“Sosyalist burjuvazi,
mücadele etmeden ve mücadelenin ister istemez sebep olduğu tehlikelerle
yüzleşmeden, bugünün toplumsal koşullarının sunduğu tüm avantajları talep eder.
Onun arzusu, toplumun devrimci ve parçalayıcı unsurları içermeyen mevcut
hâlinin sürmesi yönündedir. Sosyalist burjuvazi, proletaryasız burjuvazi ister.”[1]
[Marx-Engels]
Luppo
Solun
yoğun talebi üzerine hükümet, ilk kapanma önlemini gece vakti aniden devreye
sokmuş, insanlar, birkaç saat sonra sokağa çıkma yasağının başlayacağını görüp
marketlere hücum etmişlerdi. O günlerde sosyal medya, marketin birinde, elinde
Luppo kekle sıra bekleyen vatandaşın fotoğrafına dair alaycı ifadelerle dolup
taşmıştı.
O
alaycı tutumu sergileyenler, bankadaki hesaplarına güvenen, üç öğün yemek
yiyebilen, akşam yemeği sonrası çikolatalı kekini mideye indiren, ama basit ve
ucuz bir kekin bir öğünün yerini tutabileceğini bilmeyen kişilerdi. O Luppo
eleştirileri, soldaki artık iliklere işlemiş yoksul düşmanlığının birer
tezahürüydü.
Neticede
sol, pandemiyi seçimlerde tüm hayallerini suya düşüren yoksul ve cahil halktan
intikam alma fırsatı olarak gördü. O halktan üstün olduğu düşünülen
burjuvazinin koltuğunun altına, onun aklının ve biliminin gölgesine sığındı.
Bu
açıdan sol bugün, Brexit, Trump, bizde Tayyip için verilen oyları bahane
ederek, yoksul düşmanlığını yaldızlamak ve sivriltmekle meşgul. Devletin ve
sermayenin pandemi döneminde verdiği emirleri harfiyen yerine getiren, hatta
utanmadan devlete ve sermayeye akıl veren, onlara destek sunan sol, tüm
bunları, o yoksulları terbiye ve disipline etmek için yapıyor. Aklınca onlardan
intikam alıyor. Çünkü sol, burjuvazinin verdiği terbiyenin; devletin verdiği
disiplinin bir ürünü. Bu halini, kendi varlığını propaganda etmekten başka bir
şey yapamaz.
Dünyada
egemenler, yoksulluğu değil, yoksulu azaltmayı düşünüyorlar. Soldaki yoksul
düşmanlığı, bu yönelimle de uyumlu. O da egemenlerdeki öjenist, nüfusu
azaltmaya yönelik taleplere örgütleniyor.
Hiçbir
solcu, kapanmaların halk düşmanı olduğunu görmek istemiyor. DİSK, KESK, TTB,
Eğitim-Sen, TMMOB, kapitalist şirketlerin ve devletlerin emirlerini yerine
getiriyor. Sol örgütler de STK’laştıkları için, bu derneklerin dümen suyunda
gidiyorlar. “Kapanmacı sol, otoriteye itaat ediyor, uyduruk ‘devlet
adamları’nın kibrine ve otokratik iktidarına teslim oluyor, üzerine laboratuvar
önlüğü geçirmiş, kendisini dev aynasında gören insanlara boyun eğiyor, haki ve
mavi üniformalar giymiş kişilerin önünde diz çöküyor.”[2]
Bilimcilik
Steve
Jobs gibi isimlerin başarı hikâyeleri, genç girişimci adaylarına ders niyetine
okutuluyor. Kişiler, başarılı kişilerle özdeşlik kuruyorlar. Kimse, arka planı,
bağlamı ve genel yapısal yönelimi sorgulamıyor. Herkes, Özgür Demirtaş’ın içi
boş liberal gevezeliklerine sarılıyor. Oysa “IBM şirketi, Kore Savaşı sırasında
ABD savunma bakanlığının talebi üzerine ilk programlanabilir dijital
bilgisayarını imal ediyor. O günden beri üretilen tüm bilgisayarlar için
gerekli teşvikler, doğrudan veya dolaylı olarak Amerikan ordusuna tahsis edilen
bütçeden karşılanıyor.”[3]
Gates,
Musk gibi isimler, toplamda Silikon Vadisi, “solcu emperyalizm” diye
yutturuluyor. Solcuların bir kısmı, AKP bahanesi üzerinden, bu emperyalizmin
kuyruğuna tutunuyor. Ama bu vadi, esasen Pentagon’a uzanıyor. Vitrindeki
isimler, ona hizmet ediyor. Bilim ve teknoloji araştırmaları, Pentagon ve NATO
güdümünde ilerliyor. Bunları insanlığa zararsız, hatta yararlı, insanî ürünler
gibi pazarlamak, eşitlik-özgürlük dünyasına açılan kapı gibi sunmaksa solculara
düşüyor.
Sol,
ekrana kilitleniyor. Ekrana kilitli yaşayan ergenlerin dünyasına bağlanıyor.
“Ekran ise eleştirel düşünceyi aşındırıyor, okuma pratiğini ortadan kaldırıyor,
eğitimi yozlaştırıyor.”[4] Sol, liseliler gibi, sosyal medyaya içerik üretmekle
meşgul. İçerik ürettikçe içeriksizleşiyor, niteliğini, özünü yitiriyor.
Herkesi
ekrana kilitlemeye çalışan kapitalizm, bu işi sol eliyle hâllediyor. Eğitimin
internete taşındığı koşullarda, Eğitim-Sen, eskinin Milli Eğitim Bakanı gibi
davranıyor, “okullar olmasa Maarif’i yönetmek kolay olurdu” diyor. Bu anlamda
devlet okullarının ve arsalarının yağmalanmasına ses etmiyor. Devlet
okullarındaki yıkıma gözlerini kapatıyor. Tıpkı devlette çalışan, basit bir diş
operasyonunu tedavi etmeyen, böylelikle herkesi özele yönlendirmeye çalışan diş
hekimi gibi, Eğitim-Sen’e çökmüş kimi isimler de velilere “biz sizin
çocuğunuzun bakıcısı değiliz” diyerek, çocukları evlerine gönderiyor, bu
anlamda onları özel kolejlere yönlendiren düzene hizmet ediyor. İmam
hatip-kolej karşıtlığı bu düzlemde kuruluyor, herkes koleji ve paralı eğitimi
yüceltiyor.
İşte
sol, tam da bu düzlemde bilimci oluyor. Egemenlerin ideolojisine bağlanıyor,
onu propaganda ediyor. Sorgulama, eleştiri, şüphe gibi unsurlar, devre dışı
kalıyor. “Aklı ve bilimi” proletaryasız, sınıfsız zannettiği için yüceltiyor,
putlaştırıyor. “Kimin yararına?” sorusunu dahi soramıyor. Yoksullarda yükselen
din tehlikesine karşı burjuvazide gelişen bilimcilik tapıncına örgütleniyor.
Böylelikle otoriteye dönük imanı tazeliyor. Bilimin kâr getirdiğini, bireyin
ekmeğine yağ sürdüğünü düşündüğü için ona tapıyor.
Bugün
maske takmayan, aşı yaptırmayan, kapanma vakti sokağa çıkan herkes, “terörist”
damgası yiyor. Bu anlayışı solcu küçük burjuvalar besliyorlar. Yoksulları
terbiye ve disipline etmeye çalışıyorlar. Bu noktada devletin ve sermayenin
başvurduğu önlemlere, kendi yaşam tarzlarına zarar verecek şeyleri temizlediği
için destek sunuyorlar. Aşıyla vaftiz edilmemiş kimseyi topraklarında
yaşatmamaya yemin ediyorlar. Köktendinci bilimcilik, solu ele geçiriyor. O,
küçük burjuvazinin efendilerine yaranma ve yalvarma yöntemi olarak anlam
kazanıyor.
“Bilimcilik, o üzerine
kurulduğu rahat koltuğa, hâlen daha kapitalizm olarak adlandırdığımız,
toplumsal disiplin, ekonomik sömürü, çevresel yıkım ve endüstriyel militarizm
üzerine kurulu ideoloji içerisinde kavuşma imkânı bulabiliyor.”[5]
Alain
Badiou, ta 2004’te şu çığlığı atıyor: “O zaman gidin, dişlerinizi sıka sıka,
gebertin yoksulları. Ya da onları Amerikalı dostlarınıza öldürtün!”[6] Avrupa
solunda 2000’lerin başında uç veren, 2005'teki Paris İsyanı sonrası derinleşen
yoksul düşmanlığı, yavaş yavaş Türkiye’ye sirayet ediyor. Sol siyaset,
kendisini ideolojik düzeyde bu düşmanlığa göre inşa ediyor. O, yoksulluğu
değil, yoksulu azaltma stratejisini benimsemiş olan egemenlerin kanatları
altına sığınıyor.
Burjuva
Siyaseti
Seçimlerle,
seçime endeksli siyasetle herkes, disipline ve terbiye ediliyor. Sol, bu
disiplin ve terbiye gereği, burjuvaziyle ve devletle yan yana oturabildiği
yanılsamasına iyice alışıyor. Bakanın yanına oturuyor, sağa sola akıl ve
nizamat veriyor. Burjuvazinin yanına ilişiyor, onun vicdanı olmaya çalışıyor.
Bu düşmanın yanına ilişme hâli, aradaki sınırların silikleşmesini beraberinde
getiriyor.
Bugün
solun düşmanı, ne sermaye ne devlettir, sadece Tayyip’tir. Sermayeden ve
devletten bağımsız bir birey olarak ele alınan Tayyip, sermayeyle devletin
yanına ilişme ihtimalidir. Sol, aslında Tayyip’e âşıktır, meftundur. Ama o,
yoksulun yanına asla oturamaz. Tayyip, oturmamanın bahanesidir.
Sol
küçük burjuvazi, artık sermayeden edinilen terbiyenin, devletin verdiği
disiplinin cisimleşmiş hâlidir. O nedenle yoksullara, halka, işçi sınıfına bu
terbiyeden ve disiplinden gayrısını veremez. Onun son dönemde “popülizm
eleştirisi” bağlamında dile getirdiği her şey, bu terbiye ve disiplinle
alakalıdır.
Halit
Çelenk, bir belgeselde Deniz’le son görüşmesini anlatıyor. İdama birkaç gün
kala Deniz avukatına, “bizi asacaklar. Cenazemizi bir hafta bekletin. Ülkenin
gördüğü en büyük yürüyüş gerçekleştirilsin” diyor. Bu vasiyeti yerine
getirilmiyor.
Kendi
ölümünü bile devrimci mücadele içerisinde bir eylem olarak örgütlemeyi düşünen
devrimcilerin yerini, basit bir virüs karşısında tir tir titreyen, çift maske
takan, el yıkayan, üç kuruşluk içi geçmiş hayatı için taklalar atan,
polisleşen, sermayeye patent, devlete önlem için yalvaran, yoksula parmak
sallayan, burjuvazinin biliminin ve aklının bekçiliğine soyunan, korkudan veya
makbul vatandaşı oynamak adına örgüt bürolarını kapatan solcular alıyor. Bu
utanç hepimize yeter!
Eren Balkır
20
Nisan 2021
Dipnotlar:
[1] K. Marx ve F. Engels, Manifesto of Communist Party, MIA.
[2]
Phil Shannon, “Virüs, Kapanma ve Sol II”, 9 Mart 2021, İştiraki.
[3]
Richard Barbrook ve Andy Cameron, The Internet Revolution, Network
Notebooks, Ekim 2015, s. 18.
[4]
John Steppling, “Occult Technique”, 16 Nisan 2021, JS.
[5]
Curtis White, The Science Delusion, Melville House, Mayıs 2013, s. 3.
[6] Alain Badiou, “Başörtüsü Yasağı”, 21 Şubat 2004, İştiraki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder