbirlerin alınmasını emrederken, komünün hayalinde eşit işçilerin özgür birliği vardır (zaten bu birlik de kısa bir süre sonra mağlup edilmiştir).[30]

Marx, sosyalist devleti anlama konusunda ilerleyen süreçte çaba sarfedeceklere söz konusu gerilimi miras bırakmıştır, lâkin gene de şu soru cevapsız bırakılmıştır: Marx, bir çelişki formu kazanmamış bile olsa bahsi geçen gerilimin farkında mıydı? Marx, proletarya diktatörlüğüyle komünü hiçbir zaman aynı kefeye koymadı[31] gelgelelim elimizdeki az sayıda ipucunun da ortaya koyduğu biçimiyle Marx sorunun bilincindeydi[32] ve bu ikisinin nasıl ilişkilendirileceğine dair bir anlatı geliştirmek için bazı adımlar attı.

İlk müdahalesine Enternasyonal’in kuruluşunun yedinci yıldönümü kutlamasında düştüğü şerh dâhilinde, dolaylı bir anlatım kapsamında dile getirdiği cümlelerde rastlıyoruz. Marx o konuşmasında, komünün zulüm koşullarını ortadan kaldırmaya çalıştığını, bu noktada onun üretim araçlarını emekçilere aktardığını (ki burada ekonomi odağa yerleştiriliyor) bunun yanında da sınıflı topluma son vermeye çalıştığını söylüyor, ardından da şu tespiti yapıyor: “Böylesi bir değişimin gerçekleşebilmesi ve etkili olabilmesi için proleter bir diktatörlüğe ihtiyaç vardır, bunun da ilk koşulu proleter bir ordunun kurulmasıdır.” Marx, bu tespitini başka bir yerde daha yalın bir dille ifade ediyor: “İşçi sınıfı kendisini özgürleştirme hakkını savaş sahasında elde etmelidir” (Marx [1871] 1986c, 634; [1871] 1973, 433). Bu metin, Marx’ın konuşmasına düştüğü bir tür şerh ise de anlaşılan o, burada esasen komünün öncelikle şu önemli adımı atladığını söylemektedir: komünün belirlediği hedeflere ulaşmadan önce proletarya diktatörlüğü zaruridir. Konuşmadan birkaç ay önce ise Marx, Ludwig Kugelmann’a yazdığı bir mektupta benzer bir tespitte bulunur. Komünarların teşebbüsünü ve cesaretini öven Marx, mektubun devamında, “bürokratik askerî mekanizmanın bir elden diğerine aktarılmasına artık gerek olmadığını, aslolanın onu parçalamak [zerbrechen] olduğunu, Avrupa’daki her türden gerçek halk devriminin bu adımı zaruri olarak atacağını” söyler (Marx [1871] 1989, s. 131; [1871] 1976, 205; italik özgün metne ait). Komün, bu yönde bir çaba sarf etmesine rağmen, temelde iki yanlış yapar: hemen Versailles üzerine yürümez (dolayısıyla karşı-devrimle anlaşma yoluna gider) ayrıca “Merkezî Komite Komün’e alan açmak için yetkilerini erkenden teslim eder” (Marx [1871] 1989, s. 132; [1871] 1976, s. 205). Bu tespite göre komün, esasen proletarya diktatörlüğünün zorunlu olduğunu görmemişti. Şurası açık ki Marx, bu türden değerlendirmeler bağlamında proletarya diktatörlüğü ile komünü ilişkilendirecek bir anlatı oluşturmaya çalışıyor.[33] Bu anlatı ise en az iki yerde karşımıza çıkıyor. Bu arada sadece ikinci örnekte proletarya diktatörlüğün açıktan belirtildiğini söylemek lâzım.[34]

Son dönemde Bakunin konusunda kaleme aldığı notlarda Marx, Manifesto’da genel çerçevesi çizilmiş olan merkezîleşme meselesinin birleşik sınıfsal dinamikler ve politik formlar yanında eski ekonomik formların varlığını ısrarla koruduğu ilk aşamada baskıya, güce ve şiddete ihtiyaç duyacağını belirtiyor. Esasında tespit, diyalektik bir yaklaşım üzerinde yükseliyor. Bu yaklaşım bağlamında proletarya diktatörlüğünün baskılama amaçlı olarak uygulayacağı cebrin öncelikli amacı, eski ekonomik temeli, bunun yanında, proletaryanın sınıf olarak sahip olduğu niteliği ortadan kaldırmak (als Klasse aufheben). Zira söz konusu durum, ancak böylesi bir durumun oluşmasını sağlayan yöntemler terk edildiği vakit oluşabilir (Marx [1875] 1989b, s. 519–521; [1875] 1962, s. 634–636). Bahsi geçen anlatı, Gotha Programı Eleştirisi’nda daha da netleştirilir: “Proletarya diktatörlüğü, komünizmin ilk aşaması ile sınırdaştır, bir sonraki aşama olarak komünizm, tüm renklerini ancak bir sonraki aşamada göz önüne sermeye başlar, tüm yaprakları ve çiçekleri ancak o vakit açar (Marx [1875] 1989a, s. 83–87; [1875] 1985, s. 11–15).[35]

“Devrimden sonra devletin başına ne gelecek?” sorusuna dönmeden önce Marx’ın çalışmalarının önemli bir bölümünde hem proletarya diktatörlüğüne hem de komüne vurgu yaptığını söylemek lâzım. Marx’a göre proletarya diktatörlüğü, geçiş dönemine ait bir araçtır, fakat o bir yandan da komünle ilişkisi bağlamında proletarya diktatörlüğünden “mucizeler veya hazır ütopyalar” beklenmemesi gerektiğini, uzun soluklu mücadelelere hazırlanılmasını, tarihsel süreçlere ihtiyaç olduğunu, hem koşulların hem de insanların dönüştürülmesinin zaruri olduğunu söyler. Bu mücadelelerin asıl can alıcı yanı ise karşı-devrimin hakkından gelmektir. Proletarya diktatörlüğünün temel amacı bu türden meselelerle ilgilenmektir, oysa Marx’a göre komün, ancak “kuşatma altındaki bir şehir” olarak varolabilmiş, Versailles’a çöreklenmiş eski nizamın hilelelerinin ve merhametsizliğinin çilesini çekmiştir.

İşçi Devleti mi Olmayan Bir Devlet mi?

Proletarya diktatörlüğünde ve komünde devletin başına ne gelir? Birçok kişi, Marx’ın asarını Engels’in devletin yitip gitmesi veya “sönümlenmesi” ile ilgili ifadesiyle okuma eğilimindedir. Bu meseleyi Engels’le ilgili olarak kaleme aldığım başka bir makalede tüm yönleriyle ele aldığım için burada Draper’ın (1970) titizlikle kaleme aldığı çalışmasına atıfta bulunmakla yetineceğim. Draper’ın tespitiyle Marx (ve Engels) toplumsal muhalefetin o uzun geçmişi dâhilinde köklü bir olgu olan “ilkel devlet karşıtlığı”nı miras almıştır. Sonrasında anarşizmin hanesine yazılan bu devlet karşıtlığı eğilimi anarşizmle tanımlı hâle gelmezden de önce, her türden radikalin ve devrimcinin zorunlu olarak sahip olması gerektiği düşünülen ilgili konuma Marx’ın ilk dönem tespitlerinde rastlamak mümkündür.

Marx, zamanla devletin hemen değil ilerleyen süreçte ortadan kalkacağına, bunun nihai aşamada gerçekleşeceğine dair bir anlayış geliştirerek[36] devlet karşıtı gelenekten belli ölçüde ayrışır. Marx’ın bu türden bir pozisyonu geliştirmesi yaklaşık yirmi yılı bulur, söz konusu tespit dile getirilme imkânına ancak Paris’te yaşanan olaylar esnasında kavuşacaktır.

1870’lerde Marx, mevcut durum dâhilinde devrimden sonra devlet konusunda belirli bir konum almak için gayret sarf eder.[37] Bu yönde yürüttüğü teorik çalışma bağlamında Marx, nihai aşamanın uzun bir ara dönemi şart koştuğunu görür ve proletarya diktatörlüğünü aslında nispeten basit bir sorun olduğu üzerinde durur. Proletarya diktatörlüğü, olağan koşullarda güçlü bir devletle bağlantılı olan faaliyetleri yerine getirir, gerekli görevleri ifa eder.

Ben burada, mevcut devlet yapılarına ait mekanizmaları kendi kendisini ilga edecek devletin gündemini yürürlüğe koymak amacıyla kullanmak gerektiği ile ilgili tartışma üzerinde pek durmuyorum. Bu noktada Marx’ın devletin niteliğini kontrolü elinde bulunduran sınıfın belirlediğine dair tarihsel tespiti ışığında genel eğilimden ayrı değerlendirmelerde bulunduğunu söylemek ve şu soruyu sormak gerek: Madem işçiler ve köylüler proletarya diktatörlüğü denilen geçiş dönemi boyunca kontrolü elinde bulunduracaklar, o vakit devletin niteliği değişmeye başlamaz mı?

Marx’ın da hakkında çift anlamlı, ikircikli sözler sarf ettiği komün ise başka bir mesele. Bu çift anlamlı sözler, Fransa’da İç Savaş çalışmasının ilk taslaklarından nihai formuna dek uzanan süreçte her daim karşımıza çıkıyor. Marx, kaleme aldığı ilk taslakta, “komünün şu veya bu meşru, anayasal temeli olan, cumhuriyetçi veya emperyalist bir devlet iktidarı biçimine karşı gerçekleşmiş bir devrim olmadığını” söyler ve “onun devletin kendisine, toplumun doğaüstücü bir yaklaşımla akamete uğratılmasına, halkın halk adına mülk edinilmesine, toplumsal hayatın gelişmesine mani olmasına karşı bir devrim” olduğu iddiasında bulunur (Marx [1871] 1986b, s. 486)[38] Ona göre “Devlet”, doğası gereği sınıfsal hâkimiyet için kullanılan mekanizma olma vasfıyla, tek başına “toplumdan ayrı ve bağımsız” bir olgudur (Marx [1871] 1986b, s. 486).

Bu anlamda, Hegelci mânâda inkârı ifade eden komünün karşısında konumlandığı devletin biçiminin bir önemi yoktur. Bu değerlendirmeyi, Marx’ın metinlerinde eskiden beri varolan, herkesin aşina olduğu devlet karşıtı konumun son kez ortaya çıkışı olarak görmek gerekmektedir. Gerçekten de Marx Fransa’da İç Savaş çalışmasının ikinci taslağında, bilhassa son versiyonunda bu cümleyi çıkartır, metin meseleye daha da yoğunlaşır, “devlet iktidarı” meselesinin belirli yönleri tespit edilir ve doğrudan halka karşı sorumlu olan devlet aygıtının yerine getirdiği özel işlevler belirlenir. Bir yandan da Marx, kitabın ilk taslağında, “devletin işlevleri ve görevleri, ulus genelinde ulaşılması gereken amaçlar doğrultusunda yerine getirilmesi gereken az sayıda işlev ve görevlere indirgenir” (Marx [1871] 1986b, s. 490), fakat bir süre sonra meselenin üzeri örtülür.[39] Nihai metin, meseleyi daha da derinlemesine ele alır: Komün, sadece devlet iktidarını değil, bu aygıtın zaruri yönlerini de icra eder.

1870 sonrası süreçte kaleme alınan diğer iki çalışmasında Marx, aynı yoldan ilerler ve bir dizi ilgi çekici tespitte bulunur. Bu noktada karşımızda komünizm koşullarında hükümetin değilse bile idarenin niteliği konusunda belirli bir konum almaya çalışan bir Marx durmaktadır. Gotha Programı Eleştirisi’nde Marx, Almanya’daki işçi partisinin önerdiği “özgür devlet” meselesini ele alır. Bu noktada Marx’ın verdiği cevabın üç özelliği üzerinde durmak gerek. Öncelikle Marx verdiği cevapta, artık tüm külliyatında sağlam temellere sahip olan, “mevcut toplumun hâlihazırda varolan devletin temeli [Grundlage] olduğuna, mevzu edilen devletinse bağımsız bir varlık olmadığına” dair tezini yineler. Bu cevap dâhilinde Marx, aktarılan teze parantez içerisinde, oldukça önemli bir yorum ekler: “(Toplum) geleceğin toplumunda gelecekte kurulacak devletin de temelidir.”[40] Başka bir ifadeyle, geleceğin toplumunda devletin her türden biçimi de aynı toplum tarafından oluşturulur. Devamında Marx, varolan devletlerin önemli farklılıklara sahip olsa da bunların esasen pratikte müşterek yanlara sahip olduklarını, lâkin bu devletin modern burjuva toplumuna dayandığını [der modernen bürgerlichen Gesellschaft stehn] söyler.

Peki ama söz konusu çeşitliliğin sebebi nedir? Devletlerin gelişimi, “şu veya bu şekilde kapitalist yoldan gerçekleşir”. Burada Marx, belirli tarihsel gelişmelerin etkisi altında olan devletlerin şu veya bu şekilde Ortaçağ’a has katkı maddelerinden, harç malzemesinden mahrum olduğundan bahseder. Bu sebeple, kapitalist toplumda bile, (Avrupa bağlamında) ülkelerin kendi tarihlerine ait karmaşık yönlere bağlı olarak, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin farklı aşamalarına tanık olunur. Üstelik bu, kapitalizmin yaşadığı yüzlerce yıllık gelişimin ardından gerçekleşmektedir.

Peki geleceğin toplumunda da bu durum geçerli mi, devlete fiilî kaynağı anlamında burjuva toplumun kökü kazınana [abgestorben ist] dek böyle mi olacak”? Değerlendirmenin sonunda geleceğin devletine odaklanılır. Marx bu noktada, “komünist toplumda [kommunistischen Gesellschaft] devlet ne tür bir dönüşümden geçecek?” sorusunu sorar.

Tam da bu soru karşısında kimileri, Marx’ın ilk çalışmalarında dile getirdiği devlet karşıtlığı üzerine kurulu cevabını verme eğilimindedir. Oysa Marx bu cevabı vermez. Aksine o şunu yazar: “Başka bir ifadeyle, şu sorulmalı: gelecekte toplumsal işlevler [welche gesellschaftliche Funktionen] bugünkü devletin ifa ettiği işlevlere [jetzigen Staatsfunktionen analog] benzer bir nitelik mi arz edecek?”

Şurası açık ki bu türden düşünceler, birkaç yıl önce kaleme alınmış olan Fransa’da İç Savaş’taki düşüncelerle benzer niteliktedir. Komünist bir toplumda bile bugün devletin yerine getirdiği işlevlere benzeyen belirli toplumsal işlevlere ihtiyaç duyulacaktır. Aslında Marx bir soru sorar ama cevabını vermez. Muhtemelen bunun sebebi, onun devrimden sonra bir komünist toplum inşa etme konusunda belirli bir tecrübeye ve somut verilere sahip olmamasıdır. Kendi gözlemiyle ilgili soru, “sadece bilimsel yoldan [nur wissenschaftlich] cevaplanabilir.”

İşte tam da bu noktada Marx’ın metinlerine bahsini ettiğimiz fikrî kararsızlık sızar. Yukarıdaki soruyu soran ve gerekli cevabı vermeyen Marx, sonrasında proletarya diktatörlüğünden ve geçiş döneminden bahseder. Bu noktada hâlen daha cevabını beklediğimiz şu soru orta yerde durmaktadır: Marx, ilk başlarda “komünist toplum”dan bahsettiğinde ve onun bugünün devletinin sahip olduğu işlevlere benzer toplumsal işlevlere sahip olduğunu söylediğinde, hatta komünist toplumdan kaynak alan, niteliksel açıdan farklı bir devlet formunu ima ettiğinde, ne kadar uzun süreceğini bilmediğimiz o ilk geçiş aşamasını mı kastediyordu[41] yoksa burjuva toplumu yok olduğu noktada komünizmin tam mânâsıyla gerçekleşeceğini mi söylüyordu?

Marx’ın söz konusu meseleyle ilgili tespitlerde bulunduğu diğer çalışma ise Bakunin’le ilgili kenar notlarından oluşmaktadır. Bu metinde Marx, hem proletarya diktatörlüğünü güçlü bir dille vurgular hem de yukarıda bahsini ettiğimiz diktatörlüğün tam komünizmi mümkün kılacağına ilişkin diyalektik yaklaşıma başvurur. Oysa ben, burada oluşacak toplumun niteliğini anlamaya yetecek terminolojiyi bulma mücadelesiyle ilgileniyorum. Bahsini ettiğim metin, hâlen daha özü itibarıyla Marx’ın komüne dair tartışmalarının ruhunu taşımaktaysa da Marx, örgütün biçimleri üzerinde durmak gerektiğini tespit etmiştir.

İlgili bağlam dâhilinde Bakunin’in sorduğu sorulara verdiği cevaplarda Marx, aşağıda aktardığımız tespitleri yapmaktadır: “Toplulukların özyönetimi”nin oluşturulabilmesi için hâlen daha yürütmeye ihtiyaç vardır.[42] Örneğin “müşterek çıkarları yönetmek için belirli bir yürütmenin bulunduğu sendikaları ele alalım. Böylesi bir durumun “işbölümü”nü şart koştuğu gayet açık bir husustur. Gelgelelim bu, işçinin yürütmeye seçildiği vakit işçi olmaktan çıkacağı anlamına gelmez, zira “bugün fabrika sahibi de belediye başkanı olduğunda kapitalist olmaktan çıkmaz.”

Peki seçimler ne tür bir işlev yerine getirmektedir? Seçimler, “seçmenlerin ekonomik düzlemde gerçekleşen karşılıklı ilişkilerine değil de ekonomik temellere dayandığından, özünde asla ilerici değildirler. Dolayısıyla “işlevler” politik olmaktan çıktığı noktada “1) hükümete ait işlevler varlık imkânı bulamazlar; 2) genel işlevlerin ve görevlerin dağıtımı, hâkimiyeti gerekli kılmayan rutin bir mesele hâline gelir; ve 3) seçimler, bugün sahip olduğu politik niteliğini yitirirler.”

Açık ki Marx, “hükümete ait işlevler”in ve “politik niteliğin” yokluğundan bahsederken esasen burada belirli bir teorik mücadele içerisindedir. Aynı zamanda Marx, işbölümü değilse bile “genel işlevlerin dağıtımı”nın söz konusu olduğunu, yürütmeye ve yeni biçimleri yönetmeye ihtiyaç duyulacağını kabul etmek durumunda kalır. Bu sebeple Marx iki önemli tespitte bulunur: ilkinde “bugün varolan politik anlam dâhilinde devletin olmayacağını” [keinen Staat im jetzigen politischen Sinne geben] söyler. Burada Marx, farklı bir politik anlam dâhilinde devletin varolup varolamayacağı sorusunu cevapsız bırakmaktadır. İkinci ifade dâhilinde ise “Bu tabiri kullanmak niyetindeysek eğer, bir işçi devletinde [Arbeiterstaats] yönetimsel işlevlerin [Verwaltungsfunktionen] hangi biçimleri alabilir?” sorusunu sorar. Devamında da yeni oluşuma bir ad vermek gerekliyse, daha iyi bir terim bulunana dek vekâleten yer tutacak olan “işçi devleti”nin uygun olduğundan bahseder.

Sonuç

Özetlersek; bu makale boyunca ben, esas olarak Marx’ın komünist devrim sonrası devletin başına ne geleceği konusunda dile getirdiği önermeler üzerinde durdum. Bu hususla ilgili olarak Marx, kendisini takip eden geleneğe proletarya diktatörlüğü ve komün ile alakalı bir gerilimi miras bırakmıştır. Şurası açık ki proletarya diktatörlüğü ve komün Marx’ın metinlerinde karşılaştığımız başlıklar, lâkin Marx, aynı zamanda ortada bir sorun olduğunun da farkında. Bu sebeple ben, onun belirli bir anlatı oluşturmaya dönük çabalarını, tam komünizme ulaşma noktasında devreye sokulacak proletarya diktatörlüğüne ait baskıcı ve cebre dayalı tedbirleri nasıl ele aldığını inceledim.

Bu incelemeye göre 1870’lerde Marx, bir devrimden sonra, sosyalizmi inşa etme sürecinde yönetim veya idare biçimlerini ele almaya başlıyor. Marx, genelde proletarya diktatörlüğünün mevcut devlete ait mekanizmaları kendi hedeflerine ulaşmak için devreye soktuğunu söylüyor, ama bir yandan da hâkim sınıfın devletin niteliğini belirlediğinden bahsediyor. Paris Komünü’nde göz kırptığını düşündüğü tam komünizme ait aygıtı tarif etme çabalarının nispeten daha önemli olduğunu görmek gerekiyor. Zaten asarının temel bileşeni olarak iş gören önermeler ve önceden dile getirdiği konumlar üzerinden hareket eden Marx, zamanla “bugünkü politik anlamda herhangi bir devletin bulunmayacağını, eğer ona bir ad verilecekse o yapıya ‘işçi devleti’ denilebileceğini” söyleyecek bir konuma geliyor.

Bu türden ihtimalleri değerlendirirken ve esas olarak proletarya diktatörlüğünün geçici süre yerine getirdiği işlevi tartışırken Almanca Aufhebung/aufheben (isim ve fiil) kelimelerini kullanıyor. Manifesto’da Engels’le birlikte, eğer nihai süreçte proletarya, sınıfları ve kendi hâkimiyetini aşmazsa, ortadan kaldırmazsa, proletaryanın hâkim sınıf olduğu üretim koşullarının şiddet yoluyla aşılacağını/ortadan kaldırılacağını söylüyor (Marx ve Engels [1848] 1974, s. 482). Sonrasında 1852’de Weydemeyer’e yazdığı mektupta ise Marx, proletarya diktatörlüğünün tüm sınıfların ortadan kalkacağı bir geçiş aşaması olduğu üzerinde duruyor (Marx [1852] 1963, s. 508). Bakunin hakkında ilerleyen süreçte kaleme aldığı yazılarda ise Marx, işçi diktatörlüğünün öncelikle proletaryanın kendisini bir sınıf olarak ortadan kaldırması [als Klasse aufheben] için gerekli bir araç olduğundan bahsediyor (Marx [1875] 1962, s. 634). Bu terminoloji, Hegelci olumsuzlama dâhilinde başka bağlamlarda yürütülen, geçmişten geleni ilga edip onu farklı bir yapıya dönüştürme ile ilgili tartışmanın kritik dönüm noktalarında öne çıkıyor (Boer 2012, s. 140–145).

Burada asıl cezbedici önermeyse üretim koşullarının ve sınıfların sadece ortadan kalkmayacağı, bunların dönüştürüleceği ve bugüne dek beklenmedik biçimlerde varlığını sürdüreceği ile ilgili olanıdır. Tam da bu noktada şu soru sorulmalıdır: bu tespit önceden tanık olunmamış bir yoldan varlığını muhafaza edecek devlet için de geçerli midir?

Ne var ki Marx, somut bir ifade dile getirme, kehanette bulunma noktasında fazla ketumdur. Bunun asıl sebebi, Marx’ın elinde belirli bir model veya planın bulunmaması değil, onun karşı-devrime yol verip sosyalizmi inşa edebilmek için gerekli huzuru ve alanı bulabilmiş başarılı bir devrimi henüz tecrübe etmemiş olmasıdır.

Her şeyden önce eldeki kanıtlardan doğacak olan teorileri detaylandırıp geliştirebilmek için somut kanıtlara ihtiyaç vardır. Marx’ın da Gotha Programı Eleştirisi’nde dile getirdiği biçimiyle, “böylesi bir soru, ancak bilimsel yoldan [nur wissenschaftlich] cevaplanabilir.” Olan biteni anlamak için gerekli felsefî muhakeme yanında tecrübe ve devamında elde edilecek kanıtlar eylem için gerekli kılavuzu temin etmese bile, bu muhakemeye, tecrübeye ve kanıtlara gene de ihtiyaç duyulacaktır. Bu noktada süreçte beklenmedik sapmalara, dönüm noktalarına ve gelişmelere tanık olunacağını söylemeye bile gerek yok.

Roland Boer
2 Mart 2018
International Critical Thought, 2019
Sayı: 9:1, s. 109-127.

Dipnotlar:
[1] İlgili metinleri tüm kapsamıyla aktarabilmek amacıyla dipnotlarda ek metinlere atıflarda bulunulmuş, tartışmalara yer verilmiştir.

[2] Marx bu hususa tekrar tekrar geri döner (Marx [1843] 1975, s. 9, 23–24, 39–40, 79, 87, 90–91, 116; [1843] 1982, s. 9, 24–25, 43–44, 88, 96, 99–100, 125–126); ayrıca Hegel eleştirisi Kutsal Aile’de de karşımıza çıkar (Marx ve Engels [1845] 1975, s. 113; [1845] 1974, s. 120). Marx’ın Hegel’i yoğun bir eleştiriden geçirdiği toplam çalışmasına yönelik en iyi eleştiri ise Leopold’a aittir (2007, s. 17–99). Marx’ın Hegel incelemesine uzanan teorik güzergâha dair faydalı bir çalışma için bkz. Chitty (2006).

[3] Metin boyunca Almanca bürgerliche Gesellschaft terimini olduğu gibi muhafaza ettim. Bu terim, esasen “burjuva toplum” olarak tercüme edilmeli. Maalesef söz konusu terim, genelde “sivil toplum” olarak tercüme edilip akmaz kokmaz bir terim hâline getiriliyor (son dönemde “sivil toplum” Zivilgesellschaft’ın karşılığı olarak kullanılıyor [Kocha 2004, s. 67]). Hegel ve Marx açısından önemli bir yere sahip olan bu bürgerliche Gesellschaft terimi, sonraki gelişmeler dâhilinde “ekonomi” dışarıya atılsa da esasen ekonomik faaliyeti de içeriyor. Her ne kadar Marx, Hegel’in formülünün burjuva devletinin henüz ortaya çıkmadığı Prusya imparatorluğundaki melez durumun içine yerleştirilmesi gerektiğini söylese de (Marx [1843] 1975, s. 95; [1843] 1982, s. 105), Alman İdeolojisi’nde Engels’le birlikte şu tespiti yapıyor: “bürgerliche Gesellschaft terimi, mülkiyet ilişkileri Antik Çağ ve Ortaçağ toplumunun zincirlerinden kurtulduğu on sekizinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu özelliğiyle bürgerliche Gesellschaft ancak burjuvaziyle birlikte gelişebilirdi [Die bürgerliche Gesellschaft als solche entwickelt sich erst mit der Bourgeoisie]” (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 89; [1845–46] 1973, s. 36).

[4] Sınıf temelli ekonomik analiz, Alman İdeolojisi’nden ayrı olarak Kapital gibi geç dönem eserlerinde de üzerinde durduğu bir husustur. Kapital’de sermayenin maruz kaldığı gelişmeleri belirleyen unsurlar karmaşık bir nitelik arz ederler (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 46–47, 329; [1845–46] 1973, s. 33–34, 311; Marx [1859] 1987, s. 262–264; [1859] 1961, s. 8–9; [1894] 1998, s. 778; [1894] 1973, s. 799–800).

[5] Alman İdeolojisi birkaç yerde bu tespiti yapma eğilimindedir: “Devlet, hâkim sınıfa mensup bireylerin müşterek çıkarlarını savundukları biçimdir” (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 90; [1845–46] 1973, s. 62). Bazen “araççı” olarak etiketlenen bu yaklaşım, Marx’ın yaklaşımındaki ana meseleyi kaçırmaktadır. “Araççılık” meselesini Engels ve Lenin’le ilgili çalışmalarımda ele alıyorum.

[6] Louis Bonaparte’ın yaptığı darbede burjuvazinin değişen koşullara kendisini uyarlama yöntemi buna güzel bir örnektir. Bu dönemde burjuvazi, kendisinin doğrudan iktidarda olmadığı koşullarda, kendi gündemini dayatmayı ve çıkarlarını kabul ettirmeyi bilmiştir (Marx [1852] 1979, [1852] 1985). Yazının devamına bakınız.

[7] İkinci alıntıda çeviri değiştirilmiş. Alıntının kaynağı, Marx ve Engels’in tarihsel materyalizmin esaslarını geliştirdiği, Stirner’e dair o çok önemli olan uzun bölümde, onun devlete (aynı zamanda özel mülkiyete ve hukuka) yönelik yaklaşımına karşı yürüttüğü ayrıntılı polemiktir (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 329–335, 346–348, 355–376, 399–402; [1845–46] 1973, s. 311–318, 329–331, 338–360, 384–387). Stirner’in felsefesine dair epey faydalı değerlendirmeler ve incelemeler için bkz. Beiser (2011) ve Leopold (2006).

[8] Marx bu hususu tekrar tekrar dile getirir (Marx [1843] 1975, s. 50–51, 67–68, 71–75; [1843] 1982, s. 54–55, 71–72, 77–85), ilgili tespit özel bireyle devlete mensup yurttaş arasındaki gerilim dâhilinde de aktarılır (Marx [1843] 1975, s. 77–78, 109; [1843] 1982, s. 86–87, 119; [1844] 1975c, s. 153–154, 167–168; [1844] 1982b, s. 148–149, 161–163).

[9] Hegel eleştirisinde Marx, Feuerbach’ın dinle ilgili olarak geliştirdiği modelden faydalanır. Bu modele göre, din canlı kanlı insanların varlığı kabul edilen bir ürünüdür. “Tanrılar” insanlara yabancılaşmış ve onları kontrol altına almışlardır. Bu noktada Hegel’in teolojik konularla alakalı konumunu başka konumlarla kıyaslamaya yönelik hamlelerini incelemek gerekmektedir (Boer 2012, s. 154–165).

[10] Bu metnin karmaşık yönlerini daha iyi kavramamızı sağlayacak bir analiz konusunda bkz. Jessop (2007, s. 83–100). Ayrıca Napolyon Bonapart döneminde devletle ilişkili olarak burjuvazinin yüzleştiği yargılamalar ve çektiği çileler, bu sürecin yol açtığı “politik aydınlanma” ile ilgili bir değerlendirme ile ilgili olarak Marx ve Engels’in Kutsal Aile çalışmasına bakılabilir (Marx ve Engels [1845] 1975, s. 122–124; [1845] 1974, s. 130–131).

[11] Bu metin ilkin İngilizce yayınlanmış olduğundan ben, burada sadece metnin İngilizce versiyonundan alıntı yaptım.

[12] Bu hususu Poulantzas uygun bir dille vurgular, lâkin o da proletarya diktatörlüğünün düşmanlarını baskılama rolünün üzerinden atlar (Poulantzas 1969, s. 76).

[13] Burada aktarılan, Yahudi Sorunu Üzerine çalışmasına dair alabildiğine felsefî olan değerlendirme garip gelebilir fakat bu çalışmada bile dinin özel mesele olarak görüldüğü seküler burjuva devletine işaret edildiği görülür. Kendi üslubu ve yöntemi dâhilinde söz konusu metin, esasen bugün sürmekte olan “post-sekülerizm” ile ilgili tartışmalarla yakından bağlantılı bir çalışmadır (Boer 2014).

[14] Başka bir yerde Marx ve Engels, aynı tespiti Girardin’in geliştirdiği burjuva sosyalizmine yönelik eleştirilerinde aktarır: “Burjuva devlet, hem sömürülen sınıf hem de kendisine bağlı bireyler karşısında burjuva sınıfının sahip olduğu sigortadan başka bir şey değildir ki bu sigorta, ister istemez zaman içerisinde giderek pahalıya patlayacak, süreç içerisinde tüm görünümleri burjuva toplumundan bağımsızlaşacak, zira sömürülen sınıfın maruz kaldığı zulmün uygulanması giderek daha da güçleşecektir” (Marx ve Engels [1850] 1978a, s. 333; [1850] 1977c, s. 296–297).

[15] Proletarya diktatörlüğü, devrimci diktatörlük inşa edilmezden önce sınıfsal çelişkinin gelişip belirli bir düzeye gelmesine ihtiyaç duyar (Marx [1850] 1978, s. 98; [1850] 1977, s. 166).

[16] Ayrıca Prudoncuların ağzından çıkan şu cümleye de bakılabilir: “Eğer işçi sınıfının politik mücadelesi şiddete dayalı biçimler alıp işçiler burjuva sınıfının elindeki diktatörlüğü kendi devrimci diktatörlüğüyle ikame edecek olursa…” (Marx [1873] 1988, s. 393).

[17] Tercüme bana ait. “Gewaltsam […] aufhebt” cümlesi, genelde İngilizceye “güç kullanarak söküp atar” şeklinde tercüme ediliyor (Marx ve Engels [1848] 1976, s. 506), fakat burada Almanca kelime bir miktar yumuşatılıyor, zira gewaltsam şiddeti de şart koşuyor. Burada asıl üzerinde durulması gereken husus ise Manifesto’nun ilk İngilizce versiyonunda “güç kullanarak yok etmiştir” deniliyor olması (Marx ve Engels [1850] 1977b, s. 621).

[18] Mecazî bir ifade olarak aus dem Weg räumen, Almancada bir şeyi yoldan çekmek, yoldaki engelleri (Hindernisse) kaldırmak, bir bariyeri (ein Sperre) ortadan kaldırmak, silmek, temizlemek gibi bir dizi farklı anlama sahiptir. İfade, farklı politik tınıları içermektedir.

[19] Tercüme bana ait. Birkaç sayfa sonra Marx mücadelesi dâhilinde devreye soktuğu cebre dayalı genel araçlardan [allgemeine Zwangsmittel im Kampf] bahseder (Marx [1875] 1989b, s. 519; [1875] 1962, s. 634).

[20] Gotha Programı Eleştirisi’inde komünizmin “ilk geçiş aşaması” ile ilgili olarak dile getirdiği biçimiyle eşitsizlik, öncelikle ekonomik eşitsizliğin aşılması için genel bir norm hâline gelmelidir: “Hukuk, eşit olmaktan çok eşitsiz olmak zorundadır” (Marx [1875] 1989a, s. 86–87; [1875] 1985, s. 14–15).

[21] Weydemeyer’e yazdığı mektubunda Marx şunu söyler:

“Benim katkım; 1. sınıfların varlığının sadece üretimin gelişiminde tanık olunan belirli tarihsel aşamalarla bağlantılı olduğunu; 2. sınıf mücadelelerinin ister istemez proletarya diktatörlüğüne yol açacağını; 3. bu diktatörlüğün tüm sınıfları ortadan kaldırmak Aufhebung] ve sınıfsız topluma ulaşmak için gerekli geçiş aşamasından başka bir şey olmadığını göstermekten ibarettir.” (Marx [1852] 1983, s. 62–65; [1852] 1963, s. 508; Vurgu özgün metne ait)

[22] Bazı “Batılı” Marksistler bağlamında bu istek ve arzu, bu meselede Marx ile onu takip isimler, bilhassa Lenin, Stalin ve Mao arasında bağ kurmaktan kaçınma ihtiyacından kaynaklanmaktadır.

[23] Bu yaklaşımın diktatörlüğü proletarya değil de kendisini davaya adamış küçük bir devrimci örgüt eliyle inşa edilmesi gereken bir yapı olarak gören Blankistlere ait olup olmadığı henüz netliğe kavuşturulmuş bir mesele değil. Bu noktada Hal Draper'ın (1986, s. 34–39, 120–171, 264–288) Marx’taki proletarya diktatörlüğünün Blanqui kaynaklı olduğuna dair efsaneyi ustaca bir müdahaleyle çöpe attığını görmek gerekiyor.

[24] Engels devlet analizinde Gewalt’ı daha fazla kullanır (Gewalt, sonraki süreçte kaleme alınan çalışmanın konuşunu teşkil etmektedir) fakat şunu da belirtmek gerekmektedir: Gewalt kelimesi, Weber’in das Monopol legitimer physischer Gewaltsamkeit isimli çalışmasında da karşımıza çıkmaktadır (Weber 1919, s. 6). Kitabı çevirenler bu kelimeyi “şiddet” kelimesiyle karşılamışlardır.

[25] Marx, ilk aşamada eşitsiz “burjuva hukuku”nun sınıfsal ayrımları tanımadığını [keine Klassenunterschiede] söyleyerek meseleyi daha da karmaşık hâle getirir. (Marx [1875] 1989a, s. 86; [1875] 1985, s. 14). Bu, Marx’ın sınıfların varolmadığını veya “burjuva hukuku”nun kendi pratiği dâhilinde sınıfları tanımadığını düşündüğü anlamına gelir mi? Bilhassa işbölümünün ancak komünist toplumun üst aşamasıyla birlikte ortadan kalkacağına ve eşitsizliğin varlığını sürdüreceğine dair yorumları bağlamında ele alındığında, Marx’ın burjuva hukukunun sınıfları tanımadığı tespitini kabul ettiğini söylemek mümkün.

[26] Makalenin devamında üzerinde durulan hususlarla ilgili alıntılar Fransa’da İç Savaş’tan (Marx [1871] 1986a, s. 330–340). Bakunin’le ilgili notlarda Marx, seçimlerin ekonomik temellerce belirlendiğinden bahseder. Ekonomik sömürünün zemini ve oluşturduğu modellerin ortadan kaldırılmasıyla “genel işlev ve görevlerin dağılımı, hâkimiyet kurulmasına ihtiyaç duymayacak [keine Herrschaft] rutin bir mesele hâline gelecektir” (Marx [1875] 1989b, s. 519; [1875] 1962, s. 635).

[27] Komünle ilgili bu yaklaşım, Marx’ın nispeten daha “hümanist” olduğu ilk döneminde edindiği, insan doğasına dair, Aydınlanma’dan ilham alan algıyla uyumludur. Bu algıya göre, işbölümüne asıl neden olan yabancılaşmadır, hâkimiyet kurma ve sömürü yöntemleri sınıfsal yapılarda mündemiçtir. Dolayısıyla burjuva devletinin aldığı farklı biçimler, bu yabancılaşmanın sebeplerinin aşılması ve insanî varoluşun ayrışmış, kırık parçalarının yeniden birleştirilmesi suretiyle ortadan kaldırılmalıdır. Bir yerde Marx, bu yeniden birleşmiş bireysel varoluşu “insanî özgürleşme” [menschliche Emanzipation] olarak niteler (Marx [1844] 1975c, s. 168; [1844] 1982b, s. 163; ayrıca bkz. Marx [1844] 1975a, s. 187; [1844] 1982c, s. 182–183). Bu konuyla ilgili olarak bilhassa Leopold’un detaylı incelemesine bakılabilir (2007, s. 183–277). Ayrıca şu not edilmeli: Marx’ın ilk döneminde yaptığı tespite göre, toplumu teşkil eden bireyler, bugüne dek kendilerine kolektif bir ifade kazandırmış olan devlet denilen biçimle doğrudan karşı karşıya gelirler. Dolayısıyla birey olabilmeleri için onların devleti yıkmaları şarttır. (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 80; [1845–46] 1973, s. 77)

Muhtemelen “insanî özgürleşme” meselesi en iyi temsiline, tarihsel materyalizmin ilk kaba çerçevesi dâhilinde şu alıntıda kavuşmuştur:

“Komünist toplum […] genel üretimi düzenler, dolayısıyla benim bugün bir şeyi yarın başka bir şeyi yapmamı, aklımda avcı, balıkçı, çoban veya eleştirmen olmaya dair bir fikir dahi olmaksızın, sabah avlanıp öğle vakti balık tutmamı, akşam öküzümü beslememi, gece ise eleştiri yapmamı mümkün kılar. (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 47; [1845–46] 1973, s. 33)

Neil Harding’in de ifade ettiği biçimiyle, “tarımdan yana sanayi karşıtı sosyalizm”den esintiler taşıyan bu temsil, esasen “maden işçisi, tesisatçı, montaj işçisi ve satıcı” olarak çalışan bir kişiden bahsetmemektedir (Harding 1984, s. 4).

[28] Marx’ın köylülerin önemini geç fark etmesi hususunda Bakunin’e dair notlara bakılabilir (Marx [1875] 1989b, s. 517–518; [1875] 1962, s. 630–634).

[29] İlk taslak da ekonomik meseleler konusunda alabildiğine kısa ve genel ifadelerle yetinmektedir (Marx [1871] 1986b, s. 491–492).

[30] Bu gerilimi pratikte çok az yorumcu kabul etmektedir (Harding 1984, s. 3–14; Leys ve Panitch 2000, s. 115–116).

[31] Marx, proletarya diktatörlüğü ile komünü bir ve aynı şey olarak görmezken, Engels’in üçüncü baskıya yazdığı ve Marx’ın ölümünden sonra yayınlanan girişten başlayarak birçok yorumcu, ikisini uzlaştırmaya çalışmıştır: “Diktatörlüğünün neye benzeyeceğini bilmek istiyor musunuz? O zaman Paris Komünü’ne bakın. O proletarya diktatörlüğü idi.” (Engels [1894–95] 1990, s. 191; Balibar 1977, s. 58; Johnstone 1971; Miliband 1991, s. 151; Van Ree 2015, 77, s. 115).

[32] Neil Harding’in tespitiyle, esasen Marx, söz konusu gerilimin sıkıntısını çeken bir isimdir ve titizlikle yürüttüğü çalışmalar dâhilinde komünü proletarya diktatörlüğü olarak tanımlamaktan kaçınır (Harding 1984, s. 13–14). Bu sebeple, Gotha Programı Eleştirisi’nde Marx’ın sert bir dille aktardığı şu tespitinin gayet önemli ve kıymetli olduğunu görmek gerekmektedir: “O eski demokrasi teranesine, genel oy hakkına, doğrudan yasamaya, halkın haklarına, halk milislerine vs. artık herkes aşina.” Marx bu demokrasinin, “burjuva Halk Partisi’nin, Barış ve Özgürlük Birliği’nin bir nidasından gayrı bir şey olmadığını” söyler (Marx [1875] 1989a, s. 95; [1875] 1985, s. 22).

[33] Bu diyalektik anlatının tohumlarını ilk çalışmada bulmak mümkün. Marx orada, “devrimin sosyalizmin politik örtüsünü [politische Hülle] kaldırıp attıktan sonra yıkım ve tasfiye [der Zerstörung und der Auflösung] yönünde gerekli politik adımların atılmasını talep eder” demektedir (Marx [1844] 1975b, s. 206; [1844] 1982a, s. 463; italikler özgün metne ait).

[34] Oysa Marx, “die Klassenherrschaft der Arbeiter,” “işçilerin sınıfsal idaresi” tabirini Bakunin’le ilgili ilk çalışmasında kullanmaktadır (Marx [1875] 1989b, s. 521; [1875] 1962, s. 636).

[35] Her ne kadar Balibar, risk alıp Lenin’in düşüncesinin önemli bir kısmını Marx-Engels’in düşüncesi bağlamında okursa da bu özel hususa vurgu yapar (Balibar 1977, s. 63).

[36] Marx’ın teorik seyrindeki bu moment, ilk işaretlerini Alman İdeolojisi’nde veriyor: “İşbölümünü ortadan kaldıran [aufhebt] komünist devrim, nihayetinde politik kurumları ilga eder [schließlich beseitigt]” (Marx ve Engels [1845–46] 1976, s. 380; [1845–46] 1973, s. 364). Eski düzenin yol açtığı sonuçları halletmek için birkaç yıla ihtiyaç duyulacaktır.

[37] Marx, bu gayreti hem Paris Komünü’ne kapsamlı bir biçimde dâhil olmuş Blankist hareketten kaynaklı baskılara hem de Bakunin üzerinden belirli bir anarşist konumun alınmasının yol açtığı baskılara karşılık vermek için ortaya koymaktadır. Bir tarafta, iktidarın hemen alınmasını, diktatörlüğün gerekli bilgi ve bilinçle donanmış devrimcilerin oluşturduğu küçük bir örgütle derhal inşa edilmesi gerektiğini söyleyen Blankistler dururken; diğer tarafta devletin hemen ilga edilmesi fikrini savunan Bakunin durmaktadır (Bakunin, 1870’te Lyons’da bu türden girişimin içine girmiş fakat kâğıt üstünde ilga ettiği devletin kolluk kuvvetlerince ülkeden sepetlenmiştir.)

[38] Bu metinden yapılan bazı alıntılar ve metne yönelik vurgular ilk metinde karşımıza çıkarken, sonrasında kitaptan çıkartılmış veya bunların ikinci ve son versiyondaki tespitlerle tutarlı olduğu üzerinde durulmuştur (Adam 2010, s. 8; Harding 1984, s. 5; Jessop 1978, s. 52; 1982, s. 27; Miliband 1965, s. 290).

[39] Oysa ilk taslakta Marx, bir yandan da toplumun devlet iktidarını soğurmasından bahseder. Bunun sebebi, toplumun elindeki zinde kuvvetlerin halk kitleleri aracılığıyla devleti kontrol altına alıp zapt edecek olması ve halkı o güne dek ezen, bastıran örgütlü güç yerine kendi gücünün teşkil edilecek olmasıdır” (Marx [1871] 1986b, s. 487). Burada Marx, devlet iktidarının soğurulmuş, başka bir formda varlığını sürdürmesi ile olumsuzlanacağından bahsetmektedir.

[40] Bu paragraftan yapılan alıntılar, Gotha Programı Eleştirisi’nde yer alan iki sayfayı temel almaktadır (Marx [1875] 1989a, s. 94–95; [1875] 1985, s. 21–22).

[41] Hal Draper (1970, s. 294) da tercihen bu cevabı vermektedir. Söz konusu cevap ise komünist toplumla ilgili olarak metnin başlarında yapılan, “bunun sebebi, devletin kendi temelleri üzerinde gelişmemiş olması, bilâkis onun kapitalist toplumdan neşet etmesidir” yorumuna dayanmaktadır. Eğer böyleyse o vakit proletarya diktatörlüğü, baskı ve cebre başvuracak demektir. Oysa burada analiz edilen pasajda Marx, esasen imkânlara ve ihtimallere Hal Draper’ın kabul ettiğinden daha fazla açık kapı bırakmaktadır.

[42] Paragrafın geri kalan kısmından yapılan alıntıların kaynağı, Bakunin’le ilgili notlarda yer alan ve meseleyi derinlemesine kavrayan sayfalardır (Marx [1875] 1989b, s. 519–520; [1875] 1962, s. 634–635).

Kaynakça:
Adam, D. 2010. “Karl Marx and the State.” Marxist-Humanist, 6 Eylül. Tinyurl.

Balibar, E. 1977. On the Dictatorship of the Proletariat. Londra: NLB.

Bauer, B. 1843a. “Die Fähigkeit der heutigen Juden und Christen, frei zu werden” [Günümüz Yahudilerinin ve Hristiyanlarının Özgür Olma Becerisi]. Einundzwanzig bogen aus der Schweiz [İsviçre’den Yirmi Bir Makale] içinde, yayına hazırlayan: G. Herwegh, s. 56–71. Zürich ve Winterthur: Zürich Verlag des Literarischen Comptoirs.

Bauer, B. 1843b. Die Judenfrage [Yahudi Sorunu Üzerine]. Braunschweig: Otto Wigand.

Beiser, F. 2011. “Max Stirner and the End of Classical German Philosophy.” Politics, Religion, and Art: Hegelian Debates içinde, yayına hazırlayan: D. Moggach, s. 281–300. Evanston: Northwestern University Press.

Boer, R. 2012. Criticism of Earth: On Marx, Engels and Theology. Şikago ve Leiden: Haymarket ve Brill.

Boer, R. 2014. “Marx and the Christian Logic of the Secular State.” Secularisations and Their Debates: Perspectives on the Return of Religion in the Contemporary West içinde, yayına hazırlayan: M. Sharpe ve D. Nicholson, s. 61–73. Heidelberg: Springer.

Chitty, A. 2006. “The Basis of the State in the Marx of 1842.” The New Hegelians: Politics and Philosophy in the Hegelian School, yayına hazırlayan: D. Moggach, s. 220–241. Cambridge: Cambridge University Press.

Draper, H. 1970. “The Death of the State in Marx and Engels.” Socialist Register 7: s. 281–307.

Draper, H. 1986. The Dictatorship of the Proletariat. Karl Marx’s Theory of Revolution Cilt 3. New York: Monthly Review Press.

Engels, F. (1877–78) 1973. “Herrn Eugen Dührings Umwälzung der Wissenschaft (Anti-Dühring).” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 20, s. 1–303. Berlin: Dietz.

Engels, F. (1877–78) 1987. “Anti-Dühring: Herr Eugen Dühring’s Revolution in Science.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 25, s. 3–309. Moskova: Progress Publishers.

Engels, F. (1894–95) 1990. “Introduction to Karl Marx’s The Civil War in France.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 27, s. 179–191. Moskova: Progress Publishers.

Harding, N. 1984. “Socialism, Society and the Organic Labour State.” The State in Socialist Society içinde, yayına hazırlayan: N. Harding, s. 1–50. Oxford: Macmillan.

Jessop, B. 1978. “Marx and Engels on the State.” Politics, Ideology, and the State içinde, yayına hazırlayan: S. Hibbin, s. 40–68. Londra: Lawrence ve Wishart.

Jessop, B. 1982. The Capitalist State: Marxist Theories and Methods. New York: New York University Press.

Jessop, B. 2007. State Power: A Strategic-Relational Approach. Cambridge: Polity.

Johnstone, M. 1971. “The Paris Commune and Marx’s Conception of the Dictatorship of the Proletariat.” The Massachusetts Review 12 (3): s. 447–462.

Kocha, J. 2004. “Civil Society from a Historical Perspective.” European Review 12 (1): s. 65–79.

Leopold, D. 2006. “‘The State and I’: Max Stirner’s Anarchism.” The New Hegelians: Politics and Philosophy in the Hegelian School, yayına hazırlayan: D. Moggach, s. 176–199. Cambridge: Cambridge University Press.

Leopold, D. 2007. The Young Karl Marx: German Philosophy, Modern Politics, and Human Flourishing. Cambridge: Cambridge University Press.

Leys, C. ve C. Panitch. 2000. “The Manifesto’s Political Legacy.” The Social Question and the Democratic Revolution: Marx and the Legacy of 1848 içinde, yayına hazırlayan: D. Moggach ve P. L. Browne, s. 113–134. Ottawa: University of Ottawa Press.

Losurdo, D. 2017. Il marxismo occidentale: Come nacque, come morì, come può rinascere [Batı Marksizmi: Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü Yeniden Nasıl Doğabilir]. Roma: Editori Laterza.

Marx, K. (1843) 1975. “Contribution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Law.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 3, s. 3–129. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1843) 1982. “Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.2, s. 3–137. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1844) 1975a. “Contribution to the Critique of Hegel’s Philosophy of Law: Introduction.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 3, s. 175–187. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1844) 1975b. “Critical Marginal Notes on the Article ‘The King of Prussia and Social Reform. By a Prussian.’” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 3, s. 189–206. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1844) 1975c. “On the Jewish Question.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 3, s. 146–174. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1844) 1982a. “Kritische Randglossen zu dem Artikel ‘Der König von Preußen und die Sozialreform. Von einem Preußen’.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.2, s. 445–463. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1844) 1982b. “Zur Judenfrage.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.2, s. 138–169. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1844) 1982c. “Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie. Einleiting.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.2, s. 170–183. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1850) 1977. “Die Klassenkämpfe in Frankreich 1848 bis 1850.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.10, s. 119–196. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1850) 1978. “The Class Struggles in France, 1848 to 1850.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 10, s. 45–145. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1852) 1963. “Marx an Joseph Weydemeyer in New York, 5. Marz 1852, London.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 28, s. 503–509. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1852) 1979. “The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 11, s. 99–197. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1852) 1983. “Marx to Joseph Weydemeyer in New York, London, 5 March 1852.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 39, s. 60–66. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1852) 1985. “Der achtzehnte Brumaire des Louis Bonaparte.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.11, s. 96–189. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1859) 1961. “Zur Kritik der Politischen Ökonomie.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 13, s. 3–160. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1859) 1987. “A Contribution to the Critique of Political Economy.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 29, s. 257–417. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1871) 1973. “Rede auf der Feier zum siebenten Jahrestag der Internationalen Arbeiterassoziation am 25. September 1871 in London.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 17, s. 432–433. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1871) 1976. “Marx an Ludwig Kugelmann in Hanover, London, 12 April 1871.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 33, s. 205–206. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1871) 1986a. “The Civil War in France.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 22, s. 307–359. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1871) 1986b. “First Draft of The Civil War in France.” Marx ve Engels Collected Works, Cilt. 22, s. 437–514. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1871) 1986c. “Record of Marx’s Speech on the Seventh Anniversary of the International.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 22, s. 633–634. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1871) 1986d. “Second Draft of The Civil War in France.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 22, s. 515–541. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1871) 1989. “Marx to Ludwig Kugelman in Hanover, London, 12 April 1871.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 44, s. 131–132. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1873) 1988. “Political Indifferentism.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 23, s. 392–397. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1875) 1962. “Konspekt von Bakunins Buch ‘Staatlichkeit und Anarchie’.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 18, s. 597–642. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1875) 1985. “Kritik des Gothaer Programms.” Marx Engels Gesamtausgabe, Cilt. I.25, s. 3–25. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1875) 1989a. “Critique of the Gotha Programme.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 24, s. 75–99. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1875) 1989b. “Notes on Bakunin’s Book Statehood and Anarchy.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 24, s. 485–526. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. (1894) 1973. Das Kapital. Kritik der politischen Ökonomie. Dritter Band Buch III. Der Gesamtprozeß der kapitalistischen Produktion. Marx Engels Werke 25. Cilt. Berlin: Dietz.

Marx, K. (1894) 1998. Capital: A Critique of Political Economy, Cilt. III. Marx ve Engels Collected Works 37. Cilt. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. ve F. Engels. (1845) 1974. “Die heilige Familie oder Kritik der kritischen Kritik.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 2, s. 3–223. Berlin: Dietz.

Marx, K. ve F. Engels. (1845) 1975. “The Holy Family, or Critique of Critical Criticism.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 4, s. 5–211. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. ve F. Engels. (1845–46) 1973. “Die deutsche Ideologie. Kritik der neuesten deutschen Philosophie in ihren Repräsentanten Feuerbach, B. Bauer und Stirner und des deutschen Sozialismus in seinen verschiedenen Propheten.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 3, s. 9–530. Berlin: Dietz.

Marx, K. ve F. Engels. (1845–46) 1976. “The German Ideology: Critique of Modern German Philosophy According to Its Representatives Feuerbach, B. Bauer and Stirner, and of German Socialism According to Its Various Prophets.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 5, 19–539. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. ve F. Engels. (1848) 1974. “Manifest der Kommunistischen Partei.” Marx Engels Werke içinde, Cilt. 4, s. 459–493. Berlin: Dietz.

Marx, K. ve F. Engels. (1848) 1976. “The Manifesto of the Communist Party.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 6, s. 477–519. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. ve F. Engels. (1850) 1977a. “Erklärungen an den Redakteur der Neuen Deutschen Zeitung.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.10, s. 354–355. Berlin: Dietz.

Marx, K. ve F. Engels. (1850) 1977b. “Manifesto of the German Communist Party.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.10, s. 605–628. Berlin: Dietz.

Marx, K. ve F. Engels. (1850) 1977c. “Rezensionen aus Heft 4 der ‘Neuen Rheinischen Zeitung. Politisch-ökonomische Revue’: Le Socialisme et l’impôt. Par Emile de Girardin. Paris 1850.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.10, s. 290–300. Berlin: Dietz.

Marx, K. ve F. Engels. (1850) 1978a. “Reviews from the Neue Rheinische Zeitung. PolitischÖkonomische Revue No. 4: Le socialisme et l’impôt, par Emile de Girardin.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 10, s. 327–337. Moskova: Progress Publishers.

Marx, K. ve F. Engels. (1850) 1978b. “Statement: To the Editor of the Neue Deutsche Zeitung.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 10, s. 387–388. Moskova: Progress Publishers.

Miliband, R. 1965. “Marx and the State.” Socialist Register 2: s. 278–296.

Miliband, R. 1991. “Dictatorship of the Proletariat.” A Dictionary of Marxist Thought içinde, yayına hazırlayan: T. Bottomore, s. 151–152. Oxford: Blackwell.

Paolucci, P. 2007. Marx’s Scientific Dialectics: A Methodological Treatise for a New Century. Leiden: Brill.

Poulantzas, N. 1969. “The Problem of the Capitalist State.” New Left Review 58: s. 67–78.

Van Ree, E. 2015. Boundaries of Utopia—Imagining Communism from Plato to Stalin. Londra: Routledge.

Vidil, J. A., K. Marx, A. Willich, F. Engels ve G. J. Harney. (1850) 1977. “Société universelle des communistes révolutionnaires.” Marx Engels Gesamtausgabe içinde, Cilt. I.10, 568. Berlin: Dietz.

Vidil, J. A., K. Marx, A. Willich, F. Engels ve G. J. Harney. (1850) 1978. “Universal Society of Revolutionary Communists.” Marx ve Engels Collected Works içinde, Cilt. 10, s. 614–615. Moskova: Progress Publishers.

Weber, M. 1919. Politik als Beruf [Bir Meslek Olarak Siyaset]. Stuttgart: Reclam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder