Mayıs
1919’da 1917 Rus Devrimi’nden ilham alan İtalyan Sosyalist Partisi
sempatizanları L’Ordine Nuovo [“Yeni Düzen] isminde haftalık
bir gazete çıkartmaya başladılar.
Gazetenin
28 Haziran-5 Temmuz 1919 tarihli sayısında sosyalist hareketin yöntemleri ve
hedeflerine ilişkin sohbetlere yer verildi. Bu bağlamda gazetede For Ever
müstear adıyla yazılar kaleme alan Massimo Fovel’in “Anarşi Savunusu” başlıklı
yazısına ve bu yazıya yönelik Antonio Gramsci’nin yazdığı “Devlet ve Sosyalizm”
başlıklı cevaba yer verildi.
Sonrasında
Gramsci, 1921’de kurulacak olan İtalya Komünist Partisi’nin liderlerinden biri
hâline geldi. 1924’te başlayan parti yöneticiliği faaliyetleri, 1926’da
Mussolini’ye bağlı faşist polis tarafından tutuklanana dek sürdü. —Roderic Day
* * *
For
Ever’ın kaleme aldığı bu makale, alabildiğine saçma ve anlamsız bir jargonun
meydana getirdiği, tatsız tuzsuz bir çorba. Buna karşın ilgili yazıyı gene de
gazetemizde yayınlıyoruz.
Yazarın
kanaatine göre Weimar devleti Marksist bir devletmiş, Yeni Düzen gazetesinde
çalışan insanlar olarak biz ise devletin ebedi olarak varolmasını isteyen, ona
tapan kişilermişiz.
For
Ever, sosyalist devletin devlet sosyalizmiyle aynı şey olduğunu düşünüyor.
Hristiyan devletten, ayrıca “Kayus Grakus liderliğindeki plebyen devletten” söz
ediyor. Yazar ayrıca, Saratov’daki sovyetin üretimi ve devrimci savunmaya
yönelik faaliyetlerini Rusya’daki sovyetlerin teşkil ettikleri genel sistemin
gerçekleştirdiği üretim ve ortaya koyduğu faaliyetlerle koordineli hâle getirme
ihtiyacı duymadan hayatta kalabileceğini iddia ediyor.
Tüm
bu iddialar, onca saçma sapan, ipe sapa gelmez laf, esasen anarşi fikrini
savunmak için dile dolanıyor. Ama biz gene de For Ever’ın makalesini
yayınlayabiliyoruz.
O
tek başına bir şahıs değil, toplumsal bir tip. Bu açıdan bakıldığında onu göz
ardı etmemeliyiz. For Ever, tanımlanmalı, incelenmeli, tartışılmalı ve geride
bırakılmalı. Bu noktada sadakat ve dostluk ruhuyla hareket edilmelidir. Zira
dostluk denilen şey, hakikatten ve onun yol açtığı acılardan kopartılamaz.
For
Ever, sahte devrimcidir. Tüm faaliyetleri abartılı bir retoriğe, coşkulu
nutuklara ve romantik bir şevke dayanıyorsa, o kişi devrimci değil basit bir
demagogdur.
Devrim
aklı başında, ölçülü insanlara ihtiyaç duyar. Devrimde insanlar bakkalda ekmek
bulabilmeli, trenlerin vaktinde geldiğini, hammaddelerin fabrikalara ulaştığını
görmeli, endüstriyel ve tarımsal ürünlerin değiş tokuş edildiği süreci
düzenleyebilmeli, halkın güvenliğini garanti altına almalı, suç işlenmesi
durumunda kişilerin hürriyetini korumalı, toplumsal hizmetlerin o karmaşık
yapısının verimli bir biçimde işlemesini sağlamalı, halkın çaresizliğe
kapılmasına, ölümlerle sonuçlanacak, derin ihtilaflar içine düşmesine izin
vermemelidir. Yüz kişinin yaşadığı bir köyde bile bu bahsini ettiğimiz
sorunlardan birini çözerken ortaya atılan boş laflar, haddini ölçüsünü bilmeyen
vaazlar, yalnızca insanların gülmesine veya ağlamasına sebep olacaktır.
Başlı
başına toplumsal bir tip olmasına rağmen, For Ever tabii ki tüm liberterleri
temsil etmiyor. Yeni Düzen gazetesinin yayın kurulunda bulunan Carlo
Petri, komünist bir liberter. Petri söz konusu olduğunda yürüttüğümüz tartışma
seviye atlıyor. Petri türünden komünist liberterlerle çalışmaktan başka bir
seçeneğimiz yok. Onlar da devrim için çalışan gücün parçası.
Petri’nin
son sayıda yer alan makalesini ve For Ever’ın makalesini liberter düşüncenin
olmak-olmamak üzerine kurulu diyalektiğini belirlemek amacıyla okuduğumuzda, şu
türden gözlemler yapabiliyoruz.
Bu
arada belirtmem gerek ki, doğrudan Petri’yi ifade eden Empedokles Yoldaş ve
Sezar Yoldaş, doğal olarak kendi adlarına cevap verecek durumda değil.
I
Komünizm,
proleter Enternasyonal’de mücessemdir. Komünizm, beynelmilel bir nitelik arz
ettiği, beynelmilel olabildiği ölçüde varolabilir. Bu anlamda sosyalist
proleter hareket devlete karşıdır, çünkü o, ulusal kapitalist devletlere ve
ulus devletten kaynaklanan, onun koşulladığı ulusal ekonomilere karşıdır.
Gelgelelim,
ulus devletlerin Komünist Enternasyonal dâhilinde ortadan kalkacak olması,
devletin de ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Devlet, insanlığın teşkil ettiği
toplumun somut bir “biçim”idir. Bu hâliyle toplum, saf anlamda bir
soyutlamadır.
Tarihte,
insanlığın meydana getirdiği, gelişip duran medeniyetin etten kandan oluşan
canlı gerçekliğinde toplum her daim bir devletler sistemidir ve devletlerarası
dengeden ibarettir. Bir sistem olarak toplum, somut kurumlar arası dengedir. O
kurumlar dâhilinde toplum, kendi varoluşuna, gelişimine dair bir bilinç
geliştirir. Toplum, o sistem, o kurumlar olmaksızın varolamaz, gelişemez.
İnsanlığın
kurduğu medeniyet, fetihlerle ilerliyor. Bu fetihlerse devlet formu
kazandığında, bir kurum dâhilinde cisimleştiğinde, ancak o vakit kalıcı hâle
gelebiliyor, ancak bu sayede yüzeysel ve geçici bir hikâye olmaktan çıkıp
gerçek tarihe karışıyor.
Sosyalizm
fikri, örgütlü proletaryanın savunma ve saldırı amacıyla inşa ettiği kurumlarda
vücut bulana, sosyalist proleter hareket şahsında cisimleşene dek belirli
bireylerin hayal gücünün ürünü olan basit ve geçici bir heves, bir efsane, kısa
süreli bir kuruntudan ibaretti. Sosyalizm fikri, bu kurumlar içerisinde
gelişti, bu kurumlar sayesinde tarihsel bir çehreye kavuşup ilerledi. Bu
kurumlar üzerinden sosyalizm fikri, ulusal sosyalist devleti var edebildi ve bu
devlet, diğer sosyalist devletlerle bütünleşmesine imkân verecek bir yol
üzerinden inşa edilip örgütlendi.
Bu
devlet, hayatta kalıp gelişmek için başka sosyalist devletlerle birlikte
çalışmaya muhtaçtır. Bunun için, her bir devletin, her bir kurumun ve her bir
bireyin hayata ve özgürlüğe dair tüm potansiyelini açığa çıkartacağı Komünist
Enternasyonal’i meydana getirmesi gereklidir.
Bu
anlamda komünizm, “devlete karşı” değildir. Bilâkis o, anarşistler ve sendikacı
anarşistler gibi devlet düşmanları karşısında saf tutar. Komünist hareket, bu
çevrelerin yürüttüğü propagandayı proleter devrim için tehlikeli görür, ütopik
addeder, onu ağır bir dille eleştirir.
Kimilerine
göre önceden hazırlanmış bir program yürürlüktedir ve bu programa göre
sosyalizm anarşizme uzanan köprüden başka bir şey değildir. Oysa bu, aptallara
has bir önyargıdır, geleceği bugünden keyfi bir tutumla ipotek altına almaktır.
Fikirlerin
diyalektiği dâhilinde anarşi, esasında sosyalizmin değil liberalizmin devamı,
uzantısıdır. Tarihin diyalektiği dâhilinde ise anarşi, toplumsal gerçeklik
denilen sahadan liberalizmle birlikte sökülüp atılacaktır.
Maddi
emtia üretimi giderek sanayileştikçe ve sermayedeki yoğunlaşmaya emekçi
kitlelerdeki yoğunlaşma eşlik ettikçe liberterizm denilen fikir, giderek daha
az yandaş bulacaktır.
Bugün
liberter hareket, zanaat ekonomisinin ve toprak mülkiyetini esas alan feodal
sistemin hâkim olduğu alanlarda hâlen daha yaygındır. Sanayi şehirlerinde ve
tarımın makineleştiği kırsal alanlarda anarşizm, ideolojik maya olarak
varlığını sürdürmesine karşın, politik hareket olarak ortadan kaybolma eğilimi
içerisindedir.
Bu
anlamda liberter fikir, ancak belirli bir süre oynayabileceği bir role sahip
olacaktır. O liberter gelenek, kapitalizmle birlikte son bulmayacak olan,
insanlık adına yapılan fetihlerin altına imza attığı, o fetihleri
gerçekleştirdiği sürece, liberal geleneği devam ettirecektir.
Bugünkü
toplumsal karışıklık, savaşın eseridir. Dolayısıyla görebildiğimiz kadarıyla
liberter fikrin taraftarları giderek çoğalmıştır. Bizim kanaatimize göre bu
gelişme, söz konusu fikrin bir mahareti değildir. Neticede ilgili fikri
besleyecek bir süreç içerisine girilmiştir: yeni unsurlar şehirlere göç etmiş,
politik kültürden mahrum olan bu kitleler, sanayideki gelişmeyle birlikte sınıf
mücadelesinin kazandığı karmaşık biçimden uzak durmuşlardır. Bu da anarşist
ajitatörlerdeki kelime tüccarlığının, dürtüler ve ilkel bilinci kolaylıkla
kontrol altına alabilmesini sağlamıştır. Neticede devrimci pozu kesen jargonun,
kapsamlı veya kalıcı herhangi bir şey üretmesi mümkün değildir.
Bize
yolu açacak olan, tarihteki ilerlemenin ritmini tutan, komünist medeniyetin
sağa sola sapmadan yürüdüğü o mutlak hattı çizen, “sokaklardaki çocuklar”,
lümpen proletarya, bohemler, zevk sahibi ekâbir veya uzun saçlı ve heyecanlı
romantikler değildir. Tüm bunları, işçi sınıfının teşkil ettiği, safını bilen
kitleler, politik bilince sahip, disiplinli proletaryanın meydana getirdiği,
gerekli silâhları kuşanmış müfrezeler yapacaktır.
II
Tüm
liberal gelenek, devlet karşıtıdır.
Liberalizmin
ortaya koyduğu tüm literatür, esasen devletle yürütülmüş, bitmek bilmeyen bir
polemikten ibarettir. Bu literatüre göre, kapitalizmin politik tarihinin ana
niteliğini, yurttaş ile devlet arasında yaşanan şiddetli ve hiç bitmeyen
mücadele teşkil eder. Parlamento, bu mücadeleye ait bir organdır. Tam da bu
sebeple parlamento, devletin tüm işlevlerini soğurma eğilimindedir. Başka bir
ifadeyle, parlamento, devleti her türde etkili yetkiden ve kudretten mahrum
bırakarak ondan kurtulmaya çalışır. Zira yasama yetkisinin halkın eline teslim
edilmesinde amaç, ülkedeki kurumları ve bireyleri merkezî iktidarın
kontrolünden veya bu iktidara teslimiyetten kurtarmaktır.
Liberalizmin
savunduğu bu eylem, kapitalizmin genelde yürüttüğü faaliyetin bir parçasıdır,
çünkü kapitalizmin amacı, rekabet koşullarının mümkün olduğu ölçüde somut ve
güvenilir bir nitelik arz etmesini güvence altına almaktır.
Rekabet,
devletin en amansız düşmanıdır. Bu anlamda Enternasyonal’in savunduğu fikir,
köken itibarıyla liberal bir fikirdir. Marx bu fikri Cobden okulundan almış,
serbest ticaret lehine yürütülen propaganda ile birlikte bu fikri eleştirel bir
biçimde edinmiştir.
Liberallerin
barışı tesis etmeleri ve enternasyonali kurmaları mümkün değildir, çünkü özel
ve ulusal mülkiyet, ayrışmaları doğurur, sınırları çizer, savaşlara yol açar,
birbiriyle sürekli çatışan ulus devletlerin kurulmasını sağlar.
Ulus
devlet, bir rekabet organıdır. O, rekabet ortadan kalkıp yeni bir ekonomi
pratiği sosyalist devletin somut deneyimleri üzerinden tesis edildiğinde yok
olacaktır.
Proletarya
diktatörlüğü, hem bir ulusal devlet hem de sınıfsal bir devlettir. Rekabete ve
sınıf mücadelesine ait parametreler değişmiştir, lâkin rekabet ve sınıflar
varlığını hâlen daha sürdürmektedirler.
Proletarya
diktatörlüğü de tıpkı burjuva devleti gibi içerinin ve dışarının savunulması
türünden benzer sorunları çözmek zorunda kalacaktır. Bunlar, dikkate alınması
gereken somut ve nesnel koşullardır. Bu anlamda Komünist Enternasyonal varmış
gibi konuşup hareket etmek, sosyalist devletlerle burjuva devletler arasındaki
mücadele döneminin, komünist ve kapitalist ulusal ekonomiler arasında süren o
acımasız rekabetin sona erdiğini düşünmek, proleter devrim için felâketlere yol
açabilecek bir hata olarak görülmelidir.
Bugün
insanlık, burjuva devletin çözülme sürecine denk düşen, her şeyin hızla çözülüp
dağıldığı bir sürecin içinden geçmektedir. Proletarya diktatörlüğünün
içerisinde hareket etmek zorunda kalacağı bu somut ve nesnel koşullar,
alabildiğine düzensizliği, korkunç düzeylere ulaşacak bir disiplinsizliği
dayatmaktadır.
Dolayısıyla
bugün, söz konusu çözülmeye ve düzensizliğe mümkün olduğu ölçüde en kısa sürede
mani olabilen, dışarıdan gelebilecek saldırılara ve içteki isyanlara karşı
devrimi savunabilecek toplumsal yapıyı kendi iç uyumunu tesis etmek suretiyle
yeniden biçimlendirebilecek, kaya gibi sağlam bir sosyalist devlet
kurulmalıdır.
Hayatta
kalıp gelişme imkânı bulacaksa proletarya diktatörlüğü, askerî bir nitelik
edinmelidir. Dolayısıyla sosyalist ordu, en önemli ve en hayatî mesele hâline
gelecektir.
Devrim
öncesinde burjuvazinin tüm hâkimiyet biçimlerine karşı yürütülmüş olan
sosyalist propagandanın geride bıraktığı tortudan kurtulmak şarttır.
Bu
noktada proletaryayı yeniden eğitmeli, proletarya, Enternasyonal içerisinde
devleti ortadan kaldırabilmek için bizim bu hedefe ulaşmak amacıyla inşa
edilmiş bir devlete, ayrıca militarizme son vermek için yeni bir orduya muhtaç
olduğumuz fikrine alıştırılmalıdır.
Bu
da proletaryayı özyönetim ve diktatörlük pratiği konusunda eğitmek zorunda
olduğumuz anlamına gelir. Bu süreçte aşılması gereken birçok güçlükle
yüzleşilecek, bu güçlükler uzun süre varlığını koruyacak, epey bir vakit bizim
için tehlikeli olmayı sürdürecektir. Proleter devlet sadece bir gün bile
yaşayacak olsa, biz gene de bugün ileride oluşacak koşulların, özel mülkiyetin
ve sınıfların ortadan kaldırılması görevini yerine getirmemizde elimizi
rahatlatacak olan koşulların güvence altına alınması için çalışmalıyız.
Proletarya,
yönetim ve idare konusunda gerekli eğitimden yoksundur. Devrim olduktan sonra
burjuvazi, sosyalist devlete karşı muhalefetini açıktan veya gizli yollardan,
şiddet araçlarıyla veya onlarsız, yürütmeye devam edecektir. Yalnızca
yüzleştiği başarısızlıklar karşısında hayal kırıklığı yaşamayan, demoralize
olmayan, politik eğitimden geçmiş bir proletarya, devlete sadakatini ve
bağlılığını yitirmeyecek, tekil bireyler hatalar yapsa da, üretimin somut
koşulları geri adım atmayı zaruri kılsa da o yolundan vazgeçmeyecektir. Ancak
bu tür bir proletarya, diktatörlüğü pratiğe dökebilecek, kapitalizmin ve
savaşın kötü mirasını tasfiye edebilecek, Komünist Enternasyonal’i ancak o,
kuvveden fiile geçirebilecektir.
Genel
niteliği itibarıyla sosyalist devlet, burjuva devletin ihtiyaç duyduğu sadakat
ve disiplinden farklı, hatta onlara karşıt bir sadakat ve disiplin talep eder.
Ülke içerisinde ve dışında daha güçlü olan burjuva devletten farklı olarak
sosyalist devlet, tüm yoldaşlarının kurumların pratiğinde aktif ve sürekli
katılımına ihtiyaç duyar.
Şu
husus asla unutulmamalıdır: sosyalist devlet, radikal değişiklikleri
gerçekleştirmek için gerekli bir araçtır. Bir devleti bir hükümeti değiştirir
gibi, rahatça ve kolaylıkla değiştiremezsiniz.
Geçmişin
kurumlarına geri dönmek, kitlesel ölümlere yol açacak, kan göllerine sebep olan
beyaz terörün dizginlerinden boşanmasına neden olacaktır. Savaşın sebep olduğu
koşullarda çalışan nüfusun dörtte üçünün yok olması, burjuva sınıfının
çıkarınadır. Bu sayede burjuva sınıfı gıda piyasasında sahip olduğu esnekliğe
yeniden kavuşacak, eskiden alışkın olduğu rahat hayatı için verdiği mücadelede
güçlü bir konuma kavuşacaktır. Bu sayede burjuva sınıfı, ne olursa olsun asla
tereddüt yaşamayacaktır.
Bugünden
itibaren sorumluluklarımızın bilincine varmalı, bilincimiz cellâdın kılıcı gibi
keskin ve acımasız olmalıdır. Devrim, zevk sahibi ekâbirin veya romantik
maceracıların oynayacağı bir oyun değil, düşmanının yüreğine korku salan
muhteşem bir aksiyondur.
Kapitalizm
sınıflar mücadelesi dâhilinde mağlup edildiği vakit geride hiçbir yaraya merhem
olmayacak, devlet karşıtı düşüncelere ait o tortu kalacaktır. Devlet
karşıtlığını etiket gibi taşımaya devam edecek olan duygu ve düşünceler
varlığını sürdürecektir, zira kimi bireyler ve gruplar, devrimin başarısı için
gerekli olan iş ve disiplinden kendilerini muaf tutmak isteyeceklerdir.
Sevgili
yoldaş Petri, izin verin de biz işimizi yapalım, yıkıcı hizipler arasında
yaşanan kanlı çatışmalardan uzak duralım, sosyalist devleti silâhlı gücüyle
disiplin ve sadakat dayatmak denilen o ağır zorunluluktan kurtaralım, toplumsal
yapıyı çürüme ve yozlaşmadan uzak tutmak için bir kolu kesebilelim. Kültür
alanında üstlendiğimiz görev dâhilinde, proletaryanın kendi özgürlüğü ve
kurtuluşu adına ifa etmek zorunda olduğu görevler silsilesi içerisinde
sosyalist devletin zorunlu bir halka olduğunu ortaya koyalım.
Antonio Gramsci
1919
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder